Zafer Gündoğdu
Yıl 1979 Konya cezaevindeydim. Devrimci savaş saflarında siyasi tutukluyum. Isparta zindanı isyanını duymuş THKP-C (Acilciler)’in bu zindandaki direnişlerini takip etmiştim. Bu arkadaşların sürgünleri ve Bolvadin cezaevinden, Konya cezaevine siyasi tutuklular koğuşuna intikal edişlerini takip ettim. Birlikte olmu
Uzun siyasal sohbetlerle birlikte, Mihrac Ural yoldaşın öncü savaşı üzerine geliştirdiği siyasal tespitlere Engin Erkiner’in katılımıyla Acilciler arasında ki saflaşmaya tanık oldum. HDÖ ve Acilciler ayrılığı o kesitte son şeklini aldı. Ben de siyasal örgütlü yaşamımı Acilcilerle birleştirme kararı aldım
O gün bu gün Örgütümün tüm alan ve düzeylerinde görev yaptım. Bu görevleri bir örgütlü insanın sorumluluğu olarak yerine getirdim. Ne övünülecek ne de paye kazınılmak için anılacak şeyler değildi. Ben gibi bu örgütün siyasal mücadele sürecinin her aşamasında tüm kadro ve militanlarda aynı sorumluluğu dün de bu günde üstlendik.
Bu sürecin hiçbir kesitinde Engin Erkiner bir sorumlu kişi olmamıştı. Örgütte korunmuş ancak geçmişinde özelikle polisteki tavrı nedeniyle her zaman her şeyi bilmemesi gereken biri olarak algılanmıştı. Zaten kişiliğinde de sorumluluk almaktan uzak bir duruşu vardı. Bu da örgütün bu kişiye yönelik konumlandırmasında bir rahatlama getiriyordu
Konya süreci, o günün tüm Türkiyeli devrimcilerinin zindan yaşamındaki durumdan farklı değildi. Zorluklar. Komün yaşamı paylaşım ve dayanışmaydı. O kesitte her şey devrimci ilkeler etrafında yükselen bireysel ve toplu dayanışmayla ifade edilmişti.
Firar ve Ortadoğu sürecini de birlikte paylaştık. Örgütsel görevlerim gereği ülkede çalıştım, Orta-doğuda, Filistin kamplarında, Lübnan’da bulundum. Süreci tüm ayrıntılarıyla bilmemi sağlayacak yer ve düzeylerde görev aldım
Ülkede tüm aile efradım devrimci mücadele içindeydi. Zindan görmeyen hiçbir akrabam kalmamıştı, kadın erkek bu mücadelenin içinde yolumuza devam ediyorduk. Bunun verdiği sorumluluk ve yükümlülüklerle bulunduğum örgüt ve alanın dikkatli bir izleyicisiydim de.
Bu süreçte bu gün tartışılan 82–90 yıllarının birinci dereceden sorumluları arasındaydım. Mihrac Ural yoldaşla., Ali sönmez yoldaşla, Kemal Bayram yoldaşla, Hana Maptunoğul yoldaşla merkez komite yükümlülüklerini yürütüyordum
Bu dönem 12 Eylülün en karanlık ve baskıncı dönemleriydi.
Direniyorduk, yayınlarımızı çıkarıyor ekip ekip militanları eğitip direnmeye gönderiyorduk. Başlarında da bizler vardık. Bir kısmımız ülke içinde bir kısmımız İsrail’e karşı savaşta ve kamplarda, bir kısmımız Avrupa sahasında, Libyalarda örgütümüzün siyasi ilkeleri yaşama geçirme çabasındaydık.
Bu dönem kamplardan sıkılan, Avrupa’ya kendini atmanın cazibesine kaptıran ve bu yönde kışkırtılanların yarattığı sorunlarla karşı karşıya kalmıştık. Bunun birçok nedeni vardı. Birbirini tanımayan bir dizi kadro üst üste yığılmıştı, aynı militanlar üzerinde ayrı bölgelerin yöneticilerinin didişmeleri vardı, karanlık bir dönem ve ümitsizlik vardı. En önemlisi bölgede yaklaşan savaş tamtamlarının sesi her alanı kaplamıştı.
Kaçış eğilim gösterenler, inanılmaz gerekçelerle kampları eleştiriyor, buralarda işimiz nedir diyordu. Türkiye devrimci hareketinin enternasyonal ölçekteki meşruiyetinin önemli ispat alanında yer almak yerine Avrupa’nın bilinen rehavetinde, iç dünyalarına ait hayalleri gerçekleştirmenin peşine takılmışlardı. Buna, Engin Erikner Avrupa’dan, utanılası vaatlerle ortak oldu, TKEP ve Teslim Töre her türden desteği verdi
Oysa bu dönem TKEP ile aramızda “Komünistlerin Birliği” diye bir birlik oluşumu yükseltiliyordu. FKBDC çalışmaları yanı sıra, siyasal çalışmanın her alanına yetişmeye çalışıyorduk. Saflarımızdaki sorunlara örgütten yana tutum alması gereken “Komünist Birlik” ortağımız bu sorunları kışkırtmak ve örgütü tasfiye etmek için çaba sarf ediyordu. Birkaç kişiyi araklamak için, iki örgütün üst birliği feda ediliyordu. Bu didişme ortamında, her yönüyle belli olan bir ölüm olayı gündeme geldi. Kazayla ölen Müntecep Kesici’nin vebali, kışkırtmaların direk sorumlusu olan Engin Erkiner, ayrılıkçılar ve Teslim Töre’nin boynunda asılıydı.
Bu konular yeterince işlendi. Üzerinde daha fazla durmayacağım.
Söyleyeceğim en önemli şey, bu dönem tüm Türkiye devrimci örgütlerinin Suriye’yi sığınılacak bir liman görmüş ve Suriyelilerin bu misafirliği kabullenişleriydi. Bu süreçte ne örgütüm açısından nede başka devrimceler açısından bu ilke, bu karşılıklı dayanışmadan başka hiçbir yanlışın olmadığıdır
Tersine örgütümüz devlet ilişkisinde en geride yürüyendi. Bizlerden önce
Bu süreci yaşayanlar yıllar boyunca gerçek kimliklerimizi nasıl sakladığımız ve bu kimliklerimizi Engin Erkiner ve şürekası mücadele kaçkını ayrılıkçıların açıkça ve yazılı olarak bizleri ihbar ettiklerini yakından bilir. Suriye bizi bunların ihbarlarıyla fişledi; bunun acısını sık sık tutuklanma ve uzun süreli zindan cezalarına maruz kalarak çektik.
Bu dönem 90 sonrası yıllar kapanırken, sürecin her aşamasında diğer örgütler gibi örgütümüzün de Genel Sekreter yoldaş dahil üst yöneticilerinin sık sık tutuklandığı ve uzun süreler zindanda kaldığını hatırlatacağım. Bir Arap ülkesindeydik, diğer devrimci saflarda olduğu gibi saflarımızda da Arap kökenli insanlar vardı. Her devrimci örgüt bunu zenginlik kabul ederek örgütünün yaşam ve etkinlik alanını bu kanaldan da genişletme gibi haklı bir çaba içindeydi. Ancak bu özelikleri bir güç olarak algılamak yerine çirkin bir ayrımcılık olarak işleyip kendi yanlışlarının alete haline sokanlar az değildi. Bu gün bile Engin Erkiner’in açıkça dile getirdiği Arap düşmanlığı ve kuşkusu o gün için çok daha tehlikeliydi.
Oyasa gerçekler çok farklıydı. Bu süreçte, Türk ve Sünni kökenli bir aileden gelen biri olarak örgüt içinde hiçbir kesitte ve hiç nedenle ne ayrımcı bir yaklaşım nede bunun bir izi olmadığını burada dile getirmeliyim. Zaten MK bileşkesinde yer alan Arap, Türk Sünni, Alevi, Hıristiyan doku örgütümüzü tanımlayan çok önemli bir tabloydu; ülkemizi tüm yönleriyle temsil ediyorduk sorun köken ya da inanç ise. Ancak b.u da değil, o gün böylesi bir söylemi aklına getirmek diline dolamak ayıpların en büyüğüydü. Demokrasi mücadelesi vardı, 12 Eylül karanlık dönemine karşı devrimci direniş vardı. Her şeyin mihveri buydu.
Örgüt tarihiyle ilgili tartışmaların başladığı bu son bir iki ay içindeki gelişmelere bakarak yanlış yapılmakta olduğunu dile getirdim. Bunu Engine de yazdım. Bir bilseniz ne cevap verdi. Sokak ağzıyla yazdığı cümleler bu adamın bir başka çirkef yüzünü gösterir gibiydi; Kişinin neyse zikri o dur fikri misali, siyasi eleştiri yerine bizlere lakap takmaya takılmıştır “Pavyoncu” söylemiyle çamur atmaya çalışmıştır. Bu çirkin söylemler ona ne kazandırır bilinmez ama bu çirkin kavramlara takılacağına, kadın erkek ailemden onlarca kişinin devrimci harekete katılışını, işkence, zindan ve sürgün yaşadığını hatırlasaydı hem kendine hem de devrimci hareketin onuruna önemli göndermeler yapmış olurdu. Halkın bizden beklediği de bu olsa gerek.
Çektiğim işkenceleri, sürgünlerimi, zindandaki zorluklara karşı direnişlerimizi hatırlasaydı. Filistin kamplarındaki çalışmalarımızı, 12 Eylül karanlıklarında kendisi Avrupa konforunda yaşarken, benim ülkede şehir şehir örgütü ayakları üzerine kaldırmamı hatırlasaydı daha iyi olmaz mıydı? Kendine ve devrimci harekete olumlu bir ifade tarzı olmaz mıydı?. Bu adam çirkin suçlama sıfatları diline dolayacağına zindanda midesini düşünmekten başka bir şey yapmadığını yansıtan, yoldaşlarıma yemek yapmamı bile aşağılık tarzda diline dolayıp ”Senden bana kalan tek olumlu ani, iyi bulgur pilavi yapmandir.” diyecek kadar düzeysizleşmiştir.
Engin Erkiner’e ilettiğim mail mesajında, Örgüt tarihi tartışmalarında düzeyin düşmemesi gerektiğini hatırlattım. O ise, suçlamalarla cevap verdi ve sonuçta “çöpe atıyorum iletilerini” diye bağladı (oysa her iletiyi okuyor ve cevaplama gereği duyuyordu, Bundan birkaç yıl önce 35 sayfalık Enginle karşılıklı bir mail alış verişi var. Orada dile gelenler ile bu gün dile getirdikleri arasındaki çelişkiler herkesi şaşkına çevirecektir. Bunları da gerektiğinde yayınlanacaktır).
O bizleri hep kendisi gibi çevresiz, başıboş, kontrol etkinlikleri olmayan, örgütsüz sanmıştır ve dolaysıyla sallama yalan ve ittihamlarda bulunabilecek sorumsuz, kontrolsüz insanlar sanmıştır. Oysa durum bildiğinden çok farklı bizler hep bir devrimci çevre sahibi idik ve bu çevrenin önemli bir denetim etkinliği altında bulunduk. Düşüncelerimizde birey idik ancak çalışmalarımız sosyal çevremizin sınırlarıyla sınırlı olduğunu biliriz.
Acilcilerin tüm üst düzey kadrolarının aile, komşu, dost, mahalle ve örgütleyip birlikte hareket ettikleri yoldaşlarından oluşan çevreleri örgütlü devrimci mücadele çevresi olduğu biliniyor. Yeni sitesinde yazılı olarak yaptığı son ihbarlarda, gerçek adını, kod adını ve farklı yerlerde kullandığı adlarını polise afişe eden Engin Erkiner’in denetimsizliğinin anlamı artık iyi niyetleri çok aşmıştır. Çevresiz olmak bunun sırrıdır.
Oysa Genel sekreter Mihrac Ural yoldaşın amcaoğlu İrfan Ural 14 yılı aşkın zindan yatmıştır, eniştesi Hasan Gülbahar 12 yılı aşkın zindan yatmıştır. Dayıoğulları (B, İ), teyze oğlu (T) işkence ve zindan yatmıştır, mahallesinin tüm gençleri, okul arkadaşları, şehrinde örgütlediği yoldaşları siyasi ve askeri eğitimden geçmiş, örgütün kadroları olarak görev almış ve zindanlar, işkenceler, sürgünler yaşamıştır. Bu bir akrabalık, mahallelilik, hemşerilik olayı değil, bu başarılı bir örgütsel çalışmanın, kişinin öncelikle çevresiyle başlaması olayıdır ki, örgütümüz açısından en başarılısı da Antakya’da yapılmıştır; Antakya’da tüm sivil toplum kuruluşlarının, yarı-resmi kuruluşların, sendika ve mahalle, köy örgütlenmelerinin başarılı organizasyonu da buna dahildir. Bu abartı değil, Acilcilerle ilgili küçük bir araştırma bunu cevaplandırmaya yeterlidir. Bu gün belediye başkanlıklarından mahalle etkinliklerine, yayından, kurslara kadar uzanan dik siyasal duruşta, çevre örgütlenmesinin oynadığı önemli rolü gösterir.
Örgütümüzün bununla övünmesinin hakkı da vardır. Başka illerde bunun başarılmamasının sorgulanması da doğrudur. Sonuçta bu örgütlü çevreler ve bu güne kadar dik duranlar birbirini denetleyen birer mekanizma gibidir. Halktan başka bir şeye dayanmayan devrimci hareketin oto kontrolleri de bu çevrelerdir. Bizi öncelikle çevremiz denetliyor, en yakınlarımız anı anına denetleyip sorguluyor, aynı anda örgütümüz denetleyip sorguluyor. Peki Engin Erkiner’i kim denetliyor? Çevresi kimdir? Bilen var mı? Her defasında değişen siyasal tutumlarıyla ilgili çevre, çevre olmadığı gibi denetim yapmasının da olanağı yoktur. Ve bu ortamda dünden gelen sürekli takip ettiği örgütsüzlük halleri sonucu bu bilinmeyen adamı kim denetliyor? Engin Erkiner’in geçmişinde yatan polis itirafçılığı, örgütsüzlüğü, hala isim ve kod adlarını açıklamada bir sakınca görmediği devrimcileri suçlama yöntemi ortamında, bu kişinin derin işlerle iştigal edip etmediğinin sorumluluğunu kim alır basitçe soruyorum?
Buradan hareketle önyargısızca bir sorum olacak.
Engin Erkiner’le ilgili bilmek istediğim var.
Aleni olarak herkese soruyorum.
Bilen varsa bana da söylesin, Engin Erkiner’in bir tek akrabasını, bir tek aile efradını, komşusu, birlikte büyüdüğü ve geliştiği dostunu, baba mesleğini bilen var mı?
Bilineni varsa, bunlardan bir tekinin devrimci hareketle bağının olup olmadığını bilen var mı?
Bilen varsa bize de iletsin.
Ben bilmiyorum, bu sorulara değil cevap bir ize bile rastlamadım.
Ben ve çevrem Osmaniye Kırmıtlı’dadır. Devrimci Savaş davası siyasi hükümlüsü, uzun yıllar zindan ve işkencelerden geçen iki kardeşimden büyüğü de belediye başkanıdır. Babamı faşistler, devrimci mücadelemizden intikam almak için şehit etmiştir. Annemi yaralamış, yeğenlerimi kalıcı sakatlığa maruz bırakmışlardır Tüm akrabalarım devrimci siyasi davalardan hüküm giymiş ve hala demokrasi mücadelesi yürüten sorumlu insanlardır. Yapacağım her yanlışı önce devrimci-demokrat ailem ve devrimci siyasi çevrem yargılar, sıra Engin adama gelene kadar kırk denetim uğrağım vardır. Ya onu kim denetler, örgütlü olmadığına göre geride onu denetleyecek kim var soruyorum.
Bu soruyu tüm devrimcilere açıkça soruyorum.
Varsayalım ki, bu adamın özel harp dairesi, derin devlet maşası olmasını engelleyecek denetim unsurları nedir? Bilen varsa bize de söylesin.
Her örgütsüz ve denetimsiz olan, önüne gelene her türlü yalanı ve çirkefi suçlama olarak söyleme hakkını kendinde nasıl bulabilir? Devrimci güçler buna nasıl seyirci kalır.
Bu suçlamalara muhatap olanlar nereye kadar bu şahsa vebal ödetmekten kendilerini tutabilir. Bunun da düşünülmesini istiyorum. Kimse kimseyi şiddet yanlısı olmakla suçlamasın sadece sakince oturup bir düşünsün, doğru yolu bulmak zor olmayacaktır.
Kimse de yanlış anlamasın, aile ve çevre olayını dile getirmemin tek nedeni, tüm ailemiz ve çevremiz devrimci harekete kitlesel katkı yapmışken böylesi çamur atmaların ancak çevresiz insanlardan geleceğini göstermek içindir.
Kişi yalnızsa, bir çevresi, bir akrabalık ya da sosyal ilişkisi yoksa kalay suçlar, zira sorumsuzdur hele örgütsüz ise zıvanadan çıkar, onu dizginleyecek ne bir akraba ne bir sosyal ne bir siyasal çevresi vardır ağzına geleni söyler.
Bu ise devrimcilik değildir.
Nice güçsüz, çözülmeye açık ve hatta çözülen insanı, çevresi devrimci ise rahatlıkla dizginleyebilmiş, yeniden tutarlı olmasını, kimseye zarar vermemesini sağlamıştır. Bu anlamda akrabaların da sosyal çevrenin de komşularında devrimci süreçte olmasının önemi küçümsenmeyecek kadar büyüktür; bu bir oto denetim mekanizmasıdır. Engin hakkındaki bu soruları hiçbir ön yargı ve bildiğim bir şeyi ima etmek için değil sadece bu şahsın bilinmezlik örtüsünün üstünü aralamak için ve kişi başkasını suçlarken çevresiyle birlikte düşündüğünde daha dikkatli olması gerektiği için soruyorum.
İşte Engin böyle çapsız ve sefil bir dile sahipti ve bunu ikili yazışmalarda çirkince açığa vuruyordu. Yıllarca sinsice ikili yazışmalarla yaptığı tahribat, bir yerde yama tutmaz hale gelince, eteğindeki son taşı da bir yoldaşın basına yalan yanlış yansıyan davasını diline dolama düzeyine düştü. Sabah gazetesinin MİT kaynaklı, özel harp dairesi yönlendirmeli haberini baz alarak bir kez daha devrimcileri karalamaya kalkıştı. Bu haberin gazeteye yansıyışını anlamak için kısaca bir süreci bilmekte yarar var
Engin Erkiner inanılmaz bir yalancıdır. Yazdığı hiçbir yazıda kendine ait bir şey yoktur. O okuduğunu özetler ama kendiden hiçbir şey katmaz. Özelikle kimsenin okumadığı kitapları okuyarak kendi görüşü şeklinde sunar. Her bulunduğu yerden etkilenir. Her oturduğu kişi ya da okuduğu kitaptan etkilenen biridir. İyi bir takipçi bunu fark etmekte zorlanmaz. Engin Erkiner’in oturmamış kişiliği esasında bu tartışmaların tümünde sorunun temeli gibidir. Polis ifadesindeki çözülüşüyle başlayan teslimiyeti bu güne kadar sürmektedir.
Son olarak Ecevit Bahçecioğulu’nun davasını diline dolaması kendini sokan akrep misali bir durumdur. Bu konuda çirkin bir yanlışa düşmüş şüphe uyandırmak için giriştiği çabası eline yüzüne bulaşmıştır. Bunu sitesinin ilk yazısında yapması ise çok talihsiz bir kara leke olarak anılacaktır.
Bu davanın ne iddianamesini okumuş ne de mahkemenin kararını bilmeden yönelttiği suçlamalar inanılır gibi değildir. Burada kinin gözleri kör ettiği gerçeğini kanıtlarcasına davayla uzak yakın ilgisi olmayan, adı hiç b.ir safhasında geçmeyen Yoldaş Mihrac Ural’ın adını karıştırma gafı çok şüpheli amaçları dışa vurur gibidir. Kişi kendi hatalarını örtmek için bu yola başvurması, devrimci hareketin sürüklendiği bataklığı göstermesi açısından da önem taşımaktadır.
Engin bir gazetenin haber kupüründen yola çıkmıştır. Bir yalanın arkasından gitmiş ve tökezlemiştir. Ancak bu haberin nedeni bize başka gerçeklere götürür gibi tarih içinde durmaktadır: Bunu algılamak çok önemlidir. Olay Türkiye-Suriye ilişkileridir.
Türkiye, Suriye ilişkileri bu gün çok üst düzeyde ve dostanedir. Bu çok önemli ve iyi bir gelişmedir. İki halk birbirini 80 yıl sonra bir kez daha atanıma ve kazanmaya başlamıştır. Yoğun bir iletişim ağı oluşturmuş ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel iç içe kaynaşmalar oluşmuştur. Buraya gelmek için iki halk çok çile çekmiştir.
Biz devrimciler bu yakınlaşmadan iki halkın da kazandığına inanıyoruz ve bunun derinleşmesinin öncüleri olmalıyız diye düşünüyoruz. Milliyetçi ilkellerin aksine iki halkın bu coğrafyada bir kader birliği içinde olduğunu ve bunun gerekleriyle kendini ve ilişkilerini yeniden yapılandırması gerektiğini dile getiriyoruz. Bu almaçla aydınlarımız, edebiyatçılarımız, sanatçılarımız ve tüm düzeylerden halkımızın gidiş gelişlerle oluşturduğu olumlu yolun genişletilmesi eğiliminde olmalıyız.
Ama dün bu tablonun yerine çok karınlık bir ilişki süreci hüküm sürüyordu. 90’lı yılların ortalarında bir kıyamet kopmuştu ve iki komşu ülke savaş eşiğine gelmişti. Her türden olayın abartılması ve birbirine karşı kullanılması kuralı vardı. PKK’nin Kürt özgürlük hareketi yükselişteydi ve Suriye’nin bunu desteklediği biliniyordu. PKK Suriye Kürtleri arasında en etkin örgütlenen örgüttü, milletvekilleri bile vardı ve bunu göz yumuluyordu. Suriye devrimcilerin ikinci yurdu gibiydi. Bu sadece Türkiyeli devrimciler için değil tüm Ortadoğu devrimcileri içinde geçerli idİ. Saddam’dan kaçanlardan, Filistinlilere kadar her alandan devrimcinin sığındığı yerdi. Suriye’nin Türkiye’ye karşı olumsuz bir amacı olmasa da bu kesitte, kuzey komşusunun İsrail’le olan iliklerine karşı bir tepkisi vardı ve bunu dile getiriyordu.
Türkiye’de ise siyası iktidar tam bir çetenin elindeydi. Çiller, Mehmet ağar gibileri cirit atıyor, derin devlet Suriye’de ikide birde sağa sola bombalar, bubi tuzakları ve ölüm gönderiyorlardı. 80’lı yıllar ortasında Trenlerde onlarca sivil insanın ölümüne yol açan bombalar Türkiye’deki merkezlerinden ve Türkiye vatandaşları eşliğinde, MİT destekli bombalamalar yapılıyordu. TV’lerde yaptıkları tek tek itiraf eden bu terör maşaları Türkiye’nin amansız bir tarzda Suriye’ye karşı derin işler yürüttüğünü gösteriyordu. Bu bombalamaları meşhur çöp bidonlarına konan bombalar takip etti. Öcalan’a suikast bombaları ise sağda solda patlayıp duruyordu. İşte böylesi bir koşulda iki ülke savaş eşiğine doğru bir tırmanış içindeydi. Bu amaçla en küçük bir olay ilgili olsun olmasın bu kampanyanın bir unsuru olarak abartılıp ve piyasaya MİT - özel harp dairesi eliyle basına servis ediliyordu.
Tam bu dönemde Şam üniversitesinde okuyan Ecevit Bahçecioğlu’nun yaz tatilinde memleketinde, deniz kenarında arkadaşlarıyla çekilmiş olduğu ve arka planında ne askeri ne de başka bir önemi olmayan herkese açık yerde olan bir karakol ve sıcak altında bunamış üç beş askerin görüldüğü fotoğrafı, örgütümüze yönelik bir operasyona ve Süriye’yi suçlamaya araç ediyordu. Dönem iki ülkenin birbiriyle it dalaşı dönemidir.
MİT ve özel-harp dairesi Acilcilere, Hatay Araplarına karşı zaten oldu olası bir ağır takip ile saldırma eğilimi taşımaktadır. O günlerde Demirel’in Samandağ’ı ilçesinde yaptığı miting ağza alınmayacak sözleri Suriye devlet başkanına karşı savurmaktaydı; “başını duvarlarda parçalayacağız”. Mesut Yılmaz ise “ Hafız Esad’ın gözünü oyacağız” diye bağırıp duruyordu. Medya için de bu ortamda yoldaşlarımızın yakalanması iyi bir av olmuştu.
Abartılma mekanizmaları hemen çalışmaya başladı. İki ülke arasındaki ilişkilerin yıkılması ve savaşa alet edilmek üzere MİT ve Özel harp dairesi işe koşulmuştu. Bir öğrencinin deniz kenarındaki fotoğrafından bir “casusluk şebekesi” üretiliyordu. Bu çevreleri ilgilendiren kamuoyuna olayın nasıl yansılatılacağıydı. Ancak sonrasını takip etmeye bile gerek yoktu. Önemli olan halkın o an aldatılmış olması savaş ortamına uygun bir kamuoyu yaratılmasıydı.
İşte Engin Erkiner de tam burada gafını işliyor, MİT ve özel-harp dairesinin söylemlerini 10 yıl sonra, bir kin uğruna siyasette körlük uğruna tekrar servis ediyor. Engin elbette Doğu Perinçek çapında değildir ama onun çömezidir, yöntemi aynıdır.
11 yoldaşımız yakalanmış ve sorgulanmıştı. Ancak sorgular bitip savcılığa gidildiğinde savcının iddianamesi bütün bu zırvalıkları bir kenara atmıştır. İddianameler, bilindiği gibi işkenceler altında alınan ifadelere dayanılarak oluşturulur. Nitekim Adana DGM’si savcısı da öyle yapmıştır. İddianamenin özeti de şudur; ”... Böylece sanıkların amacı Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenini zorla değiştirerek yerine Marksist-Leninist esaslara dayalı bir devlet kurmak için mücadele veren silahlı THKP / C – ACİLCİLER örgütünün sair efradı oldukları tüm dosya kapsamından anlaşıldığından sanıkların yargılanmaların 3005 sayılı yasaya göre yapılarak; sanıkların müsnet suçtan eylemlerine uyan TCK.nun 168 / 2, 3713 sayılı yasanın 5, TCK.nun 31,33 maddeleri gereğince ayrı ayrı tecziyelerine
Sanıklardan elde edilen Hatay C. Başsavcılığının 1998 / 363 emanet sırasında kayıtlı örgüt dokümanlarının TCK.nun 36.maddesi gereğince müsaderesine
Sanıklar Ecevit Bahçecioğlu, Nazlı Gözel, Nejdet İnal, İsmail kılıç, Murat Sakarya ve Emrah Özçelik'in müsnet suçtan tutuklandıkları anlaşıldığından verilecek cezanın TCK.nun 40. maddesi gereğince mahsubuna karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur.
8.9.1998 Kasım YAĞMUR
DGM. C. Savcısı 23418”
(“TC. Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı. Hazırlık no: 1998 / 426. Esas no: 1998 / 358. İddianame No: 1998 / 322. Kasım Yağmur DGM. C. Savcısı 23418" İddianamenin tümü ektedir)
İşkencede bile ortaya çıkan olay silahlı örgüte üye olma ve yardım etme boyutunda olduğu açıktır. Ki birçok tutuklu bununla da ilgili değildir. Yani Engin savcıdan bile daha zalimce yalan ittihamlarda bulunmuştur.
Ekte verdiğim iddianame bunun belgesidir. 11 kişi örgüt yoldaşlarımız olarak yakalanmıştır ve mahkeme sonuçta, Engin Erkiner’in abartma ve yalanlarla, sabah gazetesi ve MİT gibi diline doladığı “Büyük casus Ecevit Bahçecioğul” yalanına cevabin, TCK 168–2 maddesinden yani Türkiye’de tüm devrimcilerin yargılandığı silahlı örgüte üye olma maddesinden suçlanmıştır (silahlı çete üyesi olmak) . Ancak mahkeme bunu bile alaya alarak Ecevit yoldaşı silahlı örgüte üye değil, yardımcı olmaktan dolayı 169. maddeden mahkûm etmiştir. Diğer 10 yoldaşta beraat etmiştir.
Şimdi böylesine açık, kanıt ve belgelerine çok rahat ulaşılabilir bir davayı kim hangi amaçla ters yüz edip, Sabah gazetesinin yalanlarına, MİT’in o günkü ortamda Suriye ile olan sorunlu ilişkileri körüklemek için ürettiği abartmalara yaslanarak bir devrimci hareketi ve devrimcileri karalamaya kalkışır. Engin adam bunu yapmıştır. Nedeni ise siyasette kindir, derin devletin aracı olmadır
Enginin yanlışı burada da kalmamış. Davaya ilgili olmayan ve hiçbir aşamasında adı geçmeyen Mihrac Ural yoldaşı bu davaya sokuşturarak suçlamada bulunmakla yaptığı işin içinde ciddi şüphelerin doğmasına yol açmıştır.
Bu davayla uzak yakın hiçbir bağlantısı olamayanların araya sokulması kişinin kendine olmasa da okurlarına saygı gereği, bir yerden bu davanın tüm belgeleriyle ortaya koyulup utanç verici yalanının açığa çıkabileceğini düşünmesi gerekmiyor mu? Ancak bunu MİT ve özel harp dairesi ve burjuva basını ne kadar düşündüyse Engin de o kadar düşündü demek abartılı olmayacaktır: Önemli olan ortalığı karıştırmaktır bulandırmaktır gerisi “ben söyledim ister inanın ister inanmayın “ demek vardır.
Belgeler alta sunulmuştur. Ancak soruyorum. İnsani açıdan soruyorum böylesi bir konuda bu ölçüde yalanı ortalığa sürmenin kime ne yararı var. Mihrac ural, Engin Erkiner’i ölümden birden çok kez kurtaran yoldaştır. Engin saflarımızda çok silik kişiliğiyle itibarı olmayan bir insandı. Buna rağmen örgütün değer mozaiğini koruma adına bu adam korunmaya çalışımlaştır. Bu gün yaptığına bakınca inanılmaz gibi gelse de bu türlerin böylesi çıkışları ve sapmaları olacağını tahmin etmek zor değildir.
Engin Erkiner yalan söylemiştir. Bu yalanı tıpkı Adil Okay’ın Beyrut kuşatmasına katılıp İsrail’e karşı savaştığı yalanını söylemesi gibidir.
Bu iki kişinin ortaya koydukları tutumlarda, Acilciler örgütünün tartışmalı 82 yılları ve sonrasını algılamak hiç zor değildir. Mücadeleden kaçanlar onlardı, sorumluluktan kaçanlar onlardı.
Engin Erkiner ise bu gün farklı bir yere gidiyor. Özel harp dairesinin, MİT ve basının yalanlarını devrimci harekete aktarmakla iştigal ediyor.
Derin devlet derin insanları etrafına bir biçimde toplar. Bunun için bordrolu olmaya gerek yok; önemli olan amaçları etrafında onları kullanmaktır. Bu gün devrimciler birbirini en çirkin şekilde suçlamakla kim ne kazanır sanırsınız. Halkın yüzde birini daha etkileyemeyen bir devrimci hareketin, birbirini karalamasının kimlerin kışkırtması ve kimlerin yararına olduğunu okura bırakmakla yetineceği
Engin Erkiner’i artık yalanlardan vazgeçmeye çağırıyorum. Kimseye yararı olmayan bu tartışmaların bitmesini, herkesin kendi doğruları ardından halkına hizmet etmesi gerektiğini belirtiyorum.
Paris. 15 Ağustos 2008
7 Oca 2010
9:dosya : BİR DÖNEM ENGİN ERKİNER' in DÜŞTÜGÜ YER
zaman: 1/07/2010 07:14:00 ÖÖ