16 Ağu 2010

178. DOSYA

ENGİN ERKİNER VE İBRAHİM YALÇIN
BİR POLİS ORGANİZASYONUDUR
-I-

Mihrac Ural
15 Ağustos 2010

A)  İTİRAFÇI
Kısaca belirteceğim.
İnsan onur ve erdemi adına ne varsa kaybetmeksiniz Bu ölçüde yalan yazılamaz.
İtirafçı Engin, Günay Karaca’yı yazmış. Günay, yaşasaydı da görseydi diyeceğim…
Bilindiği gibi yazının konusu Günay değil, onu anmak hiç değil. Tersine onu iyice kirletmek ve Mihrac Ural karşıtlığına meze yapıp, üzerinde şüpheler yaratarak çöpe atmaktır.
Çünkü İtirafçı Engin de iyi bilir ki, bu örgütte ona karşı en kararlı tavrı takınan kişi Günay Karaca’dır.
İtirafçı bu yazısında tümüyle yalan üzerine kurgulanmış, okurun araştırma gereği duymayan ilgisizliğine sığınılarak kurgular yapılmıştır.
İtirafçı Engin bir kez daha yeni verilerin ışığında tanıyalım.
12 Mart darbesi dönemi, en sıradan insanların zindana atıldığı, tabutluklara sokulduğu, Kızıldere katliamının ve Denizlerin idamının ve İboların işkencede öldürülmelerinin yaşandığı bir kesit.
Bu kesitte, itirafçı şekli de olsa “Kurtuluş” gazetesinin yazı işleri müdürü diye adı geçiyor. Ancak tutuklanmıyor. Derginin tüm yazarları, ilgilileri kıyımdan geçiriliyor ama yazı işleri müdürüne bir şey olmuyor. O bir şüphelidir.
İtirafçı Engin aynı zamanda “Beylerderesinin muhbiri olma ihtimali hiçte az olmayan” biridir; İlker Akmanın kız kardeşiyle evli ama sorguya bile alınmamıştır; İlkerler, postanede kimi aradıkları ve oradan çıkana kadar kim onları ihbar ettiği konusunda tek şüpheli kişidir. Bu konu üzerinde daha da araştırma yapılacak ve gerçekler ortaya çıkacaktır.
Zincirin halkaları burada bitmiyor.
Ankara örgüt birimi bu adamın bulunduğu bir kesitte yok edilmiştir. Yakalanmayanı, ölmeyeni kalmamıştır. Rıza Salman direnerek yakalanmış, Ömür ve Yüksel şehit olmuştur.
İstanbul’a geçmiştir. Bu gün tüm verileriyle ortaya çıktığı gibi MİT ajanı İbrahim yalçını örgütledikten kısa bir süre sonra eyleme sokmuştur ve ilk eylemlerinde de (4,5 saat içinde) örgütü top yekun yok edecek itiraflarda bulunmuştur.
Bir tokat yemeden itirafçı olan bu ahlaksız, ortağı MİT ajanıyla nerede bir tasfiye varsa orada görülmüşlerdir.
Acilden TKEP’e iltica etmelerinin sonucu TKEP’in tasfiye olması bir tesadüf değildir. Her türden çirkefle saldırdıkları Acilciler örgütüne yaklaşımları ise aynı mantıkla her şeyi ifşa etmeye yöneliktir; eylemler, geziler, kod adları, adresler ilişkiler tek tek deşifre edilmektedir. 3 yıldır süren bu kirli tartışmanın tek bir amacı var, o da devlete Doğu Perinçek tarzı ihbarlarda bulunmaktır. Bu gün bunlarla meşguller.
Oysa, bu itirafçıdan önce ve sonra yakalananlar var. ser verip sır vermeyen yöneticiler var. Bu insanların yakalanmasından sonra örgüt etkin yapısıyla mücadele sürecine ara vermeden devam etmiştir; Bu koşuldaki ölçüt, senden sonra kim yakalandı, kimin adları deşifre oldu, hangi bölgeler tasfiye oldu. Buna bakmak gerek. Bu ölçütte itirafçı utanç duyması gereken bir yerdedir. Sonraki gelişmeler ise ortağıyla birlikte bir polis organizesi olduklarını açıkça ortaya koymuştur.
 Bu girişin ardından Günay karaca yazısında yediği haltları görelim.
Sözde, Günay Karaca üzerine yazmış. Ama sıkıştığı ve kimseyi ikna edemediği konulara değinmekten geri kalmamış.
HDÖ-Acil ayrılığını ele almış ve yalan söylemekten çekinmemiş.
1979 başındaki HDÖ-Acilciler ayrılığı, gerçekte var olan bir ayrışmaya teorik elbise giydirmiş.” (Günay Karaca yazısından) diye buyurmuş.
Demek ki HDÖ-Acil siyasal ayrışmasında kendisinin bir rolü yoktu. O giydirilen elbiseyi seyretmiş hepsi o kadar. Bu doğrudur. Bunu dile getirdiğim “HDÖ’den Acil’e Siyasal Evrimimiz” başlıklı yazıda dile getirdiğimde rahatsız olmuştu. Ama gerçekleri şimdi itiraf ediyor.
O sadece, bizimle zindanda olmanın akıntısına kapılmış öyle Acilci olmuştu. Şimdi bu satırlarda, ayrılığın siyasi olmadığından dem vuruyor.  
Bize göre ise HDÖ’ile ayrılığımız ciddi bir siyasi ayrılıktı ve hiçbir şahsi yanı yoktu. 
Bu yüzden bu ayrılık sorunsuzca devrimci ilkelere bağlı kalınarak tamamlandı. Hiçbir sorun hiçbir çirkef yaşanmadı; tersine, zindanlarda bir araya geldiğimizde ekmeğimizi paylaştık ortak komünde kaldık (1979 Niğde cezaevi)
O bu konuyu bu günün verileriyle ele alırken, her zamanki sinsiliğini, demagojilerini çalıştırıyor, aklınca HDÖ’cülere mesaj geçiyor. Hayırlı mesajlar…
Bu Özel harp dairesi muhbiri hakkında, o dönemin HDÖ’cüleri ve başta Nebil Rahuma yoldaşın neler düşündüğünü burada söylemem, ölü konuşturuculuğu olur. Önemsemiyorum…
Yazısının girişinde en riskli konuya da değinmiş. Korkulu rüyası polis ifadesi ve savcılık iddianamesi.
Kıpti misali, şecaatini arz ederken sirkatini söylemesi tam yerine oturmuş; Günay Karaca yazısının girişinde diyor ki “iddianamede okuduğunuz her şeye inanacak kadar saf değilsinizdir sanırım. İddianame ve öncesinde polis ifadeleri insana en fazla bir fikir verir, gerçeği vermez.” Diyor.
Adamın kaygısını anladınız sanırım.
Malum ya adamın iddianamesi ortada, bir itirafçı belgesi. Ona gönderme yapıyor, çok kaygılı.
Hayatında bir tek, poliste doğruyu söylemiş, üstelik abartarak ve suçsuz insanları suçlayarak. Böylesi birini tanımlamak için başvurulacak kaynaklar arasında, iddianamenin ve polis ifadesinin olması çok doğal. Kişi kendini nasıl tanımlıyorsa öyle çağrılacaktır, bu en adil olanıdır; yoruma da gerek yok
Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim(Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)
itirafçının yazı yazma sitilindeki sinsiliğe gelince;
Bu zevatın tüm yazılarında bir genelleme, bir kelime oyunu bulunur. Hiçbir şeyi sonuna kadar açık olarak yazmaz. Kanaatlerini, her bir cümlesi diğeriyle çelişkili olan ve bütünlük arz etmeyen yazısında istediği yöne kaydırmak üzere dizayn eder. Bu yöntemle okuru çelişkiler içinde bırakarak yalan üzerine kurulu senaryosunu şırınga etmeye çalışır. Tüm yazıları öyledir.
Günay Karaca yazısında da aynı oyunu oynuyor. Bulandırıyor, karıştırıyor, yalan örgülerle bir senaryo oluşturuyor. Tek tek ele alalım.
Bu yazıda itirafçı Günay Karaca’yı nasıl tanımlıyor?
Her zamanki gibi çok muğlak…
Yazıyı okuyan okura soruyorum;  
İtirafçı Engin, Günay karaca’yı Polislikle mi itham ediyor? Hırsızlıkla mı? Kendini beğenmişlikle mi? Devrimcilikle mi? Mihrac Ural’cılıkla mı tersi mi? Türkiye’de olmasına rağmen mahkemeye yurt dışında olduğu yalanını yutturan bir kişilik olarak mı tanıtıyor? Hangisi?
Bütün bu çelişkileri “ne mahkeme araştırıyor, ne de polis araştırıyor…” (agy) diyerek de mahkemeler karşısında kendisi gibi dürüst davranması gerektiğine mi işaret ediyor?
Bu vasıfların tümünü Günay’a reva görüyor. Seç beğen al. Duruma göre, ihtiyaca göre bir Günay Karaca tanımlaması
Şu cümleye bakın, “Günay Karaca’nın dayısı emniyette üst düzey bir görevli… Bildiğim kadarıyla narkotik şubede…” (agy) diyor tahliyesinin şüpheli olduğundan söz ediyor, gidiş gelişlerinin bulanıklığından söz ediyor.
İtirafçı, Günay’dan ne istiyor? Bunun cevabı yazıdaki akıl almaz sallamalarda yatıyor.
Günay Karaca her yerde açık ve net olarak İtirafçı Engin’e karşı tutum almış, bunu ölene kadar kararlılıkla savunmuş bir yoldaştı. Günay, itirafçı Engin Erkiner’in cezasız kalmasını hiçbir zaman hazmetmemiştir. Bundan dolayı da bana sık sık eleştirel serzenişlerde bulunmuştur.
Bunu geçelim.
Ama yazısında Günay’a bu kadar saldıran ve karalayan itirafçı, nedense yazının sonunda Günay’ı olumlamaya başlıyor. Aklınca bunu “Mihrac Ural Günay’ı öldürmek istemiş” tezine dayandırarak prim yapmaya çalışıyor. Böylece kendi üretimleri olan bu “iddia” Mihrac Ural’ın karalanmasıyla ilgili kullanılabilir görülerek, Günay’a sarılmaya başlıyor.
Aptal adamın beyni almıyor, bir iddiayı ortaya atmadan araştırma yapma gereği duymuyor, belge kanıt, tanık aramıyor. Kim ve nasıl söylerse söylesin önemli olan Mihrac Ural’ı karalamış olsun, yetiyor.
Günay Karaca’ya gelince,
Hatalarıyla sevaplarıyla bu örgütün insanıydı. Emeği geçmiş bir kadroydu. Bu örgütün Genişletilmiş ilk MK toplantısı olan 1-7 Mayıs 1982 toplantısına, tehlikeleri göze alarak katılma cüreti göstermiş bir yoldaştı. Aynı toplantıya davetli olan İtirafçı Engin pasaport bahanesiyle Avrupa’dan çıkma cesareti gösterememişti. Tarihe dikkat edin. 1-7 Mayıs 1982.
Günay Karaca, bu toplantıda bir itirafçı olarak Engin Erikenir’in MK ya alınmasına şiddetle karşı durdu. Davet iletmemi de eleştirdi (Günay’ın ilk ve son eleştirisi budur; aynı toplantıda beni kongreye kadar Geçici Genel Sekreter olarak öneren de kendisidir).
Günay herkesin bildiği gibi Mihrac Ural’la çok yakın bir insandı. 19 Ağustos 1977 darbesinin altından kalkarken örgütün en merkezi, en yoğun ilişki ağlarını oluşturulurken, Feriköy’deki örgüt evinde ilk karşılaşmamızdan itibaren (Boğaz içi ekibi) ağır bir hastalıktan ölümüne kadar Günay Karaca örgütle uyumlu yürüdü durdu.
Kayseri’deki ilişkileri, bir örgüt birimi olarak düzenlenmek üzerine gittiğimde, çok değerli yoldaşlarla karşılaştım. Bu adımı bir eylemle taçlandırdık; örgüt birimi için baskı makinesi ve diğer araçları sağladık. Günay bu ilişkinin İstanbul’da başlayan ilk adımlarının temel unsuruydu.  
Acilciler örgütünü, birbirini sevmeyen insanlar örgütü göstermeye çalışan Özel Harp Dairesi kuklalarının bilmesi gereken, Acilciler her yerde birbiriyle ölesiye tutkun ve birbirine bağlı insanlardı. Bu örgütü, onurlu bir direniş örgütü yapan da buydu.
Sızıntıların tahribatları ise bu gün ortaya çıkan kirliliğin tek nedenidir.
Günay’ın annesi Fatma teyze, yanımıza iki ya da üç kez geldi. Günay’ın ölümünden sonraki her gelişinde Günay’ın bizlere olan sevgi ve saygısını onun ağzından aktardı durdu. Fatma teyze yiğit bir kadındı, bir gelişinde yardım istediği bir konuda bizimle birlikte militan gibi yer almasını bilen bir kadındı. Günay’dan çok daha hareketli ve kendinde emin olan Fatma teyze, bizimle komün yaşamında bir militan gibi yer aldı.
Günay,  bir Acilciydi, hastalığını anladığı andan itibaren, her zamanki sessizliğiyle aktivitelerden çekildi. Görev üstlenmekte tereddütlüydü. Yanımıza geldiğinde elinde Levent yoldaşın hatırladığı bir “Tekelci Sermeyenin Ülkemizdeki İşlevi”yle ilgili bir yazı taslağı vardı. Üzerinde çalışıyordu. Onu Filistin kamplarına gönderdim, kısa bir süre Beyrut’ta yoldaşlarla birlikte kaldı. Kamplardan sonra yanımıza geldi. O her zamanki Günay’dı. En içten yoldaşlıkla, en içten bağlılıkla ülkeye geçti. Fatma teyzenin aktarımları da tas tamam bunu doğruluyordu.
Bu yoldaşça ilişkide kim kime bir nebze zarar vermeyi aklından geçirebilirdi.
Tarih hareket halindeki bir geçmiş olacaksa, bu gün için tarihten alınacak bir şey kalmazdı.
Tarihi, belge ve kanıtlarla yazarsınız, bunun için bir satırlık bir belgeniz yoksa uydurmaktan başka çareniz kalmaz. Yapılan da tastamam budur; bu bir polis organizasyonudur. Başka bir izahı da yoktur.
Ölüleri konuşturma bu insanların bir alışkanlığıdır. Çünkü adına konuştukları yoldaşlar yaşamlarında onlara karşı en kararlı tutumu takınanlardı.
Kimsenin duymadığı, bilmediği yeryüzünde sizden başka kimsenin sahip olmadığı yumurtaları ortaya servis yapmak çok kolaydır. Ama bunu Acilcilere yutturmak zordur.

Gelelim Günay karaca yazısının yalanları.
Birinci yalan, 1-7 Mayıs 1982 tarihini bir daha hatırlayın. Günay Karaca bu toplantıdan sonra kıs bir süre Filistin kamplarında kalarak ülkeye döndü. Haziran 1982 İsrail saldırısı henüz başlamamıştı. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi  (FKBDC) kurulmamıştı.
Aptal itirafçı, FKBDC kuruluş tarihini bile bilmiyor. Çünkü böylesi büyük siyasal oluşumlar ve örgütümüzün bunun içindeki işlevi boyunu çok aşar, bilmemesi normal. FKBDC kuruluş tarihi 1-4 Haziran 1982 dir. Günay bu tarihte orta-doğuda değildi.
Bizim yumurtacı ise bakın ne diyor. “Suriye’de öldürülmesini istememesi anlaşılabilir. Müntecep daha yeni öldürülmüş, Günay da öldürülürse, başka hiçbir şey olmasa bile zaten uyarı cezası almış olduğu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nden bu kez ihrac edilir.” (Agy)
Yalanın bu boyutuna kin demek yetersizdir diyorum; bu bir görevdir…
Bu konu açılmışken, aptal itirafçıya FKBDC ile ilgili Öcalan’ın özel mektupla dile getirdiği hassas bir konuyu aktaracağım.
Öcalan’ın, şehit yoldaşlarla ilgili yazdığı taziye mektubunda bu konuyu öyle anlamlı özetlemiş ki, bu aynı zamanda İtirafçı Engin’in Faşizme karşı Birleşik Direniş Cephesinin (FKBDC) iç olaylarımızla ilgili tutumlarına da önemli bir göndermedir. Öcalan’ın mektubu:
“Mihrac Ural yoldaş’a,
… Ayrıca uzun süreden beri çeşitli konularda özelikle FKBDC’ye ilişkin gelişmeleri değerlendirmek isterdim. Belki farkındasınız Avrupa’ya dayalı uzlaşmacı, burjuva muhalefete dayalı kuyrukçu anlayış elden gelen her türlü engellemeyi yapıyor. Engel olarak görülen direniş çizgisi, özellikle bize yönelik gerici çabalara hız veriliyor. Bu konulara ilişkin kapsamlı görüşme ve önerileri Cuma (Cemil Bayık bn.)arkadaşla değerlendirmekte yarar vardır. Hemen hatırlatalım size yönelik hazırlanan bildiri özünde bize karşı hazırlanmış olduğu belgeyle kesinlik kazandı. Bunun üzerine kararlılıkla gidilecektir.“ ( Mektup “devrimci salam ve mücadelede başarı dileklerimle 1. 12. 1983 Ali” (A. Öcalan bn) diyerek bitiyor)
Her şey açıkça izah ediliyor, milliyetçiler düşmanlıklarını gösterirken Acilcileri araç kullanmaya çalışıyorlar. FKBDC bildirisi de bundan ibarettir.

Herkesin bilmesi gereken ve bu son tartışmalarda açığa çıkan gerçek itirafçının kazılı bir Acil düşmanı olduğudur. Örgütümüzün karalanması için çırpınmaktadır. 30 yıllık TKEP’lidir. Şimdi ise Acilden söz edilince “örgütümüz” demeye başlaması bir tasfiyecilik işidir.
Çirkin adam TKEP’e sığındığında bunlar aklında değimliydi. Ayrılık bildirisi olan  “Açık Mektup” yazısında farklı sözlerini yayınladım, 15. Dosya’da yer alan bu açıklamalar yüzüne ağır bir şamardı ( bkz. http://acilciler-thkpc.blogspot.com/)
İkinci yalan,  Müntecep’in ölüm tarihiyle Günay’ın Suriye’de bulunduğu tarih birbiriyle ilgisiz tarihlerdir.
 Yalandan kimse ölmemiş ya…
İtirafçı, Müntecep’in (şeyh) ölümünü Günay’ın Suriye’de olduğu zamana denk getiriyor. Ölülerin bile ayağını kaydırmak diye bir şey varsa onu da yalanlarını örtmek için yapıyor.
Şeyh’in ölümü 13 Ekim 1982’dir. Günay Karaca bu tarihte aylar öncesi Türkiye’deydi.
Ama sinsi yılan her satırda ilgili ilgisiz konuları sokuşturarak, sendromunu tatmin etmeye çalışıyor. Bunun için Müntecep konusunu işlemeyi gerekli görüyor. Bu konuda yalanları tek tek teşhir olduğu için satır aralarına sığınmakla yetiniyor.
Üçüncüsü, Günay Karaca’yı, Kayseri kamulaştırmasından elde edilen paraya el koyan adam olarak ima ediyor. Bir de ekliyor “para konusunda tartışmış olabilirler” diyor.
İtirafçı;
“Bir neden, para meselesi olabilir.

Kayseri’deki on milyonluk soygundan kalan para var mıdır, varsa nerededir?

Günay istenilen cevapları vermemişse, öldürülmesine karar verilmiş olabilir.”
Diyor (Agy)
Bir ahlaksız ancak bu kadar beyin zorlamasıyla yalan üretebilir. Ve ilginç olan, bunların şebekenin aklı fikri, para, mal, mülk de olmasıdır. Dönüp dönüp duruyorlar mal mülk para diyorlar. Oysa itirafçı adam, haberim olmadan cebimden para çaldığını kendisi itiraf ediyor. Hırsız ya, herkesten şüphelenecek.
MİT Ajanı ahlaksız İbrahim ise, Nebil’in ölümüne tek neden olan, örgütümüzün haberi olmadan 2 kg altın alması olayı vardır; dikkat edin hep para, pul, çıkar, mal, mülk olayı dönüyor hayatlarında.
Bu hırsızlar, 30 yıldır yurt dışında, zorluklar içinde nasıl da bir komün yaşamı içinde olduğumuzu unutuyorlar; hayatları hep özel geçmiş, bunun için mal, mülk, para diye inleyip MİT kuklalığını para için yapmakta bir beis görmemektedirler.
 Dördüncü yalan, Günay Karaca’nın Konya cezaevindeki ziyaretlerinden pay çıkarma yalanı.
Önce sormak gerek, Günay, Mihrac Ural’ın olmadığı bir zindanda itirafçıyı hiç ziyaret etmiş midir? Asla.
Çünkü Günay açısından itirafçı asla affedilmeyecek biridir. Günay’a göre itirafçı, Örgütü yıkan bir ahlaksızdı.
Önce de yazdım, itirafçının aramızdaki konumu tecrit altındaydı. Örgütsel hiçbir bilgiye sahip değildi ve onunla bu sırlar paylaşılmazdı. Çünkü o şüpheliydi. Bir zayıflık anında satmayacağı şey yoktu. Dolaysıyla, Konya cezaevinde Günay’la yaptığı sohbet iddiası zavallı birinin sığınmak istediği yalandan başka bir şey değildir.
Günay, itirafçıya selam vermeyecek kadar katı bir tutum almıştı; Bizimle her zaman uyumlu olan Günay’ın uyumsuz olduğumuz tek konu da buydu.1982 toplantısında da bunu konuştuk.
Beşinci yalan, “ Semir’e kafasına sık” diye emir verilmiş ama o yerine getirmemiş. Bu emri kim vermiş? MİT ajanı İbrahim bu emri “Zafer Semire iletmiş” diye yazıyor. İtirafçı malum taktiğiyle her şeyi ama kim ve ne olursa olsun her şeyi, tek hedef Mihrac Ural’a bindirme taktiği gereği “ Mihrac Ural verdi”  diyor. Sakince düşünelim…
 Semir yaşıyor.  Öncelikle böylesi bir iddia onun ağzından dile gelmeli aktarmalı olmamalı. Aktarmaların ne olduğu malum. Bu yapılmıyor. İddia sahibi yoksa onun adına konuşmanın adı kalpazanlık olur.
Bir itirafçının ve bir satılmışın kalpazan olmadığını ise kimse iddia edemez.
Yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir uydurmayı ölü konuşturarak ortaya atmakta yetenekli olanların bu şebekede yer alması bu anlamda gayet normaldir.
Altıncı yalan,  var sayalım ki böylesi bir emir verilmiş, o koşullarda Semir’in böylesi bir emri yerine getirmeyebileceğini düşünecek birini bulmak gerek ki söylediklerinde doğruluk payı olsun.
Bu kadar ceberut vasıflarla tanımladığınız insanın verdiği emri, Semir’in yerine getirmeyebileceğini nasıl hayal edebiliyorsunuz, diye sorarlar adama? Şimdi koşsunlar her zamanki gibi yazılarına balans ayarı yapsınlar ( MİT ajanı, Nebil’i yoldaşı Adana’dan ikinci gelişinde görmüştü ya…)
Yedinci yalan, Günay karaca Mihrac Ural’ı eleştirdi diye bölesi bir emri vermenin mantığını da bulmak gerek.
Kim, nerede, neyi, nasıl tartışmış, bir Allahın kulu gelsin tek bir cümle söylesin? Tümüyle yalan.
Olmayan üzerine yalan kurgudur bunlar.
Tüm yazılarında aynı yöntem, bir önceki yazıda bir şaibe ortaya atıyor, sonraki yazıda onu delil olarak gösteriyor: böylece kendin pişir kendin ye cinsinden yalan kurguların üremesini sağlıyorlar.
itirafçı Engin bu oyunların müptezelidir; kendine ait hiçbir soyutlaması olmayan bu aptal siyasi yazılarını da ayni yöntemle yazar. Hep yuvarlak ve çifte anlamlı cümleler oluşturur, bir sonraki yazıda aynı cümlelerin farklı bir evrimiyle kurgular üretip, yalana devam eden ahlaksız bir yazı üslubu.
Burada da aynı şeyi yapıyor.
Oysa en sert çatışmaların olduğu bir anda bile şiddete başvurulmamışken, yıllarca hep birbiriyle tanımlanan insanlar olarak, Günay Karaca için Mihrac Ural’ın böylesi bir şiddet kararı alabileceğini ancak ahlaksızlar düşünebilir. İtirafçı Engin’in bildik sallamalardır bunlar.
Aynı yazıda geçen yalanlar bu saydıklarımdan çok daha fazla. Her yazısında da öyledir. Bir de dikkat edilsin, itirafçı eleştirdiği hiçbir konuda alıntı yapmaz. Kaynak göstermez. Bunu yaparsa, demagojileri açığa çıkar.
O gelecek eleştiriye göre, evirilip çevrilecek kıymeti kendinden menkul, kendi uydurmalarını başkasının sözü diye aktarır.
Bu ahlaksız yazım üslubu, bu adamların yaptığı görevle örtüştüğü için dikkate bile almıyoruz.
İlgili okura, Temmuz 2010 başlarında Kürtlerle ilgili sallamalarını hatırlatacağım.
Mihrac Ural’ı karalamak için,  2010 Temmuz ayı başında, “Suriye’de 400 kürdün tutuklandığı” yumurtasını ortaya atmıştı. Fırat Haber Ajansı bu haberleri yalanlamasına rağmen itirafçının yüzü kızarıp köşesinde oturmamıştı. Suriye’de Kürt haberleri, Mihrac Ural’ı karalamak için ne kadar anlamlıdır bilinmez, ama itirafçının iç dünyasındaki milliyetçi ilkellik bunları sürekli kışkırtıp durmaktadır; bu olaylarda da konu Acilciler ya da Mihrac Ural değil bizatihi Kürt özgürlük hareketidir. Kızım sana söylüyorum gelinim sen duy…  
Bu ahlaksız, Mihrac Ural’ın Muhabartla ilişkisi üzerine kurduğu hayallere ömrünü vereceğin çok önceleri yazdım; sizi ebede kadar Mihrac Ural yazmaya mahkum ettim dedim.
Bu noktada, bu uyduruk ithamları ilk ve son kez ayakaltına alıp layığını vermenin zamanıdır.
Herkes bilmeli ki, Mihrac Ural tüm devletleri bir baskı aracı olarak görür, bu aracı yöneten ilerici hükümetler olsa da devlet mantığı ve statüleriyle bir gericilik öbeğidir, bu nedenle tüm devletlere çelişkisi ve çatışması vardır. Mihrac Ural’ı devrimci demokrasi yolundaki mücadelesinde hiçbir devlet teslim alamamıştır, doğrularının arkasında duruşunu, muhabaratın her türüne ve bu yöndeki her eğilime ayakları altında ezdiği izmarit kadar değir verir. Devrimci insan, bu türden şebekelerin tümle sorunu olan insandır; bunun için Suriye’de birçok kez tutuklandım 1 yıl kesintisiz tek kişilik hücrelerde ceza çektim. Kimseye boyun eğmedim, Türk milliyetçiliğine karşı olduğum kadar, Arap milliyetçiliğine karşı da mücadele ettim.
Bu cümleleri azılı bir milliyetçi olan İtirafçı Engin ve MİT ajanı İbrahim’in suratına bir şamar gibi vuruyorum.
Siyasi yazılarım var onlara bakacağım, bu çirkinlere ayıracak zamanım yok, arkamdan nal toplamaya devam etsinler…

SONUÇ YERİNE

Bu bölümü iki cümleyle bitirmeyi düşünüyordum. Ama itirafçı yine yumurtlamış. “Benim yakalanmamdan sonra örgütte büyük bir çürüme var” (Agy). Diyor.
Adamın Acilciler örgütünde fiili olarak 1,5 yıl kalmışlığı bile yok. 30 yıllık TKEP’li olma gerçeğini de atlayarak bunları söylemesi bir aptallık değilse nedir…
19 Ağustos 1977’da rüyalarını bile polise anlatmış,  olası eylemleri ve bunları gerçekleştirebilecek kadroları bile polise vermiş, tarihi sıralamaya uygun olarak üst komiteleri tek tek sıralamış, tüm adresleri, ilişki ağlarını, malzemeleri bir tokat bile yemeden polise veren ahlaksızın söylediğine bakın.
Çürük adam çürümeyi hep başkasında da görmek ister, bu bir reflekstir, benzer arıyor onu anlamak gerek,  zavallı bunadı, nefes alamıyor, bir de doğum günü yaklaştı onun bunalımını yaşıyor…  
19 Ağustos 1977 yakalanmalarından sonra firara düşen yoldaşlarımızla bu örgütü tarihinin en iyi yerine ulaştırdık. Kendi çalışma bölgelerimizde üç kuşak yönetici yetiştirdik, bir halk hareketi olarak siyasi olaylara yön verdik. İlk kez Türkiye ölçeğinde il komitelere kurulup işletildi ve bizler yakalandıktan sonra ser verip sır vermeyerek bu birimlerin çalışması devam etti. Eylemler ve örgütsel çalışmanın tüm boyutları zindan koşullarında bile sürdürüldü. Bu konuda itirafçı tecrit edilmişti bunun için sürece asla müdahil olamazdı. Zindanlardan yönettiğimiz örgüt en parlak dönemini yaşadı en disiplinli olduğu kesiti yaşadı. Bu örgütü “çürümüş” göstermek sadece çürümüşlerin işidir.
Bu süreç yurt dışında aynı kararlılıkla sürdü. Merkez yayın organı CEPHE yeniden yayına geçirildi (12 Eylül 1981), Merkez Komitesi Genişletilmiş Toplantısını (1-7 Mayıs 1982) yapıldı, geçiş dönemi devrim hedeflerimiz adlı örgüt programı yeniden düzenlenip yayınladı, Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kurucu üyeliği yapıldı (1-4 Haziran 1982). 1. Kongre, en geniş katılımla, en demokratik tarzda gizli oy açık sayım ilkesine dayalı olarak, muhaliflere sonsuz konuşma hakkı tanınarak bağlandı (24 Kasım 1 Aralık 1986). Kongrenin karara bağladığı yeni örgüt programını yayınlayıp, mücadelemizin yönünü tüm boyutlarıyla netleştirdik. Ortadoğu Konferansı bağlandı (1 Mayıs 1991). Örgütün ülke gidiş gelişleri için, ayakları yere sağlam basan bir sıçrama platformu kuruldu, tüm devrimci siyasi güçlere hizmetler sunuldu. Kısıtlı olanaklar paylaşıldı, devrimci hareketin en etkin şahsiyetleri ikili ya da bir arada toplantılarına ev sahipliği yapıldı, PKK ile en yakın örgütler olarak, evlerimiz ve sofralarımız ortaklaşa paylaşıldı; ortak eylemler ve yöre gezileri yapıldı (bu konu ayrı bir yazıda kapsamlı olarak işlenecektir). Filistin örgütleriyle omuz omuza 1982 Haziran savaşında İsrail’e karşı, 1983 Trablus savaşlarında İsrail, ABD ve Arap gericiliğine karşı savaşıldı; şehitler verdik. 1981’den itibaren İsrail sınırından Lübnan’ın en kuzey alanlarına kadar, Reşadiye, Nabatıya, Sayda, Sur, Burj el Barjne, Reml el bayda, Atfaiyye, Şatilla, Yanta, halbe vd. Kamplarda Filistin halkıyla ve devrimci örgütleriyle omuz omuza olduk. Avrupa çalışmalarımız mümkün olanın zorlayarak yerine getirildi, dernekler kuruldu, komiteler yapılandırıldı, yürüyüşler, etkinlikler aralıksız sürdürüldü. Birden çok yayın organı çıkarıldı. Sistemlerin yok olduğu, dev tarihi miraslarıyla örgütler buharlaştığı bir kesitte bizler durup dinlenmeden mücadelemizi sürdürüyorduk. Bunları hiçe saymak hangi vicdanın işi olabilir. Bunları görmeyip, uyduruk yalanlarla bir tarihi kirletmek kimin işi olabilir.
Bir kez daha meydan okuyarak söylüyorum, bu ikili polis organizasyonudur.
Mit ajanı İbrahim Yalçın’ın 79 Aralık ayında aniden tahliye olması ve bu dönem yenilen darbelerde oynadığı roller, bu gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bu gerçek, açığa çıkmıştır. Bu ikili sırtlarında ebede kadar taşıyacakları bir kamburla yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Tüm çırpınışları bunu örtmeye, kendilerine benzer bulup yüklerini hafifletmeye yönelik yalan kurgulardır. Ancak yeryüzünün hiçbir örtüsü bu kamburu örtemeyecektir. Biz sadece belgelere ve kanıtlara dayanarak bunları teşhir ettik, tarihe bakı kalacak olan budur.
Bu kin ve görev karışımı çirkin tartışmaların devrimci sürece asla fayda vermeyeceğinin bilincindeyiz. Kötü örnek olduğunun da.
Esasında söylenmesi gereken her şey söylendi, karar okurun ve zamanın olmalıdır. Ama görevli olan bu soytarılar, çırpınışlarıyla yalan kurgularıyla örtünebileceklerini sanıyorlar. Bir de onları içten yakan çok önemli ve inanmak istemedikleri bir şey daha var o da, aralıksız ve her önemli siyasi olayda açık ve net görüşümüzü ifade eden siyasal makalelerimizin kesilmeden yayınlanmasıdır. Hiçbir zaman beceremedikleri şey de budur. Bu onların ruhlarına akıl almaz azaplar yüklüyor. Bu nedenle, zavallıların ruh hallerini anlamak zor olmazsa gerek.
İtirafçı Engin Erkiner, doğum günün yine geldi çattı 19 Ağustos 1977. Ruhunu hazırla.