7 Oca 2010


Malatya Akçadağ, 30 Ocak 1955 -- 24 Mart 1977 Ankara






Mihrac Ural
24 Mart 2010

Ömür Karamollaoğlu yazmakla bitmeyecek bir insani değer. 24 Mart 1977'de, görevi başında şehit düştü.

Onu Yüksel Eriş Hocanın ardından tanıdım. Güney Bölgesi çalışmalarına gelmişti. Ögütüsel çalışmamazın belli bir olgunluk düzeyinde aramıza katıldı. Aramıza gelişi, kitlesiyle, dernekleriyle, dergisiyle, bildirileriyle etkin çalışma ve eylemliliğiyle süren devrimci çalışmalarımıza bir dinamik olmuştu.

Ömür, Antakya devrimci mücadelesine ne örgütsel ne de teorik bir katkıydı. Geride de bıraktığı herhangi bir yazımı da bulunmuyor. Ancak o bunların tek başına bir şey yapamayacağı çok farklı bir katkı sunarak kendini ortaya koymuştu. Örnek bir devrimci kadın örnek bir insanı bağdı. Devrimci kişiliğiyle, farklı örgütsel alanları birbirine bağlaması, Ömür'ün en önemli özelliğiydi. O, aramıza gelip insanlığını ortaya koymasaydı ve sosyal ilişki kapasitesini sunmasaydı, yüzünden düşmeyen o tebessümüyle ruhlarımızı fethedip, ufak tefek haliyle bir dev olarak aramızda ağırılığını hisetirmeseydi, şu kadim Roma kenti Antakya'nın yüzlerce militan ve onlarca kadrosunun omuzlarında yükselen "Acilci merkez Antakya" algısı olmayacaktı.

Antakya'da devrimci mücadele tarihi örgüt tarihiyle birlikte en ince ayrıntısına kadar yazılacak. Bu tarihte bu kahraman kadının duruşu da haklı yerini bulacaktır.

Buna karşı, kadim kentimizi birbirine düşürmek isteyen, ölü konuşturuculuğuyla bulanıklık yaratmak isteyenlerin, Ömür Karamollaoğluyla tesadüfen bir araya gelişleri üzerine kurgu yazılar yazması ve bunu çevreye kirlilik saçmak için kullanması lanetle anılacaktır. Acilcileriyle müsemma Antakya'nın, örgüt adına istisnasız her atılım ve eyleminin tek mercii olarak bu satırların yazarı, bu tarihin içindeki her kadro ve militanı emekleriyle, ihmal etmeden dile getirecektir. Ömür Karmollaoğlunun sahiplenişi de bu kapsamda olacaktır.

Bu yıl onun anısına, üç ayrı alanda olaylar karşısındaki duruşunu aktaracağım. Örnek olduğu, derin izlerle içimizde bu güne kadar yaşadığını ifade etmeye çalışacağım.

Birincisi; Antakya çalışmasına katılış.

Ömür, Ayşe kod adıyla, Yüksel hocanın ardından şehrimizin çalışmasına gelip katılmıştı. Yüksle hoca, bu örgütün öğretmeni, akıl ve genişliğinin, olgunluğunun simgesiydi. Örgütsel çalışma alanı olarak karadeniz bölgesine giderken yerine Ömür Karmollaoğlu yoldaşa bırakmıştı. Ankara'da Kızılay meydanında buluşup, Gimada bir kafeteryada hüzünlü bir şekilde ayrılırken bu bilgiyi iletmişti.

Ömür geldi. Bir ufak tefek kadın. Yüzünde tebessümü eksilmeyen. Baba evinde misafir ettim. Evimiz tek odalıydı; gece yatakları açılan, gündüz toplanıp elbise sandığının üzerine konan. Annam terziydi, babamın elektirik dairesindeki memuriyetinden gelen yetersiz gelirine katkı yapardı.

Ömürün aramızdaki ilk günüydü. Kahvalatımız hazırlanıyordu ki Ömür, annemin diktiği elbiseleri düzenlemekle, dikiş sonrası sarkık ipleri kesmekle meşguldü. Yardım ediyordu. İlk anda evin kızı gibi davranma çabası vardı. Mihriban ufaktı, Ömür'ün dibinde oturmuş ona hayretler içinde bakıyordu.

Kahvaltı soframız yerde açılırdı. Ömür elindeki elbiseleri bırakıp sofra kuruluşuna koştu yardım etti. Bir yabancı misafirin ev işinde böylesi koşuşturması gelenkte müsaade edilmeyen bir durumdu. Ama o, öyle bir çaba sarfediyordu ki, "ben de bu evin bir kızıyım, sizden biriyim, beni öyle kabul edin" der gibiydi. Onu öyle kabul ettik. Bu ilk günün tablosu, sonuna kadar devam etti. Ömür ailemizin bir kızı olmuştu...

Ablamın ilk çocuğu kız oluncu, benden isim istendi, Ömür'ü önerdim, onlarda bunu istedi. Ömür ODTÜ'yü bitirdi. Duke üniversitesinde genetik doktarasını yapıyor. Bilim adamı oldu. Bilimsel araştırma makaleleri dünyanın ünlü bilim dergilerinde yayınlanır oldu, konferansları, araştırmaları da devam ediyor. Bu, Ömür Karamollaoğlu'nun ailemizdeki derin insani ve devrimci izlerinin devamıydı. O ailemizin algılarında fiilen yaşamaya devam ediyor.

Ömür'ün Antakya çalışmalarında etkin izleri aynıyla devam etti. Ömür bizim için örgütsel bağlamın önemli bir parametresiydi. Aramızdaki varlığıyla, hepimizi devrimci bir rekabet içinde, en iyisini başarmaya yönlendirdi. Devrimciliği bir aile havasında, kerdeşler sofrasında, bir yapıyı, taş üzerine taş koyarak, heyecan ve sevgiyle yükseltmenin harcı olmuştu.

İkinci gelişinde Rıza Salman'da vardı. Rıza çok farklı bir tarzdı. Çalışmalarımızın genişliğiyle Ömür'ün varlığıyla oda çalışmalarımızdaki yerini almıştı. Rıza, eylemdeki tutumu, işkencede ser verip sır vermeyen duruşuyla bizim için anlamlıydı. Niğde'de cezaevinde kısa bir süre komünlerimiz aynıydı. Kişi ve üslup olarak hiç uyumlu değildik, aramızda siyasi ayrılık da gelip çatmıştı. Ama aramızda hiç bir zaman olumsuz tek bir satır, tek bir cümle söz geçmemişti. Ömür, karşıtların olumsuz süreçlere yönelmesini önleyen etkisi bu ilişkide de devam ediyordu; annem Niğde zindanına getirdiği yemekten Rızay'a pay ayırırken algılar Ömür'le kesişirdi. Bu gün örgütümüze, şahsıma, Anneme, babama kız kardeşime, yeğenlerime ve de dedeme bile, akıllara ziyan karalama yapanların, Annemin elinden yemek yemiş olan hayasızlar olmasının kahredici paradoksu, bu satırlarda mutlaka hatırlanması gereken, tarihe bir nottur diye düşünüyorum.

Ömür, Antakya'da yetişen tüm kadro ve militanların ablasıydı. Ömür hepimize önemli bir dinamik kattı. O, her Acilcinin bilincinde saygın bir yer edinmişti. Bunu bilmeyen, bu ortamın kıyısında duran ahlaksız bir ölü konuşturucusu, bu algıyı kirletmek için sinsi yılan gibi kıvranarak yaptığı uydurmalar, bu anıyı kirletemez. Kimi yoldaşları, "kapı aralığından gözledi" diye Ömür'e ahlaki olmayan bir gözle bakanların olduğunu ima etmesi böylesi bir çirkinliktir. Kimsenin en gizli ikili konuşmalarda bile böyle bir konuyu dile getirmemişolmasına karşın, bu ahlaksının beyninde 33 yıldır taşıdığı irkinlik yanlızca kendi iç dünyasını anlatan bir kanıttır. Bu ahlaksız, ölü konuşturucusunun aklı başka bir şeye çalışmıyor. Ele aldığı her konuda aynı dürtülerle yalan kurgular üretmesi bunu gösterir. Fuat yoldaşı, Eczacı Derviş amcayı, hatta Nebil'i bile kimi konuşmalarında "bilmem neresinde "ben" olduğu doğrudur, ben de gördüm" diyerek, onu katledenlerin ahlaksız suçlamasını haklı gösteren yalanları bunun açık göstergesidir.

Antakya sığıntısı bu hakir zevatın, akıl algılarında o zaman Nebil'e bile yaptığı ahlaksız tekliflerin olduğunu, bunu yer, zaman ve ortam ile Nebil yoldaşın bana aktardığını ve "bu ahlaksıza ne yapılması gerekse bunu yapalım" dediğini hatırlatmakla yetineceğim.

Ömür yalnızca sosyal, kültürel, devrimci duruşuları ve ona karşı istisnasız her Acilcinin saygısıyla anılır. Ömür, bizim insan simgemizdi, çirkinlerin yıllar sonra ortaya çıkan kirli algılarının aleti yapılacak Ömür'ü değildi. Ömür, bilim adamı yetiştiren, devrimciliğe dört elle ve özveriyle sarılan insanların derinliklerinde anlam bulan bir tebessümdü.

İkincisi; Binboğa dağlarına tırmanış.

Örgüt askeri eğitim kararı almıştı. Her bölgeden seçilmiş kişiler, Binboğaya dağlarına tırmanacak askeri eğitim görecektik. Adres, anılarımızda kahramanlığıyla her zaman diri olan Hamdullah Erbil ve Kütüre adlı köyü vardı. Oradan tırmanacaktır. Ömür de en öndeydi. Rıza vardı, Yüksel Eriş hoca vardı, Egeli binbaşı Eşber vardı (Ankarada birlikte yakalandığım yoldaş) ve hatırlamadığı iki yoldaş daha bulunuyordu.

Bu tırmanışta, şehrli kimliğiyle, sosyal ilişki etkinliğiyle tanıdığım Ömür'ü, Ceylan atikliğiyle de tanımış odum. Ömür, bu tırmanışta direncini gösterdiği kadar, yorulan yoldaşlarına da omuz vererek, onları taşımasıylada bir dev gibi durmuştu; yıllarını dağlarda geçirmiş bir kır gerillası olmuştu aynı anda.

"Binboğa tırmanışı" adlı anı yazımda bunları dile getirdim. Bu tırmanış gerçekte ciddi bir askeri eğitim değildi; şehirli insanların dağ sınavında ikmale kalışından ibaret bir girişimdi. Ancak o gün öyle bir ruhla yola koyulduk ki, büyük umutlar sonuç vermese de örgüt içindeinsanların birbirini tanıma şansı olmuştu. Bu tırmanışın kahramanı Hamdullah Erbil ve Ömür'dü.

İşte devrimci kadın buydu. Ufak tefekti ama bir dev gibi kendini ortaya koymuştu. Hamdullah Erbil yoldaşın ordaki performansı örnekti. Yüksel hoca ise çok zorlandı. Ömür ceylan gibiydi, öndeydi ve yoldaşlara yardım için koşuşturuyordu. Uzun yolda kişileri tanımak diye bir gerçek varsa ve bu gerçeğin sonuçları olacaksa, bu tırmanış Acilcilerden üç ayrı örgüt yaratan bir ayrışmanın ilk verilerini oluşturmuştu demek yanlış olmayacaktır. Yüksel Hoca ve Ömür şehit olmuştu. Hamdullah, Devrim Savaşçıları örgütünü kurmuştu. Rıza HDÖ olarak devam etti, bizler Acilciler olarak bu güne geldik.

Hamdullah yoldaşla, bu tırmanışla ilgili algılarımızı yıllar sonra Almanya'da bulunduğu bir sırıda bir kez daha paylaştık. Ömür'ü bir kez daha andık.

Binboğa tırmanışı ardından, Ömür'den bize kalan, bulunduğumuz her yerde direngen olmaktı. İşkencede ser verip sır vermemekti, zindanda direnmekti, yurdışında zindanlara, sürgünlere rağmen örgütsel yükseliş için özverili olmaktı. Dün ve bu gün her bir Acilcide yaşayan Ömür, tas tamam buydu.

Üçüncüsü; Merkez Komite üyeliği.

Yüksel Hoca şehit, Rıza içerdeydi. MK yeniden oluşturuluyordu. Ömür davetini bana yaptı. Ankara'da, Ayrancı'da, örgüt evinde toplanmıştık. Heyecanı yüzüne yansımış, hareketleri serileşmiş, bir sır vermek ister halde, Benim MK'ya kıtılma teklifini yapma hazırlığı içindeydi. İtirafçıyı ilk kez orada görmüştüm. Yine en silik haliyle, diğer odanın bir köşesinde, sorumsuzca oturuyordu. Kerhen görev yapan bir duruşla, Ömür'ün yaptığı Merkez Komite üyeliği teklifi üzerinde konuşuyorduk.

"Ömür, büyük bir şevkle MK’ya katılmamın örgüte güç vereceğini belirterek, daveti bana iletti. O gün Ankara’da Ömür’e verdiğim cevap, “Düşünmem ve bölgemdeki yoldaşlarla konuşmam gerekir” olmuştur. Ömür üzgündü; Merkez Komite bu kadar çabuk elde edilen bir hak olmamalıydı, bana bu teklifi edenler, bunu böyle ucuzca elde etmiş olabilirlerdi ya da kendi kendilerini atamış olabilirlerdi. Ancak ben MK’nın bu kadar basit elde edilmeyeceğini gösterme kararındaydım. Antakya dönüşümde yoldaşlarımla bu kararı paylaştım, aynı kanıda olduğumuzu gördüm. Bunun önemli nedenlerinden biri; bu birlikteliğin tüm detaylarını görme, deneme ve uzun yoldaki kararlılığını algılama gereğiydi. Bölgemizin olanaklarına yönelik istismar sezilerimiz bizi dikkatli olma yönünde uyarmıştı. Nitekim öyle de oldu.Ben, Ömüre de bu sorumsuza da söyledim. Böylesi bir kademede sorumluluk almak daha çok emek ve çaba ister, bu göreve talip değilim, daha çok emek vermem gerek dedim." (dosya no: 5 Binboğa Tırmanışı)

21 yaşındaydım. Kişiliğmin siyasal dengelerini bulma çağında, ortamın dar algılarını görmüştüm. Farklı bir alan ve kültürden geliyordum. Kitlesel örgütlenme alanından, her mahalesinde derneklerin olduğu, ilçe köy ve kasabalarında aleni seminerlerin verildiği, sokak ve okul çatışmalarında faşistlere karşı direnişin yükseldiği, işçilerin grev yaptığı, legal TEK YOL DEVRİM dergisinin çıktığı, TÖB-DER'in elimizde olduğu bir alandan gelmiştim. Karşımda karanlık bir odaya sinmiş, çevresi olmayan, siyasal bir yazım etkinliği olmayan birilerinin kiymeti kendinden menkul görev dağılımı konuşmaları içime sinmemişti. Ama ortada Ömür vardı ve onu kabaca kırmam mümkün değildi.

Bu tabloda, bir kez daha Ömürün yürek çırpıntısını duyumsadım. Örgütsel heyecanın, coşkusunu, örgüte katkı yapacağına inandığı insanın dikkati karşısında yüreğinin sesini duydum. Dün olduğu gibi bu gün de, kitle örgütlenmesinde, kadro ve militan örgütlenmesinde duyduğumuz heyecanın, esasında içimizdeki Ömür'den başkası olmadığını itiraf etmeliyim.

Ömür, bu örgütün tarihinde de önemli bir bilgi kaynağıydı. TDAS'ın yazımı konusunda ona sorduğum soruya verdiği cevap, burada bir kez daha anılmalıdır.

"TDAS'ı kim yazdı? diye sordum.

Ömür, "Hiç bir yazı mutlak doğru değildir" dedi. "Her yazı geliştirilebilir, önemli olan bunu mücadele sürecinde yapmaktır. TDAS'a gelince; bu temel yazımız ilker Akman'ın yoğun emeğiyle, onun öncülüğünde yazılan ortak bir yazıdır." diye devam etti." (Mihrac Ural, TDAS'ı Kim Yazdı?)

Bu bilgi, bizim için yeterliydi. Ne öncesi ne sonrası yazı yazmamış bir itirafçının, bu kollektif yazı sahiplenmeye kalkışmasının, örgüt tarihine ve broşure katkı yapmış Şehtilerimize yönelik bir hakaret olduğunu burada tekrar etmeyeceğim. Her itirafçı bir hakirdir, hakirlerin yalanlara sığınması doğaldır.

Ömür yoldaşı bir kez daha anarken, Acilciler örgütünün onurlu direnme tarihinin yüklediği sorumluluğu sonuna kadar tüm zorluklara rağmen özveriyle yerine getirlmesi gereken bir devrimci göre olduğunu belirteceğim.

İnsanın benliğinden çıkmayan tebessümüyle Ömür içimizde yaşıyor.

Anısı önünüde saygıyla eğilirim.