7 Oca 2010

THKP-C(Acilciler) Basın Açıklaması



28 Şubat 2010 / No: 10


28 Şubat Askeri Diktacıları da 27 Şubat Sivil Dikta Heveslileri de Türdeştir. Bunlar Halkımızın Hak ve Hukukunu 30 Şubat'a Erteleyenlerdir.
28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı ardından yayınlanan kararlar, bir darbe muhtırası gibi ülkede yankılanmıştı. O gün, "Demokrasiye balans ayarı" yapıldığı söylendi. Bu uyarı, yıllırın biriktirdiği bir kaygı ve korkunun adıydı. Son halkasında, 30 Ocak'ta, Sincan Belediyesi'nce "Küdüs Günü" olarak sahnelenen tiyatroya karşı bir refleks olarak, yine Sincan'da tankları ve askeri kıtaları yürütmenin ardından gelmişti. Bir kulak bükme hareketi (5 Şubat 1997) ardından gelen ilk MGK toplantısıyla da darbe uyarısı mahiyetindeki kararlar ortaya çıktı. Siyasete bir kez daha, silahlı bir örgüt olan Ordu yumruk vurmuştu. Kimyalar bir kez daha bozulmuştu.
Siyasete yön vermek, bu eli silahlı gücün geleneklerinde vardı. Osmanlı aklının devamı olan bu refleksler, sürmekte olan dengesiz ve bir o kadar yanlış siyasal sonuçlar altında ezilen sosyal yapı bulunuyordu. Ordu pervasızdı, yetkisi ise kıymeti kendinden menkul "Kuruluş felsefesi" adlı yazılı olmayan bir akıl zorlamasıydı. 28 Şubat bu anlamıyla; atanmışların, halkın hak taleplerine ve seçilmişler üzerinde diktasını bir kılıç gibi salladığı tarihten başka bir şey değildi.
Önceki tüm darbelerin ve muhtıraların gösterdiği gibi, en ağır bedeli halk ödeyecekti; ülkenin düşün alanları ve insanları, demokratik mevziler ve emekçileri, en aydın, en demokrat, halkı için en özverili olan kesimler, kefareti ödeyenlerdi. Kovuşturmalar, tutuklamalar, işkence, zindan, mülteciliğe zorlamalar, darbelerin ve muhtıraların bir şiddeti olarak, balyoz gibi bu kesimlere iniyordu. Bu darbeler dalga dalga, ülkenin yaşamla ilgili her alanını, uzun yıllar sürecek bir karanlığa dönüştürdü. 12 Eylül 1980 darbesinin bu güne kadar tartışmaların odağına oturan, 82 Anayasası, bunun en bariz ifadesidir. 28 Şubat 1997, bu geleneğin bir devamıydı.
13 yıl önce yapılan bu girişimin izleri bu güne kadar sürüp geldi. Bitti mi, hayır bitmedi?
Bitti diyenler kim?
Bitti diyenler gerçekte 28 Şubatın ürünü olanlardan başkası değil. O gün, darbe korkusuyla kendi saflarını terk ederek daha "mutedil" olduklarını, "değiştiklerini" söyleyenlerin oluşturdukları siyasal yönelim, 27 Şubatçıları bir araya getiriyordu. Bunlar da güçlendikçe, iktidar olma kavgasında dişlerini göstermekten çekinmediler. 2010 Şubatının hukuk mevzileri üzerine yürüyen fetih savaşlarını bunlar yürütmektedirler. Halkın çıkarları ise ne biri ne de diğerinin iştigal ettiği alanda değildir.
27 Şubatçılar, bu ülkeyi çağdışılığa sürüklemek isteyen, bunun için halkın inançlarını istismar ederek, ülkenin tüm çağdaş değerlerini popülizmin kurbanı etmek üzere, iktidar olma mücadelesi verenlerdir; vatandaşları "fişleme sırasını" ele geçiren, halkına "kanı bozuk" diyenlerdir. Bunlar, 28 Şubat'ta ara verdikleri kavgaya, bugün canlarını dişlerine takarak, sivil diktatörlüklerini sağlamlaştırmak için, ülkenin tüm mevzilerini ele geçirmek üzere fetih savaşı verenlerdir.
Bunlar, demokrasinin hiç bir değerine önem vermeyenlerdir. Demokrasi sadece kendi iktidarlarına kadar süren, amacı geniş halk kitlelerini kazanma demagojisidir. İktidarlarını pekiştirene kadar halkı aldatmak için baş vurdukları bu söylemler, iktidarda ayakları yere bastığı andan itibaren bıçak kesiği gibi her türden demokrasiyi son vereceklerdir. Medya patronlarına, "köşe yazarlarınızı dizginleyin" diye seslenmek, bunun kaba ve bir o kadar açık diktatörlük ifadesidir. Bu demagojistler, güçlendikleri andan itibaren, hakim oldukları her alanda acımasız bir temizlik harekatına girişirler. Herkesi mahalle baskısının hükmü altına sokarlar. Her türden farklılığı ötekileştirme gibi alameti farikalarını sergilerler. Son günlerin gündem konusu olan, hukuk alanıyla ilgili fetih savaşında bunu, tüm çıplaklığıyla gösterdiler; cemaatlerine dokunanları, Cumhuriyet Başsavcısı da olsa, hukuksuzca zindana atmaktan çekinmezler. Bu da yakın gelecek için, ne türden tasarılara sahip olduklarını göstermeye yeterlidir.
Halkımızı kimse aldatmasın. Kimse, kendini de aldatmasın. Bu ülkede hukuk yok. Bu ülkede hukuk alanı üzerine yürüyen fetih savaşları var. Bu ülkede ordu eli silahlı bir siyasi örgüt olarak, darbeleriyle siyasetin kimyasını istediği zaman bozar. Bunlar da siyaseti olduğu gibi hakkın rahmetine kavuşturmak için, sivil diktatörlük kurmak üzere, hukuksuzluğun her yoluna başvururlar.
27 Şubatçılarla, 28 Şubatçıların kapışması, son gelişmelerle belli-belirsiz bir suni denge oluşturdu. Ancak her iki taraf, halkımızın hak talebi karşısında, her türden çelişkisini bir tarafa iterek, el ele vermekte bir beis görmezler; Kürt halkının özgürlük taleplerine sınır ötesi operasyonlara kadar uzanan baskılar, dünyanın her yerinde resmi bayram olarak kutlanan 1 Mayıs gösterilerine silahlı güçleriyle engellere kadar uzanan her davranışın içinde birlik olurlar. Ortak ülkemizin, farklılıklarıyla zengin toplumsal dokusunu hiçe sayan bu ikili, milliyetçi bölücülükle, ırkçılığa kadar uzanan tutumlar ortaya geliştirmekten de geri kalmazlar.
Bir taraf askeri botlarıyla, diğer taraf takunyalarıyla halkımızın gerçekçi demokratik talep ve özgürlüklerini, ayaklar altında ezer. Bu ikilinin çatışmasında da birlikteliğinde de kaybeden tek taraf, tüm farklılıklarıyla halkımızdır.
Kendi iktidarları için verdikleri kavgalarında, taleplerinin hiç bir bendini, ertelenmez diye ilan edenler, toplumu kaoslara sürükleme pahasına gerginlik yaratanlar, halkın basit ve doğal hakları için dile getirdiği talepleri ise, el birliğiyle 30 Şubat'a ertelerler. Ülkemizin tek gerçek siyasal gündemi budur. Diğer tüm gündemler, sahte ve halkın çıkarlarını temsil etmekten uzaktır.
Bu tabloda 30 Şubat'a ötelenenlerin önünde tek bir yol kalmıştır. O da demokrasi mücadelesini bunların her ikisine karşı, bir hak ve hukuk mücadelesi olarak yükseltmektir. Bu mücadele, sonu demokratik bir cumhuriyete ulaşması gereken, gerçekçi dönüşümlerin mücadelesi olacaktır.
Örgütümüzün çağrısı, bu mücadeleyi yükseltme çağrısıdır, bunun için tüm farklılıklarımızla, özgün ve özgür örgütlenmelerimizi harekete geçirmeliyiz. Çağdaş insan olmanın yolu da budur.

THKP-C (Acilciler)
28 Şubat 2010