15 Eyl 2010

THKP-C (Acilciler) Basın duyurusu 2010- 21

 THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması      
15 Eylül 2010 / No: 21



12 EYLÜL REFERANDUMU SONUÇLANDI
ŞİMDİ GÖREV
FARKLILIKLARIMIZI TANIYIP TANIMLAYAN, KURUM, KURULUŞ ve YASALARIYLA
GERÇEKTEN DEMOKRATİK BİR ANAYASA YAPMAKTIR

12 Eylül 2010 tarihi itibariyle yapılan anayasa referandumu sona erdi.
Sonuç,  52 milyon 51 bin 828 kayıtlı seçmenden, 21 milyon 788 bin 911 seçmen EVET demiştir; yani kayıtlı seçmen sayısının %41.86’sı. İktidara ve anayasa paketine bir biçimde (HAYIR, BOYKOT, vb.) ret diyenler 30 milyon 262 bin 917 kişidir; ret cephesi seçmen sayısının %58.14’ni oluşturmaktadır. Bu verilerin ışığında, azınlığın çoğunluğa galip geldiği görülmüştür.
Bu rakamların anlattığı, burjuva demokrasi oyununda, toplam seçmenin hesaplarda bir önemi olmadığı, sandıklara giren oyun yeterli olduğudur. Oysa toplumun kanaatleri sandık içindeki ve dışındaki oylarla bir bütündür.
Sadece sandığa gidip oy kullananları var saymak ve iktidarı buna göre belirlemek, diğerlerini yok sayılmaktır; diğerleri ise çoğu kez çoğunluğu oluşturan halkın kanaatidir. Böyle olunca EVET oyları, oy kullanan seçmenin %58’ini, HAYIR oyları ise oy kullananların %42’sinin oluşturduğu ilan edilerek anayasa paketi onaylanmak zor olmaz. Ama bu gerçek çoğunluğun kanaati olmaz.
Her şeye rağmen, referandumda dengeleri altüst eden, farklı bir tutum da ağırlığını koymuştur.
Kürt halkı ve siyasal temsilcileri, solu etkin katılımıyla ortaya koyduğu BOYKOT tavrı, ülkemiz gelecek siyasal gündeminin dinamosu olarak görülmüştür.
Bu noktadan itibaren, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde ortaya çıkan Kürt bölgesi gerçeği, bu referandumla bir adım daha ileri giderek Kürt özerkliği için önemli bir zemin kazanmış oldu. Kürt halkı siyasal temsilcilerinin BOYKOT çağrısına ezici bir çoğunlukla uymuş ve Kürt özerkliği konusunun özgürce tartışmaya açabileceğini göstermiştir; sayın A. Öcalan, 3 Eylülde avukatlarıyla görüşmesinin basına yansıyan mesajda dile getirdiği “Bizim demokratik özerklik anlayışımızda tek etnisite anlayışı, tek coğrafya anlayışı yok. Bu konulara Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda oldukça ayrıntılı olarak değinmiştim. Alıp okunabilir, incelenebilir. Bizim anlayışımız Kürtlük anlayışı değildir, bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Sadece bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Örneğin Hatay'da da, Adana'da da bir demokratik özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade ederler. yaklaşım, yeni sürecin ülkemiz farklılıklarının özgürlük ve demokrasi yolunda anayasal hak ve hukukunun korunması yönünde bir mücadelenin yükseleceğine önemli bir işarettir.
Her türlü milliyetçiliğe ve bölücülüğe karşı duracak yegane yol farklılıkların özgürlük ve demokrasi ihtiyacını sonunu kadar teslim etmektir; bu yol, ortak ülkemizde barış içinde bir arada yaşamanın yoludur.
 Yeni anayasa çalışmalarının temel direği de bu yaklaşım olacaktır; bu yönde yasal, barışçıl, demokratik mücadelenin güçlüce ortaya konması gereği ortak ülkemizin tüm demokrasi güçlerinin omzunda bir yükümlülük olarak belirmektedir.
Referandumun diğer sonuçları,
Ulusalcı-ilkel milliyetçiliğin ağır bir yenilgi aldığını gösteriyor. 1930’lu yılların faşist geleneği bu referandumla birlikte, bir kez daha ayağa kalkamayacağı ağır bir bölünme ve darbe almıştır.
CHP ve solun her türden milliyetçi eğilimleri, sürdürdükleri tutumla halka dayanmanın mümkünü olmadığı gerçeğiyle yüz yüze kalmışlardır. Yaşadığımız coğrafyayı farklılıklarının gerçeğiyle, renk ve doku ayrışmasıyla içselleştirmeden, gerçekten demokrat olmanın mümkünü olmayacağı ortaya çıkmıştır. Siyasi partilerin iktidar yolu, halkın talepleri ve iknası olduğu anlaşılmıştır; sivil siyasi güçler dışında bir güce dayanarak siyasetin yapılamayacağı anlaşılmıştır. Darbelere bel bağlayanların siyasi arenada yeri olmadığı anlaşılmıştır.
Bu açıdan CHP ve diğer ulusalcı-ilkel milliyetçi kesimler ciddi bir demokratik yenileşmeden geçmeksizin siyasette etkin olma şansına sahip olamayacakları ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Solda durun daha vahim haldedir; geçen yüzyılın kıstaslarıyla, 21.yy da var olacağı sanısı, onun en riskli ve en zayıf yanı olarak belirmiştir. Böylece, gelenekten gelen bölünme, kırılma ve ayrışma süreçlerine yenilerini eklemiştir.
Sol, artık klasik anlamda bir bütünün parçaları olarak tanımlanamaz; bunun nesnel ve öznel zeminini kalmamıştır. Kimse kimseyi birlik adına, belli bir etnisitenin egemenlik bayrağı altında aldatarak, birleşik sol bir güç aramasın. Bu, bölücülüğün, inkarcılığın bir başka türüdür.
Dünyadaki gelişmelerin doğal sonucu olarak, ülkemizde de kendi yansımalarını bulan süreç, özgün ve özgür örgütlenmeleriyle demokrasi güçlerinin dayanışma sürecidir.
Bu süreç, sınıf mücadelesinin dar sınırlarına bağlı bir süreç değildir; farklı etkinliklerin bu süreçte belirgin mücadele potansiyelleri ortaya çıkmıştır. Evrensel ölçekte kitlesel doğa, kadın, diğer canlılar, inanç ve kültürler gibi dinamiklerle bir bütün olan demokrasi hareketi tarihin ilerleme dinamiğini temsil ettiği belirginleşmiştir. Baskıcı, sömürücü, emek karşıtı her sistem ve davranış karşısında demokrasi güçlerini tüm renkleriyle bulacağı bir süreç açılmıştır.
Eski toplumun hiçbir temel gücü, yeni toplumsal formasyonlar için ne öncü ne de temel güç olma durumunda değildir. Özgün ve özgür demokratik örgütlenmelere katılım ve bu etkinliklere omuz vermek, bir tarihsel yükümlülük olmuştur; Kürt özgürlük hareketine verilen destek bu yanıyla, bir ilke tutumu olarak soyutlanıp genelleştirilmelidir.
Sol bir bütün olarak artık bu belirlemelerin dışında kalmıştır. Referandumda tavır konusunda ortaya çıkan farklılaşma demokratik bir hak olarak kavranması gereklidir. Buna rağmen solu bu referandum dolaysıyla, ulusalcılar-liberaller ve devrimci demokrasi güçleri olarak saflaştırmak yanlış değildir.
Ulusalcılar ve liberaller sistemin şu ya da bu siyasal akımına kan taşıyan EVET ya da HAYIR tutumlarıyla sınıfta kalmıştır.
Sistemden çıkma dirayeti gösteren devrimci demokrasi güçleri, BOYKOT tavrıyla, zafer kazanmıştır; bu zaferin Kürt halkınca temsil edilmesi, sığlık değil, ortak ülkemizde geleceğe ilişkin görevlerin belirlenmesi açısından bir güvence ve ileri bir adımdır.
Diğer tarafta ise, 82 anayasasının 17. değişikliği olan 26 maddelik anayasa paketi yürürlüğe girmiş oldu. Böylece anayasal açıdan nitelikli bir tek adım dahi atılmadığı görülmüştür; 82 anayasası 17. değişikliğiyle de temelde bir değişim göstermemiştir. “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” başlığı altındaki maddeleriyle, ülkemiz toplumsal mozaik dokusuna tamamen ters olan ve kimlik bunalımlarımızın, sosyal ve siyasal kaoslarımızın da nedeni olan bu anayasa, öncekiler gibi anti-demokratik olmaya devam etmektedir.
Tüm maddeleri demokratik olsa da “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddeleri olan hiçbir anayasa demokratik olamayacağı bu referandum sonucunda da bir kez daha açığa çıkmıştır; 12 Eylülde, onaylandığı an ölü doğan anayasanın değiştirilmesi için iktidar dahil tüm siyasal güçlerin kolları sıvaması, bu gerçeği yeterince ifade ediyor.
Bugünden itibaren, ülkemiz demokrasi mücadelesinin temelini “demokratik bir anayasa için mücadele “ oluşturacağı açıktır.
Ortak ülkemizin farklılıklarını ötelemeyen, en yalın haliyle anayasada tanıyıp tanımlayan ve bu amaçla yasa, kurum ve kuruluşlarla bu hakları güvenceye alan bir demokratik anayasa mücadelesi başlamış bulunmaktadır.
Halkın, siyasi ve sivil kurumların ortak onayını kazanmış yeni bir anayasa oluşturmak bu günün en önemli görevidir. Yeni anayasa “değiştirilmezleri” değiştirebilen bir anayasa olacaktır.
Her türden bölücülüğe karşı, demokratik özerklik temelinde haklarını alan Anadolu halklarının demokratik anayasası altında, barış ve güven içinde bir arada yaşama bu toprakların aydınları ve demokrasi güçlerinin görevi olarak önümüzde durmaktadır.
Örgütümüz, bu süreçte tüm gücüyle, ülkemiz halklarının hak ve hukuk taleplerinin yanında yerini alacaktır.

THKP-C (Acilciler)
15 Eylül 2010