Mihrac Ural
18 Ağustos 2010
Bu yazı, 23 Ağustos gününde dostluk ve dayanışmanın anlamlı ifadesi olarak bizleri ziyaret eden Rıza Altun ve PKK’li yoldaşlarla sohbetimiz için, Tarihte Bugün notlarıyla ilgili kaleme alınmış yazının bir bölümüdür. Gereklilik üzerine bu gün yayınlanmaktadır.
DOSTLUK VE SORUMLULUK
Başkan Öcalan zorda bile dostluğun yanında duran ve sorumluca davranan bir liderdi. Nitekim İtalya’dan, Roma yakınlarında mecburi ikametgahından telefonla arama nezaketi bunun bir ifadesiydi. 24-26 Aralık 1989 tarihili telefon görüşmemiz, son görüşmemizdi. Kısa bir süre sonra uluslar arası bir komployla Türkiye’ye kaçırılmıştı (14 Şubat 1999).
Dostluk adına onur veren bu davranış, sadece bir hatır sorma telefonlaşması değildi. Bunun çok ötesinde bir sorumluluk, bir yükümlülük, bir görev paylaşımı ve dayanışmasıydı.
Örgütümüz THKP-C (Acilciler) her zaman, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yanında, demokrasi mücadelesinin aktif bir unsuru olarak yer aldı. 18 yıl aynı ortamın içinde dayanışma gösterin dostlar olarak PKK ile Acilciler arasında önemli ortak bölenler oldu. Öcalan bu dayanışmanın en duyarlı insanıydı. İtalya’dan, zorunlu ikamet koşullarından açılan telefonun önemli bir işlevi vardı; telefon, yeni süreçte nasıl bir dayanışma içinde olunacağıyla ilgili bir bilgi alışverişiydi
Öcalan, kendinden emin sesiyle, bu zor süreçten başarıyla çıkılacağını ifade etti (desteğimi ifade ettim, sonuna kadar omuz omuza olacağımızı belirttim.). Geride kalan sorumlu yoldaşları belirtti (birlikte olduğumuzu ve hep öyle devam edileceği konusunda her zamanki gibi rahat olmasını istedim). Bulunduğu yerden çıkışının nedenleri arasında, misafiri olduğu ülkeye bir vefa borcu olarak zarar vermek istememesinden söz etti. “bizleri taşıdılar, her kolaylığı sağladılar, zor günlerimizin dostları oldular, zora sokmamak gerekirdi, çıkışımız bu nedenle isabetli olmuştu, ciddi tehlikelerin önünü kestik” dedi.
Tekrar tekrar, çok boyutlu tehlikelere, solun zaaflarına ve milliyetçi eğilimlerine dikkat çekti; provokatörlerin, açıkça saldıran devletten çok daha tahripkar olan çabalarına işaret etti. Devrimci dayanışmanın önemine yaptığı vurgu, yaşanmış ortak süreçlerde anlamını bulan mesajlarla doluydu.
Öcalan coşkuluydu, ellerinden yemek yediği insanlara saygılarını iletme nezaketi göstermeyi bile unutmadı. Bu konuşmanın detaylarını yeri geldikçe, tarihe not olması açısından ayrıca yazacağım.
Bu yazıyı bitirdikten sonra, arkadaşlar Öcalan’la aramızdaki ilişkiden rahatsız olan bir itirafçının, yalan kurgularını aktardılar.
İtirafçının milliyetçi olduğunu iyi biliyorum. O bir sığıntı olarak şu ya da bu örgüt yörüngesinde kendini korumu güdüsüyle siyaset yaptığını da herkes biliyor; orijinal olmayanların kişiliksiz halleri sığıntı olmaya mahkumdur. Böyle basit ve ilkel kişilerin hezeyanlarını, yalan kurgu söylemlerini muhatap almak doğru değildir. İtirafçının kültür algıları, sıkıştığı yerde her türden küfre çok elverişlidir. Bu yüzden, 3 yıldır çılgınca süren yalanlarına karşın bir türlü baş edemediği sendromun esiri olmuştur. Bu sendrom Mihrac Ural Sendromudur; karşısında her kesitte ve alanda yenilgiye uğradığı bu insana karşı çamur atmayı bir yaşam biçimi saymıştır. Bu onun kaderi olmuştur. Bu yüzden herkesi kendisi gibi ikiyüzlü, aynı anda ayrı tutumlar alabilecek tıynette (çamurdan) sanır. Bu yüzden yaşamı “puştlukla” geçmiştir. Bir tokat bile yemeden, örgütü polise teslim eden itirafçı Engin Erkiner, “puştu” da “puştluğu” da “puştoğlu puştluğu” da kendisinde aramalıdır.
Bir onurlu direniş tarihinin örgütü olan Acilcilere böyle bir sözü yeryüzünde söyleyecek kişi olsa olsa itirafçı Engin Erkiner puştunun kendisidir. Bu provokatör söylemlerin Özel Harp dairesi ürünü olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bu mesajlar, servisçilerinin başına yıkılacaktır.
Dostluğu bile kirletmek için çırpınmak, düşülen süfli halleri, içinde yüzülen bataklığı göstermeye yeter de artar. İnsanlık yönünde evrimini tamamlamamış, henüz hayvan seviyesine dahi varmamış bu ahlaksızları, şimdilik lanetliyorum.