7 Oca 2010

164.dosya :GARİP DİYALOGLAR

12 Nisan 2010 Pazartesi

Mihrac Ural'ın notu:


Zeki Bayterin, Ali Çakmaklı'nın yeğeni olarak yazmaya başladı. Ama bu gün o, Zeki Bayterin olarak yazmaya devam ediyor. Kendisi olmaya kendi adına hiç bir gölge altına girmeden yazımaya devam ediyor.

"Zeki Bayterin, Acilcilerin Dedekorkutu"dur diyenler var. Ben de öyle tanımlıyorum. Tipik bir Adanalı, sözü anlamlı anlamlı gediğine koyan. Ama hiç kimsenin, şahsına, anasına, avradına, babasına, bacısına ilişmeyen bir erdemli insan. Erdemsizlere klavuz olacak kalibrede...

Yoksuldur, ama onurludur. Bu sutünlarda yazılarına asla müdahale edilmez.

Ona "şahıslarla ilgilenme, siyaset toplum için yapılır şahsi dalaşlar, sadece sahibini kirletir; kirlilerin az olmadığı bir ortamda daha dikkatli olmak gerek." uyarısı yapmakla yetinirim.


Çabamız demokrasi mücadelesine daha çok insan katmaktır, örgütsüz milyonlar arasında bir alan bulup örgütlemektir. Biliyoruz ki, örgütlü insan çevresi olan insandır, "ipi kopuk" değil. Kimliklidir yanlışını uyaran olur. Bu açıdan benim çevrem sürekli uyarılarımı dikkate alır, ben de onların uyarılarını. Bunun için son sözlerimizi söyledik ortak kararımız gereği.

Zeki bu yazısında da gerçeklere ışık tutmuş.

Birlikte okuyalım...


Zeki BAYTERİN
13 Nisan 2010

Yıllardır yaşamın bizzat içerisinden tanıdıklarımızı saymazsak, devrimci maske ardında kim ne kadar marifetliymiş, kim nere de ne türden teşhirci, burjuva kültür batıklığına takılı, bir bohem, bir lümpen ve daha geri konumda olduğunu yazdıkları yazıları belge olarak görüp değerlendirmekte haksız olmayız.

Yaşamın içerisinden birebir tanıdıklarımızı bir kenara bırakalım uzaktan, yıllardır seyrettiğimiz bir dolu eski insan neler yapmış hele bunun içerisinden çıkmanın mümkün olduğunu söylemek için hayal gücünün çok geniş olması, daha doğrusu uzaydan daha dün gelinmiş olması gerekir. Keşke mümkün olsa, dar bir salonda değil geniş bir alanda stadyumda toplanılsa da kim ahlaklıdır ilk ve son konuşulsa ve bir çok tartışmalı sorun da konuşmalar bitse. Yani hayal ediyorum sizde buna katılın. O zaman ortaya çıkan tablo yıllar süren birlikteliklerin ardından ununu eleyip oturmayı beceremeyenlerin, sınır ötesinden anti-bilimsel esas oğlan olma kaygısıyla yüz yüze kaldığınızı göreceksiniz.

Artık bir kendileri vardır. Birde ifadelerinden anlaşılan, daha dün, eski yoldaşlarıyla bir şekilde zorunlu görüşen bu insanlar, bu günkü söylemler temelinde mi görüşüyorlardı? Suçlu aramak için mi? Doğrusu merak ediyorum.

O gün. Bu gün söylenilenler hiç mi akla gelmiyordu. Yıl 2010 Mihrac Ural suç makinesine mi döndü kaç göz arasında. İnsan gözünde insan ne çabuk değişiyor. Bu keskin dönüşler her zaman kirli niyetlerin ürüdür. Kabe’nize taş atmanızın vebalin bir kenara, 2 yıldır bitiremediğiniz bu saldırılardan sonuç alamadığınızı görmüyor musunuz. 2 yıldır karalamalarla adını başlık yaptığınız insanın ne kadar büyüttüğünüzü ve onun dev gövdesi altında ezildiğinizi hissetmiyor musunuz. Düyada bu ölçekte korkulan, bu ölçekte ilgi sahibi edilen bir başka Süpermen devrimci var mı? Yazılarınızın titrek yüreği hep buna işaret ediyor. Hele hele onu hiç tanımayan, hayatında birkaç saatini bile geçirmemiş olanların da sürüye yamanma, hayatında Acilci olmayanın kraldan çok kralcı olma cinsten saldırıları ne kadar inandırıcıdır kendinize soruyor musunuz? Örgüt 88 de bitti derken iki yıl önce 1. Kongrede coşkun alkışlarla, oy birliğiyle Genel sekreter seçtiğinizi ne çabuk unuttunuz. Bu örgütün merkez yayın organı CEPHE’yi yayınlayan, zindanda da bunu takip eden, yurt dışında 12 Eylül karanlığında da yayınına ülke içinde dağıtımıyla sürdüren kararların sahibini ne tez unutmuşsunuz; o zaman onun talimatlarıyla hareket ederken aklınız neredeydi. Bunu yüzlerce örnek daha ekleyebilirim. 10 000’e yakın belgeden söz ediliyor, siz de örgüt adına kaç satırlık belge var söyler misiniz; hangi örgüt bu kadar önemli bir arşivi, duyarlı yöneticileri olmasa göz bebeği gibi bu güne kadar koruyabilirdi. Söyler misiniz? Allah aşkınıza bir de şu sizin 28 yıllık TKEP’li olmanızı yadsıyıp, üzerinizden attığınız kabuğun içine bir daha girme çabanıza ne demeli. Bakın bay yılan sürüsü bunca yıl sonra, adama hadi oradan derler…


Mihrac Ural’ı 33 yıl önce karşı kaldırımdan gördüğümü saymazsam hiç görmedim. Sekiz ayı aştı sadece yazılarından tanırım. Bu sürece dahil olurken onu aklamak gibi bir misyon yüklenmeyi hiç düşünmedim. Tersine ona suçlu gözüyle yaklaşarak yazıştım. Onun 30. yıl önce dayımın ölüm emrini verdiğini öğrendiğim insanların inandırıcılığını yitirmesinden, nokta kadar menfaatler için virgül gibi eğildiklerini görmem bu günle birleştirildiğinde doğal olarak bu suçlamanın abes olduğu sonucuna vardım. Kolaya kaçılmış öne çıkan emek veren her yerde örgüt için çırpınan birinin suçlanması en kolay olanıydı, o yapılmış. Bu gün aynı şeyin tersten tekrarına tanıklık yapıyoruz, akıl almaz yalanlarla, aynı mantıkla aynı şeyler yapılmaya çalışılıyor. Birincisi trajediydi, ikincisi açık komedi; kişinin kendi kendiyle alay eden türünden.

Bu gün açık ve net olarak görüyorum bir tarafta sahtekarlar, diğer tarafta baskınlara, göz-altılara meydan okuyan direngen insanlar karşı karşıyadır. Muhbirler bir yanda devrimciler diğer yanda, geçmişten bu güne devam eden mücadele halindedir.

Bu ortamda Mihrac Ural’ın Ali Çakmaklı’nın katlinde payı olmadığını açıkça söylemem bir insani duruştur; gerçiği vicdanı rahat söylemektir. Bunu teyit eden çok şey ve o günün sorumlusu insanların bu konuda beyanları var. Ali Çakmaklı ile Mihrac Ural arasındaki samimi ilişkinin ceza evi boyunca nasıl sürdüğünü bilen canlı tanıklar var. Ama amaç o değil, amaç şaibedir kindir ve sonuçta bunun adı bir yerde görevli olmaktır. Bu sözlerim aklama anlamına gelirse aynen öyledir, kabulümdür.

Sadece şahsi çekişmelerinden dolayı hiç tanımayanların 30 yıl sonra yeniden yaşayanları hiçe sayarak ezberci despot anlayışla aynı bakışta ısrarcı olmalarını anlamakta güç. Yıllar sonra sizde nerden çıktınız demekte demokratik bir haktır. Artı, bahsedilen insan ( Ali Çakmaklı) birinci derece yakınımsa en az konuşanlar kadar, benim konuşma hakkım vardır. Tanımayanların neden konuştuklarını iyi tanıyıp, konuşmayanları anlamak güç değil, alışıldık bir düzendir bozulmaz; kirli amaçlara Ali Çakmaklı’yı alet etmek bu ucuz insanların, hayatlarında bir şey başardıkları görülmemiş insanların işidir. Ama yıllardır, Mihrac Ural için dayımın “ölüm emrini verdi”ğini söyleyip bu gün sesi çıkmayanları bulabilsem, tek bir sorum olacak, bilmeyenlerin aşağı yukarı her gün seslendirdiklerini bir kere seslendirsinler. Ali hoca, nın ölüm emrini Mihrac Ural vermişti desinler. İhaleye vermesinler, burjuva politikasına malzeme servisi yapmasınlar. En azından suçladığınız insan kadar büyük olun, diyalog yolunu seçsin.

“Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim” diyecek olanlar tarafımdan dikkate alınıp yeniden değerlendirilecektir, buna Ali hocanın ajan olduğunu söyleyenler de dahildir. Olur insan yanılabilir. “O gün yanıldık öyle değilmiş” desinler, yeterli. Ben de yanıldığımı söyleyecek düzeydeyim, hiç kimseye de göbek bağım yok, insani ilişki dostluktan gayri. Yalnız aşağıda hiç tanımadığımız dünyadan bihaber, içki arkasına sığınan serserileri. eski söylemlerle masallarına inanmayanların karşısına dikip diş gıcırdatma, ters bakmalarını sağlamak acizliğinde, maskaralığında ta kendisidir. İnsan gibi sorusu olana insan gibi cevap hazırdır.

Adana’da meselelerin nasıl halledildiğinin acısını en iyi biz biliriz. Yıllarca dizinin üstünde fındık kıran kalitesizler değil ilgili olana duyurulur. Eskimiş çirkin taktiktir. Tanınmayan yeni düşmanlıklar yaratmanın zararlarından bahsedip, yeni olumsuzluklar yaratmak provakatif tavrın önünü açmaktır. Boş verin devrimciliği, her şeyden önce insan olunmalı sonra, dostluk da düşmanlık da seviyeli olmalı. Her alanda dostluğun sonsuza dek süreceğini söylemek ne kadar hayal olsa da. Dostluklarında yerini bitmez tükenmez kinle sürmesi, anlaşılması garip, düşündürücü bir duygudur. Herhangi bir sebepten dostluk bitebilir, insanlar içlerine bastırdıkları duygularını fırsatını bulduğunda dışa vurabilir. Bilemesiniz ki, küsersin ilişkini de kesersin. Bazı şahsi düşmanlıkları da başkalarına yansıtma yaygınlaştırmak gibi çabalarda niyet onursuzdur. Küçük bir örnek vereyim. Ahmet. Nebil Rahuma’nın yeğenidir. Bir yerde selamlaşıp ya da el sıkışırken dayımdan dolayı, dayısının öldürüldüğünü düşünmesinden daha doğal ne olabilir. Kaldı ki öyle de değil, Peki bu yanlış duyguyu biz ölen yakınlarına dayatmanın ahlaki yanı nedir söyler misiniz? Siz kimsiniz be kardeşim siz kimsiniz bunca yıldır susmuşsunuz bu gün sizi duygularımızla oynamaya sürek kim söyler misiniz. Ayıpla iç içesiniz, devrimciliğin her türüne kara çalıyorsunuz ama dönüp kendi el yazılarınız ve ifadeleriniz için bir özür bile dilemiyorsunuz, “işimize devam edeceğiz” deme arsızlığı yapıyorsunuz. Sizi değil varsa sizi okuyanları anlamak güç; kurgularla suçlu bulmayı bırakın açıkça itirafçı olduğunu ifadesinde söyleyen ve yine açıkça MİT’ten 150.000 TL alarak kongreyi ihbara geldiğini söyleyen dururken başkalarıyla ilgili olmak suçluya ortak olmak değil midir. Soruyorum size…



Beyler ne bizim gibilerle nede duygularımızla oynamaya kimsenin hakkı yoktur. Biriniz “bileğinden tutulduğu an, itirafçı olmuş eline kağıt kalem verilmiş dökülmüşte dökülmüş…” diğeriniz ise fiyatını 150.000 tl olarak belirlemiş ve kendini satmış. Hiç ilgili olmayacağız, hesabı gününde sorulmalıydı bu ikilinin, örgüt düşünülmüş, bölünme olmasın denilmiş, kuşatılmışlar da ama bu günler yaşandı ya işte o gün karar alınmalıydı bu gün bu çirkinliklerin olmasının önü kesilmiş olurdu. Şaibeli olanal kendi dilleriyle, yazılı belgeleriyle bunu söylüyor daha ne aranacak, okurları varsa okurları bu cümleleri okusun önce. 14 kişi gözaltına alındı bunlardan biri bu çevrenin adamıydı ne odluda gözaltına anıldı anlamamıştık, sonra öğrendik onlara “ahlaksız şerefsiz” demiş, bir bacının adını yalan iftiralarla dillerine doladıkları için. Onu da yakacaklardı. Ama ilginç olan, bu tartışmalar da zorlandıktan sonra adını ortaya koyarak yazan ölü konuşturucusu gözaltına alınmamış; ne ilgin ne ilginç, taraftar korunuyor sürüden kopan MİT’e yem oluyor …

Anladık beyler sizi, 26 Mart 2010 Cuma günü arkadaşlarımız göz altına alındığında her şey açık oldu. Kar maskelilerin sabahın köründe İstanbul, Ankara, Mersin, Antakya baskınlarının arkasında hangi çete olduğu anlaşıldı arife maruftur çok söze gerek yok…



Yaşadıklarımdan yola çıkarak ahlaksız olana ahlaksız demek prensibim olur.

Gönül isterdi politik yazsaydım Ali hocanın yeğeni gibi başlayıp kaportacının dahi, bir kaç kitap yazdığı yerde incecik bir kitapta ben yazsaydım. Saldırmak yerine kelime düşüklüklerinde yardımcı olunsaydı hani devrimcilikten çok söz ediyorsunuz, yaşamımda ilk defa katkı görmüş olurdum . İnsani diyalog kocaman bir sıfırdır sizde altında kalıyorsunuz. Dedikodu yazar olmaya geçit vermez bunu bilmiyorsunuz. Bu süreçte anladık geçmişte de bu günde ciddi bir yazı yazmamışsınız TDAS’ı üstlenme abesiniz size ait bir kolektif emeğe el koymaktır. El koymaların iz süreni komiser Kolombo’yu hatırlatıyorsunuz.



Doğrusu yadırgıyorum, İçki kültürü yokmuş, diğerini önden tanımamışta arkadan zorlanmış insanları tanımak için yıllarca arkadaşlık yapmaya gerek var mı? Bazı şeyleri beynimde canlandırınca yüz yüze de kimlerin zorlanacağını, patinaj yapıp, traktör lastiği kadar çukur kazacaklarını tahmin edebiliyorum yıkılası sınırlar.

Yoksulluk alay konusu kemerini semiriyor. Zenginlikte suç, uyduruk servetler paparazileri kıskandıran atlatmalar oluyor. İnsan kendi halinde nasıl olunmalı acaba diye düşünürken, dikkatini çeken başka bir uçla da karşılaşabiliyoruz. Bir insanın saflığının, yani temiz olmasının alay konusu edilme olayıyla. Doğrusu burada iki kelime etmem gerektiğine inanıyorum. Konumuz MEHMET GÜZEL . Geçmişinin arkasında dik durmayı becerebilen, cezaevlerinde 14 yılı deviren, dönüp yılmadan görev alıp demokrasi mücadelesinde halkı için tüm zorlukları yenmeye çalışan bir kahraman. Bu yiğit insan nesli tükenmiş türden bir insandır. Ortaya koyduğunuz halinizle eline su dökemeyeceğiniz bir militan. Bu cümleleri kurmak için Mehmet Güzel'in dostu olmaya bile gerek yok, adam gibi düşmanı iseniz de bunu söylersiniz. Doğrusu ben, kendimi sokak ağzı konuşan apolitik bir adam zannediyordum. Bu süreçte hayal kırıklığı yaşıyorum, olunacak bir şey bırakılmadığını görüyorum; aklımın almadığı bir kirli küfür ağzıyla her türden etik değerlerin çiğnendiğine tanıklık yapıyorum. Mafya, lümpen aleminin en çirkin zevzeklerinin bile aciz kalacağı bir dili, iki de birkaç diploma aldığını açıklayan (polisteki ifadesinden aldığı diplomayı nedense hiç söz konusu etmeyen), kelimelerle oynayıp herkesi istediği gibi suçlamayı marifet sayıp Nebil’den aldığı 2 kg altını ve MİT’ten aldığı 150.000 TL yi ne yaptığını açıklamak için kırk kez balans ayarı yapan bir satılmıştan duymak, sanırım taşların yerine oturmasından ibaret bir durumdur. Yaşadıkça öğreniyoruz…



İddia kanıt ve belgeyi dayanmalı. Bunu yapamayanın karalaması iddiası şaibedir. Şaibeli insanların başkalarını şaibeli yapma çabaları ise insan psikolojisinde bilinen bir refleks türüdür. Biz sizi biliyoruz beyler hem de çok iyi, 26 Mart 2010 Cuma gününü gücünüzü de gördük koruduklarınızı da öğrendik. Siz taklitsiniz Doğu Perinçek’in ihbar makinesi olanak da bir taklitsiniz, orijinaliniz şu an kimlerle nerede onu bilince çıkartın yeter…

Sizde bizi tanıyorsunuz…



Gözaltına alının, polisle, devletinizle sorunu olan, direnen, karınca kadarınca ama kararlı bir irade ve ısrarla buradayım diyen birer demokrasi mücadeleperestleriyiz. Taklidimiz olmaz…