7 Oca 2010

ÇAĞIN DEVRİMCİ GÖREVLERİ


Mihrac Ural
6 Mart 2010

Ahmet Otçu adlı okurumuzun

"ÇAĞIN DEVRİMCİLİĞİ"

Başlıklı makalem üzerine yaptığı yorum üzerine

cevabi yazımdır.



Değerli Ahmet Otçu,
Yaptığınız yorum için birkez daha teşekkür ederim (yorum altta).



Önceki yazılarımda yer alan temel parametrelerimi tekrar etmemek için, bir daha üzerinde durmayacağım. Ancak bunlara da açıklık getirecek farklı noktalar üzerinde yurumunuzu yanıtlayacağım.

Dikkatli bir okuyucu olmanız diyalogumuz için de olumlu. Yorumunuzun en önemli cümlesi şudur.

"...sormak isterim.

Yazınızda,"bu görev devrimcilere aittir" diyerek böylelikle devrimcileri kapitalist sistem içersindeki sınıflardan soyutlayarak, dış bir tarihsel güç olarak göstermiş olmuyor musunuz?

Demek istediğim,elbette sizin de değindiğiniz gibi,feodalizmi yıkan burjuvazidir,ki o,sistem içersinde ezilen serfleri tarafına çekmiş ve böylelikle devrimi gerçekleştirmiştir.

Fakat,bu durum kapitalist sistemi yıkacak olan devrimcilerin,sistem içersinde bulunmayan ayrı bir "dış sınıf" şeklinde anlamlandırılmasına sebebiyet verir mi?

Yani bu anlayışınız dolayısıyla,devrimciler bir "ilerici ayrı bir sınıf" şeklinde algılanmıyor mu?

Oysa,devrimciler de bir yada birkaç sınıfa aittir;proleter olabilir,küçük burjuva olabilir(ki ben de,kendimi bu sınıfa ait görmekteyim), köylü olabilir ve bunun gibi.." (Ahmet Otçu, ikinci yorumu) Demişsiniz

Birincisi; "Bu görev devrimcilere aittir" cümlemden, devrimcileri sistem dışında, "dış bir tarihsel güç" olarak ela aldığım kaygısı taşımışsınız.

Hemen belirteyim, böyle bir duruşum yok, olamaz da. Buna rağmen belirlemenin ikili yanı olduğunu dile getireceğim. a). Bu gün topluma eğemen olan kapitalisit sistemdir ve her şey bu sistemin içinda şekillenmektedir. Onu yıkacak güçler de gelecek toplumsal sistemin nüveleri de onun şemsiyesi, kanatları altındadır. Bu anlamda hareket alanımız, eski sistemin içinde olacağı açıktır. O zeminin üzerinde, içinde, çevresinde bir bütün olarak sürecek bir mücadele gündeme gelecektir. Doğal olarak "içte olma"nın avantaj ve dezavantajlarıyla birlikte müttefiklerimizi ve karşıtlarımızı burada bulacağız. b). Devrimci güçler aynı zamanda sistemin dışındadır. Eski sistemin ilişkilerinden nitelikçe farklı, yeni sistemin unsurları olarak, kapitalizmin kanatları altında da olsa aldıkları konum itibariyle, neslen yapıları gereği oluşun nitelik farklılıklarıyla sistem dışıdır. Böyle olmazsa, sistemi aşma iddiaları olmaz. Devrimci olan da bu güçlerdir. Gerçek anlamda devrimden yana olan, nesnel yapısı devrim için öznel eğilim yaratabilen bu güçlerin tümü, birey olarak eski ya da yeni sistemin temel unsurlarından birine mensup olsa da aydınlar, siyasal kadro ve etkinlikleri devrimci güçleri temsil ederler.

Bu güçleri, bilgi çağının, bilimsel ve teknik devrimin, küresel üretim ilişkisini temsil eden tüm üretici güçler olarak tanımlamak mümkün. Bunları, bu günden yarına belli bir kalıp içinde, şu ya da bu sınıf olarak tanımlamak güç olsa da genel gidişin verileriyle, bir geneleme içinde tanımlamak yeterli sayılabilir. Bu güçlerin aydınları ise bu alanla ilgili olan ve inanılmaz bir hızla yetişmekte olan genç kuşağın içinden, artan oranda çıkacaktır. Bilgi çağının araçlarıyla beslenen yeni kuşaklar bunun göstergesidir.

Gözlenebilir bir örnek bunu anlatmaya yeterlidir. İnternet yayıncılığı ele alalım. Gazete, blog, site, facebook, Tiwiter gibi etkinlikleriyle artık kapitalist yayın üretimciliği değildir. Bu yayıncılık burjuvazinin kanatları altında da olsa, nitelikçe farklı bir üretim ilişkisini temsil ediyor. Gelecek toplumun yayın sisteminde bir nüve olan bu tür yayıncılık, bir kaç kuşak sonraki gelişimiyle, dev binalar, yüksek maliyetler, kalabalık iş-gücü, taşıma araçları filoları akıl almaz ebatlardaki baskı makina ve kağıt bobinleriyle, doğayı da tahrip eden gereksinimleriyle üretim yapan kapitalist tarzdan nitelikçe farklıdır; sanaldır, maliyeti çok düşüktür, bilgi iletişim ağları sayesinde tüm insanlığın katkısını alabilecek mülkiyet ve üretim tarzıyla kapitalize ilişkiyi tarihin gerisinde bırakmıştır. Geri dönüşü olmayan, gelişen, daha yararlı olan, insanı ve doğayı gözeten, en küçük bilgi kırıntısını küresel ölçekte istihdam edebilen bu tarz artık kapitalist bir üretim tarzı değildir, yeni uygarlığın belirtisidir.

Bir düğmeyi tıklamakla, dünyanın dört bir köşesine, tek tek herkesin masa üstüne, üretilen yayını koyabilme yetisi, yeni üretim tarzının karekteridir. Kapitalist üretim tarzında, aynı sonucu elde edebilmek için, akıl almaz maliyetler, dağıtım şebekeleri, taşıma araçları filosu, kabarık iş-gücü, kurumlar, yöneticiler, memurlar ve bunlara ek, alıcının bu ürünü elde edebilmek için katlanacağı zorlukları eklediğimizde, iki sistem arasındaki nitelik fark tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar.

Tarihsel dönüşümün bu verilerinde yer alan insanların oluşturduğu topluluk, her ne ad alırsa alsın, nesnel yapısı itibariyle devrimci bir güçtür. Tarihsel dönüşümün dayanaklarından biridir. Bu örneği, üretim yapan tüm alanlara uyarladığımızda, tabloyu daha net görmemiz zor olmayacaktır. Bu gelişmelerin genel ve kapsayıcı olabilmesi için özgürlük ve demokrasinin na ölçüde gerekli olduğunu çıkarmak güç değildir.

Bu nedenle demokrasi ve özgürlük talebini burjuva liberal bir talep olarak algılamak hataların en büyüğüdür. Kimi aklı evvel "sosyalistler", demokrasi burjuvazinin işidir, daha çok demokrasi daha çok kapitilist süreç demektir diye kestirip atıyorlar. Bu, kesinlikle bir yanılgıdır. Kapitalizmin burjuva önderliğinde, feodalizme karşı mücadelesinde elbetteki demokrasiye ve devrimci duruşa ihtiyacı vardı, feodal sistem üretici güçlerin gelişimi önünde nesnel bir engeldi. Şimdi de kapitalizmin konumu budur. Burjuvazinin demokrasiden yana olma süreci artık tarihi olarak kapanmıştır. Emperyalizm çağıyla birlikte bu eğilimler sona ermiştir. Bu günün sınıf mücadelesi artık sistemin revize edilmesiyle ilgilidir, reformdur, daha rasyonel çalışması için, sistemin temel sınıf dengelerine bağlı olarak yeniden düzenlenişindir. Bu, ihmal edilmemesi gereken bir mücadele olsa da ne geleceği kurmak için yeterli bir özgürlükçü demokrasi üretebilir ne de tarihsel ilerleme için yeterlidir.

"Çağımızın Devrimciliği" başlıklı makalemde de dile getirdim. Algımdaki devrim için ve dolaysıyla devrimci görevler için hayati önemi olan referans, demokrasi ve özgürlüktür; bu unsurlar derinlemesine ve genişlemesine ne kadar kökleşirse, yeni sistem için daha sağlıklı bir süreç birikmeye başlamış demektir. Bir enerji biriktirme olayıdır. Yadsınmanın yadsınması kuralı gereği de bu enerjinin birikimi gereklidir; hem içte, hem de dışta olma esprisi budur.

Dikkat ederseniz yazımın spotlarında ve sonuç bölümünde kimi riskli ve yanlış anlaşılmaya açık algıları, ortadan kaldırmak için, ısrarla şunu belirtim: " Sınıf mücadelesi devrimci değil reformist bir mücadele olsa da işçilerin, emekçilerin yanında olmadan, onların hak kazanım davalarının önünde yürünmeden, özgürlük ve demokrasi alanlarını genişletme mücadelesi vermeden devrimci olunmaz ." (Çağımızın devrimciliği)

Siz de farketmişsiniz zaten, gerçek anlamda devrimle ilgili algım, geri dönüşü olmayan tarihsel bir devrimdir algısıdır. Marks'ın "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı" kitabının ön sözünde dile getirdiği ünlü cümledeki devrim algısı bunu izah eder. " Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar"

"İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar." ( Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz)

Bu belirleme gerçek anlamda metaryalist bir tarih algısını içeriyor. Toplumsal ilişkinin diyalektiği de budur. Bence yanlış olan, 19. ve 20 YY Markssist siyasi önermelerin, o kesitlerde yükselen sınıf çatışmasının baskısı altında, ekstrem bir boyut almasıdır. Bu hepimiz için geçerliydi. Doğu Avrupa devrimlerinin gerisin geriye dönüşünü, Sovyetlerin çözülüşünü, başka bir şeyle izah etmek mümkün değlidir; kapitalizm madalyonunun diğer yüzü olan toplumlar aslına döndüler. Bir gece ansızın siyasal bir kararla ilan edilen toplumsal mülkiyet ("sosyalizim"), bir başka gece ansızın, yine siyasal bir kararnameyle gerisin geriye (kapitalizme) döner. Bu sosyalizim değildir, sosyalizim bu ise, bu yeni bir üretim ilişkisi ya da yeni bir uygarlık değildir.

Eski toplumun bağrında, yeni toplumsal ilişkilerin gelişmesi, yeterli ölçekte olgunlaşmadan, eskinin tasfiyesi mümkün değlidir. Şimdi bu noktada söz konusu olan bir süreç bulunmaktadır. Marks bunu nerden çıkarıyor. Tabi ki, feodal sistemin bağrında kapitalist ilişkilerin gelmişmesiyle ilgili süreçlerden çıkarıyor. Marks'ın iddialarını tez haline getiren de budur. Zira böylesi tezler, tarihin tüm toplumsal süreçlerini izah edebilme kabiliyeti içinde olmak durumundalar, soyutlamaları bunu uygun değilse tez olma şansını kaybederler. Kuru bir iddia olurlar. Bu teze dayanarak, bir gece ansızın bir siyasal kararnameyle sosyalizm kuruluşunu izah etmek ise imkansızdır.

Devrimcilik, aşırı olmak, heyecanlı olmak, ekstrem olmak değildir, diye sözlerime devam edeceğim. Bu duyarlılıklar devrimcilerde olması gerenek diriliktir. Geçmişimizde bunun en iyi şekilde taşıdık. Bundan kaynaklanan görevlerimizi de yerine getirmekte bir an tereddüt etmedik. O günün verileriyle, algılarımızın doğruları arkasında durarak yürüdük. Her bedeli ödedik. Hala da ödüyoruz. Sorun bu değil. Sorun, tarih içinde, toplumsal evrimin birikim süreçlerinde, yerimizi doğru belirleyebilmektir. Bu sürecin neresindeyiz? dediğimiz zaman, devrimciliğimizin gerçekliği de belirginleşmiş olacaktır. Tarihsel süreçte, eskiyen sistemi ve ona ait tüm etkinlikleri, sınıfları ve bileşenleri belirleyerek, bunlarala ilgili belirgin duruşlar sergilemek ve tarih yönünde gelişen, ileriyi temsil eden ve dolasıyla devrimci olanın safında yerimizi almak. Ben de bunları dile getiriyorum.

İkincisi; Devrimciliği tek başına bir altyapı olayı olarak algılama hatası. Bu konuda bilinmesi gereken ilk şey, kendiliğindenci (determinist) hiç bir gelişme, yarattığı öznenin, düzenlemesi olmadan evrimini tamamlayamaz, bir ayağı sakat kalır. Determinizme dayalı devrimcilik, eksik devrimciliktir, insan eylemiyle değil, doğal süreçlerle ilgilidir. İnsan kaba ve doğal süreçlerin ürünü olan devrimciliği de eğiten bir varlıktır. Bu nedenle de insan toplumsal bir varlıktır.

Devrimcilik öznel bir çabada anlam bulur ve tamamlanır. Nesnel gelişmeler irade dışı olsa da aynı anda kendilerine ait iradeleri de geliştirir ve olgunlaştırır. Bu anlamda öznel tutum, boşluk olmadan gelip kendini ortaya koyar. Tarihte insanın rolü de bu noktada anlam kazanır. İnsan, tarihi verili nesnel koşullar üzerinde böylece yapılandırır. Alt yapıda ortaya çıkan gelişmelerin, aynı zamanda üst yapıdaki karşılıkları ve bunun için verilen emekler, bilgi dönüşümleri, bütünün birer parçası olarak yerlerini alır. Bir bekleme, kendi kendine olgunlaşıp sonuçlanma olayı ya da bunu izleme fiili değil, sürecin gelişme yönünü bilerek onu kültürleştirme, toplumsal bir prosüdüre oturtma, yön verme, eksik ve fazlalıklarıyla ilgili biçimlendirme çabası, devrimci çabanın da kendisidir; bunun kapsamı, insanı ve doğayı ilgilendiren her alandır. Bu yanıyla da eski toplum kapitalizme karşı her alanda, yeni uygarlığın altarnatif nüvelerini oturtumak gerek Bu da ancak siyasal özgürlük ve demokrasinin ikamesinde anlam bulur. Bu mücadele bu yanıyla çağın en gerçekçi devrimci mücadelesedir.

Bu durumda çağımızın devrimcileri olarak bizler de eski toplumun içinde olacağız ve eskinin ortamı içinde gelişerek onu yadsıyacağız. Bunun için birey olarak burjuvalar dahil (Senyörlerin topraklarını satarak, feodal sınıf mensubiyetlerini atıp burjuvalaşma olaylarında olduğu gibi), küçük burjuvalar, işçi sınıfı, tarım işçileri , köyleler, aydınlar, gençler ve bil cümle, toplumun tüm dinamik kesimlerini safımıza çekerek mücadele vereceğiz.
Bu açıdan sınıf mücadelesi yanı sıra, gelişen kadın özgürlük hareketleri, doğa koruma, çocukların korunması, inanç özgürlükleri, etnik özgürlükler gibi onlarca çeşit toplumsal hareket bu sürece katkı yapacaktır; önemli olan, bunu devrimci bir iradeyle yönlendirmek değerlendirmektir. Ama bu ne işçi sınıfı iktidarı için ne de küçük burjuva ya da eski sisteme ait bir sınıfın iktidarı için değil, gelecek toplumun, gelip sancısızca kendi ilişkisini oturtmak için vereceğiz. Gelecek kuşakların çıkarı da tam buradadır.

Bu çabanın ana teması nedir. Onu açıklamaya çalıştım.

Kapitalizmi aşacak olan yeni toplum bilgi çağının bilimsel ve teknik devremler çağının ortaya koyduğu gelişmelerin sonucu olacaktır, dedim. Böylesi bir sonuca varmak için özgürlüklerin, demokrasinin derinlemesine ve genişlemesine açılımı gerek. Bunun için, bu çağın devrimcilerinin, gelecek ileri toplumu kurma yönünde daha çok özgürlük ve demokrasi için mücadele etmeleri gerek. Bu mücadele sonuna kadar götürülebildikçe, yeni toplumun kurucusu olan veriler, daha çok ortaya çıkacaktır.

Bu noktada devrimciler kimdir sorusu gelir dayanır. Bunlar gelecek toplumun bir sınıfı, bir kastı bir etkinliği mi? Bunların üretimdeki yerleri nedir? gibi bir dizi soru gelir dayanır. Çok haklı sorular.

Ben hemen belirteyim. Gelecek toplum tüm özelikleriyle, belirgin ağırlığıyla, henüz yerleşmedikçe bu kadar ayrıntılı tanımlamalar yapmak, hiç bir işe yaramaz. Başkasını eleştirdiğimiz, hayalciliğe düşmek olur. Ancak söyleyecek lerimizde az değlidir.

Üçüncüsü; söyleyeceklerimiz, elimizdeki veriler ölçüsünde olacaktır. Tarihin gidişi evrensel ölçekte küresel üretim tarzına doğrudur. Bunu belirleyebiliyoruz. Bu, tekelci kapitalistlerin kanatları altında olsa da artık kapitalize ilişki değildir. Küresel üretim kapitalist üretim tarzından ayıran etmenler pek çoktur. Bilgi üretim sürecine girimiştir. Bu da sanal üretim ve tüketim süreçlerinin olgunlaşmasını getirmiştir. Artık en karmaşık komplekslerden, sıradan bir eşyaya kadar, sanal olarak üretilip denemeden (tüketilmeden) piyasaya inme durumunda değildir. Bu gelişme üretilen malın kullanım değerinden daha çok değişim değerini öne çıkarmaktadır. Bu eğirlme, kapitalizimdeki boyutundan nitelikçe farklı bir boyuta gitmektedir; artık ne ulus ne ülke ne de belli bir bölge merkezli üretem tarzları geçirli değlidir. Düz bir sahada, herkesin eşit şekilde katılımını sağlayabilecek, yer küremizin her bir köşesinden bilgi katılımıyla gerçekleşebilecek bir sanal üretim ilişkisi olanağını yaratılmıştır. Bu, kapitalizmde yoktur. Sanal üretim-tüketim süreci, tekelcilik, üretim araçları üzerindeki mülkiyetin verdiği ve sonuçta üretici güçlerin gelişimini engelleyen, çıkarına göre işlevlendiren üretim tarzından bir kopuştur. Dünyanın her köşesinde mübadele edelebilir yeterlilikleri olmayan bir üretim, artık kendine yer bulamaz bir aşamaya gelinmiştir.

Kapitalist üretim bildiğimiz hammade + üretim araçları+ iş gücü>> meta formülü ile tanımlanabilir. Küresel üretim ise, bir fabrika üretimi gibi değlidir; bu üretim tarzı dünyanın her köşesinden, burjuvazinin üretim aracı üzerinde mülk sahibi olmadan, internet ağlarıyla heresin ortak bir porjeye bilgisini aktararak yapılan sanal üretimle tanımlanabilir.

Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, sabrınıza sığınarak, "TEKNOLOJİ ve 'ÜRETİM TARZINDA DEVRİM' başlıklı makalemden uzun bir alıntı aktarcağım.

"Bu konuda yoruma gerek bırakmayacak bir açıklamayı Marks şu cümlelerle veriyor; ” Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital 2. baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)

Marks bu cümlesinin ardından bu iki olgunun (emek-gücü ve emek araçları) öyle bıçak kesiği gibi birbirinden ayrılmayacağı üretim ortamı sürecinde her ikisinin de bir arada istihdam edildiği bir geçiş süreci olduğunu da hatırlatmayı unutmuyor.

4. dipnotta ise Marks’ın cümleleri, tartışmalarımıza önemli bir gönderme sayılabilir; “

“Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz. Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında, tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan çok daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)

Birkaç tartışmadır alıntılara başvurmadan aktarmaya çalıştığım budur. Ancak okuduklarını kutsal metin sayanların alıntısız huşu olmayacakları için bu ayetleri aktarmayı gerekli gördüm.

Tartıştığımız konuyu tarih bağlamlarıyla soyutlamak için Marksın “18. yüzyılda sanayi devrimini başlatan” diye yorumladığı bu teknolojik dönüşüm kesitinde alet ile makine farkı üzerini söylediği şu cümleleri aktaralım: “ Gerçek anlamıyla bir iş-makinesi daha yakından incelersek, çoğu zaman epeyce değişik şekillerde olmakla birlikte, genel kural olarak, onda, el zanaatları ile manüfaktür işçilerinin kullandıkları aygıt ve aletleri buluruz; ancak şu farkla ki, bunlar, eskiden insan tarafından kullanılan aletler iken, şimdi bir mekanizmanın aletleridir ya da mekanik aletlerdir” ( Age. s:378)

Sayın hikmet Acun, Marks’tan yaptığımız şu birkaç alıntıyı 21. yüzyılın ortaya koyduğu bilim ve teknoloji verileriyle, bilgi ve iletişim unsurlarıyla bir kez daha okur musunuz.? Biz yeni uygarlığı bu yöntemle belirlemeye çalışıyoruz. Bu tarihi gelişmelerin önünün tıkayan kapitalist sistemin ve burjuvazinin de bu nedenle demokrasi karşıtı olduğunu belirliyoruz. Demokrasiyi savunmamız, tam bu noktada burjuvazinin çağımızdaki gericiliğinden çıkıyor bir devrimci duruş olarak beliriyor. Somut konuşmakta tas tamam budur. Yaptığımız, sistemin bir parçası olan ve en az siz gibi sistem içinde reformdan başka bir sonuca ulaşmayacak marjinal önermeler yapan liberalliğe de karşı bir duruştur. Çağın gerçekçi devrimciliği budur; demokrasi mücadelesini temel almayan bir devrimcilik bu çağa ait değildir.

Bizim yaptığımız Marks’ın “biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntem”ini, 21. yüz yılın verileriyle mantıki sonuçlarına götürme çabasıdır.

Engels bu konuyu şöyle özetliyor. “Bilimin her yeni yönü, bu bilimin teknik terimlerinde bir devrimi içerir” (Age. İngilizce baskıya önsöz, Frederik Engels) Buna açık olmayan kendini ne devrimci nede ilerici saysın. Hele hele Marksist hiç saymasın.

Üretici Güçlerin Dönüşümü

Teşbihte hata olmaz derler.

Önce, Marks’ın kapitalin ilk cildinin ilk cümlesini okuyun, “ kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği ‘muazzam bir meta birikimi’ olarak kendini gösterir. Bunun birimi metadır. Araştırmalarımız bu nedenle, metanın tahliliyle başlaması gerek “ (Age. s:49)

Teşbih ediyorum, küresel üretim tarzının, yani yeni ve gelecek uygarlığın zenginliğini “muazzam bir bilgi birikimi” olarak kendini gösterebilir. Bunun birimi transistorla başlayan bilgisayar teknolojisinin sanal bilgi birimidir. Araştırmalarımız bu nedenle sanal bilgi tahlilleriyle başlaması gerekir.

Bir başka teşbih,
Üretim tarzında devrim, büyük sanayide emek araçları ile küresel üretimde elektronik bilgi ağlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, elektronik bilgi ağlarının, emek araçları olmaktan çıkıp, sanal üretim unsurlarına nasıl dönüştüğü ve aralarındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” (Karl Marks, Kapital cilt I. İkinci baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları. Alıntısından teşbih yoluyla oluşturulmuş cümle )"

Bunu bir formülle karikatürize etmek istersek, şu önerilebilir: Evrensel ölçekte bilgi unsuru + elektronik bilgi ağları + sanal üretim ve sanal tüketim. Bundan sonrası ise nerede nasıl yapılacaksa somut olarak bir üretim devreye girecektir. Bu, dev feodal topraklar yerine küçük bir toprak parçasında makinalı kapitalist üretim yapmak gibidir; küresel üretimde ise makinalı üretimin hantallığı yerine, bilgi ve bilgisayarlarla daha da küçük bir alanda, daha büyük üretim etkinliği sağlamaktır.

Bu parametreler üzerinden söyleyebileceğim şey, daha çok özgürlük ve demokrasi yeni üretim sisteminin hızla gelişmesini ve hakim olmasını sağlayacaktır. Devrimciliğimizde buradadır. Devrimcilik bu anlamda, bir sınıfı belirlemekten çok, işlevsel süreci ve bu süreçte yer alışı belirlemek olarak algılanamaladır. Bu yüzden gelecek toplumun kuruluş mücadelesinde yerini belirleyen devrimcileri, eski toplumun sınıflarından birine mensup olarak tanımlamak hiç doğru olmaz. Yeni belirdikçe, açık ve net olarak gelecek toplumun sınıfı, kast ya da etkinliklerindeki yerimiz de belirlenmiş olacaktır.

Bana, ısrarla gelecek toplumun sınıflarını belirleyin derseniz, bunun bu gün tespit etmenin mümkün olmadığını söyleyeceğim. Onlar kendi tanımlamalarını, kendileri yapacaktır. Kapitalizm 10. yy dan beri evrimleşmiş, 1848 sanayi devrimiyle de oturmuş bir sistem. Bu sürecin son kesitlerinde bu tür isimlendirmeler sistemi tanımlamak üzere kulanılmıştır. 15.yy size bu soruyu sorsalar, vereceğiniz bir cevap olamazdı, sınıfların kim olduğunu söyleme durumunda olamazdınız. Buna rağmen o çağda, gelişmenin yönünü, artan keşif ve icatlarla, feodalizimden farklı ve yeni bir üretim ilişkisine gidildiğini söylemekte zorlanmayabilirdiniz. Bu nedenle, Marksın ünlü sözünü yukarıya aktardım. O alıntının en önemli cümlelerinden biri de şudur. "insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar." ( Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz)

Elimizdeki verilerle önümüze çıkan sorunların çözümü için yapabileceğimiz en kapsamlı önermeleri yapmak, büyük önem taşıyor. O da, demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesidir. Devrimcilik tas tamam bu noktadadır. Bunun için mümkün olan en geniş güç topluluğuyla hareket etmemiz yanlış değildir. Ancak bu, eski sistemin temel sınıf ve unsurlarının öncülüğünde olmayacaktır.

Dördüncüsü; Burjuvazi doğası gereği feodalizmden kurtulduktan sonraki sürecinde, üretici güçleri geliştermenin önünde önemli engeller oluşturmuştur. Daha büyük karların getirisine kanaat getirmediği yerde, bir yenilenmeye gitmemiştir. Ancak insan kollektif aklının bilgi çağını, bilimsel ve teknik devrimler çağını açmasıyla, burjuvazi de bu alanı denetlemek üzere kimi girişimler içinde olmuştur. Gelişmeyi kontrolu altına almak istemiştir.

Bu gün ise, kapitalizmin bağrında doğan gelişmeler hızla yaygınlaşmaktadır. Bu gelişmeler sistemin doğasıyla uyumlu değildir. Bilgi çağının yarattığı sonuçlar, birer üretici güç gelişmi olarak üretim ilişkileriyle çatışma halindedir. Emperyalizm çağında burjuvazi, gelişmelerin, sistimine yönelik yıkıcı etkisini frenlemek için, büyük direnmeler yapmaktadır. Savaşlar, nüfus alanları, baskılar, ekonomik bağımlılıklar, soğuk savaş süreçleri bunun birer ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar, sistemin öz savunma refleksi olarak belirmiştir ve doğaldır. Ancak bu doğallık, tarihin toplumsal ilerlemesine karşıttır.

Burjuvazi, gelişmelere karşı direnişinde yanlız kalmamak için, sistemin doğasında yer alan ve onun kopmaz bir parçası olan tüm güçleri yanın çekmek ister. Bu nedenle, işçileri, sınıf olarak (bu nokta çok önemli, işçilerin birey olarak duruşlarıyla, işçilerin sınıfı olarak duruşu çok farklı kıstaslara sahiptir) yanına çekme çabası verir. İşçi sınıfı, fabrikanın bir parçası olarak, iş-gücünü satan bireylerin bütünü olarak, kendi sistemini (kapitalizmi) bir noktadan sonra, koruma refleksi göstermesi doğaldır. I. Dünya savaşında Sosyal-demokrat partilerin savaşta gösterdiği sosyal–şöven tutumları bu açıdan ele almak gerek. Olay bir yanlış politika olayı değil, sınıfın sistemle olan doğal bağının, kaçınılmaz duruşu olarak gündeme gelmektedir.

Dünün batı Avrupa'sında, yani gelişmiş kapitalist ülkelerde olanların önemli bir kısmını bizim gibi ülkelerin işçi sınıfının yüz yüze kalacağı olayalar olarak algılamak yanlış değidir. Bunu iki açıdan görmek zor olmaz.

Birincisi, ekonomik kirzlerde işçi sınıfının, fabrikaların çalışma sürekliliğini sağlamak için ücretlerinin inmesine de razı olmasıdır. Bu noktada, Leninist politikalarda, ekonomik kirzlerden yararlanma siyaseti, bir yere kadar yararlı sonuçlar üretmişse de kalıcı olmadığı yeterince görülmüştür.

İkincisi, bir dış sorunda işçi sınıfının "ulusal çıkarlar" diye kendi burjuvazisinin şemsiyesi altında politik tutumlar geliştirmesidir. Ben bunu da işçi sınıfının kapitalist sistemin bir parçası olma konumuna bağlıyorum ve bunun hesabını yapmayan devrimciliği, işçi sınıfının duruşunu kavramakta yetersiz görüyorum.

Önceki yazılarımda, PTT ilitişimi ile İnternet iliştişimi arasındaki farkı işlemiştim. Dev ve hantal bir yapı olan PTT'nin nasıl da bir anda, itnernet iletişiminin bir tek tuşa basarak gerçekleştirdiği başarı karşısında, tarihin gerisine itildiğinden söz etmiştim. Bu adımı evrensel ölçekte, her işletme ve eski sistemin kurumlarına ilişkin ele alalım. Karşımıza ne çıkar ve bunun karşısında ilk direnecek olanar kimlerdir, diye sorumuzu soracak olursak gerçeği daha iyi kavrama şansını yakalayabiliriz ( tabi ki, bu değişim bıçak kesiği gibi olmayacağı için, direnmeyİde bir sokak gösterisi olarak göremeyeceğiz, evrimin uzun soluklu algısında bu direnişi görmek ise güç değlidir. Teorik bir anlatımda, konu işlenirken "direnme" kendi mantık tutarlılığı içinde yerini bulur) .

Bana göre, yeni sistemin gelişim evrimi sürecinde, burjuvazi ve işçi sınıfı bir biçimde omuz omuza verecek, gelişmeye karşı direnecektir. Ancak bu direniş zamana yayılmış olduğu için bizler ya da gelecek kuşaklar buna keskin köşeleriyle tanıklık yapmaya bilir. Böylesi gelişmeler, ciddi ve uzun bir evrim sürecinin ürünü olur.

Sonuç olarak şunu belirlemek gerek.

Gelecek toplum, eski toplumun hiç bir sınıfına dayanmayacaktır. Bu sınıflarla yürüyeceği bir mesafe olsa da. Eski topluma ait sınıflar er ya da geç, yeni sisteme karşı birlikte direnecekler. Bu direniş, bir savaş şeklinde belirmesi görekmiyor. Evrimin gelişim ve birikimini öteleme direnişi olarak da tecelli edebilir. Feodalizmin evrimci tarzda aşılması sürecinde olduğu gibi; Fransız tipi ile Prusya tipi arasındaki fark gibi.

Yeni toplum hangi yolu izlerse izlesin, devrimci görevlerimiz daha çok özgürlük ve demokrasi ikamesine endeksli olacaktır.