21 Ağu 2010

182. DOSYA. APTAL MUHBİR JOKER HAYDAR




APTALLIKTA REKORA KOŞAN
MUHBİR ŞEBEKESİ


Mihrac Ural
21 Ağustos 2010

 Paris toplantısında, İbrahim Yalçın için “MİT’en parayı almışsa o bir MİT ajanıdır” diyen adam sözünü yutmuşa benziyor. Onun öyle arkasında duramayacağı sözler söylemesi normal. Adam değil. Kişiliğinin hep öyle olduğunu, örgüt’e gelen tüm yazılı bilgilerden biliyoruz.
Aklımdayken bu joker Haydar’a sorayım, ortağın MİT ajanı İbrahim Yalçın’a sorduğumuz soru hala cevabını bekliyor.
İbrahim Yalçın MİT’le ne zaman ilişkiye geçtiğini saklıyor, üç ayrı ve çelişik tarih veriyor, gizlemeye çalışıyor. Net tarih istiyoruz.
Hadi bakalım Joker Haydar bu soruyu ancak sen çözersin…
 Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim…
 Bunu geçelim,
Dedeme çamur atma çabaları, bu tartışmalarda aileleri karıştırma ahlaksızlığının bir parçası olarak bu aptal kişide de kendini gösteriyor.
Muhatap almıyorum. Kanıtsız belgesiz dedikodulara verdiğim değer ayakaltımla ezdiğim izmarit kadar bile değildir.
Ancak bu kadar kaba ve hoyratça yalan söylüyorlar ki, insanlık adına bir nebze erdemleri olsa çevrelerinin yüzüne bile bakamazlar. Çevre olmayınca öyle oluyor…
Dedemin öldüğünü ve ölüm tarihini bile araştırma gereği görmemişler. Bunun için o kadar komik oluyorlar ki, “ önce dedeyi karala sonra mezarından çıkarıp yönlendirici ilan et” kargalar bile gülmez bu yalana.
Joker haydar bakın ne diyor; “Dede'nin, Torun üzerindeki hamilik görevi sadece 'siyasi savunma yapma, tahliye olabileceksinle' kalmıyor.” (H.Yılmaz. Mihrac Ural’ın ‘kadim’ koruyucusu kimdir?)
Oysa, dedem Suphi Bedir Uluç  24 Ocak 1977’de vefat etti. O tarihte ne itirafçı Engin Erkiner yakalanıp  (19 Ağustos 1977) adımı polise vermişti ne de illegal çalışmalarımız firar dönemimizin ülke çapındaki düzeyine gelmişti.
Dedem vefat ettikten sonra ise bu “yönlendirmeleri” yaptığını bu soytarı hangi teknolojiyle ahiretten haber aldığını yazmamış, ama biz bu gafını küçük beynine verelim…
Bir akıllı çıksın da bunlara ‘bu kadar kaba yalanla bir şey olmaz’ desin ve yazılarına yeniden balans ayarı yapsınlar diye tavsiyede bulunsun, derim. Joker ararken joker olmak bu olsa gerek.
Bu arada Dedem Suphi Bedir için kısa bir bilgi veren yazımı sizlerle paylaşıyorum. 

DEDEM SUPHİ BEDİR ULUÇ
(TBMM. 8. DÖNEM 1946-50 HATAY MİLLETVEKİLİ)
(Ölüm tarihi 24 Ocak 1977)

Merhum dedem Suphi Bedir Uluç (ölümü 24 Ocak 1977), CHP Milletvekili olarak 1950 yıllarının Menderes sivil diktatörlüğüne karşı demokrasi mücadelesi vermiş bunun kefareti olarak da cezaevine atılarak süründürülmek istenmiş bir demokrattı (27 Nisan 1960).
Dedem bir halk adamıydı. Hayatını Hatay halkı için siyasi çalışmalarla geçirmişti. Bunun için gerekli bedelleri de ödemekten çekinmemişti. Çocukları olmadığı için, kısıtlı mülkünü belediyeye, kamu hizmeti için park olarak hediye etmiş bir insandı.
Öleli on yıllar olan bu insanı, yalan kurgularla itham etmek kimin ne işine yarar. Hangi akıl ölçüleri böylesi ahlaksız bir söylemi ciddiye alır. DP iktidarının sivil diktatörlüğüne karışı mücadele etmiş bir milletvekilini karalamak kimin ne işine yarar.
Suphi Bedir Uluç, anne tarafından dedemin kardeşidir. Bu onurlu dede Menderes dönemi baskılarına karşı mücadelesinde göğsüne taşıdığı bir şeref nişanına da sahiptir, o da dönemin CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal'dan aldığı telgraftır.
Bu tarihi şahsiyeti anlamak için bu telegrafı okumak yeterlidir.
Evimizin duvarında çerçeveli olarak duran telgraf şu ibarelere havidir:
+++ 271 ANKARA YENİŞEHİR 10604 59 27/4/1960 === rumuzlarıyla dedem Suphi Bedir Uluç'a, CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal tarafından  gönderilen telgraf.
"SUPHİ BEDİR
CEZAEVİ İSKENDERUN
MERKEZ İDARE KURULU MARUZ KALDIĞINIZ DURUMDAN ÇOK ÜZÜLMÜŞTÜR.
DEMOKRATİK HAK VE HÜRRİYETLER UĞRUNA KATLANDIĞINIZ ASİL FEDAKARLIK
SİZİN VE ÇOCUKLARINIZ İÇİN DAİMA BİR ŞEREF OLACAKTIR. ADALETİN
TECELLİ EDECEĞİNDEN EMİN OLARAK, ŞAHSIM VE MERKEZ İDARE KURULU
ARKADAŞLARIM ADINA SEVGİ VE SAYGILARLA GÖZLERİNİZDEN ÖPERİM
CHP GENEL SEKREKTERİ İSMAİL RÜŞTÜ AKSAL"
( Milliyet Gazetesi Arşivi 27. 04. 1960, 1. Sayfa )
İşte Suphi Bedir Uluç budur.
Onurlu yaşadı, onurlu öldü. Bir halk insanı olarak zengin de değildi. Belediyeye, çocuklara park yapılsın diye hibe ettiği küçük toprak parçası dışında kalan mirası, akrabalarının hatıra diye aldığı bir kaç eski eşyasından ibaretti. Bu şerefli insanı diline dolayan ahlaksızlar, ulaşamayacakları seviyeleri şaibeli yapma uğraşındalar.
Antakya halkına düşmanlığıyla bilenen bu ırkçı-milliyetçi şebekenin gözlerini kin ve devlet görevi kör etmiştir. Bu süfli kişiler, örtebilirlerse, kendi kamburunu örtmeye çalışsın. Öleli on yıllar olan birini değil.
24 Ocak 1977’de vefat eden dedem Suphi Bedir Uluç, ölümünden yıllar önce siyasetin dışında kalan bir insandı. CHP’nin milliyetçi çevreleri tarafından da ötelenmişti. 24 Ocak 1977’de öldüğünde de uzun sure ağrı çektiği hastalığı dolaysıyla dışarı çok az çıkan bir insandı. Eski milletvekili olmasına rağmen, basit bir olayda bile devlette sözü geçmeyin bir insandı.
Demokrasi uğruna direnmiş bu insana dil uzatmak, olsa olsa Özel Harp Dairesi’nin kafa bulandırma çabası olur; buna alet olan kuklalar ise asla muhatap alınmaz. 
Diğer aptallıklar,
3 yıl çırpınıp durarak sonuç almamak bir iflasın olduğu kadar bir sendromun çırpınışları olduğunu söylemek yanlış değildir.
İflas derinleştikçe yalan kurgularda pervasızlaşacaktı. Nitekim öyle oluyor.
Üzüm üzüme baka baka kararırmış. Düzeyini hiçbir zaman, terazi kefesine koymaya tenezzül etmediğim bir aptal, aynı şebekenin genetik uzantısı olarak sallayıp duruyor.
 Bakan Nihat Matkap’ı Mehmet Ağarla eşitliyor, ilişkileri bilmeden cahilce çamur atıyor. Daha da ötesi insanların adını afişe ederek muhbirlik yapıyor. Anlaşılan bunun da işi bu olmuş…
Bu düzeysize ne denir bilmem.
Antakyalı acilciler buna en iyi cevabı verirler. Nihat Matkap bir demokrat kişidir, uzak da olsa hısım-akrabalık bağımız olan bir insandır. CHP içinde Baykal milliyetçiliğine karşı mücadele eden, kendine özgü siyasi eğilimlerine karşı, ilerici bir dosttur. SHP içinde en önde mücadele eden bir demokrattır. Bölgemizin en saygın halkçı insanlardan biridir.
Devrimci Kültür Derneği zamanında (1976) muhasebeci olarak komşumuz, dostumuz olan, kardeşi sınıf arkadaşım olan, Antakya’nın özgün sosyal ilişkisinde her zaman içi içe, bir aile gibi olunan bu insan ve ailesi Mihrac Ural’ın doğal dostlarıdır; gelecek siyasi mücadelenin de ortak paydasında yer alacak kişilerdir. Annemin vefatında Bakan değil,  Cumhurbaşkanı bile olsa gelip taziyede bulunması asaletinin sonucudur.
Joker Haydar’ın yaptığı bu densiz ihbarcılık, Nihat Matkap’ın siyasi faaliyetlerinin önünü kesme amaçlı Özel Dairelerin işi olup olmadığını ise okura bırakacağım.
Antakya’da halkından oy isteyen her ilerici hangi partiden olursa olsun Mihrac Ural’ın evine uğrar. Bunu anlamak için, Karanlık odaların karanlık amaçlı insanı değil, kitle ilişkisini bilmek gerek.
Bu gafları adamın çapsızlığına vererek mazur görüyorum.
Sözlerimi jokere bir fıkra anlatarak bitirmek istiyorum. Bir zamanlar devrimcilik yoksulluk algısıyla eşitti. Bu nedenle gökdelenleri yıkıp yerlerine güzel güzel gecekondu yapmak isteyenler vardı. Yani dervişin neyse zikri odur fiili. Bu insanların bu tür ilişkileri hayallerinde bile görmemeleri çok normal. Dönün bakın aile, köy ya da şehir çevrelerinden örgütledikleri bir tek insan var mı?...  

BOYKOT KİMLİKTİR

Mihrac Ural
17 Ağustos 2010

Bu referandum, tek seçenekli anti demokratik bir referandumdur. Farklı alternatifler için oy verme hakkı tanımayan bir referandumdur. Ya eskiye devam ya onun devamına devam demektedir. Bu yanıyla referandumda oy kullanma çağrısı, halkı, kendini aldatmaya çağırmaktır. Bu aldatmacada taraf olmak, hiçbir yönüyle demokrasi çabalarına katkı anlamına gelmez. Bu koşulda oy kullanmak siyasi kimliğini yitirmek demektir. Tutum değil, sayı olmaktır.
Bu referandumda seçme hakkı yoktur; seçme hakkı mantığına ters, tek alternatifli önerisiyle seçmenin her tercihini kendisi için bir onay anlamına getiren sistem, seçmeni kimliksizleştirmek istemektedir, özgürlüğünü kullanma şansını elinden almak istemektedir. Bu fasit dairenin bir parçası olmak, gerçek anlamda “kolaya kaçmak” demektir.
Zor olan, bu ağır dayatmalara karşı özgür olmak, kimlik sahibi olmak, kendini ifade etmek ve siyasal farklılığını korumaktır. Bu veriler içinde bunu özgürlüğü BOYKOT sağlar.
Kolayına kaçmak var olana ya da dayatılana boyun eğmektir, zor olan bunlar karşısında farklılığın var oluş dinamiklerini ifade edebilmektir, kendini olduğunu yansıtmaktır; bir tarafa angaje olmadan tek boyutlu öneriyi ret etmektir. Bu ise ancak BOYKOT’ta ifadesini bulur.
***

Anayasa paketi bir referandumla oylanıyor. Oylama tek seçenekli.
Darbecilerin 82 anayasası yürürlüktedir, HAYIR çıkarsa yürürlükte olmaya devam edecektir. Referanduma sunulan yeni anayasa paketi ise eskinin kimi yerleri değiştirilmiş halidir, özü, temel parametreleri ise aynıdır. Bu anlamda oylar hangi tercihe gidersi gitsin sonuç aynı kökten gelen anayasanın lehine olacaktır.
Bu bir kısır döngüdür. Buradan çıkmak için farklı olmayı gerektirir. Dayatılan ve nitelikçe farklı olmayan verilerin onayı anlamına gelecek EVET ya da HAYIR tutumu, birbirinden farklı bir sonuç üretemez; her iki tutum aynı madalyonun iki yüzüdür. Buradan çıkmak için, geride kalan yol BOYKOT’tur.
Referandumda boykot, sisteme angaje olmamış özgür iradelerin, kendine özgü kimliklerin tutumudur.
Sistem kendini yeniden üretirken ortaya koyduğu alternatiflere baktığımızda iki seçenekle karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz.
EVET dediğimizde onaylanacak anayasa paketi, gerçekte darbecilerin 82 anayasasının temel parametreleriyle oluşmuş bir anayasayı onaylamak anlamına gelecektir.
Önerilen anayasa paketinin temel mantık algıları, önceki anayasaların milliyetçi devamıdır; tek milletli olmanın değiştirilmesi bile teklif edilemez maddelerle korunmuş tek milletli bir anayasadır. Bu anayasa paketi iddiaların aksine, “kanunlar geriye işlemez” örtüsü altında 12 Eylül darbecilerini koruyan, yargılanmasını engelleyen bir anayasa önerisidir.
EVET cephesinde yer alan güçler, önerdikleri anayasa paketinin “yetersiz olduğu, daha demokratik bir anayasa için bir giriş olduğu”nu dile getirirler. Bu yaklaşım bile başlı başına, ortaya konan paketin handikabını göstermeye yeterlidir. Gerçekten demokratik bir anayasa yapmak varken, neden geçici olduğu yetersiz olduğu söylenen bir anayasaya EVET demek için çağrı yapılsın, bunun mantığı olamaz. Varsa bir mantığı, referanduma kadar halkı yeni ve daha demokratik bir anayasa hayaliyle oyalamaktır. Sonuçta, onaylanacak bu paketle yenileceğidir. Bu anlayış, onaylandığı an ölü doğan bir anayasayla karşı karşıya kalacağımızı gösterir.
HAYIR dediğimizde ise farklı bir yerde olmayacağız. Bu tavrın ilk adımdaki sonucu, 12 Eylül anayasasının yürürlükte kalmasına evet demektir. HAYIR diyenlerin bu referandumda bilinen ya da oylanmaya sunulan bir alternatifleri yoktur.
Bu referandumda iki ayrı anayasa önerisi yok. Verilecek oy EVET olsa da HAYIR olsa da sistemin ortaya koyduğu sınırlara kabul oy verilmiş olacaktır.
Bu referandumda farklı anayasal tercihler yarışmıyor, tek seçenek bulunuyor. Diğer seçenek ise yürürlükte olan darbe anayasasıdır.
Bu referandum, tek seçenekli anti demokratik bir referandumdur. Farklı alternatifler için oy verme hakkı tanımayan bir referandumdur. Ya eskiye devam ya onun devamına devam demektedir. Bu yanıyla referandumda oy kullanma çağrısı, halkı, kendini aldatmaya çağırmaktır. Bu aldatmacada taraf olmak, hiçbir yönüyle demokrasi çabalarına katkı anlamına gelmez. Bu koşulda oy kullanmak siyasi kimliğini yitirmek demektir. Tutum değil, sayı olmaktır.
Bu referandumda seçme hakkı yoktur; seçme hakkı mantığına ters, tek alternatifli önerisiyle seçmenin her tercihini kendisi için bir onay anlamına getiren sistem, seçmeni kimliksizleştirmek istemektedir, özgürlüğünü kullanma şansını elinden almak istemektedir. Bu fasit dairenin bir parçası olmak, gerçek anlamda “kolaya kaçmak” demektir.
Zor olan, bu ağır dayatmalara karşı özgür olmak, kimlik sahibi olmak, kendini ifade etmek ve siyasal farklılığını korumaktır. Bu veriler içinde bunu özgürlüğü BOYKOT sağlar.
Kolayına kaçmak var olana ya da dayatılana boyun eğmektir, zor olan bunlar karşısında farklılığın var oluş dinamiklerini ifade edebilmektir, kendini olduğunu yansıtmaktır; bir tarafa angaje olmadan tek boyutlu öneriyi ret etmektir. Bu ise ancak BOYKOT’ta ifadesini bulur.
Anayasalar oluşturulurken sonuçta elde edilecek toplumsal uzlaşma, sorunlarının aşılması anlamına gelir. Oysa bu referandumun mantığında böylesi bir zemin, böylesi bir ilgi de yoktur. Bu referandum, coğrafyamızın mozaik dokusunun sorunlarına çözüm önerilerini seçmenin önüne koymamıştır. Tek boyutludur. Referandumu AKP ve diğerleri arasında bir seçim rekabetine dönüştüren de budur. Farklı anayasa önermelerini içermediği için, siyasi partilerin bir yarışı haline gelmiştir.
Bu da referandumu kim kazanırsa kazansın, sistemin anti demokratik yapısını onaylama anlamına gelecektir;  siyasi partilerin seçmenleri paylaşma savaşı olmasının nedeni de budur.
Bu yanıyla EVET demek AKP’ye kan taşımaktır. HAYIR demek de CHP ve MHP’ye kan taşımaktır; tarihlerinin hiçbir döneminde demokratik hiçbir anayasaya eğilim göstermemiş milliyetçi-ulusalcı güçlerin yörüngesinde olmaktır.
Bunlardan birini tercih etmek, öncelikle özgür siyasal tutumu yitirmektir, yörüngeye takılmaktır.
Oysa bu dönem, her zamandan daha çok demokrasi güçlerinin kimlik sahibi olarak halkın karşısına çıkma dönemidir.
Seçmen böylesi süreçlerde kimliksiz bırakmak, akıntının sürüklenişine esir etmek, bağımsız kararını öteleyerek çıkarının olmadığı siyasal tercihlere angaje etmektir. Devrimcilerin görevi bu olamaz.
Solun kafa karışıklığı bir ölçüye kadar burada yatıyor. Seçimlerde oy kullanmakla, bu referandumda oy kullanmayı aynı kıstaslarla ölçüyor.
Seçimlerde oy hakkının kullanılması demokratik bir tutumdur; çünkü önünde kişi ya da siyasal parti tercihi birçoktur, en kötü koşulda bağımsız adayları bulunabilmektedir.
Çok seçenekli seçimlerin sonucu, olumlusuyla olumsuzuyla seçmenin hanesine yazılır. Doğru tercih doğru sonuçları imkanlar ölçüsünde de olsa üretir. Yanlış tercih ise bir sonraki seçimlerde gözden geçirilme şansına sahiptir. Oysa bu referandumda seçme hakkı yok, hatayı düzeltme şansı da. Seçmenin oyu, EVET-HAYIR denilen iki ağızlı keskin bıçak gibi, öncelikle seçmeni kesecektir.
Ülkemiz tarihinde bu güne kadar 5 anayasa yapılmıştır. Bu anayasalar onlarca değişiklikle kalbura çevirmiştir. Ancak yüzleri aşan değişikliklere karşın hiçbir zaman ülkemiz gerçeğini yansıtan demokratik bir anayasa oluşturulamamıştır. Bu anayasalar ve değişikliklerinin ortak çizgisi ülkemiz gerçeğinin tam aksine, tek milletli bir dayatma anayasaları olarak yürürlükte olmuştur. Üstelik bu çizgi tüm anayasalarda “değiştirilmesi bile teklif edilemez” diye yer almıştır.
Bu anlamda tüm maddeleri değişse de değişmesi mümkün olmayan bu maddeler var oldukça demokratik bir anayasa oluşturulamaz.
EVET ya da HAYIR’dan oluşan iki ana eğilim, boş teneke misali çok ses çıkaran çatışmasına rağmen, sistemi yeniden üretme açısından aynı kulvardadır. Bu eğilimlerin içinde kendi özgün yapısı ve farklılığıyla yer alıp orijinalitesini koruyabileceğini sananlar yanılmaya mahkumdur. Bu kulvardaki her tutum aynı yanlışa angaje olmakla sonuçlanır.
Bu ise demokratik anayasa için bir çıkış kanalı olamaz. Tersine sistemin önümüze koyduğu, birbirinin devamı olan anayasala boyun eğmek anlamına gelir. Sol bunun sorumluluğunu ne kendi açısından ne de tarih karşısında taşıyamaz. Tarihiyle yüzleşmesini yapmamış bir solun yeni handikaplarla sırtındaki yükü artırması mantıklı değildir.  
Oysa etkisi ne kadar güçsüz olsa da bir özgürlüğü, bir bağımsız tutumu, bir kimliği ifade etmesi itibariyle BOYKOT gerçek anlamda sistemden çıkışı ve gerçek anlamda demokratik bir anayasa için kapı açma anlamına gelecektir.
Boykotta yatan özgür davranış, kendine ait olmayan tutumlar içinde kaybolmadan, kendi orijinalitesiyle var olma hakkını kullanmaktır. Bu hakkı kullanırken birilerine göre azınlığa düşmenin hiçbir önemi yoktur. Kimliğini korumak kimliksiz olmaktan daha büyük bir çoğunluk anlamına geleceği açıktır.
Bu referandumda BOYKOT’u anlamlı kılan, halka gerçekçi mesaj taşıyan tutum da budur.
EVET ya da HAYIR tutumuyla sayı olabilirsiniz.
BOYKOT ise kimlik kazandırır.