7 Oca 2010

156.dosya : İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER'İN "PELTELEŞMİŞ" AKLI




İyi günde kötü günde şehitlerimizle bir arada olacağız, verilmiş sözümüz var başaracağız...




Türkiye devrimci hareketi tarihinin önemli isimlerinden biri THKP-C (Acilciler)’dir. Bu ad sadece yaptığı eylemlerle değil, ideolojik olarak ortaya koyduğu tutum ve literatürüyle, ortak ülke algısı ve buna uygun siyasal duruşuyla, Birlik, Cephe, Platform gibi ülke sol tarihinin en önemli bileşenlerinde kurucu olmakla belirlenen bir yer alıştır.
Bu kadar mı? Hayır...
THKP-C (Acilciler); işkencelerde dik duruşla, zindanlarda en aktif devrimci tavır sergilemek, Sinop Kalesini tarihe karıştıracak yangında, bulundukları tüm cezaevlerinde özgürlük tünellerine, Mamak'ta ilk direnişe öncüsü olmakla, başarılı firarları ve zindanları bir eğitim alanına çevirmekle kazanılan bir konumdur.

Bu kadar mı? Hayır...
THKP-C (Acilciler), yurtdışında var oldukları her ülkede ve alanda siyasal görevlerini yerine getirmekle; Paris’te Fransız işçi sınıfıyla, komünistlerle, devrimcilerle, Almanya'da, Hollanda'da, Yunanistan’da aynı duruşla mücadeleye atılarak ve Avrupa’da, Ortadoğu’da, Libya’da zindanlar yatılarak kazanılmış haklı bir isimdir.
Bu kadar mı? Hayır…
Başkası, Filistin davasında en militan yabancı güç olarak yer almakla, Güney Lübnan'dan, Beyrut kuşatmasına (1982), oradan Kuzey Lübnan Trablus savaşlarına (1983) şehitler vererek, mücadeleyi omuzlamakla, bu dönem boyunca kongresini, konferansını yaparak, ülkede 12 Eylül rejimine ve sivil güçlerine karşı mücadeleyi yükselterek, dik durmakla ülkemiz devrimci mücadele tarihinin temel taşlarından biri olmuştur.
Bu örgütü kim yarattı?
THKP-C (Acilciler), en küçük katkıdan en büyük katkılarına kadar bu gerçek militanların, kadro ve yöneticilerinin emekleriyle oluştu. Sorumlulukta kimsenin diğerinden üstünlüğü olmadan bu örgütün oluşumunda ve yükselişinde yer alındı. Örgütün geçmişinde ve bu gününde yer alan bu insanlara hiç kimse "Pelteleşmiş Acilciler" diyemez. Bunu söylemeye yeltenen her kim ise o sadece Pelteleşmiş aklıyla, kin ve düşmanlık kusuyor demektir. Şahsi hiç bir çıkara tenezzül etmeden hayatının en önemli kesitini demokrasi ve özgürlük mücadelesine özveriyle sunanlara bunu söyleyecek olanlar, devletin, Özel Harp Dairesinin diliyle saldırıyor demektir.
İşte bu saldırıların polis işbirlikçisi, itirafçı Engin Erkiner'den geliyor olması, arkasında nelerin olduğunu anlatmaya yeterlidir; ortağı MİT ajanı olan bir itirafçının görevi de tas tamam budur. İhbarlar furyası ve ifşaatlar bunun için ortaya serildi, yalan üzerine yapılan kurgular, belge ve kanıt yerine, ölü konuşturucusu kuklaların devreye sokulması da bu yüzden gündeme geldi.
Acilcilerin örgütlü geçmişlerine ve bu gününe yapılan saldırı, devletle Acilciler arasında bitmemiş savaşın devamından başka bir şey değildir. İtirafçı Engin Erkiner'in safı da buradadır.
Sonra,
Ortaya koyduğumuz belge ve kanıtlar karşısında, itirafçı teslim oldu, arka arkaya itiraflarda bulunmaya başladı. Özürsüz de olsa, kaçamak cümlelerle de olsa, bu itiraflar ortaya dökülmeye başladı.
Örgütsel tarihimizin akademik ölçekteki yazımı için anlamlı olan "TDAS'ı Kim Yazdı ?" diye sorduk.


Belgeleri, kanıtları ortaya koyduk. Bu bizim yoğurt yeyişimizdir. Duyumlarla, söylentilerle, ölü konuşturuculuğuyla, üçüncü kişilerin onayına muhtaç iddialarla konuşmayacağız dedik ve öyle yaptık.


Belgeleri ortaya koyduk. Alıntısız kimsenin adına tek bir cümle kurmadık. "60!" başlıklı yazısında, Polis işbirlikçisi, itirafçı Engin Erkiner itirafa mecbur kaldı. TDAS'ı kendisinin yazmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Ama bunu utanma bilmez yöntemiyle yaparak muğlaklık içine atmaya çalıştı. Kelime oyunlarıyla, demogoji ve kurgularla, okuru saptırmak üzerine kurulu olan yazım tarihini burada da göstermeye çalıştı. Ancak kaçacağı bir köşe kalmamıştı.


İtirafçı, açıkça, "TDAS bir kollektif yazıdır, ben yazmadım, daha önceki yazılarımda ben yazdım demiştim, şimdi özür diliyorum" diyeceğine, okuru aptal yerine koyan muğlak bir cümlede bunu ifade ediyor.


"Bu yıl 60 yaşında oluyorum. Bu yıl, aynı zamanda benim için yıldönümleri yılı… Örgütlü devrimciliğe başlamamın 40. yılı, TDAS’ın yazılmasının 35. yılı, hapisten kaçmamın 30. yılı..." (İtirafçı Engin Erkiner "60!" başlıklı yazısı)


Cümleyi dikkatlice okuyon. 60 yaşın kerametlerini sayarken, "devrimciliğe başlamamın 40 yılı" diyor; "..mamın" takısıyla bu cümleden de anlıyoruz ki kendisi 40 yıldır "devrimcilik" yapmış. Diğer cümlede ise, "hapisten kaçmamın 30. yılı" diyor; yine "..mamın" takısıyla bu cümleden de anlıyoruz ki 30 yıl önce kaçmış.



TDAS'a gelince; bakın cümleyi nasıl kuruyor "TDAS'ın yazılmasının 35. yılı" diyor. TDAS'ı yazmamın 35. yılı diyemiyor, "yazılmasının 35. yılı" tabirini kullanıp, iyelik ekinden vazgeçerek veriyor.


Böylece, TDAS'ı yazdığını iddia ettiği önceki yazıların üzerinden, özürsüz geçip gidiyor... Bu da bir tür yazım ahlakıdır bunu anlarız ama, bu Acilci yazım ahlakı hiç değildir bunu da iyi biliriz...


İtirafçıdan bu itirafta yeter bizim için. Bizim aradığımız örgütsel tarihimize ilişkin bir cevaptır. Kişinin iç dünyasındaki labirentlerden ortaya serpilen kelime oyunları değil.


Sonuç,


TDAS kollektif bir yazıdır, birinin yazısı değil, itirafçı'nın ise hiç değildir.


Sonra,


Israrla dile getirdim, itirafçının ne TDAS öncesi ne de sonrası (1974-1982) ciddi, temel siyasi konularla ilgili tek bir makalesi yoktur. Bu örgüte yazınsal hiç bir katkısı olmamıştır, dedim. Yazdığı yazılar diye ortaya koyduğu şey ise, parantez içindeki tarihlerden de anlaşılıyor ki, 2000'li yıllarda yazdığı romanları ve okura ne günce ne de tarihi bir bilgi katkısı değeri taşımayan "Bulgaristan'da Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş"i aktarıyor.


Burası yeri değildir ancak belirtmeliyim. Kişi böylesi yazıları yazmadan önce, sosyalizm algısını netleştirmeli ki, hangi ülkenin, hangi sistemden, hangi sisteme geçtiğini anlasın ve anlatabilsin.


İtirafçı bilgi yoksunudur, bilmiyor. O, 20. yy. sosyalizmini ayrı bir uygarlık sanıyor. Uygarlıklarda geri dönüş gibi, tarihte mümkün olmayan bir önerme yaparak sosyalizm algısını ortaya koyuyor. İtirafçının sosyalizmi, bir gece ansızın iktidara el koyanların siyasi bir kararla özel mülkiyetten, toplumsal mülkiyete geçmekten ibarettir. Bunun için de geri dönüşü zor olmuyor. Böylesinin ne sosyalizim ne de yeni bir uygarlık olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Bunun için önerim, itirafçı son yazıları okusun orada sosyalizm algısı ve uygarlık bilgisinden çok yararlanacaktır.

İtirafçıya sömestir ödevi vereyim ki, bu konuyu daha derinlemesine içselleştirsin.


Ön bilgi,

Bir gece ansızın, bir siyasal kararnameyle toplumsal mülkiyete geçmek sosyalizm değildir; böylesi, kapitalizm madalyonunun diğer yüzüdür. Bu tarzda kurulan şey, yine bir gece ansızın, Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde olduğu gibi, bir siyasal kararnameyle özel mülkiyete geçer. Tarihsel devrimler olmaksınız, uygarlıktan uygarlığa geçilmeksizin, teknolojik devrimin yol açtığı üretim tarzındaki devrim olmaksınız, yeni bir toplumsal formasyona geçilemez. Sınıf mücadelesi ihmal edilmez bir mücadele olsa da, yeni bir üretim tarzına geçiş için temel değildir. Her sınıf mücadelesi, sözkonusu sınıfların içinde doğup büyüdüğü sistemin rasyonel işlerliği için aralarındaki gerginliği ifade eden bir mücadele içinde olurlar. Bunun adı reform mücadelesidir, sistemi iyileştirme mücadelesidir, hakları aynı sistem içinde genişletme mücadelesidir. Bu mücadele asla ihmal edilmemelidir de. Ancak bu mücadele, yeni bir üretim tarzı yaratmaz, sisteme ait sınıflar kendi sistemlerini yıkamaz, ancak onunla birlikte tarihe karışırlar. Bunu yapacak olan, eski sistemi aşan verileriyle (teknolojik ilerleme, toplumsal gelişme, insan unsurunun yetkinleşmesi vb.) tarihsel devrimdir. İşte bu devrimin geri dönüşü olmaz. İnternet iletişim ağından, PTT iletişim sistemine geri dönülmeyeceği gibi...

Ödev,

Sosyalizm ne değildir, sınıf mücadelesi neyi başaramaz, hangi devrimin geri dönüşü yoktur?

Hadi iyi tatiller...

Diğer konulara gelince;

A- Malik-Meryem Kılıç açıklaması

Liste olayıyla ilgili olarak, başkasının adına sahte açıklama yayınlama işiinde İtiraçı Enginin mahretlei, bir alışkanlıktır.

Bir yoldaşın yayınladığı bir yazının altına isim listesi koyması üzerine "listelerde kişinin haberi olmadan imzasını kullandılar" diye feryadı figan ettiler. Sonuçta anlaşıldı ki bu sahtekarlığı kendileri yapıyorlar. Mihrac Ural’ın bilgisinin olmadığı "liste" olayını, "Mihrac Ural listesi" diye lanse etmekten çekinmediler. Bunu yaparken utanmadan da "bahanesi cürmünden büyük" olan, başkası adına "yazılı açıklama yapma" cürmü işlediler.

Malik ve Meryem Kılıç gerçek yazılı açıklamalarını yapınca da "Malik Kılıç olayı… Tanımam etmem… Haydar Kılıç arkadaşımızın gönderdiği bir iletiydi." (İtirafçı Engin Erkiner "60!" başlıklı yazısı) diyerek, suçu başkasının sırtına yıkmaya çalışıyor.

Malik ve Meryem Kılıç adına itirafçının sitesinde sahte bir açıklama yayınlanmıştır. Olay budur. Bu sahte açıklamayı kim göndermiş olursa olsun, sitesinde yayınlandığına göre sorumlusu itirafçıdır.

İtirafçı aptal, Malik ve Meryem Kılıç gibi yoldaşları bilmiyor. "Tanımam etmem..." diyerek de küçümsemeye kalkışıyor. Herkese ve her şeye yaklaştığı gibi. Evet, esasında bu ahlaksızın kimseyi tanıma şansı da yoktur, çünkü Acilci değildir. Malik ve Meryem Kılıç yoldaşları benim burada anlatmam uygun düşmez, buna ihtiyaçları da yoktur. Bu isimler onurlu insanların adıdır, mücadelenin orta yerinde yer alışın adıdır, TEK YOL DEVRİM dergisinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünden bu güne bir geleneğin duruşudur. Bu isimleri bilmeden, bir soytarının gönderdiği iletiye dayanarak itirafçının oynadığı oyun ise Mihrac Ural sendromunun yarattığı kaosların dışa vurumudur. İtirafçının iç kanamasıdır. Malik ve Meryem yoldaşın ortaya koyduğu yazılı açıklama ise, bir Osmanlı tokatıdır; kişinin yalandan kızarmayan yüzünü kızartacak cinstendir.
Bu olay bize bir kez daha şunu göstermiştir. İtirafçı özür dileyecek kadar erdem ve onur sahibi değildir ve sorumluluk almaz, en yakın arkadaşını bile yarı yolda bırakır, sahiplenmez. Tıpkı, kendisine ileti gönderen soytarıyı satması gibi.

Anlayın artık beyler, bu itirafçıyı iyi tanıyın. İtirafçı adamı satar...

İtirafçının sattığı soytarıya gelince, bu herife ilişkin algılarımda hiç bir şey yoktur. Benim için böyle biri yok, bu nedenle söyleyecek sözüm de yok. 19 Ağustos 1977'den beri Acilciler örgütünün başında bulunuyorum, böyle bir isme rastlamadım. Ama bu günkü gelişmelere bakarak anlıyoruz ki, poliste aynı tutum içinde olanlar birbirini çok kolay buluyor...

B- Antakya'ya giriş olayı

İtirafçı, "Antakya'ya girdik" diyor. Bu güne kadar girmemiş olduğunu itiraf ediyor. Bu gün girdim dediği ise kocaman bir yalan. Bilmediği şey, Antakya’ya 5 Temmuz 1938'den beri ve hatta daha öncesinden MİT ajanları girmiştir. Bu şebeke, devletinin gölgesi altında girip çıkmaya da devam ediyor.
Peki bu teşkilat ve kuklaları "Antakya'ya girmiş"te ne olmuş, onlarca yıl sonra bu halkın demokratik hak taleplerini yok edebilmiş mi? Hayır edememiş. Bütün mesele budur. Buna rağmen Antakya bu çirkin insanlara yasaklı bir yer olmaya devam edecektir. Burası Antakya bir başkent, burada var olmak için ne etnik ne inançsal bir özellik gerekmiyor. İnsan olmak, köklü olmak ve orijinal olmak yeterlidir.

16 Ocak 2010 Cumartesi günü sonunda yazılan bu yazılara vesile olan bir mutluluk töreninde Eski yeni Kadim ama bir okadar yeni yüreklerle bir araya geldik, sarıldık, kucaklaştık. On yıllardır görmediğimiz eski ve yeni Acilcilerle. Bu buluşmanın tutkun sevgisinden ortaya çıkan mesajı, hırlaşmadan başka bir anlamı kalmamış bu tartışmalara son vermek üzerine yoğunlaştı.
Bu buluşma bir kez daha göstermiştir ki, Mihrac Ural ve yoldaşlarının mücadelesi ülkededir. Her yerde, yoldaşlarının aklında ve omuzlarında, onları temsilen yürümektedir. İtirafçının farkında olmadığı gerçek de budur. O, ülkenin hiç bir yerinde değildir. Aramızdaki küçük fark budur.
Cumartesi günü bu mutluluk töreninde bir araya gelişimizin mutluluğu vardı. Kendi adıma, Onların duruşuna, birikimlerine, sorumluluk duygularına tanık oldum. Onurlandım. Çevremizde oluşturdukları tutkun sevginin mahcubu da olduk. Sırtımıza daha da büyük sorumluluk vermiş oldular, onlara karşı görvelerimizi daha iyi yerine getirme azmi taşıdık. Sağolsunlar.
Okurlarıma ve halkıma söz vermiştim. Şehit mezarlığı bir ziyaretgah olacaktır diye. Bu buluşmanın en anlamlı yanı da şehit mezarlığı gezisiydi. Şehit mezarlığında bir kez daha kenetlendi bileklerimiz, halkımız için bir kez daha derlenip toplandı bilincimiz. Buna vesile olan çifte buradan mutluluklar diliyorum, yiğidim, aslanım yoldaşlarıma da başarılar...