Mihrac Ural
4 Mart 2010
Tarihle yüzleşmemizin bir parçası olarak, insan hakları ihlali müzesinde olması gerekenler sokaklarda meydan okuyor
Antakya Belediyesi Mehteran takmı kurmuş. Halkın hangi talebi üzerine bu kararı alıp, el çabukluğuyla hayata geçirmiş, kimsenin bir bilgisi yok. Aniden şehrin orta yerinde, kıymeti kendinden menkul bu karar tecelli etmiş; Palyaço kılıklı giysiler içinde, tarihin barbarlık çağlarına ait meydan soytarları tamtamlarıyla cazgırlık icra eylemişler ( bu gün, 4 Mart 2010).
Tarihin en çirkin kesitlerine ait, çağdaş insanın reddettiği, en ilkel savaş, katliam ve vahşeti çağrıştıran Mehtaranın icrası, şehrimize ait her türden değeri ayaklar altına alma girişi olarak belirmiştir. Korkuların, kıyımların, "yaşamak için katletme" felsefesinin korkaklığına, cesaret şerbeti olarak sunulan Mehtar, ritmiyle, güfteleriyle, düşmanlık üzerine, düşman yaratma ve ona karşı ölüm kusma siyaseti üzerine kurgulanmıştır.
Mehtaran, Osmanlının tipik müziğidir; başka milletlerin emek vererek alın teriyle ürettiği değerleri gasp ve talan etmek için bir kışkırtma temposudur. Bu tempo, hattı hümayunların istila harekatları için, "öncü Kurt" olarak abesle iştigaldir. Buna anlamak için bir kaç Mehtar marşını birlikte okuyalım, neyin mesajını ne amaçla verdiğini bilince çıkaralım.
BUNA ER MEYDANI DERLER
Buna er meydanı derler
Bunda söz olmaz yandım aman aman
Çifte yürekli erkekler
Şahım gelir bu yane yandım aman aman.
MEHTER VURUYOR
Türk ordusunun şan dolu bir satvetidir bu
Fethin, Mahaç’ın, Niğbolu’nun haşmetidir bu.
Mehter bize bir ruh veriyor, tâ nerelerden
Meriçlerle,Çanakkale,Yemen’den, Kore’lerden.
ESKİ ORDU MARŞI
Ey şanlı ordu,ey şanlı asker
Haydi gazanfer, umman-ı safter
Bir elde kalkan, bir elde hançer
Serhadde doğru ey şanlı asker.
ARTAR CİHATLA ŞANIMIZ
Artar cihadla şanımız
Fahr-i Resûl sultanımız
Şer-i bize insanı Hak
Uğrunda aksın kanımız.
DEVLET MARŞI
Orduların etse sefer
Yol gösterir avn ü zafer
Mansûr olur her bir nefer
Düşman kalır bî-tâb-fer.
Bu kültür, çağdaş bir kültür değildir. Bu kültür, barış kültürü değildir. Tarihle yüzleşme ihtiyacı olan bir toplumun, iç barışını ve farklılıklarının demokratik haklarını çözme sorunuyla yanıp tutuşan bir ülkenin kültürü bu değildir. Geçmişinde böylesine ilkel bir fenomen barındıran toplumlar, bunu yeni kuşaklarına olumsuzluklarıyla anlatma yükümlülüğü altındalar. Bunun için, tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi, insan hakları ihlalleriyle ilgili kuralan müzeler açılmaktadır; Mehtaran gibi savaş ortağı ve artığı, kanlı söylem naralarını, buralarda sergiler, sokak ortasında meydan okuyarak değil...
Mehtar. Osmanlının en sancılı son yüzyılının başlangıcında bile devamı istenmemeştir. Sultan II. Mahmut tarafından, 15 Haziran 1826 tarihinde, Yeni Çeri ocağıyla birlikte lağvedilmiştir. 1914 te bir kez daha kuruldu. Ancak Cumhuriyet dönemi ve yönelimlerine ters düştüğü açık olan, Mehteran dönemin Savunma Bakanı Zekai Apaydın tarafından, "saltanat alâmeti" sayılarak kaldırılmıştır. Bu süreç İstanbul'un 500. fetih yılı dolaysıyla, 29 Mayıs 1953 tarihinde bir kez daha, bölgemizde ve dünyada NATO'nun maşalığını yapan siyasetlerin bir nefesi olarak sürece salınmıştır. NATO eyiyle üretilen Kirli Kore savaşına, aynı halkı birbirine boğazlatmak üzere kışkırtalan bu savaş üzerine, yukarıda aktardığımız "MEHTER VURUYOR" parçasında dile gelen ve olayı bir fetih hareketi olarak tanımlyayan, Kore'lerden Mehterin nasılda "ruh verdiği" dile getiriyor.
Mehtaran, Atatürkün farklı bir planla kurulduğu iddiasında olduğu Cumhuriyete karşı bir yıkım kültürüdür, ölüm kültürüdür. Atatürk, Osmanlıyı tanımlarken “Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay, Türkçe İbadet, s;154) Demiştir.
Mehtaran, bu "serseriliğin" korkularla bezenmiş içgüdüsel refleksleri teskin eden uyuşturucu bir dopingdir.
Antakya halkına, kültüler derinliklerine, barışına karşı bir darbe gibi inen bu soytarılık, Beledi Başkanının malum marifetlerinden biri olarak siciline girmiştir. Bu yıkıc bölücülük, bu çılgın adım, bu şehir anlımlı bir birlik haline getiren farklılıklarına karşı pervasızca yapılan bir tecavüzdür.
Antakya Belediye Başkanı olarak maruf bu köhne akıl "Üniversiteyi temizledim, şimdi sıra Antakya'yı temizlemekte" diye buyurmuş. Bu ilkel olduğu kadar çirkin söylemiyle doğru orantılı işler becerme çabası, Antakya'ya yeni kirlilikler katma girişiminden başka bir şey değildir. Şehrimizin barış üzerine kurulu dokusu karşısında bu söylemler, harakiri sonrası nabız atışından ibarettir.
Belediye başkanı denilen bu kişi bilmelidir ki, sabahın bir sahibi var; bu Kadim Roma kentinde güneş doğunca yarasalar ve çığlıkları sığınacak mağara ararlar.
Bu şehir farklılıklarıyla bütünsel bir değerdir; Ateşle oynamak, farklılıklarla oynamaktan çok daha ehvendir. Şehrimizin kültür dokusuna ait geçmiş değerler her ne ise yok edilemez. Ancak geçmişin ilkellikleri bir müze sergisi kapsamından çıkarılarak sokak ortası meydan okuma aracına dönüşürse, burada durmak gerek. Bu yazının gösterdiği duyarıllık da buradan kaynaklıdır.
Şehrimizin Kadim Roma Köprüsünü yıkanların açtığı yara hala kapanmamışken, Antakya adının nufüs Kimliklerinden silmek için, doğum yeri "merkez ilçe" adlı bir isimlendirme yapa girişimleri yürürlükteyken, savaş tamtamlarını da dayatmak bu halkın sindirebileceği bir şey olduğu sanılmasın.
Belediye Başkanı bu şahıs Antakyayı bilmiyor. O, belli ki bir kolonide, aklı örümcek ağlarıyla örülü yaşamıştır;bu şehrin ana dilini, özgürlük ve barış sevdasını içine sindiren dar sokakların mesajını almamıştır
Belediye Başkanı denilen bu şahısın handikabı, Antakya ve halkının tarihi karşısında okyanusta bir nokta bile olmayan geçici iktidarların, geçici gücünü karşılaştırmasıdır. Burada işlediği hata, ele geçirilen belediye ganimeti üzerinde tepinmesine yol açmaktadır. Yaptığı, belediyecilik değil, belediye olanaklarıyla kılıç kalkan oynamaktır, göz dağı vermek, "ben buranın hakimi olarak farklılıkları ötekileştirmekte bir beis görmem" demektir. Bunu yaparken ortaya koyduğu pervasızlık, akıllara ziyan bir Osmanlı aklından başka bir şey değildir.
Osmanlı aklını bilmeyenler bunu da örğrenmekle yükümlüdürler. Bu akıl tarihin en çirkin akıllarından biri olarak Atatürk'ü bile mağdur etmiş, onu kovuşuturmuş, idama mahkum etmiştir. Bu aklın, başka halkları gasp ve talan eden iç güdüsel tecavüz arzuları, her zaman Mehteran tamtamlarıyla uyarılmıştır; bu akıl, bu ritime sefilce muhtaçtır. Ancak bu aklın ve uyarıcı tamtamlarının Antakya'da yeşereceği bir bataklığı yoktur. Bu güdüleri, 21.Yüz yılda da sürdürülebilir olduğu na inanamak, aydınlanmadan nasibini almış cahil cüretidir. Antakya'yı bilmeyen, ona ait değerleri özümsememiş bu akılların Antakya'ya yaptığı tecavüzün son sınırında bu tecelliler, ahlaki sorunları da içeren bir çirkinlikten ibarettir.
Her şeye rağmen unutulmalı ki, burası Antakya. Burası bir başkent, bir metrapol. Farklılıklarını kadim zamandan beri hazmetmiş bir mozaik tablosudur. Her bir rengi, bütün içinde oturmuş ve tarihe renk armonisi olarak miras kalmıştır. Bir insanlık mirasıdır bu, tek boyutlu akılların anlamakta güçlük çekeceği.
Bu şehir binlerce yılın evriminin ürünüdür. Bu evrim, bir kültür evrimidir, bir akıl evrimidir. Roma burayı başkent ilan ederken, Bizans imparatoriçe Antakyalı Mari’yi (1180-1185) tahtına oturturken, İnsanlık bölgemizin kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan bir köprü olarak bu şehri kutsarken, ne savaş ne de savaş tamtamlarına ihtiyaç duymuştur. Bu şehir, tarihin en kadim medeniyetlerinin bir devamı, en kadim inanç evrimlerinin sahası olarak sukunet aramış, farklılıklarını böylesi bir barış ortamında hazmetmiştir. Bu şehir, Batı ile doğunun tarihi sınır şehridir, Avrupa birliğine katılım çabasındaki Türkiye, doğuya açılan bir kapı Antakya'yı, çağdaş bir sınır çizgisi olarak, mozaik dokusunu korumakla yükümlüdür.
Bu şehri katletmek için kimse kendi renklerini, devleti arkasına alarak dayatmasın. Medeniyet bileşkesi bu şehri, Çorum ve Maraş'tan önce katletmeye yeltenenler oldu. Ama beceremediler. Bundan sonra da kimse beceremeyecektir.
Antakya Belediyesi Mehteran takmı kurmuş. Halkın hangi talebi üzerine bu kararı alıp, el çabukluğuyla hayata geçirmiş, kimsenin bir bilgisi yok. Aniden şehrin orta yerinde, kıymeti kendinden menkul bu karar tecelli etmiş; Palyaço kılıklı giysiler içinde, tarihin barbarlık çağlarına ait meydan soytarları tamtamlarıyla cazgırlık icra eylemişler ( bu gün, 4 Mart 2010).
Tarihin en çirkin kesitlerine ait, çağdaş insanın reddettiği, en ilkel savaş, katliam ve vahşeti çağrıştıran Mehtaranın icrası, şehrimize ait her türden değeri ayaklar altına alma girişi olarak belirmiştir. Korkuların, kıyımların, "yaşamak için katletme" felsefesinin korkaklığına, cesaret şerbeti olarak sunulan Mehtar, ritmiyle, güfteleriyle, düşmanlık üzerine, düşman yaratma ve ona karşı ölüm kusma siyaseti üzerine kurgulanmıştır.
Mehtaran, Osmanlının tipik müziğidir; başka milletlerin emek vererek alın teriyle ürettiği değerleri gasp ve talan etmek için bir kışkırtma temposudur. Bu tempo, hattı hümayunların istila harekatları için, "öncü Kurt" olarak abesle iştigaldir. Buna anlamak için bir kaç Mehtar marşını birlikte okuyalım, neyin mesajını ne amaçla verdiğini bilince çıkaralım.
BUNA ER MEYDANI DERLER
Buna er meydanı derler
Bunda söz olmaz yandım aman aman
Çifte yürekli erkekler
Şahım gelir bu yane yandım aman aman.
MEHTER VURUYOR
Türk ordusunun şan dolu bir satvetidir bu
Fethin, Mahaç’ın, Niğbolu’nun haşmetidir bu.
Mehter bize bir ruh veriyor, tâ nerelerden
Meriçlerle,Çanakkale,Yemen’den, Kore’lerden.
ESKİ ORDU MARŞI
Ey şanlı ordu,ey şanlı asker
Haydi gazanfer, umman-ı safter
Bir elde kalkan, bir elde hançer
Serhadde doğru ey şanlı asker.
ARTAR CİHATLA ŞANIMIZ
Artar cihadla şanımız
Fahr-i Resûl sultanımız
Şer-i bize insanı Hak
Uğrunda aksın kanımız.
DEVLET MARŞI
Orduların etse sefer
Yol gösterir avn ü zafer
Mansûr olur her bir nefer
Düşman kalır bî-tâb-fer.
Bu kültür, çağdaş bir kültür değildir. Bu kültür, barış kültürü değildir. Tarihle yüzleşme ihtiyacı olan bir toplumun, iç barışını ve farklılıklarının demokratik haklarını çözme sorunuyla yanıp tutuşan bir ülkenin kültürü bu değildir. Geçmişinde böylesine ilkel bir fenomen barındıran toplumlar, bunu yeni kuşaklarına olumsuzluklarıyla anlatma yükümlülüğü altındalar. Bunun için, tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi, insan hakları ihlalleriyle ilgili kuralan müzeler açılmaktadır; Mehtaran gibi savaş ortağı ve artığı, kanlı söylem naralarını, buralarda sergiler, sokak ortasında meydan okuyarak değil...
Mehtar. Osmanlının en sancılı son yüzyılının başlangıcında bile devamı istenmemeştir. Sultan II. Mahmut tarafından, 15 Haziran 1826 tarihinde, Yeni Çeri ocağıyla birlikte lağvedilmiştir. 1914 te bir kez daha kuruldu. Ancak Cumhuriyet dönemi ve yönelimlerine ters düştüğü açık olan, Mehteran dönemin Savunma Bakanı Zekai Apaydın tarafından, "saltanat alâmeti" sayılarak kaldırılmıştır. Bu süreç İstanbul'un 500. fetih yılı dolaysıyla, 29 Mayıs 1953 tarihinde bir kez daha, bölgemizde ve dünyada NATO'nun maşalığını yapan siyasetlerin bir nefesi olarak sürece salınmıştır. NATO eyiyle üretilen Kirli Kore savaşına, aynı halkı birbirine boğazlatmak üzere kışkırtalan bu savaş üzerine, yukarıda aktardığımız "MEHTER VURUYOR" parçasında dile gelen ve olayı bir fetih hareketi olarak tanımlyayan, Kore'lerden Mehterin nasılda "ruh verdiği" dile getiriyor.
Mehtaran, Atatürkün farklı bir planla kurulduğu iddiasında olduğu Cumhuriyete karşı bir yıkım kültürüdür, ölüm kültürüdür. Atatürk, Osmanlıyı tanımlarken “Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay, Türkçe İbadet, s;154) Demiştir.
Mehtaran, bu "serseriliğin" korkularla bezenmiş içgüdüsel refleksleri teskin eden uyuşturucu bir dopingdir.
Antakya halkına, kültüler derinliklerine, barışına karşı bir darbe gibi inen bu soytarılık, Beledi Başkanının malum marifetlerinden biri olarak siciline girmiştir. Bu yıkıc bölücülük, bu çılgın adım, bu şehir anlımlı bir birlik haline getiren farklılıklarına karşı pervasızca yapılan bir tecavüzdür.
Antakya Belediye Başkanı olarak maruf bu köhne akıl "Üniversiteyi temizledim, şimdi sıra Antakya'yı temizlemekte" diye buyurmuş. Bu ilkel olduğu kadar çirkin söylemiyle doğru orantılı işler becerme çabası, Antakya'ya yeni kirlilikler katma girişiminden başka bir şey değildir. Şehrimizin barış üzerine kurulu dokusu karşısında bu söylemler, harakiri sonrası nabız atışından ibarettir.
Belediye başkanı denilen bu kişi bilmelidir ki, sabahın bir sahibi var; bu Kadim Roma kentinde güneş doğunca yarasalar ve çığlıkları sığınacak mağara ararlar.
Bu şehir farklılıklarıyla bütünsel bir değerdir; Ateşle oynamak, farklılıklarla oynamaktan çok daha ehvendir. Şehrimizin kültür dokusuna ait geçmiş değerler her ne ise yok edilemez. Ancak geçmişin ilkellikleri bir müze sergisi kapsamından çıkarılarak sokak ortası meydan okuma aracına dönüşürse, burada durmak gerek. Bu yazının gösterdiği duyarıllık da buradan kaynaklıdır.
Şehrimizin Kadim Roma Köprüsünü yıkanların açtığı yara hala kapanmamışken, Antakya adının nufüs Kimliklerinden silmek için, doğum yeri "merkez ilçe" adlı bir isimlendirme yapa girişimleri yürürlükteyken, savaş tamtamlarını da dayatmak bu halkın sindirebileceği bir şey olduğu sanılmasın.
Belediye Başkanı bu şahıs Antakyayı bilmiyor. O, belli ki bir kolonide, aklı örümcek ağlarıyla örülü yaşamıştır;bu şehrin ana dilini, özgürlük ve barış sevdasını içine sindiren dar sokakların mesajını almamıştır
Belediye Başkanı denilen bu şahısın handikabı, Antakya ve halkının tarihi karşısında okyanusta bir nokta bile olmayan geçici iktidarların, geçici gücünü karşılaştırmasıdır. Burada işlediği hata, ele geçirilen belediye ganimeti üzerinde tepinmesine yol açmaktadır. Yaptığı, belediyecilik değil, belediye olanaklarıyla kılıç kalkan oynamaktır, göz dağı vermek, "ben buranın hakimi olarak farklılıkları ötekileştirmekte bir beis görmem" demektir. Bunu yaparken ortaya koyduğu pervasızlık, akıllara ziyan bir Osmanlı aklından başka bir şey değildir.
Osmanlı aklını bilmeyenler bunu da örğrenmekle yükümlüdürler. Bu akıl tarihin en çirkin akıllarından biri olarak Atatürk'ü bile mağdur etmiş, onu kovuşuturmuş, idama mahkum etmiştir. Bu aklın, başka halkları gasp ve talan eden iç güdüsel tecavüz arzuları, her zaman Mehteran tamtamlarıyla uyarılmıştır; bu akıl, bu ritime sefilce muhtaçtır. Ancak bu aklın ve uyarıcı tamtamlarının Antakya'da yeşereceği bir bataklığı yoktur. Bu güdüleri, 21.Yüz yılda da sürdürülebilir olduğu na inanamak, aydınlanmadan nasibini almış cahil cüretidir. Antakya'yı bilmeyen, ona ait değerleri özümsememiş bu akılların Antakya'ya yaptığı tecavüzün son sınırında bu tecelliler, ahlaki sorunları da içeren bir çirkinlikten ibarettir.
Her şeye rağmen unutulmalı ki, burası Antakya. Burası bir başkent, bir metrapol. Farklılıklarını kadim zamandan beri hazmetmiş bir mozaik tablosudur. Her bir rengi, bütün içinde oturmuş ve tarihe renk armonisi olarak miras kalmıştır. Bir insanlık mirasıdır bu, tek boyutlu akılların anlamakta güçlük çekeceği.
Bu şehir binlerce yılın evriminin ürünüdür. Bu evrim, bir kültür evrimidir, bir akıl evrimidir. Roma burayı başkent ilan ederken, Bizans imparatoriçe Antakyalı Mari’yi (1180-1185) tahtına oturturken, İnsanlık bölgemizin kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan bir köprü olarak bu şehri kutsarken, ne savaş ne de savaş tamtamlarına ihtiyaç duymuştur. Bu şehir, tarihin en kadim medeniyetlerinin bir devamı, en kadim inanç evrimlerinin sahası olarak sukunet aramış, farklılıklarını böylesi bir barış ortamında hazmetmiştir. Bu şehir, Batı ile doğunun tarihi sınır şehridir, Avrupa birliğine katılım çabasındaki Türkiye, doğuya açılan bir kapı Antakya'yı, çağdaş bir sınır çizgisi olarak, mozaik dokusunu korumakla yükümlüdür.
Bu şehri katletmek için kimse kendi renklerini, devleti arkasına alarak dayatmasın. Medeniyet bileşkesi bu şehri, Çorum ve Maraş'tan önce katletmeye yeltenenler oldu. Ama beceremediler. Bundan sonra da kimse beceremeyecektir.
Biz Antakyalılar, şehrimizi tüm renkleriyle, inanç ve etnik dokusuyla seviyoruz. Birbirimizi taşıyan, bileşkelerimizi barış örgüsüne çeviren bu sevgiyi, tamtamlarınız ne ürkütebilir ne de katledebilir.
Size nasihatım, üzerimize gelmeyin...
Size nasihatım, üzerimize gelmeyin...