Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın MİT hesabına çalışan ikili.
Layık oldukları teşkilat binası önünde tasvirleri
ENGİN ERKİNER POLİSTİR…
Bu bir siyasi hasım söylemi değildir. Karalama ya da suçlama değildir. Kendi el yazılarıyla kendilerini tanımladıkları gibi tanımlamaktan ibarettir…
Süleyman Sait
27 Haziran 2010
(Hayatının tüm gençlik yıllarını Acilciler için adayan, sıradan bir Acilci militanın açıklamaları)
Engin Erkiner’in itirafçı olduğunu Acilciler hareketine katıldığım günden beri duyarım, devrimci hareket de iyi bilir. Bu tür konular kırılma olmadan dile pek gelmez. Her şeyin bir zamanı var derler bu olsa gerek. Ancak durumun bununla kalmadığı anlaşılıyor. Bu ahlaksız itirafçının bir de polis olduğunu anlaşıldı. O da İbrahim yalçın adlı MİT ajanıyla “derin” ortaklığı bir kez daha açığa çıkınca belli oldu.
Devrimci hareketin bilmesi gerekenleri özetle şöyle aktarmak mümkün. Bunun için İbrahim Yalçın adlı satılmıştan başlamak gerek. Bu ikincisini tanıyan yok. Zira hayatında siyasi tek bir satırlık ne yazı, ne birikim ne de kimlik sahibidir.
İbrahim Yalçın, Acilciler örgütü 1. Kongresini ispiyonlamak için MİT’ten 150.000 TL alarak gönderilen ajandır (Yazının sonuna bkz.). Örgüt tarafından açığ3a çıkarılınca, bunu el yazısıyla itiraf etmiştir. Kongre ortamı nedeni ve tüzük hükümleri nedeniyle yasak olan şiddet yaptırımları, bu satılmış kişinin tecridiyle yetinilmeyi getirmiştir. Örgütün Orta-doğuda yaşadığı bir zorluk ortamında da Avrupa’ya kapağı atarak kaçmıştır. Bu noktadan bakınca örgüt kongresini (Acilciler 1. kongresi) ihbar etmek için MİT’ten 150.000 TL alan biri olarak İbrahim Yalçın, yaptığı ihbar ve karalamalarla bu günde ayni işi, yine para zaafıyla yaptığı tespit edilmiştir.
Yalan kurgu üzerine Özel Harp Dairesinin eğitiminden geçen bu kişinin, Özgürlük hareketi ve liderine karşı, yapılan suçlamalarla aynı dili kullanarak Acilcilere saldırması, ifa etmekte olduğu görevini yeterince açık hale getirmektedir. Bu kişinin yaptığı iş, bir görevdir, kesilmeden devam eden MİT ajanlığı görevidir.
İbrahim Yalçın MİT ajanı olarak görevine devam ediyor. Bu konu belge ve kanıtlarıyla netleşmiştir. Bu kişi ürettiği kuyruklu yalanlarıyla birlikte hak ettiği cezayı beklesin.
Acilci safların eski yeni tüm devrimcileri bu kişi hakkında tartışmasız ortak bir kanaat içindedir. En iyimseri TKEP’li (eski Acilci) İ.D. bile, bu satılmış adamı, MİT’ten para alan zaaflı biri olarak eleştirmiştir.
Engin Erkiner ise, Acilciler örgütünü çökertmek üzere polisle birlikte çalışmış itirafçı bir ahlaksızdır. Ancak İtiraf1çılığı polis korkusuyla olmadığı yeni anlaşılmıştır. Örgütü (Acilcileri 19 Ağustos 1977 yakalanmalarında) bir tokat yemeden polise teslim etmiş olan Engin Erkiner, 20 sayfalık itirafnamesiyle bu güne kadar açtığı yaraların ardından, İbrahim Yalçın'la Acilcileri kirletmek üzere yeniden buluşması, on yıllardır bu ikilinin devrimci harekette ne türden kirli işler yaptıklarını da açığa vurmuştur.
Araştırmalar İbrahim Yalçın’ın Acilcilere katılmadan önce de polis olduğunu ispatlamıştır. O, İstanbul devrimci hareket çevrelerinde bir muhbirdi. Onu Acilciler örgütüne getiren Engin Erkiner’dir. 15 Günlük “Acilci” İbrahim Yalçın’ı eylemlere götüren de Engin’dir. Eylem günü yakalanıp itiraflara başlayarak, örgütün her alanda polis baskınına maruz kalması ise bu ikilinin ilk icraatlarını gösterir. Örgütü çökerten 19 Ağustos 1977 baskınları, bu ikilinin polis ilişkileriyle olmuştur. İkili, bundan sonraki süreçlerde bir araya geldikleri her koşulda, devrimcilere dayatılan bir tasfiye işi ortaya çıkmıştır.
Buna Engin Erkiner’in, Ankara’yı terk ederek, İstanbul’a gelmesi ardından Ankara birimi kadrolarının ölü ya da yaralı olarak polis eline düşmeleri, Engin Erkiner’in de baştan itibaren polis ilişkisinde işlev gördüğüne kuvvetli bir işarettir. Görev, Ankara’dan sonra, İstanbul’un çökertilmesiydi, bunun için ikili buluşturulmuştu. Araştırmaların, tanıkların verdiği tüm bilgiler buna işaret etmektedir.
Bu süreçte, Acilciler bu ikilinin polisiye tahriplerine boyun eğmeden mücadeleye devam etti. 12 Eylül darbesi ardından Orta-doğuda mücadele kesilmeden sürdü. Ülkeye tüm gücüyle yüklenen örgüt, yine polisin takibi ve sızma çabalarına muhatap oldu. Ancak bu ikili çaresiz kaldı. Acil hareketi devrimci yönetiminin öncülüğünde yükseldi büyüdü. İtirafçı Engin Erkiner, örgütün yükselen mücadelesi karşısında yapabileceği bir şey kalmayınca, TKEP’e kaçtı (1982).
Bu ahlaksız itirafçı TKEP saflarından da Acilcilere saldırmayı ihmal etmedi. TKEP’i kışkırtarak Müntecep Kesici’nin (Şeyh) ölümüne neden oldu. Bununla kalmadı, Filistin davası uğruna mücadele eden, Acilcileri ve bir bütün olarak Türkiyeli devrimcilerini “paralı askerler” diye karaladı. Filistin kamplarından eğitim gören örgüt kadro ve militanlarını “savaş çıkacak, kaçın Avrupa’ya iltica edin, rahat olursunuz” diye mektuplar yazıp örgüt saflarını bulanıklaştırmaya çabaladı (Haziran 1982 İsrail’in Lübnan’ı istila savaşı, arifesinde). Ancak başaramadı. Acilciler, bu saldırılara, Filistinli kardeşleri omuz omuza her yerde İsrail Siyonizmine, ABD’ye ve Arap gericiliğine karşı savaştı, 1. Kongresini bağlayarak cevap verdi. 1. Kongre, geniş katılım, demokratik tartışma, gizli oy açık sayımla başarıyla bağlandı. 12 Eylül rejiminin karanlık döneminde güvenlik içinde, geliş gidişleri organize ederek, delegelerin yerli yerine ulaşımını sağlamak 1. Kongrenin ve örgüt yönetiminin bir başarısıydı.
Bu başarının gölgelenmemesi için ve tüzük hükümleri gereği şiddet uygulama yasağına uyularak, aralarında İbrahim Yalçın’ın da olduğu, MİT ajanları sürekli kontrol altında tutuldu ( İbrahim yalçın, Süleyman Uğur, Aydın Ocak. Bunların el yazılı itirafnameleri Dosya No: 67 Paris Yakalanması”nda da yer alıyor), tecrit edildi.
Bu dönemin ardından, Orta-doğuda örgütün karşılaştığı bir sorunun yarattığı özgün ortamı kullanan satılmış adam İbrahim Yalçın, Avrupa kaçtı. Avrupa sahası yeni görev alanıydı. Bu görevin ilk adımında Paris’te, Fransız Anti-terör ekiplerinin baskınına neden olan ihbar yaptı; örgüt Paris’te ağır baskılara ve takibata maruz kaldı (30 Kasım 1988. Bu olayların detayları Dosya No: 67 Paris Yakalanması’nda yer alıyor). Örgüt bu satılmış adam hakkında devrimci kamuoyuna bir dosyayla bilgi verdi sorumluluğunu yerine getirdi.
Bu ihbar ve baskınların ardından, Engin Erikener’le İbrahim Yalçın’ın TEKP’te boy göstermeleri, bu ikilinin yeni görev alanını da gösteriyordu. İkilinin Acilcilere verebilecekleri zarar sınırının sonuna gelmişti. Yapabilecekleri hiçbir şey kalmayınca. görev yerleri TKEP’e taşındı.
Acilden ayrılanlar, siyasal hiçbir ortaklıkları olmayan “TKEP katılmışlardı, sonra herkes başının çaresine bakmak üzere dağılmışlardı”. Ama dağılmayan ikili TKEP’i tasfiye etmek üzere bu sahnedeki rollerini sonuna kadar takip etmişti. Ve TKEP bu ikilinin de katkısıyla tasfiye olarak tarihe karışmıştı.
TEKP kendi tarihini kendi kadrolarınca yazacaktır. Bu tarih için bizim söyleyeceğim tek şey, bu ikilinin rolüne dikkat edilmesidir.
İkilinin İlginç buluşmaları ve tasfiye süreçlerindeki ortaklıkları her defasında daha belirgin olarak ortaya çıkıyordu.
Peki bu ikilinin işi, TKEP tasfiyesiyle bitti mi ? Hayır…
28 yıllık TKEP’li olan bu ikili, kendi öz örgütleri TKEP dururken neden dönüp Acil hareketine saldırmaya başladılar. Bu çark kırmayı gerektiren, Acilcilerle ortak bir yönleri de yoktu.
30 yıl sonra, geride izi bile kalmamış kısa bir ilişki dışında, ortak bir tarihin de olmadığı göz önüne alınırsa, soru işaretleri ilgili her kesi doğru adrese yönlendirmiş olur. Bunun için biraz düşünmek yeterlidir.
Acil hareketi, siyasal varlığı ve edebiyatıyla ülkemiz demokrasi mücadelesine, ülkemiz farklılıklarının kimlik haklarını dile getirerek katkısını kararlıca sürdüreceğini gösteriyordu. Dünyadaki değişimi, küresel algıları, sınıf mücadelesi ve işçi sınıfının misyonu üzerinde ezber bozan çalışmalarıyla Acil hareketi her alanda ayrı varlığını hissettiriyordu. Bu gelişmelerde ortak ülke algısı ve bölücülüğe karşı tutumuyla, her türden milliyetçiliği mücadele edilmesi gereken bir vebadır tespitiyle Anadolu halklarının kimlik haklarını savunması, önemli bir referanstı. Güçlü olduğu güney bölgesinde Türkiyeli Arap halkının kimlik hakları uğruna mücadeleyi milliyetçi etkilerden kurtarıp ortak ülke demokrasi mücadelesi zemininde tutma çabası da bu gelişmelerin önemli bir parçasıydı.
Kesilmeden devam eden, siyasal mücadele sürecini, kendi örgütleriyle ifade eden Acilciler ülkede etkinliklerine aralıksız devam ediyorlardı. Bu süreçte, istisnasız her siyasal olay hakkında örgüt tutumu belirlenir oldu, düzenli şekilde DUYURU adı altında basın açıklamaları çıktı, web alanında olduğu kadar yazılı basında da yerini aldı, kitlesiyle meydanlara indi, etkinliklere imza attı; şehitler haftasıyla geçmişine sıkıca sarılarak sahip çıktı. Dernek, dergi, bildiri, basın açıklaması, protesto, miting, yürüyüşlerle de yasal alanın siyasal tutumları kadro, militan ve sempatizanlarıyla gündeme getirildi. Acilciler, diğer dost devrimci güçlerle birlikte, gücü oranında, en ön safta yerini alma çabası içinde oldu. Bu çabaların bilançosu, ATAK dergisi ve ilgili bolglarda belgeleriyle yer almaya devam ediyor.
Acilciler, uzun yılların birikimi, siyasal ön gürü ve söylemleriyle, demokrasi ve özgürlüğün Anadolu halklarının hakkı olduğunu dile getirdi. Kürt Halkı, Türk halkı, Arap halkı ve diğer farklılıkları ötekileştirilmeden demokratik haklarını dile getirdi. Kardeşliği savundu. Torosların güneyi ve kuzeyi, Fırat’ın ötesi ve berisi, bir bütün olarak ülkemizin demokrasi mücadelesi için yola devam ettiğini açıkladı.
Ne olduysa bundan sonra oldu.
Milliyetçi, ırkçı refleks devreye girdi ve işaret verildi. Saldırdılar başladı. Acil hareketi her zaman olduğu gibi, özgün söylemiyle “demokrasi mücadelesinin kararlı bir iradesiyim” dedi. En yoğun olduğu alan daha çok Türkiyeli Arap halkının yaşadığı alan olması nedeniyle de korku dağları bürüdü. MİT kaygısı devreye girdi. “Kürtlerden sonra bir de Araplar mı?” Dendi.
Oysa söylenen Herkesin özgürlük ve demokrasi hakları için mücadeleden ibaretti ve yeni bir şey değildi. Ancak bu ülkeyi kirli savaş kaoslarına süren akıllar, bu söylemleri statü dışı buluyor tasfiyesini istiyordu. Tam bu noktada, Engin ve İbrahim adlı ajanlara iş düşüyordu. Onurlu direnme tarihini yaratan acilcilere karşı, kirlilik saçma ve şaibe yaratıma işareti böylece çakılmış oldu.
Bir taşla iki kuş vurulacaktı; bir yandan devrimciler hakkında kötü izlenimler yaratılacak, diğer yandan halkların kimlik haklarına karşı sol milliyetçilerin refleksleri kışkırtılmış olacaktı. İşbaşı yapıldı, üç yıldır aynı nakarata böylece başlandı.
Amma nafile, sonuç alamadılar, bir değil üç yıldır uğraşıyorlar hala sonuç alamadılar. Görevlerini başaramadılar. Zerre kadar başarılı olsalardı bu işleri de bitmiş olurdu. Zerre kadar gerçeklikleri olsaydı iki cümleyle sonuçlanacak bir çaba yeterli olurdu. Ama bitiremediler, çünkü tüm iddiaları, yalan ve kurgudan ibaretti. Bu da görevin bir parçasıydı. Bu nedenle, bitmeyen tekrarlarla, eski söylemleri ısıtıp ısıtıp tükenen okurlarına sunmaya devam ettiler.
MİT, Kürt özgürlük hareketinde işlediği hatayı tekrar etmek istemiyor. Bir halkın kimlik hakları kitlesel yükselişle dile gelmeden önce, onu ezmek istiyor. Hedef budur, bunun en kestirme yolu da Özel Harp Dairesi yöntemiyle, kirlilik saçmaktı. Bu şebekenin yaptığı da budur.
MİT, işe eski kuklalarıyla el atmıştı. Satın aldıkları kim varsa yeniden harekete geçirildi. İbrahim Yalçın ve Engin Erkenir’in yeniden buluşması burada anlam kazandı. Genelkurmayın desteklediği siteler haberi burada anlam kazandı.
Bu ikilinin buluşması belli bir görevin ifası için gerçekleşti. Sonraki tüm gelişmeler bu görevle ilgili çabaların bir uzantısı olarak yerini alıyordu. Bunun içine, 26 Mart 2010, Cuma günü 14 arkadaşın gözaltına alınmasını da kattığımızda her şey açık hale gelmiş olur. Bu girişim de kursaklarında kaldı. Örgütsel önlemler kirli amaçlarının yolunu kesti. Deneyim, İbrahim Yalçın – Engin Erkiner’in 26 Mart ihbarlarını işlevsiz kıldı.
İkili, TKEP'i tasfiye etikten sonra (28 yıl sonra) dönüp Acilcilere saldırmalarının temel nedeni budur. Acilciler halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesinde çok hassas konuları ele almıştı; Anadolu halklarının kimlik haklarını savunuyordu ve güney bölgesinde güçlü bir etkiye, köklü bir tarihe sahipti. “Kürt belasından sonra, başka halkların da belası geliyor” kaygısı, MİT’i harekete geçirdi. Kuklalarını saldı. Devrimciliği kirletmekten başka bir işe yaramayan, belgesiz kanıtsız, spekülasyona dayalı, uydurma kurgularla karalamalar, böyle başladı. Onurlu insanların direnme tarihi olan Acilci hareketin her değerine saldırıldı. Bunu ne bir örgütsel toparlanma, ne de bir örgütsel mücadele amacıyla yapmadılar ( bu yönde tek bir önerileri olmadığı gibi, örgütlülükten kaçınmayı önererek saldırılarını sürdürdüler)
Bu denklemin aşırı olduğunu sananlar olabilir. Ancak öyle değil. Bu ikili Acilcilerin her zaman demokrasi mücadelesi içinde tüm halkların kimlik haklarını savunduğunu unutmasınlar. Yeni bir şey yok. Yeni olan gelişen Kürt özgürlük hareketinin bu söylemi emek mücadelesi kadar öne çıkartmasıdır. Türkiye’nin üçüncü en büyük topluluğunun Araplar olduğunu da hesaba kattığımız da MİT’in kaygısını daha iyi anlamak mümkündür. Dikkat edilirse, bu ikili Acilcileri, kimi zaman “Arapçılık yapılıyorlar” suçlamalarıyla, kimi zaman “Arap düşmanıdırlar” diyerek şaşkınca suçladıklarını görmekteyiz., Bununla kalmayıp, “Arap halkının bir demokratik talebi olmadığı, dolaysıyla böylesi bir mücadelesinin olamayacağını” dile getirerek ortalığa saçmak istedikleri bulanıklık aynı kaynaktandır. MİT ülkemizin demokratikleşmesinin en önemli ayaklarından biri olabilecek böylesi geniş bir topluluğun Kürt özgürlük hareketine de omuz verebilecek demokratik hak ve talep mücadelesine karşı, “doğmadan ezmek” için bir refleks göstermektedir. Ülkemize siyasal gelişmelerini doğru izleyen her ilgili bu konudaki hassasiyetlerin nasıl oluştuğunu da iyi bilir. Bu da doğaldır; demokrasi güçleri daha çok bu sürece katılacak güçleri ararken, devletin güvenlik güçleri, kuklalarıyla bunun önüne geçmek için çırpınacaktır.
Bu ikili, üç yıldır gecelerini, gündüzlerini, bu amaçla şaibe ve karalamaya bağladılar. Öyle ki, kirlilikte aileler, çocuklar ebeveynler bile nasibini almakta gecikmedi. Siyasal kin böyle bir düzleme asla tanık olmamıştı. Bu bir görevdi. Bunu iyi anlamak için Kürt özgürlük hareketi ve liderine ilişkin Özel harp dairesinin ortalığa saçtığı yalan kurguları ve karalamaları hatırlamak yeterlidir.
Bu ikilinin görevi, bir yandan devrimci hareket diğer yandan Acilcilerin kirletilmesini hedeflenmiştir. Bu ikili, bu görevi ifa ediyor. Bu ikili, MİT adına, Özel Harp Dairesi adına böylesi bir kinin deryasında yüzüyorlar.
Siyasi, örgütsel amaçları olmayan ve 30 yıllık TKEP’li geçmişlerini hatırlamayıp, mücadele sahasında var olan gücüyle çalışan Acilciler örgütü için “kimsenin örgüt kurma, örgütü yeniden diriltme diye bir derdi yok” diyecek kadar aptallaşmış olanların, örgütlü bir güce saldırmaları karanlık amaçlarına önemli bir işarettir. Ayrıca, bu türlerin ülkemiz demokrasi mücadelesi için hiçbir önermeye sahip olmamaları ise ilginçtir. Bu insanların var olan çabalarının ihbar üzerine kurulması dikkat çekicidir. Bu türleri anlamak için Doğu Perinçek’i hatırlamanın yeridir. İkili aynı yöntemle çalışıyorlar. Perinçek’in yeri resmen belli oldu, derin devletle iç içe olduğu anlaşıldı. Bunlarda aynı medresesinin izleri üzerinde milliyetçi reflekslerle görevlerini yürütüyorlar.
Biraz düşünmek gerek, bu ikili, ne siyasi bir hedef, ne örgütsel bir çaba ile bağlı olmadıkları ülkemizde devrimci hareketi kirletme şehvetleri ne anlama geliyor. Bunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok. Kendi el yazılarıyla kendilerini nasıl tanımladıklarına bakmak yeterlidir.
İkili, pervasız…
Polisle işbirliği içinde olduklarını söylemekten de utanmıyorlar, devletin arkalarında olduğunu dile getirerek bu cahil cüretini ortaya koyuyorlar.
Yüzleri kızarmadan, okura hakaret edercesine ve kendi el yazılarıyla bunu açıkça ilan ediyorlar.
Okuyup karar verin…
Engin Erkiner kendini tanıtıyor:
“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)
İbrahim Yalçın kendini tanıtıyor:
“Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
Tüm bilgiler ve kapsamlı açıklamaların tümünü alttaki linklerde bulmak mümkün
Gerisini konuşmaya gerek var mı?..
Not: Örgütün adaleti bunları yargılayacaktır. Bu karar mutlak olarak yerine gelecektir. Bu tartışma sürecinde yer alan, örgütümüzü ve değerlerini şu ya da bu biçimde karalayan herkes hak ettiği cezayı alacaktır. Örgüt, adaleti Paris’te, (1988 son baharında) bu şebeklerin yakasına yapıştığı sıradaki hallerini kimse unutmasın. O gün, korkudan kanı donanların, arkasına sığındıkları çevrelere rağmen kaçacak delik arayanların, bu gün işkembe-i kübradan efelik sözler sarf etmeleri, korkunun dağları nasıl da bürüdüğüne bir göstergedir. Isıracak it diş göstermez diye bir değim var. Ele düşen rahmet dilemesin.
Bir elin parmak sayısı kadar olmayan bu muhbir şebekesini, 1 Mayıs 2010’da kızıl bayraklarıyla alanlara inen Acilcilerin tükürüğü boğmaya yeter. Büyüğümüzün dediği gibi “aramızda zaman hakem olsun, düşene kimse acımasın.”
Ne yapsalar düşecekler bunun kurtuluşu yok. Acilcilerin sabrı dağları deldi. Çünkü onlar bir dava sahibidir düşmanlarının ise bir davası yoktur.