7 Oca 2010

164.dosya : İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER - MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN

DEVLETİNİZE YAPTIĞINIZ KUKLALIK SİZİ KURTARAMAYACAKTIR.


Mihrac Ural
4 Mart 2010


Esasına bakarsanız herkes kendi görevini yapıyor.

Biz yoğun olarak devrimci siyasi çalışmalarımızı yükseltmeye çalışıyoruz.; günlük siyasi yorum yazılarımızla, okurlarımızın bile okumaya, izlemeye yatişemediği üretkenliğimizle, ülkemizin siyasal sorunlarında fiili olarak yerimizi alıyoruz. Emekçilerin hak arayışlarında, demokratik konferanslarda yapmamız gereken etkinlikleri yapıyor, konuşmacılarımızla siyasi tutumumuzu, bilgi paylaşımı olarak sunuyoruz. Tekel işçileri ve her önemli anma etkinliğinde kitlemizle meydanlarda, bayraklarımızla yürüyoruz. Yazılı basın alananda dergilerimizi, basın açıklamalarımızı dağıtıyoruz. Siyasi irademizi ortaya koyuyor, kararlı olduğumuzu gösteren adımlar atıyoruz. 1970'li yılların etkinliğini yakalamak örgütümüzün yükselişini gerçekleştirmek için çabalıyoruz. Solun mevta hallerine göre, çok olumlu bir ivmeyle yürüme iradesi gösteriyoruz.

Acilciler olarak bu bizim görevimiz, sorumluluğumuz, halkımız için ve devrimci hareketin her alanda yükselişi için katkımızdır.

Ya onlar ne yapıyorlar. İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın, akılla çözülmesi mümkün olmayan iddia ve yöntemlerle, yalan ve uydurmalarla kıymeti kendilerinden menkul senaryolarla kirlilik saçmak için çırpınıyor. Örgütlü devrimci hareketi şaibeli göstermek için ellerinden gelen her şaklabanlığı yapıyorlar. 12 Eylülcü gazete haberlerine dayanarak, zamanında örgüt tarafından suçları dolaysıyla takip altında olan, kaçakçı lümpen kişilerin uydurmalarına sığınarak kurgular yapıyorlar.

Hayatlarını bu yola koydular. Tek yaşama şansları budur. Kendilerine ait bir siyasal yazım ve önermeleri olmayan, bir örgütsel çalışması bulunmayan serserilerin, devlet adına çalışmaktan başka şansları da yoktur; bunların yaptığı budur. Bunun için Acili hiç bilmeyen, Acil hareketiyle hiç bir bağı olmayanlar üzerinde hesap ve kurgular yapmaktadırlar. Acilcileri ikna etmekte acze düşenler, bu kez devrimci hareketi kirli göstermek için Acil hareketi dışındakilere seslenir hele geldiler.

Bu onların görevidir; itirafçı Engin Erkiner ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın, mensup oldukları Özel Harp Dairesi kuklaları olarak görevlerini yerlerine getiriyorlar. Derin devletin bildik yöntemleriyle, örgüt tarihimizi kirletmek, geçmişi taşınmaz kirli bir yük haline getirmek amacıyla ortaya çırpınışlarına devam ediyorlar.

Okura sözüm, on yılların siyasal tecrübelerine dayanarak söylüyorum bunların arka planında devlet açık ve net bir biçimde yer almaktadır. Bunun için anlamsız tartışmaları diri tutmak için elden gelen her şey yapılıyor.

Dikkatli okuyucu, bu güne kadar, Kürt özgürlük hareketine yapılan karalamalar ve üzerine kurgulanan yalanların, tıpa tıp, fotokopi olarak, aynıyla üzerimize salındığını yeterice açık görmektedir.

Yaklaşık 2 yıldır devam eden kirli tartışmalar, örgütlü ve devrimci olan herkesin midesini alt üst etti. Bu ortaklar görevlilerine devamda bir beis görmediler.

Devrimci hareketin tarihi boyunca, derin devletin karalamalarına muhatap olduğu tüm söylemleri durmadan üreten İtirafçı Engin ve MİT ajanı İbrahım yeni karalama yumurtlamalarıyla sehneden inmeme kararında olduklarını gösterdiler. Bu davranış için söylenebilecek en iyimser şey, kin olsa bu güne kadar biterdi. Ama bu kin değil, kinle iç içe bir devlet görevidir. Görevliler, görevlerini ifa ediyorlar. Olay budur.

Birbiriyle çelişik olmayan hiç bir iddiaları yok. Duyum, söylenti ve ölü konuşturucuğunu üzerine kurulu olmayan bir söylentileri yok. Tek bir belge, tek bir kanıt ortaya koymadan Genelkurmay uzuntısı bu karalama üretimi, hayalleri zorlayan ithamlara yönelmek zorundaydı. Kimseyi ikna edemeyen bu aptallar çıtayı yükselterek sonuç alabilecekleri sınısına kapıldılar. Ama hep sonradan gelen zorlama yalanlar, zaman aşımına uğramış fesat olarak piyasaya sürüldüğü andan itibaren iflasa mahkum olmaktadır. Bunu anlamak için tıklanma sayılarının yarım porsiyona düşmekle kalmayıp, çeyrek porsiyona kadar düşmesini bilmek yeterlidir.

Okur yalanı kurguyu anında anlıyor ve buna refleksini gösteriyor. Tüm yazılarında kendilerinin ortaya attığı iddiayı sonraki yazılarda bir yerlerden duydukları iddia olarak, kanıt olarak istihdam etmeleri komik hallerini dahada rezilce bir ahlaksızlığa çeviriyor. Bu yüzden durmadan demagojiye yaslanmak zorunda kalıyorlar. Hayalleri zorlayan ithamlar yapıyorlar

Bütün çırpınışları, sırtlarındaki kamburu örtmek için yapıyorlar. Biri itirafçı diğeri ise MİT ajanı. Bunu biz söylemiyoruz, kendileri el yazılarıyla, itiraflarıyla kendi ağızlarıyla dile getiriyorlar. Bu nedenle bizim açımızdan Analarını, babalarını, çocuklarını, karılarını, kız kardeşlerini özel ve genel yaşantılarını konumuz dışında tutmayı, abesle iştigali de kendilerdine bırakmayı uygun dördük.

Polis peşimizde, bizi takip ediyor. Bu normal değil mi? Devletle sorunumz var kuklaları da peşimizde. Bu doğal değil mi? Hayatlarının sonuna kadar çırpınacaklar. Çünkü öylesine lekeli adamlar ki, ne yapsalar bunu silemezler.


MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN

Bu yazı, ahlaksız itirafçı Engin Erkiner'e yönelecek bir kaç soru için hazırlandı, altta bunu okuyacaksınız. Mit Ajanı İbrahim yalçın, özel dedektif olarak ve büyük ihtimalle artırılan aylık ve harcrahlarına (MİT yan ödemeleri) dayanarak komser Kolomboculuk görevini sürdürmektedir. Bu müptezel ajan, bu öbeğin en zayıf halkası.

İtirfaçı Engin'in ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın'a soru sorma gereği duymuyoruz. Tüm Acilciler bu ahlaksızın kim ve ne olduğunu biliyor. Görevine devam ettiği konusunda da hiç kimsenin kuşkusu bulunmuyor. O kendini aklamak için gazete güncelerinden tarih oluşturmaya devam etsin; el yazısı itirafnamesinde belgelenen MİT ajanılığını, 150 000 TL alarak 1. kongremizi ispyon etmeye gelişini, hiç bir şey örtemeyecektir. Diliyle kuş tutsa da ihanetini hiç bir Acilci unutmayacaktır.

Bu MİT ajanı, devrimcilere kara çalmanın kestirme yollarını, mensup olduğu teşkilat adına, akıl zorlaması kurgularla yapmaya çalışır. Biri olmazsa diğeri tutar diye yalanlarının ardı arkası kesilmez. Hayatı boyunca Mihrac Ural yazacak, buna mahkum. Konuyla ilgili okur hemen fark edecektir ki, Mihrac Ural karşıtı yazı yazmayı terk ettikleri an intihar etmiş olacaklar. Bitecekler. Hayatlarında tek bir siyasi makele yazmamış bu ahlaksız kişi, kendini MİT'e satmıştır (1986), hala bu teşkilat hesabına da çalışmaktadır. Geçim kaynağı Mihrac Ural'ı karalama üzerine kurmuştur. Ona bu görev verilmiştir.

A.Öcalan'a yapılan suçlamaların aynısının Mihrac Ural'a yönelik olarak yapılması, aynı cümlelerin, aynı yalan kurguların, belgesiz, ispatsız, kanıtsız, lağım gibi ağızlarından çıkması, bu işin kaynağının da aynı olduğunu göstermeye yeterlidir.

1980'li yılları hatırlayanlar iyi bilir. 12 Eylül rejimi ve borazancılarından Tercüman Gazetesi gibi faşist basın, ahlaksız Mit ajanı İbrahim Yalçın'ın karalamalarının aynısını yapıyordu. O gün devrimcilere karşı yapılan kampanyaların kaynağı ne ise, bu gün de PKK'ya karşı, Acil hareketine karşı ve diğer devrimci örgütlere karşı yapılan karalama kampanyalarının kaynağı aynıdır.

Öcalan yoldaşla son görüşmemiz İtalya'da yakalanıp mecburi ikamette kaldığı villadan beni telefonla aramasıyla göndeme geldi. Bana, ortadoğuda bıraktığı sorumlu yoldaşlarla dayanışma içinde olmamızdan söz etti; "arkadaşlarla size emanet" maalende konuştu. Merak etmemesini her şeyin daha iyi bir dayanışma içinde süreceğini belirttim. "Özgür politika gazetesinde yazılarımın kesilmeden sürmesi" gereği üzerinde durdu, yazılarımı ilettiğimi dile getirdim. O da sözleri arasında, Özel Harp Dairesinin çabalarına dikkat edilmesi geriktiği vurgulayarak şaibe ve karalamaların devrimci harekete bir bütün olarak nasıl zarar verdiğini bir kez daha hatırlattı. Zaten bunları 18 yıl bonuca sürekli konuşup duruyorduk. Başkan Öcalan bu açıdan uzak görüşlü, sezileri de isabetliydi. Bu gün bu soysuzların yaptığını gördükçe bunu anımsamadan geçmek doğru olmazdı.

Başkan Öcalan, bu kampanyalarda en çok dile dolanan bir liderdi. Doğru söylüyordu. MİT ajanı İbrahim Yalçın ve İtirafçı Engin'in, köpekleriyle yaptıklarını gördükçe ne kadar haklı olduğunu hatırlamamak mümkün değildir.

Bu karalamaların son halkası 4 Mart 2010, Avrupada PKK'ya karşı yürütülen tutuklama ve baskın kampanyasında da kendini gösterdi. DEP eski milletveki ve Kürt halkının Avrupa temsilcilerinden olan Zübeyr Aydar ve Remzi Kartal, Belçika polisince tutuklanması ardından, Özel Harp Dairesi kaynakları vakit kaçırmadan, bu onurlu halk önderleri için "eroni tüccarları, kaçakçı vb" suçlamaları yöneltmeye başladı. Aynı kaynak, aynı dil, aynı amaç...

Bunların çabası devrimciliği bir bütün olarak kirletmektir. Dile getirdikleri bir tek iddia gerçek olsa, bu kadar çırpınmalarına gerek kalmazdı. Onlar kendilerini iyi tanıyorlar, kendi yalanlarını da iyi biliyorlar, kimseyi ikna edemediklerini de. Ancak bir görev ifa ediyorlar, karşılığı her ne ise onu da alıyorlar. Bu ısrarın başka kaynağı yoktur.

Mihrac Ural olarak ben ve yoldaşlarım, örgütlü yaşantımızın her anını Acilcilere kastedenlere karşı mücadelede ortaya koyduk. Bunu bulunduğumuz her ülkede ölümü göze alarak yaptık. Suriye'de başımıza gelmeyen bela kalmadı. Direndik, zindan yattık ancak örgütümüzü ve yoldaşlarımızı koruduk. Karmaşık insan yoğunluğu içinde 12 Eylül rejiminden firar eden tüm yoldaşlarımızı ve devrimci örgüt kadrolarını güven içinde, belli alanlarda koruduk. Bu alanların en merkezi yerinde de her türden kaçakçılığın belini kırdık. Kaçakçılara bu alanları yaşam yasağı olarak ilan ettik. Devrimci ahlak normlarına ait olmayan her işten, örgütümüzü ve yoldaşlarımızı koruduk. Bu nedenle emekle yaşamak dışında hiç bir gelir türüne tenezzül etmedik.

Bu dönem boyunca bu örgüte emek verenler haklı bir lokmayı sadece emekle kazanıp yediklerini çok iyi bilirler. Bu nedenle, polis sızmasını en aza indirdik Kaçakçılar, zehir tücarları ve onların her türden Sadıkları, Mihrac Ural'ın adının anıldığı yerde tir tir titrerler; bu ahlaksızların kirli ekmek kapılarını Acilciler kapatmıştır.

Bu gün, bu Sadık kaçakçıların MİT ajanıyla buluşması bile bu gerçeğin açık bir kanıtıdır. Şimdi onları, MİT ajanı korusun bakalım nasıl koruyacaksa.

Bassit alanını Suriye devleti bile bu ahlaksızlardan temizleyememişti, bunu örgütümüz yaptı. Parti okulu ve çalışmalarımızı korumak için, bu alanda kıran kırana bir düvüş verildi. Kaçakçılardan ve zehir tücarlarından silah alarak örgüte saldıran, örgüt değerlerine el koymaya çalışanların 1983 yılında kimler olduğunu yeterince anlattık. Müntecep Kesici'nin ölümüne de yol açan bu soysuzlar, Cemil Esat gibi birinin kucağında, ikinci saldırılarını 1990 olaylarında da tekrar ettiler. Ama her defasında, örgütümüz karşısında ağır bir bedel ödeyerek, yenilgiye uğradılar.

İki ülke deniz sınırının kaçakçılık merkezi olduğu herkesçe bilinir. Dünyanın her yerinde de öyledir. Bunu bir tek Acilciler ters yüz etti, temizledi. Acilcilerin bulunduğu her alan, her türden kaçakçılığın yasak olduğu bir alan haline gedi. Buna mecburduk da. Kaçıkçılık doğası gereği her türden kirli işlerle iç içe olur. Bu da devrimci hareketin güvenliği açısından çok hassas bir konudur. Bu yüzden kaçakçılığın her türü bulunduğumuz, güçlü olduğumuz bir alanda asla yer alamazdı. Bunu başaran bir başka devrimci örgüt yoktur; bu şeref Acilcilere aittir. MİT ajanlarının çırpınışları ise geç kalmış bir komedidir.

Örgütümüzün takibi altında, kirli işleri, Bedri Yağancıları dolandırıp malların, paraları, silahlarını alıp el altından pazarlayan bir lümpen döküntüyü bulup konuşturması ise, bunların kuyruk acısıdır. Bunlar, Acilciler adını duyduklarında kalph kiriz geçirirler. Bu dün öyleydi bu günde öyle olmaya devam ediyor. Acilcilerin güçlü oldukları yerde, kaçakçılara, zahir tüccarlarına yaşam hakkı yoktur.

Ben ve Örgütümüzün herhangi bir aşamasında gerçek bir devrimci olarak yer alanlar, bu ilkelere sıkıca tutundu ve onurluca emek vererek yaşamayı seçti. Dün gibi bu gün de bu kararlılık devam ediyoruz.

Devrimcilik yaşamımın her kesitinde attığım her adımı, onurlu ve insan erdemlerinin sınırları içinde, onlarca yoldaştan oluşan ekiplerimle yürütüldü. Emeğimizle, aklımızla, çabamızla ve yanlızca insan ahlakı ve devrimci ilkelere bağlı olarak, imkanları değerlendirip bu güne geldik. Bunu Acil hareketinde herkes detaylarıyla bilir. Bu onurlu yaşamı yer yüzünün tüm yalanları bir araya toplansa da lekeleyemez.

Acilciler örgütü, onurlu direnme, karşılıksız özveri ve emektarların örgütüdür. Bu örgütün bila istisna her değeri, hangi birimin ve hangi kişinin katkısı olmuşsa, örgüt bilinci ve kurumsal işleyiş gereği kuruş kuruş tutanaklarla belirtilmiştir. Tüm girdiyer ve tüm çıktılar, sorumluluğun mümkün olan en üst düzeyiyle yapılmıştır. Hayatında hiç bir sorumluluk taşımamış olanların bunu anlaması zaten mümkün değildir. Bulundukları yerde ne örgüt ne de örgüt bütçesi, ne birim ne de birim katkısı olmayanların, bu görevi başarıyla yerine getirmiş olanlara karşı husumetleri, kinleri de çok normaldir. Bunun için, örgüt değerdlerini hep şahıs alış verişi, hisse senetli şirket ve pay dağıtımı olarak algılamaya mahkumdurlar. Acilciler örgütü bunların hayallerinin üstündedir. Bu kirli insanlar bu örgüte aktarılyan değerlerin nasıl bir sorumluluk bilinciyle korunduğunu ve artırıldığını asla bilmeyecekler de. Bu yüzden yalan kurgularıyla boğulana kadar çırpınıp duracaklar, malzeme yapıp kahralocaklar, cevapsız kalacaklar. Polisiye ihbarlarının ekmeğine yağ sürülmedikçe de yaşamlarını ihbar için tüketecekler. Buna mahkumlar başka yaşam şansları da yok. Bu konuları bitirdikleri an intihar etmiş olurlar; kirlilik saçmaktan başka şansları yok..

Bir onursuzun, Bir düşkünün, bir MİT ajanı'nın bunu lekelemeye ise gücü hiç yetmez. Bu çirkin insanların, vicdansız ve ahlaksız olduğunu herkes iyi biliyor. Vicdansızlıktaki sınırsızlıklarını da. Özel Harp Dairesi yamakları için bundan daha fazlasını yazmanın hiç bir gereği yok.

Derin devletin "organize kuklaları" olarak bu ahlaksızların bir ara kendilerini "1.Kongrenin seçtiği kişiler" olarak örgüt gölgesine sığınmaları yani 1. Kongreyi kutsamaları ardından, örgütümüze yöneltikleri bu karalamaları nasıl denkleştireceklerini düşünsünler. Özel Harp Dairesi Kuklaları, hep bu açıkların muzdaribi olarak iş yaparlar tarih bunun örnekleriyle doludur.

Bana gelince, tekrarla belirtiyorum, muhatabım bunların devletleridir.

Yazılı basında ve internet ortamında günü birlik yayınlanan siyasal yorumlarım, makale ve broşürlerim, Acilcilere kast edenlere verilecek en iyi cevaptır. Gerisi teferruat olan, arkadan nal toplama faslına aittir, ilgi alanımda değildir.

Bu bölüme son ek:

MİT ajanı, el yazısı itirafnamesinde yaptığı tarih sıralama çelişkileri ve bulanıklıkları bilinen tiyatral çabalarına olduğu kadar neleri gizlenmek istediğine de önemli bir işaret. Bunları şimdi bekletiyoruz. Belgesiz konuşmayacağız bu bizim ilkemiz.

Ancak elimize yeni geçen bir belge MİT ajanının devletiyle nasıl bir derin çalışma içinde olduğunu çok açık olarak göz önüne seriyor. 1 Kongreyi ihbar etmek üzere görevli olarak gönderileceği sırada, devlette alayhimize ilginç bir hazırlık yapıyor. Ortalıkta ne yakalanan, ne suç ne de suçlusu olmayan ve tümü "giyabi tutuklu" olanlardan oluşan bir iddianame oluşturuluyor. Bu iddianamede Mihrac Ural, Ali Sönmez, Hasan Baklacı gibi 16 isim sıralanıyor. Bu isimlerin tümünün MİT ajanının polise teslim ettiği isimler. 1. Kongreye gelen MİT ajanı, arka planda devletiyle, hazır mahkemesi açılmış, tek tutuklusu olmayan, tek delili olmayan, "Kamu Hakkı" davası olarak ve hukuk kurallarına tamamen aykırı biçimde "suç tarihi: 1980 öncesi ve sonrası" denilerek iddianameyi hazır hale getiriyorlar.

Ajan, el yazılı itirafnamesinde, MİT le anlaşma tarihini karıştırmasının da nedenleri burda daha belirgin hale geliyor. Belli ki, uzun bir süredir bu işin içinde. Bu konuda çok açık ortaya çıkarılan veriler, bu adamın örgüte katılmadan önce MİT'te çalıştığına işaret ediyor. Arkadaşlar değişik yazılarında bunu dile getirdiler.

İlk kez açıkladığımız bu belgedeki tarihler ise, Kongremizi ihbar etmek için yola çıkma arifesinde organize edilen bir devlet çabasını gösteriyor.. Amaç, Kongreye katılma ihtimali olan herkes hakkinda bir dava üretmektir. Tam 12 Eylül mantığı.

Böylece MİT ajanı İbrahim Yalçın'nın belgeye dayalı bir açığı daha ortaya çıkmış oluyor. Belki hukuk tarihine de geçecek bu belge, tümü giyabi tutuklulardan oluşan, somut bir suç belirtilmemiş olan, suç tarihi ise milattan önce ve sonra gibi 1980 öncesi ve sonrası diye geçen bir iddianame üretilmiş oluyor.

Belgenin verileri şunlardır; "İDDİANAME, HATAY AĞIR CEZA MAHKEMESİ. Hazırlık No:1986 / 1767. Büro No: 1986 / 1139. İddianame No:1986 / 99.

20. 8. 1986. Mehmet Özdeveci Hatay C. Savcısı Yard. 25966. (Mühür ve imza)"

Tekrarla söylüyoruz. Belgesiz kanıtsız el yazılı ve kendi açıklaması dışında bir itham yapma basıtliği Acilcilerin duruşu olamaz. Belgeler konuşsun, yalan üretim atelyeleri işsiz kalır.


İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER


İtirafçı ahlaksız, ayağa kalk ve cevap ver. Sürdürmekte olduğun ve tüm devrimcileri lekeleme amacı taşıyan, MİT ajanı ortağınla ürettiğin kirlilik, yüz yüze kaldığın soruların üzerine hiç bir zaman örtemeyecektir.

Okur bilmeli ki, belgesiz soru, kanıtsız cevap gibidir. Biz sorularımızın kaynağını itirafçının kendi imzasını taşıyan polis ifedesindeki itiraflarından oluşturduk. Kurallara uygun, hukuka saygılı sorular sorduk. Sallama değil, karalama değil, ölü konuşturuculuğu değil, tamı tamına belge ve kanıtlarıyla cevabı olan sorular sorduk. Bekliyoruz.

Karalama için, şaibe ve kuşku için herkes herkese " F.J. Kennedy öldürüldüğünde nerede olduğunu ispat edebilirmisin?" ya da "Nebil öldürüldüğünde sen neredeydin?" diye soru yöneltebilir. Ya da Zeki Bayterin'in dediği gibi "Aldo Moro'yu Acilciler öldürmüş olabilir mi?" diye sorulabilir. Bu sorular, gerekçesi sonra oluşturulacak bir kirli niyetin polisiye sorularadır. Sallamalarla oluşmuş, kurgularla organize edilmiş kirli amaçlı tezgahlardır.

Devrimciler böyle sorulara asla yönelmezler. Devrimciler Sorularını belgeleriyle, kanıtlarıyla ortaya koyabilecekleri cevaplar üzerinde sorarlar. Aksi takdirde Pol Potçu hükümün adaletsizliği altında ezilirler. Bizlere ve Mehmet Yavuz yoldaşa yöneltilen akıllara ziyan karalamaların kaynağında hep bu akıl vardı.

Duyumlar, söylentiler, vesvese ve fısıltılar gerçekçi bir hukuk sorusu oluşturamaz. Bu asılsız sorular ancak vehim olur, kin olur, abes olur, ama gerçek olamaz.

İtirafçı bizim için artık çok sıradan biri. Hiç bir zaman örgütlü devrimci olma sorumluluğu taşımamış ve ciddi bir siyasi yazı yazmamış biridir. TDAS' yazmadığını belgeleriyle, tanıklarıyla ispatladık. Ne öncesi ne sonrası siyasi düzeye girecek bir yazısının da olmaması, bu gün yapmakta olduğu paparaziciliği izah etmeye yeterlidir. O bir itirafçıdır ve bunun hesabını verecektir.

Şimdi, elimizde belgesi, el yazılı kanıtı olan basit bir kaç soru soracağız ve ardından kısa açıklamalarla, gündemin son halkalarını toparlamaya çalışacağız.


İtirafçı Engin ayağa kalk ve bunlara cevap ver:

1.Tutukladığın an, bir tokat bile yemeden bildiğin her şeyi polise verdin mi vermedin mi?

2. 50'ye yakın, kadro, militan dahil sempatizan ve örgüt dostunun adını polise verdin mi vermdin mi?

3. Örgüt evlerinin adreslerini polise teslim edip, ev baskınlarına polisle birlikte katıldılmadın mı katılmadın mı?

4. Örgüt üst komitelerini kornolojik sırayla, polise vermedin mi vermedin mi?

5. Örgütün tüm silah ve mühimmat depolarını, eylemi yapan militanları, olası eylem ve bunu yapabilecek kişilerin adını polise vermedin mi vermedin mi?

6. Nebil Rahumayı, Ali Sönmez'i, Ali Çakmaklı'yı, Mihrac Ural'ı polise ilk kez ifşa eden, yakalanmalarına ve aranmalarına yol açan sen değil misin? Bunu ne karşılığında yaptın?

Engin Erkiner bunlara cevap ver; 27 Yıldır TKEP'li olmana rağmen, hangi amaçla Acilcilere ilişkin tasfiye ve karalamalara yeniden başladın açıkla.

Bu soruların tümü polis ifadesinde yer almaktadır. Hiç bir soru belgesiz ve kanıtsız değildir. Bu sorular için, Engin Erkiner polis ifadesi Dosya No:1'e bakmak yeterlidir. Ayrıca 81 Dosya Nebil Rahuma Yoldaşı Polise Veren İtirafçı Engin Erkiner'dir ve 97. Dosya Ali Çakmaklı'yı polise Teslim Eden İtirafçı Engin Erkiner'dir. (Bu dosyalar ve diğerleri http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/)

Sorduğumuz her sorunun, açık, maddi delillerle kaynağı bulunuyor bunu okur da çok iyi biliyor. Yukarıdaki linklerde yer alan yazılar birer belge olarak bu soruların kaynağını oluşturuyor. Tarih adına zamanı gelip bir araştırma yapmak isteyen bunları ele almakla önemli mesafeler kat etmiş olacaktır.

Bir gazetecinin, tecrübelerinden süzülmüş sözlerine kendi sözlerimizi katarak şunları söyleyeceğim: Evet hayatta hiçbir şey gizli kalmıyor. Doğruluktan daha önemli bir rehber ve savunma da yok. Kendi gerçeğiniz yalan ise bu er ya da geç ortaya çıkar ve size dönecektir. Bu bedeli ödemeye hazır olunu. Burjuva hukukun bile ince eleyip sık dokuduğu, kanıt ve belge olmaksızın hüküm veremediği bir yerde, rüyalara, duyumlara, serserilerin intikam sözlerine kulak kabartarak ispat edebileceğiniz hiç bir şey olmayacaktır.

Buna da tüm çıplaklığıyla ilgili her okura yeterince göstermiş olduk.


TKEP'li OLMAK ya da OLMAMAK?


Son olarak her itirafçının sorumsuz olduğunu dile getireceğim. Bunun çok iyi bilinmesini istiyorum. İtirafçı iç dünyası ezik kişidir. Korkaktır hatasını örtecek bir duruş olmadığı için teslimiyetçidir, bulunduğu ortama mahkumdur. İtirafçı Engin Erikiner'in durumu her zaman böyle olmuştur. HDÖ'den Acile siyasal evrimimizde oluşturduğumuz akıntıya kendini teslim etmesi de bundandır. Kapağı Avrupaya atınca TKEP'li olması da bundandır. Bu gün ise TKEP'li 27 yıllık geçmişini inkar etme çabasıda aynı nedenledir; yeni bulduğu her sığınıtı yerin renklerine bürünen bir bukelemundur.


Onu 27 yıllık TKEP'li diye göstermemize karşı tepkiyle, "TKEP'in 10 yıldır yok olduğu"nu dile getirip kendini TKEP'li olmaktan sıyırmaya çalışıyor. Sorumluluktan kaçıyor. Bu duruş da gerçekte İtirafçının tarihini açıklayan bir duruytur. O hep sorumsuzluk çizgisinde durmuştur.

İtirafçı Engin, farkında bile değil, sorumluluk almayacak kadar sorumsuzdur. Sitesinde yazanların yalan açıklamaları karşısında sorumluluk üstlenmeyen, yalan iddiaları açığa çıkıca okurlarından özür dilemeyen bir sorumsuz; Cihat yoldaş adına yazılan sahte mektup, Mihraban Ural'a atfedilen "Türkçe öğretmenliği", Malik ve Meryem Kılıç adına yayınlanan sahte açıklama vb. Aynı sorumsuzluğun örtüsüyle örtülmek istendi.

Ortağı İbrahim Yaçın'ın el yazılı açıklamalarıyla MİT ajanı olduğunu açıkça söylemesi karşısında, "benim sorunum değil onun sorunudur" diyerek kaçan sorumsuz kişidir, itirafçı Engin.

Şimdi ise aynı sorumsuzluğu TKEP'e karşı da sürdürüyor. 27 yıldır TKEP'li olduğunu dile getiriyoruz, bunun sorumluluğunu üstlenecek kadar ahlaki bir değer taşımıyor. "TKEP 10 yıldır ortalıkta yok" diyerek sorumsuzluk gösteriyor.

Köy Enüstütüleri 70 yıldır yok, ancak onurlu insanlar hala "biz köy enstitülüyüz" diye gurur duyarlar. Kırk yıl mülteci kalsak da ülkemiz diyoruz, mülteciliğe boyun eğip ülke değiştirmiyoruz. Bu bir aidiyet, bir kimlik, bir duruştur. Bir kişi aynı anda hem Acilci hem de TKEP'li olamaz; böylesi ancak bir kalpazan olur.

Bir yere ait olmayan bir ahlaka da sahip olamaz, onu sınırlayan bir çevre de olamaz, bir kural da bulunamaz. İtirafçı Engin'in kinle örülü saldırganlığının verileri de buradadır; bir yere ait olmamanını sorumsuzluğudur.

"Geçmişi olanın geleceği olmaz" diyen bu itirafçıdır. Çünkü geçmişi kirlidir. Böylesi bir geçmişi sırtından atmak için çırpınıyor. Zavalı TKEP ve TKEP'liler itirafçıyı bir de bu gün tanısınlar, inkarcılığının ne boyutta olduğunu görsünler.


İTİRAFÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK

Bıktırıcı tekrarlardan oluşun milliyetçiliğinin son kinleri bu insanların mideleri alt üsteden duruşlarını sergilemesi açısından önem taşıyor.

Adamın bilinç altındaki milliyetçiliği, bir biçimde kendini ele veriyor. Bunu iliklerine kadar taşıyan ve karşısındakine hissetirmek isteyen yaklaşımları, rahatsız olmadan okumanın olanağı yoktur.

Ahlaksız itirafçı, Alevi kökenli oluşuma ve Arap etnik bir topluluktan gillişime kin tutuyor. Esasında bu kin, Kürt özgürlük hareketine karşı içten içe duyalan kinin ilgisiz bir alanda tezahurüdür. Kürt özgürlük hareketi karşısında kusamadığını, üzerimize kuşmaya çalışmasıdır. Solda yaygın olan bu duruş, İtirafçıda çok açık sırıtmaktadır.

O, her itirafçı gibi devleti için titreyecektir. Türkiyeli Arap halkının anadille eğitim hakkını savunulmasına bile karşı gelecektir. "Olmayan Arap halkı davasını savunmakla" suçlama aptallığına yönelmesi bundandır. Salak, bilmiyor. Türkiyeli Araplar, Türkiye'nin üçüncü büyük etnik topluluğudur. Neresinden bakılırsa bakılsın dev bir kitle. Hakları ver ve bunu er yada geç dilye geterecekler: bunu yok saymak kendini aldatmaktır. İtirafçının akıl havsalası bunu almıyor, çünkü milliyetçidir ve Alevilere, Araplara farklılıklara kin duyuyor.

Bu aptal bilmeli ki, Acilcileri diğer tüm sol örgütlerden ayıran en temel özelikleri demokrasi tutkunu olmalarıdır. Tüm halkların ve inançların özgürlüklerini kararlıca savunmalarıdır. Bunu, örgüt programlarında ve 1. Kongrede onaylayarak ispat etmişlerdir. Bu gün de ortak ülkemizin demokrasi mücadelesine bir manivela olarak sınıf mücadelesi yanı sıra gelişen tüm özgürlük hareketlerini destekleme kararlığındadır. Bunun için Kürt hareketini başından beri desteklemekte ve ülkemiz farklılıklarının özgün ve özgür örgütlenmelerini savunmaktadır. Türkiyeli Arapların ahk arayışın bu kapsamdan dışlamak faşistlerin, şövenlerin ırkçı milliyetçelerin işi olar ama devrimcilerin işi olamaz.

Araplar ortak ülkelerinde demokrasi için mücadele edecektir. Bunun öncüsü kim olursa olsun, bu ortak davaya katkı sağlamış olacaktır. Bunu desteklemek onurlu her devrimcinin görevidir: Ankaradaki konferansta solun tüm liderlerince onaylanan ve programda yer alması istenen, Mehmet Güzel yoldaşın daklere ettiği "Arap halk Bildirgesi" Türkiyeli Arapların hak mücadelesindeki yol haritasıdır. Bu bildirgeyi benim yazmış olmam, Acilcilerin onurlu mücadele tarihlerine bir şere nişanıdır. Acilcilerin duyarlılığıdır. Herkes bunun arkasından nal toplayacaktır...

Alevi kökenli bir aileye mensup olmama yönelik çirkin saldırı ise bir hakim inanç algısıdır. Alevilik benim kültürel siyasal insanı kimliğimin bir parçasıdır. Alevi bir ailede doğmuş olamın onurunu da taşıyorum. Bu ailenin derih tarih kültürü ile insan sevgisi ve devrimci algılarıyla buradayım. İtirafçı bu değerlere de dil uzatmıştır. Sakın olsun ve zamanı beklesin. Ona Musolini'nin ayaklarından asılı olarak nasıl sallandığını hatırlatacağım. Şimdilik, elime düşene kadar suratına tükürmekle yetiniyorum.

Okurun bilgisine aktarmam gereken bir önemli algı da şudur. Anadolu Aleviliği ve Suriye Aleveliği diye bir farklılık sunidir. Eğemen mezhebin böl yönet çabasıdır. Tüm alevilerin inanç merkezinde akıl, ve insan vardır. İslam çağıyla ilgil olarak bu Hz Ali ve Ehlibeytte somutlaştırılır. İtirafçı her konuda cahil olduğu için, bu konudada cehaletini devletinin eğemen mezhabi adına konuşturuyor. Bilmeden konuşmak saldırılarının temeledir. Elemin tersiyle itiyorum.

Aleviler dünyanın her yerinden aynı kökten yola çıkmıştır. İnsan sevgisidir bu yol. Aleviler hele dünyanın her yerinde ezilen mezheptir. Suriye'de de öyledir. Vakıflar bakanlığı (Türkiye'deki diyanet işlerine denk düşen kurum) sadece Sünni mezhebi var sayar. Suriye'nin hiç bir kurum ya da kuruluşunda, aleviliğe verilen resmi bir olananak yoktur. Suriye'de devlet, Alevilerin Klitaratürünü, ibadet yerlerini yok sayar. Süniliğin en katı kurumları Suriye'de hakimdir. Alevi kökenli C.Başkanı bile, namazı Sünni farza göre kılmakla yükümlüdür. Bunu da hiç aksatmamaya dikkat eder. Aleviler en fakir en geri alanlardadır. Oruda aldıkları yer uzun geçmişin izlerini taşır; yoksullutan, eğitimsizlikten taşralı olmanın çeresizliğindendir. Türkiyede birey olarak alevi olup devlet kastında nasılki egemen mezhep adına çalışırsa insanlar, Suriye'de de durum budur.

Ahmak itirafçı Engin Erkiner, alevilği hiç bilmez. Kindar Sünnilik yapma iştahı ise, Hz. Ali'nin fiziki yapısına saldıran bir soytarıdır. Aynaya baksa, yanlışlıkka karşısına çıkan çehreye tüküresi geleceğini bilmeyecek kadar da kendinden geçmiştir. Analara, babalara, hanımlara kız kardeşlere, çocuklara saldırmakla sönmeyen kini, inanç değerlerinede tırmanmıştır. Bunlar tümüyle sırtındaki kirli kamburdandır. İtirafçı olmak, tanrının bir gazabı gibidir. Kişiyi ölene kadar takip eder.

Mihrac Ural'a gelince, öncelikle devrimci bir siyasal mücadele adamıdır. Acilciler örgütü Genel Sekreterliğine 1. kongerede oybirliğiyle getirilmiştir. Bu görevini 2. kongreye kadar da sürdürme sorumluluğunu taşıyandır. Sorumludur ve sorumluluğu örgütseldir. Mültecilik koşularının kasvetine karşı gelecek kaygısı duymadan, itirfçının ve mit ajanının devletine meydan okuyandır.


Bu meyanda Alevilikten ve Arap kökenli olmaktan da hiç bir sıkıntı duymamaktadır. Sıkıntısı ülkesinde olamamaktır. Devletin her türüne ve tüm istihbarat teşkliatlarına amansız düşmün olan bu satırların yazarı, kuklaları gerekmedikçe de muhatap almaz. Siyasi mücadelesinin gerekleriyle meşguldur. Yazım performansının da gösterdiği gibi, bu sürü arkadan nal toplamaya mahkumdur.

İTİRAFÇI BENZERSİZDİR


İtirfaçı uzun zamandır benzer arıyor. Benzerini bulursa sırtındaki itirafçı kamburu görenmez sanıyor. Bu arayışında kafasını yeniden bir kayaya çarpıyor. Bu kaya Dursun Karataş kayasıdır. İtirafçı Engin adam, kendini Dursun Karataşa benzetmeye çalışıyor.

Bu ahlaksız itirafçıya sözüm şudur. Önce vefat etmiş bir örgüt liderini diline dolama. Bu, ahlaksızlığına yeni suçlar ekler. Bu terbiyesizliğin bedelini ödersin. Ayrıca bu tartışmalara başkalarını karıştırmak, seni kurtaracağını sanma.

Sonra. Dursun Karataş, hatalarıyla sevaplarıyla örgütünün başında, örgütünün lider gördüğü bir insandır. Böyle başladı ve ömrünün sonuna kadar bildiği doğruların arkasında direnerek durdu. Ölüm oruçlarından, zindan direnişlerine devam eden, yurt içi ve dışında bildiği doğruların arkasında son nefesini veren bir örgüt lideridir. Sen kimsin, o kim?

Bir itirafçının, teslim olmuş bir düşkünün, bir kaçkının ve iltica edip 27 yıllık elemanı olduğu TKEP''e bile sahip çıkmayan bir hayasızın, örgüt lideri bir devrimciyle kendini karşılaştırması, Abesle iştigalden başka bir anlamı yoktur. İtirafçı hep bu çirkinliklerle meşguldur. Bu yüzden kabuslardan kurtulamıyor.

Yılda 250'ye yakın siyasi makale yazıyorum. Bu çete 250 'den fazla yalan ve karalama yazısıyla karşıma çıkıyor. Aramızda bir de böylesi bir fark bulunuyor. Adamlar siyasi değiller, böyle bir kaygıları yok. Bunun için kukla olmakta, kara çalmakta bir beis görmüyorlar.

Bir de aptal İtirafçının burnu "pis kokular alıyor"muş.

Uzakta aramasın, altına baksın ya da birisi ona ortağının kim olduğunu söylesin...

Tekrar edeyim,

Uyudurup uydurup yazmak gerçek olamaz. Birbiriyle bu kadar çelişkili yalan kurgular okurun gözünden kaçmaz. Siz kendi adınızı kendiniz taktınız, bir itirafçı bir MİT ajanı. Benzar aramayın...

Benzeriniz yok. Bunu anlayın. Yazmak İçin yalan üretmeye mahkumsunuz. Yazmadığınız zaman intihar etmiş olursunuz. Yalan okyanusu içinde çırpınmanız tek yaşam şansınızdır. Devama edin.

Ancak,

Sizi kurtaracak hiç bir şey yok, çırpınışınız boşuna

Dip not:


EVİMİN İÇİNDEN FOTOLAR

2008 yılında, kendini gazeteci diye tanıtan V.K diye biriyle tanıştım. Yazışmalarımız boyunca, aramızda dostça bir bağ oluştu. Memleketim Antakya'da misafirim oldu, ekmeğimi yedi. Asi kenarında yoldaşımın evinde kaldı. Aileme hürmetini her defasında dile getirdi. Dostluk ve muhabbetimiz vardı. Kızı için İstanbul'da ev aramasına yardımcı oldum. O gün, dürüstlüğüne inandığım biriyle de yardımcı olması için tanıştırdım.

Bu süreçte, basın ahlak ve şerefine bağlı olarak aktaracağım anılarımı toplayıp, uygun bir zamanda, birlikte radekte ederek yayınlayacağı sözü üzerine taslak yazımlar yaptık. Ailemin, evimin ve mücadelemin resimlerini de bu yazım için aktardım; inadığım her ahlaklı ve şerefli insanla bunu paylaşmaktan da çekinmem. Gizlim, saklım yok olmayacak da.
İşte bu kişi şeref ve ahlakını sattı. Bu onun bileceği bir şey. Telefon açtım ve sordum, "asla böyle bir şey yapmadım" diye cevabını sözlü ve yazılı verdi. Böylece bir kez daha ahlak ve şerefini ortaya koymuş oldu. Bu yazışmalar benim radekte ve imzamı taşımadan hiç bir anlam ve önemi yoktur. İkili yazışmaların içine isteyen istediğini koymakta hiç zorluk çekemez, bunun teknik açıdan hiç bir zahmeti yok.

"Evimin içine girerek resim çekmişler". Gülermisin ağlarmısın...

MİT ajanı ve İtirafçı malum lağımcılıklarıyla ne dehşet teknik operasyonlarla, uydudan da beni izleyerek resimlerimi evimin içindeki görüntüleri bile çekmişler. Mübarekler MİT ve Özel Harp Dairesi kuklalıklarıyla yetinmemiş CİA gibi takipteler.

Bu senaryoların sahibini artık herkes biliyor. MİT ajanı İbrahim yalçın. Onu tanıyan herkes, bu tiyatro senoryolarının mimarı olduğunu iyi bilir. Ne de olsa MİT kuklalığında epey ileri bir aşamadadır. Resimlerim anılarımın bir parçası olup, sözkonusu yazışmanın belgelerinde yer aldılar. Bunları bulmak için evimin içine girmeye gerek yok.

Oysa bu kadar çileye ne gerek var, evim her gün ziyaretçilerle dolar taşar, her gelenle bol bol resim çektirmekten de çekinmem. Bu resimlerden bir ton var. İsteyene istediği türünü, hemen göndereyim.

Benim evim, bir devrimci örgüt evidir. Bu kuklaları hesaba hiç katmadan meydan okuyorum. Türkiye devrimci hareketindeki herkese de meydan okuyorum, devrimci kişiliğini Mihrac Ural kadar evine yansıtan bir ikici kişi az bulunur; evimin tüm duvarları bir pano gibidir, Denizlerle, Mahirlerle ve şehit yoldaşlarımla döşeli, bu duvarlarda büyük ressamların yağlı boya el yapımı kopileride görkemli şekilde yerini almıştır. 6000 kitaptan oluşan, aralarında artık bulunması mümkün olmayan tarihi değeri yüksek kitaplar, el yazmalı kadim kitaplar, belgeler, devrimci dergi arşivleri vb verilerle zenginleşmiş kütüphanem duvarımın bir başka süsüdür...

Ve iyi biliyorum ki, bu alçakların evinde bir tek şehit yoldaş fotoğrafı yoktur ve kütüphaneleri magazinden başka bir şey değildir.

Evimin içine girerek resimlerimi çektiklerini söyleyen bu hokobazlara diyeceğim o ki, Mihrac Ural o kadar şefafki, 30 yıldır telefon numarasını ve ev adresini değiştirmeye bile gerek görmemiştir. Bu bir duruştur. Onu arayan dost da düşman da nerede bulacağını iyi bilir. Benim davam kuklaların devletleriyledir, onlarla sadece küçük bir hesabım var, zamana bırakılmış. Varsa bilen, bana bu kuklaların ev adresini ulaştırsın, duvarlarında neler var görme merakımı gidereyim.

Diğer yandan suratına tükürdüğüm biri daha MSN' deki ikili yazışmalarımızı vermiş. Ne zaman verdi diye sorarsanız, Yazışmalarda ikili oyunlarına tanık olduktan sonra diyecğim. Onun bu türden ahlaksızlığına geçit vermeyeceğimi söyledim ve suratına tükürdüm. O da bunun üzerine ahlakına uygun düşeni yaptı. Bu adam H. Ş.

Bu şahısla yazıştığım her şeyin altına imzamı atıyorum. Onunla yazışırken de bunu belirttim Bu kişinin yaptığı nereye oturtulur. Ben söyleyeceğimi söyledim, bu açıdan sözüm yok, gerisini okur takdir etsin.


Diyeceğim o ki,

Devletlerinin kulası bu çömezler, öncelikle Mihrac Ural'ın siyasal yazılarının arkasından nal toplamayı becersinler ondan sonrası kolay. Ülkemizdeki her siyasal olayda Acilciler adına ortaya koyduğu görüşlere yetişsinler, TEKEL işçileriyle dayanışmadan, kadim Roma kentinde her devrimci eylemin içinde merkezi rolüne kadar.

Hadi herkes işine...