THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması
29 Haziran 2011 / No: 30
29 Haziran 2011 / No: 30
HALKIN İRADESİNE
YASAK KONAMAZ
12 Haziran 2011 seçimleriyle belirlenen halkın iradesine, Yüksek Seçim Kurulu tarafından ipotek konulmuştur. Bu tutumla halkın iradesi gasp edilmek istenmektedir. Sistem kendi kurallarını ihlal eden duruşlarla, geleneksel yasakçı, baskıcı yüzünü, atanmışların seçilmişler üzerindeki hükümranlığını sürdürmekte kararlı olduğunu göstermiştir. Bu duruş, demokratik anayasa oluşturmanın yolunu kesmekten başka bir anlama sahip değildir.
"Demokrasi yolunda mesafe kat edildiği", "komşu ülkelere nasihat dağıtıldığı", "Sivil ve demokratik bir anayasa için ustalık dönemine girildiği" iddialarının yalan okyanusunda, halkın gizli oy açık sayımla tercih ettiği temsilcilerinin milletvekili haklarına yasak koyularak, sivil bir darbe girişiminde bulunulmuştur.
Ülkeyi artan oranda kaosa sürüklemek isteyen bu algı, sistemin doğasında, tek boyutlu algısında, Osmanlı aklının farklılığı yok etme mantığında, İttihatçılığın militarist milliyetçiliğinde, Cumhuriyet içindeki yeni-Osmanlıcılıkta bulunmaktadır. 21. Yüzyılda böylesi ilkel inatlarla ülke mozayiğinin barışını korumak, farklı etnik ve inanç türleri arasında barış içinde bir arada yaşama dengesi oluşturmak mümkün değildir. Özgürlük ve demokrasi talebinde bulunan kitleler birlik ve bütünlük diye ısrarlı bir biçimde, öz verilerle kendini ifade ederken, sistemin ve iktidar güçlerinin ısrarla bölücülük yapması ülkemiz gerçeğinin bir paradoksu olarak belirmektedir.
Ülkemiz, oligarşik bir sistemle yönetiliyor. Onlarca yüksek kurum ve bunlar arasındaki dengelerle belirlenen icra, ülkemiz siyasal sisteminin ana dokusudur. Bu kurumların yasakçı zihniyeti, halkın iradesine ipoket koyması, anti demokratik yapısını göstermektedir. 21. Yüzyılda böylesi sistemler, halka ağır siyasi, toplumsal, ekonomik faturalar ödetir. Bu noktada kanunsuzluk, iktidarın elinde sallanan bir kılıç olur, keyfi idare halkın iradesini dışlar.
Hukukun herkese gerekli olduğu ilkesi, ülkemizin bu tarihi kesitinde bu nedenlerle, her zamandan daha anlamlıdır. Çünkü bu günün verileriyle ortaya çıkan derin devlet, hukuksuzluğun, kanunsuzluğun da kaynağı olarak belirmiştir. Ülkemizi yöneten ve oligarşik yapının temel dayanağı olan Milli Güvenlik Konseyi (MGK) gibi yüksek kurullar, Ergenekon diye tanımlanan eski derin devletin elinden çıkmış, Cemaatle ifade edilen gerici güçlerin hakim olduğu yeni bir derin devlet yapılanmasının denetimi altına girmiştir. Bu değişiklik, sistemin en ücra köşelerinde yeniden yapılanmanın yarattığı ilişki ve çelişkileri getirecektir. Bu da altta süren hak ve talepler uğruna yürütülen mücadeleye, üstte sistemin iç dengelerinin yeniden kurgulanması mücadelesi eklenmiş olacaktır. İktidarı elinde tutan güçler bu süreci köklü bir tasfiye süreci olarak devletin her kurum ve kuruluşunda ikame edecektir.
Bu girişim uzun yıllara yayılmış bir "sızma hareketi" olarak hakimiyetin tamamlanma aşamasına gelmiştir. Devletin tüm kurum ve yapılanmalarını ele geçiren, soğuk savaş bakiyesi bu gerici akıl, İmamlar ordusu diye tanımlanan güçleriyle, ülkemizde demokrasi adına geride ne kalmışsa tahribine yönelmiştir. Cumhuriyetteki Osmanlı da tas tamam budur.
Bu akıl, farklılıkların özgürlük ve demokrasi taleplerini, hak ve hukuk isteklerini zorbaca bastırmayı, siyasal ilişkisinin temeli olarak algılar. Öyle ki, İslam dininin, tüm milletleri aynı paydaya oturtan "ümmet" argümanını bile, tek boyutlu, egemen ulus merkezli bir algıya dönüşmüştür; Kürtlerin Cuma namazını farklı alan ve imamlarla kılmasına tahamülsüzlük, inanca bile yasak getirme boyutuna varmıştır. Bu akıl, bu gün sivil diktatörlük inşaasının son aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle eline geçirdiği her yetkiyi daha çok merkeziyetçilik, daha çok baskı ve halkın iradesine daha ağır bir ipotek koymak için kullanmaktadır. Bu nedenle, seçim sonuçlarını içine sindirememiş, halkın oylarıyla tecelli eden iradesinin parlamentoya taşıdığı adaylara yasak koymuştur. Bu aynı zamanda seçimler üzerine konmuş bir vesayettir.
Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) bu yasakçı zihyiyeti seçimleri kanlı bir kaosa yönelten kararlarıyla siyaset sahnesine açtığı yarayı, bir kez daha seçim sonuçlarıyla ilgili tekrar etmiştir. Bu tablo, birkez daha, ülkemizde egemen olan siyasal sistemde, atanmışların halk iradesi üzerinde yer alan ağır ipoteğini göstermiştir. Ana muhalefet partisi dahil, diğer muhalefet güçlerinin, "emek, özgürlük ve demokrasi" blogu bağımsız milletvekili adaylarının, halkın oylarıyla kazandıkları temsilcilik haklarının gaspı budur; seçim öncesi seçime girebilir dediği adaylar, halkın iradesiyle saçildikten sonra ortaya konan bu tutum hukuki bir tutum olamaz. Hukuka siyasetin bulaştığı yerde ise, demokrasi asla ikame edilemez.
İddia o ki, seçim sonuçları sivil, demokratik yeni bir anayasa, tek başına iktidar partisinin belirleyici olmasını engellemiştir. Seçim sonuçları, muhalefeti dikkate almayan bir iktidarın anayasa gibi temel konularda, tek başına karar alma yetkisine son vermiştir. Tarihi boyunca saltanat ve diktatörlük anayasalarıyla yönetilmiş ülkemizde, gerçek anlamda çağdaş, sivil ve demokratik bir anayasaya yönelirken, sivil diktatörlük heveslilerinin ortaya koyduğu bu yasakçı tutumlar, yasakçılıklarıyla özgür olamayacaktır. Halkın iradesi, anti-demokratik yönelimleri durdurma kararlılığı göstermiştir. Böylesi bir güçler dengesinde, demokratik anayasa kıran kırana sürecek bir mücadelenin öznesi olacağı açıktır.
Bu gelişmelerin ışığı altında halkımıza iki önemli çağrımız olacaktır.
Birincisi;
Halkımız, öncelikle özgür iradenizin oylarınızla belirlediği milletvekili adaylarınınızın parlamentoya taşınmasını engelleyen anti-demokratik kararlara karşı kararlı bir duruş sergilemelidir. Bu duruşu, seçim öncesi YSK baş vurduğu hukuksuzluğa karşı direniş ölçeğinde güçlü olmalıdır. O gün geri adım atanlar bu günde bir biçimde alışık oldukları yollarla çözüm üretim seçimleri kazanmış olanların hakkını teslim etmek zorunda kalacaklardır.
İkincisi;
Halkımız, seçtiği vekillere sahip çıktığı kadar, demokratik özerklik konusunda ortaya konan yönelimlerin yeni anayasada yer alması için mücadeye hazır olması gerekmektedir. Ortak ülke, barış içinde bir arada yaşamanın yolu burdan geçmektedir. Diğer tüm yollar ülkemizi yüzyıllarca geriye iterek, kanlı süreçlerin açılmasına gebe hale getirecektir.
THKP-C (Acilciler)
29 Haziran 2011