222. DOSYA
NEBİL’İ KULLANMAK
Mehmet Yavuz
19 Şubat 2011
Giriş yerine
Mihrac Ural’ın notu (19 Şubat 2011),
Mehmet Yavuz yine ince sorular sormuş. Nebil Rahuma yoldaşı kullanmak isteyen ahlaksızlara sert tokat vurmuş. Nebil’i ikiyüzlü bir ahlaksız haline getirmek isteyen MİT ajanına gerekli dersi vermiş. Bu dosya bu konuyla ilgilidir.
Bir yalancının çehresini ortaya sermiş. Ama ben bu sorular yerine “Sırat Köprüsü Sorusu” sorulmalıdır diyorum. Bu soru yeter de artar…
Nebil yoldaş mevzusuna girmeme hiç gerek yok. Bu konuya belgeleriyle ortaya koyduk: Nebil bizim yoldaşımız, bizim bir parçamız bu köpeklerle uzak yakın bir ilişiği de yoktur. Devrimci olduğu günden şehit olana kadar benim ekibimin bir militanıydı. İlişkimiz firari koşullarda kopuk olduğu zamanda gerçek bundan ibarettir. MİT ajanı bunu karartmak için yaptığı hokkabazlıklar ise sadece komiktir.
MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı artık herkes biliyor, yalancılığıyla, düşkünlüğüyle, ahlaksızlığıyla MİT ajanı Şahin kod adıyla. Bilmeyen yok. Çünkü ispat kendi el yazısıyla bir itiraf olarak belgeli bir şekilde kondu ve bu bitti: Ama ben ötesi var diyorum….
Bunu da yine belge ve kanıta dayandırarak dile getiriyorum. Mehmet Yavuz, sorularıyla bu çirkin şebekeyi yerden yere vurup durdu. Bu yazısında da ağır bir şamar vurdu. Ama ben ötesi var diyorum. Israrlıyım, aylardır soruyorum cevap vermiyor, sorumu görmemek için parmağının arkasına gizlenip duruyor. İçi dışı zıngır zıngır titriyor.
Bu nedenle soruyu ortaklarına sordum. Şerefleri varsa cevap verme cesareti gösterirler. Hayvan değil de insan iseler, sorumu cevaplarlar en azından yorumlarlar.
İddiayla söylüyorum MİT ajanı İbrahim yalçın soruma cevap veremez, ortakları da veremez, Zira tümü aynı potada ne pislik içinde oldukları anlaşılacaktır.
MİT ajanı İbrahim Yalçın, bu örgüt tarihinde gelmiş geçmiş en yalancı bir ahlaksız oyuncudur. Utanmazlıkta akıl almaz bir pervasızdır. Bu konuda bizim bir şey söylememize gerek kalmadan kendi el yazılı itirafnamesinde kendini açıkça nasıl tanımlamışsa ona öyle hitap ettik. Kendimizden hiçbir şey katmadan.
Ancak bununda ötesi var dedik. İşte belge işte kanıt diye sorumuzu sorduk. Bu ahlaksızın MİT ajanı olduğunu biz iddia etmeden kendisi açıkça dile getiriyor. Kendi el yazısıyla bunu ortaya koyuyoruz.
İşte el yazılı kanıt;
“Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
Şimdi düşünün bir, adam bunları kendi eliyle yazdıktan sonra hangi yüzle başka insanlara karalama yapabilir, bir insan bu kadar ahlaksız, bu kadar suratsız, bu kadar zıvanadan çıkabilir mi?
Üç yıldır örgütümüze karalama yapması, ser verip sır vermeyen insanlara saldırmasının bir görev olduğunu söylemek yanlış mı?
Ancak bunun da ötesi var.
Sırat köprüsü sorusunda yatan bir gerçek var, onun peşinde olacağız her daim ( bu şebekeyi ayıracak vaktim yok, bildiğiniz gibi Mısır devrimi ve ülkemiz üzerin yazdığım dizi yazlarla ilgileniyorum. Bu MİT ajanı, hayatı boyunca ve şu ana kadar, 12 eylül faşist rejimi dahil, devlete karşı tek bir satırlık yazısı olmadığını tekrar hatırlatırım. Siyasi tek bir satır yazısı olmadığını tekrar hatırlatırım. Bu durum, çok ilginç değimli? 35 yıldır tek bir siyasi satırı olmayan, MİT ajanı olduğunu itiraf eden biri devrimcileri saldıracak ve bunu akıl almaz bir yalan pervasızlığıyla sürdürecek. Burası Türkiye burada her şey mümkün…).
Bu MİT ajanı, sorduğum soruya cevap vermemek için fare gibi kaçıp duruyor. Sorumuz basit. basitçe soru soruyoruz;
İbrahim Yalçın, kendi el yazınla üç ayrı tarih vermişsin üçü de yalan, MİT’le ne zaman ilişkiye girdin? Net tarih ver.
Bu soruyu sormamıza yol açan, tek tokat yemeden kendi el yazısıyla yazdığı itirafnamesidir. Vereceği tarih sadece bizim için değil Türkiye devrimci hareketi için de çok önemli. Bu adam örgütümüzü katılmadan önce de sonra da TKEP’li olduğu zamanda MİT ajanıydı. Bunu devrimci harekete sokuşturan da İtirafçı Engin Erkiner’dir. Şimdi de ikisi ortak olarak devrimcilere saldırmaktadırlar.
Ama vermeye cesaret edemez, Bana göre de cevap veremez: Çünkü bu sorunun cevabı onun boyunda asılacak bir yaftadır.
Sorumuz, her türlü ön yargılardan, hasım iddiası olmaktan arınmış ve tamamıyla kendi el yazılı ifadesine dayalı bir sorudur.
Anılarını anlattığı yalancı pehlivan tefrikalarının 31 ve 32. Bölümünde onu kimin Suriye’ye gönderdiğini neden gizlediğini sormak bile yeterlidir. Bunu anılarından neden silmiş onu bir açıklasın okura.
150. 000 TL alarak örgütü ihbar etmek üzere Suriye’ye gelişinde MİT’in bu ahlaksızdan neler istediğini, kendi el yazılı itirafnamesinde tek tek yazmış. Ama nedense anılarında bundan hiç söz etmiyor. Edemez, çünkü her şeyi ortaya çıkar ortaklarının da çehresi belli olur. Bir de işine devam eden bir MİT ajanı olarak bu açıklama işine gelmez.
Bu soruyu aynı zamanda, bu adamla ilişkili olan herkese, elini vicdanına koyarak belgeleri, kanıtları okuyup bir düşünce ve karar varsın diyoruz.
179. DOSYA’da bu konuya çok kısa ve net şu şekilde ortaya koydum.
“MİT’le NE ZAMAN BAĞLANTI KURDU
Üç tarih veriyor.
El yazılı belgesinin ilk cümlesinde “20 Ekim 1986 tarihinde” yakalandım diyor.
MİT’le bu tarihten itibaren ilişkiye geçtiğini söylemeye çalışıyor. Bu tarih 1. Kongremizin hemen öncesi (1 ay öncesi) bir tarih. Yani, ilişkiye geçmesinin hemen ardından, gelip örgüte “açıklama yaptım” demek istiyor.
Birinci tarih; 20 Ekim 1986
Ancak el yazması itirafnamesinin 7. sayfasında, 20 Ekim 86’dan öncede de MİT’le ilişkide olduğunu ifade ediyor.
“Ben ADANA’ya MİT’e döndüğüm de Sarı’yı gördüğümü beni kongreye götürmek için geldiğini. 13 ve 16 Ekim’de ANTAKYA PTT’si önünde saat 14.00de buluşacağımızı bildirdim” (İbrahim Yalçın İtirafnamesi s:7) Diyor.
İkinci tarih: 13-16 Ekim 1986.
Satılmış adam anlatmaya devam ediyor. Bu anlatım içinde MİT’le birlikte örgüte karşı kurguladığı senaryoları ve alternatiflerini Kipti şecaatiyle arz ediyor. Sonuçta meşhur cümlesini söylüyor:
“Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
Üçüncü Tarih: 28 Ağustos 1986.
Bu tarihlere bakınca “20 Ekim 86 tarihinde” yakalandığı iddiasının yalan olduğu ortaya çıkıyor. 28 Ağustosta 86’da para alıp geldiğine göre (15 gün kaldığı ilk gelişi) bu ilişki daha eskilere dayanıyor olmalı. Ancak bunu örgüte açıklamıyor.
MİT görevlisi olarak ilk gelişini yaptığında her şeyi örgütten gizleyip, bilgi toplayarak dönüyor. “Üzerimde yakalandı” dediği bilgileri eliyle MİT’e verip karşılığında ne almışsa alıyor.
İkinci gelişi 20 Ekim 86 tarihinden sonra gerçekleşiyor. Bu kez daha kapsamlı bir görevle dönüyor. Kendinden emin görevini yapabileceği umuduyla Kongre’nin yapılacağı merkezi alana geliyor..
Satılmış adam oyuna devam edecekti. Ama beklemediği bir gerçekle yüz yüze kaldı. İstanbul MİT’i kanalıyla Adana MİT’nin organize ettiği Süleyman Uğur adlı ajan, örgüt tarafından yakalanmış, sorgusu yapılmıştı. Adana ve Antep MİT’inden gelen Aydın Ocak adlı MİT ajanı da tam bu arada yakalanmıştı. İbrahim Yalçın bunu öğrenince diz bağları çözülmeye başladı. İlmik boynuna girecek bu açıktı.
Süleyman Uğur (Cengiz) ifadesinde ısrarla, “birileri daha var” diyordu. “Bana ilişki vereceklerdi ama güvenmediler bunun için Kongreye gelen diğer ajanların kim olduğunu bilemedim”. diye ısrarla tekrarla söylüyordu. İbrahim Yalçın bu ifadelerin kendisini kapsadığını hissetmişti. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.
Bu oyunu uzun süre sürdüremeyeceğini anlayınca itiraflarına başladı.
Önce ifadesini sözlü vermek istedi. Bunu ret ettik. Her şey yazılı olacaktı. Nitekim 12 sayfalık el yazısı itirafname böylece yazıldı.
Bu durum Mit ajanının örgüte ilk girdiği andan itibaren görevli olduğuna ilişkin bulgularla kesişiyordu. 1979 yakalanmalarında aldığı rol ise bu günlerde daha belirgin hale geliyordu.
İstanbul örgüt birimini çökerten İtirafçı Engin Erikener’in 19 Ağustos 1977 yakalanmalarında sanık gibi tutuklanan MİT ajanı, akıl almaz bir biçimde 1979 Aralık ayında tahliye oluyor. Bu tahliyenin ardından örgüt bir kez daha darbe alıyor. Günay Karaca’nın da aralarında olduğu 1979 Aralık yakalanmaları öyle başlıyor. MİT ajanı İbrahim yine devredeydi.
Bu verilerden sonra, bu kişinin MİT’ten ne kadar para aldığı, ne yediği ne içtiği, karısını göz ameliyatı için MİT’e neden peşkeş çektiği, “sorumlum” diye tanıttığı Adana MİT’inden “Ufuk” adlı kişi ya da İbrahim Şahin’e atfen, “Şahin” kod adını almasının bir önemi yoktu.
O bir MİT ajanıdır.
Bu satılmış adamın özeline ilişkin hiçbir ayrıntı beni ilgilendirmiyor…
1989 yılında da devrimci kamuoyuna kapsamlı bir dosyayla gereken açıklamayı yaparak o gün bu kişiyi üryan hale getirdik. Bu gün itirafçının oluşturmaya çalıştığı örtü ise bu ikilinin ortak işlerine ait refleksten başka bir şey değildir.
Bu kadarı benim devrimci algılarım ve normlarım için yeterlidir.
Bu satılmış adam ne yazarsa yazsın, mutlak olarak yalan yazacaktır.
Buna ihtiyacı var. Kendine benzer arayacak sırtındaki kamburu hafifletmek isteyecektir.
Ama hepsi boş…
O bir MİT ajanıdır…
Görevine de devam etmektedir…” (179. DOSYA http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )
Şimdi Mehmet Yavuz’un yazısını birlikte okuyalım.
NEBİL’İ KULLANMAK
Nebil üzerinden siyaset yürütenleri izlerken kahroluyorum.
Kin gütme siyaseti nedeniyle yapılan iddialar öyle bir noktaya varıyor ki; tanımayanlar için Nebil hakkında onlarca soru işareti doğuruyor..
Nebil, kahraman mı ?
Nebil, yalancı mı ?
Nebil, ikiyüzlü mü ?
İbrahim Yalçın'ın anılarında okuyoruz; cezaevinde aylarca birlikte yattıkları Nebil, ne kendisine ne de başka bir koğuş arkadaşına nasıl yakalandığına dair en ufak bir bilgi vermiyor..
Neden ?
İbrahim'in kendisi cezaevi anılarında ilk olarak nasıl yakalandıkları hususunu konuştuklarını yazıyor.. Ama bu konuda Nebil, kendilerine hiç bir şey söylemiyor..
Yahut da söylüyor da; işlerine gelmediği için ifade etmiyorlar..
Bilemiyoruz..
Yine İbrahim'in iddiasına göre; Filistin dönüşünde İstanbul'da buluştukları Nebil, kendisine Mihrac'a güvenilmemesi gerektiğini söyleyip bir de kaset veriyor... Ama neden güvenilmemesi gerektiğini hiç söylemiyor..
Halbuki kelle koltukta gezen bir militanın, mücadeledeki yoldaşlarını böylesi hayati bir durumdan haberdar etmesi, onları uyarması geremez mi ?
Aksi halde; olacakların sorumluluğu altında kalacağını bilmez mi ?
Güvensizlik nedenlerini bir kaç sözle arkadaşlarına anlatmak yerine Nebil, hangi müsait ortamdaysa hiç üşenmeyip bir teyp ve kaset bularak eleştirilerini sesli olarak göndermek istiyor...
Kime ?
Mihrac'a..
Yani kendisini yakalatığını(?) bildiği kişiye..
Bu da ilginç..
İbrahim'in iddiasına göre; Ali Çakmaklı olayından sonra İstanbul'da yine Nebil ile buluşuyorlar.. Bu buluşmada Nebil'in kendisine;
- '' Adana’daki arkadaşları zor zaptediyoruz, Ali’ye karşılık Mihrac’ı cezalandıracagız ’’
dediğini iddia ediyor.
Yahu nasıl bir durum bu ?
Anlattığınız bu Nebil, ne kadar gafil ?
Bir yandan Mihrac'ın güvenilmez olduğunu söylüyor, hatta kendisini ihbar (?) eden olduğunu biliyor ama her nedense onun cezalandırılmasına engel olmak için de arkadaşlarını zor zaptediyor..
Vay, vay, vayyy..!
Behey İbrahim; madem bu kadar zekisin, bir kez olsun Nebil'e bu çelişkisinin nedenini sormadın mı ?
Nebil'e; hem Mihrac'a güvenilmez diyorsun, hem de onu esirgemeye çalışıyorsun demek aklına gelmedi mi hiç ?
Sen kendini uyanık, herkesi aptal mı sanırsın ?
Ya da şöyle sorayım:
Behey rezil; sen Nebil'i gafil, iki yüzlü mü sanırsın ?
Kabak tadı veren bu palavralardan vaz geç artık..
Temcit pilavı oldu, papaz yemiyor..