7 Oca 2010

KADIN KENDİNİ ALDATIYOR

Mihrac Ural 8 Mart 2010

Her 8 Martta aklıma ilk gelen algı kadın kendini aldatıyor yönündedir. Bu gün ve bunun gibi binlerce gün, kadın sorunu için bir öneri bile taşımıyor. Kadını makinanın bir parçası olan emekçi olarak algılamakla genelleştirip, hemen çözülebilir sorunlarını dahi ebede kadar erteliyor.

Esasında, emekçi kadın diye bir kadın yok. Emekçiler var, emekçi sınıflar ve onların hak ve hukuk mücadeleleri var. Ancak kadın olmak ayrı bir olaydır. Bunu öncelikle kadının bilmesi gerek. Bu, kadını mensup olduğu kollektif kimlikten koparmak değildir, özgün sorunlarıyla yüz yüze getirmektir. Özgün kollektif kimliğini bilince çıkarıp ne yapması gerektiğine ilişkin bin millik bir yolda bir adım atmasını sağlamaktır. Bu adım atılmadın kadın kendini aldatmaktan başka bir şey yapmayacaktır; bu ise bin yıllardır sürün toplumsal baskıya, kadın cinsi olarak onay vermektir.

Doğanın ve kadın doğasının eğitilmesi, büyük bilgi dönüşümlerini, bilimsel ve teknik devrimlerin gelişimini ve bunların kadınla ilgili etkinliklerini gerektirir. Kadın bilgi dönüşümünden, bilimsel ve teknik gelişmeden hakkını alamadığı bu kouşullarda, sorunlarının temelinde yatan çözülebilir bir dizi kaostan da çıkamıyor.

Kadın üzerinde yazmak benim için çok riskli. Hemen tepki alıyorum. Kadın hakları konusunu çok farklı algıladığım doğru, kadına da çattığım ve kendini aldattığını belirttiğim satırlarda kabalık yaptığım da oluyor.

Vatandaş hakları, insan hakları genellemesi içinde, insan olan kadının demokrasi ve özgürlüklerle ilgili haklarını kazanmasına kayıtsız şartsız omuz vermek bir insanlık görevidir. Ancak konu gelip kadın hakları gibi bir özgünlük alınca, orada durup düşünmek gerekiyor. Genellemeler kayboluyor özelin gerçekliği şamar gibi insanın yüzünde patlıyor.

Bir kaç yıldır 8 Martta yazı yazıyorum. Kadın haklarıyla ilgli yazdıklarıma yeni bir ek yapmayı gerekterin bir şey yok. Tersine yazılanları okudukça, herkesin arkadan nal toplamakla meşgul yazılar içinde boğulduğunu görüyorum.

Her 8 martta aklıma ilk gelen algı kadın kendini aldatıyor yönündedir. Bu gün ve bunun gibi binlerce gün, kadın sorunu için bir öneri bile taşımıyor. Kadını makinanın bir parçası olan emekçi olarak algılamakla genelleştirip, hemen çözülebilir sorunlarını dahi ebede kadar erteliyor.

Esasında, emekçi kadın diye bir kadın yok. Emekçiler var, emekçi sınıflar ve onların hak ve hukuk mücadeleleri var. Ancak kadın olmak ayrı bir olaydır. Bunu öncelikle kadının bilmesi gerek. Bu, kadını mensup olduğu kollektif kimlikten koparmak değildir, özgün sorunlarıyla yüz yüze getirmektir. Özgün kollektif kimliğini bilince çıkarıp ne yapması gerektiğine ilişkin bin millik bir yolda bir adım atmasını sağlamaktır. Bu adım atılmadın kadın kendini aldatmaktan başka bir şey yapmayacaktır; bu ise bin yıllardır sürün toplumsal baskıya, kadın cinsi olarak onay vermektir.

Artık birileri kadına günaydın diyebilmelidir. Geç kalmış algıları ortaya koyabilmelidir.

Sözlerim çok mu muğlak. Müsaadenizle beliretiym. Kadın sorunu siyasal hak ve hukuk sorunu değildir. Bu söylemin paradigması ataerkildir. Bu haklar insanlığın haklarıdır. Kadının sorunu bunlara ek şeylerdir ve farklıdır.

Kadının sorunu öncelikle doğasıdır. Bunun yanı sıra doğanın da kendisidir. Bu iki sorun üzerine, ataerkil sistemler dizisi olarak, toplamlar tarihinin sakat kadın algılarını, inanç türlerinin kadını ötekileşteren algılarını da eklediğmizde kadının nasıl bir ölüm cenderesinde olduğunu kavramak zor değildir. Bu hadikaplar aşılmadan, eğitilmeden, altarnatifler geliştirilmeden siyasal taleplerle bu sorunun içinden çıkmak imkansızdır; gerçekçi bir tarihsel dönüşüm doğayı ve kadın doğasını etkileyecek değişimi başarmadan, kadın cins olarak bin bir biçimde yine esir olacaktır, boyun eğecektir. Kadının başta kendini aldatmakta ifadesini bulan bu süreç yeniden üretilirken, birileri bitip tükenmeyen oyalamalarla da okşayarak aldatmaya devam edecektir.

Doğanın ve kadın doğasının eğitilmesi, büyük bilgi dönüşümlerini, bilimsel ve teknik devrimlerin gelişimini ve bunların kadınla ilgili etkinliklerini gerektirir. Kadın bilgi dönüşümünden, bilimsel ve teknik gelişmeden hakkını alamadığı bu kouşullarda, sorunlarının temelinde yatan çözülebilir bir dizi kaostan da çıkamıyor.

Kadın doğası hızla evrimleşip, ataerkil toplum sistemleri tarafından esir edilme hali son bulmadan, kadın sorunları konusunda bir adım atılmış olamaz. Kadın, bilgi dönüşümlerini, bilimsel ve teknik devrimlerin özgürlüğü ve demokratik bir ortamda gelişimini sağlayamayan sistemlerin de ağır kuşatması altındadır.

Üst yapı algıları kadın cinsini ötekileştiren, kurum, kuruluş ve düzenlemelerin eseri olarak kadın, doğasının yarattığı iç kıskaçlara ağır ekler koymaktadır; mahale kadar toplum baskısını da buna eklediğimzde, görünmeyen bir bekaret kemeri, kadını cinselliğini esir almakla kalmıyor, ruhunun derinleklerine kadar bir kuşutma altında da tutuyor. Bu atmosfer içindeki kadın, boyun büyür, aldatılmaya açık oluyor ve en zalim olani kendi kendini aldatmayı gönüllü olarak seçmek durumunda kalıyor.

Kadın cinsinin tarih seriveninde, hala karanlık çağların yaşanıyor olması büyük bir handikab. Karanlık çağları evrensel ölçekte aşacak adımlar, kadın cinsinin sorunları karşısında daha direngen olmasına da olanak sağlayacaktır. Bunun için daha çok demokrasi ve özgürlük gerek. Tarihsel büyük dönüşümlerin önündeki engellerin aşılması gerek. Nitel bir değişimi bu alanda sağlamaksızın kadın sorunları konusunda ciddi bir adım atılması sözkonusu olamaz Sistem içinde kalan reformlar, siyasal iyileştirmeler sağlasa da kadın cinsiyle ilgili bir çözüm getiremez.

Kadın, içinde ataerkil verilerin üstünlüğünü sağlayan doğayı ve kendi doğasını büyük özgürlük ve demokrasi hamlesiyle aşma çabasına yönelmelidir. Uzun zamana yayılmış olsa da kurtuluş yolunda en gerçekçi adım budur. Kadın daha çok bilgi çağının, bilimsel ve teknik devrimlerin sonuçlarında etken bir dişli olmanını olanaklarını yaratmaladır. Toplumun olmazsa olmaz bir dişlisi haline gelmelidir. Bu soyut bir siyasal hak kazanımından da öte ayakları yere basan adımlar olmalıdır. Gerisi kuru laf kalabalığıdır.