9 Ara 2010

İBRAHİM YALÇIN MİT AJANI VE CEPHE DERGİSİNE SIĞINMA


12 Eylül rejimi öncesi (26 Ocak 1978)  yayınlanan Merkez Komitesi yayın organı CEPHE dergisinin ilk 5 sayısı.
(Orijinal Nüshaları örgüt arşivindedir)

210.DOSYA
MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN
ve
CEPHE DERGİSİ GÖLGESİNE SIĞINMA

Mihrac Ural
9 Aralık 2010
 
Konumuz CEPHE dergisi.
Hani şu önemsenmeyen, varlığı yok sayılan CEPHE dergisi…

Kesilmeden yalan kurgularla,  bir zamanlar polise verdikleri raporların bir tekrarı olan yalancı pehlivan tefrikalarıyla, sallaya sallaya yazıyorlar. Konuyu uzunca anlatacağım. Ancak şu yalanı ilk elden görün istedim. Bu adam MİT hesabına çalışmaya tüm hızıyla devam ediyor. Bunu her defasında size ispat edeceğim.  Ama şu kaba yalanı okuyun, sonra CEPHE’nin çıkışı ve gelişimini ana kaynaktan izleyin.
MİT ajanı şunu söylüyor:
’Öncü savaşının politik sanatı’’  özellikle, THKP-C ideolojisini savunan kimi örgütler içersinde tartışma konusu olurken, bu yazının istenildiği anda bulunamaması büyük bir eksiklikti.
İstanbul İl örgütü içersinde, Basım-yayın sorumlusu Niyazi’nin öncülüğünde ilk iş olarak Cephe dergisinin düzenli bir şekilde çıkartılarak, ne söylediğimizin en geniş çevrelerce bilinmesi kararlaştırılmıştı. Kimi yazılarımızın broşür olarak legal basımı bu anlamda gündeme geldi.
’öncü savaşının politik sanatı’’nında içersinde yer aldığı CEPHE  dergisi çıkartıldı. (MİT ajanı İ. Yalçın, “Hapishane Günlüğü 14”)
“Öncü Savaşının Politik Sanatı”  HDÖ ile siyasal ayrışmamızın tezidir. Bu tez tümüyle bana aittir. Bu teze son şeklini Konya cezaevinde verdim. O ara, Rıza Salman, İtirafçı Enginle yazışıyor ve onu ikna etmeye çalışıyordu. Bilinen her zamanki haliyle İtirafçı, bulunduğu alanın etkileriyle biçimlenir. Konya’da da bu oldu. Bizden yana tavır aldı. Bu ayrılık ciddi bir siyasi ayrılık olarak ortaya çıkmıştı. Tezlerimizi geliştirerek bu ayrışmayı daha sağlıklı hale getirdik. Bu nedenle ve iki tarafın olgunluğuyla,  HDÖ ile aramızda hiçbir husumet olmadı; hatta birçok kadro, uzun bir süre bölünme olmamış gibi davrandı durdu.
Bu günlerin sallamalarında itirafçı Engin, “Acil-HDÖ ayrılığı suni bir ayrılık ona siyasi bir kılıf giydirildi” derken de o günkü iç dünyasını, zayıf kalışını, tezlerimize teslim oluşunu yansıtıyor. Sonradan gelme bu açıklamalar, ayrılıkta ortaya koyduğumuz tezlerin ve siyasal irademizin etkisini yansıtır. Bunları sonra yazacağım.
MİT ajanına gelince. Bu yumurtacı ahlaksız  
’öncü savaşının politik sanatı’’nın da içersinde yer aldığı CEPHE  dergisi çıkartıldı.” (Agm) Diyor.
Adam, okuru her zaman yaptığı gibi, aptal yerine koyuyor; karıştır, salla, kurgula, balans ayarları yap öyle aktar.. Yutturacağını sanıyor.
Be yalancı bu yazı (öncü savaşının politik sanatı ) Konya ceza evinde 1979 Mart ayında yazıldı.
Be ahlaksız, CEPHE’nin son sayısı 7 Ağustos 1978’de çıktı. Bu yazı CEPHE’de hiçbir zaman yayınlanmadı. Kurgular arasında geçiştireceğini sanıyorsun öyle mi. Bu yolla, kendini yayın faaliyetinde bir maydanoz sayacaksın. Aptal…
Yazdığın her şeyin yalan olduğunu bilmeyen yok, ama ellerimle yaptığım, sorumlusu olduğum şeylerde de bu kadar pervasız yalan söylemenin arkasında kim duruyor, bunu söyle bakıyım…
1979’da ortaya koyduğum bir tezi, 1978’de son sayısı basılan CEPHE dergisinde nasıl yayınlarsın? Hokkabazlık işin, yalan işin ama bu binanın mimarları hala duruyor, kime nasıl yutturabilirsin ki…
Okur seni bir kez daha bin kez daha tanıyacak. Yazdığın her şeyde bir ahlaksızlık var. Etik olman mümkün değil. Çünkü görevlisin ajansın…
Yarın cevap diye bir balans ayarı yapacak, işi sulandırıp bu konunun esasına ilişkin değildir diyecek ama…
Ne yazarsa yazsın Acilciler bu düşkünü MİT ajanı olarak bilmeye devam edecektir.
Bu ahlaksız, bir ton çamur attığı CEPHE dergisinin gölgesine sığınmaya çalışıyor. Biliyor, Acilcilerin tarihi CEPHE’siz yazılamaz; uzun bir siyasal tarihin tüm belgeleri CEPHE’dedir. Bunu kullanacak.
Aynı yöntemi Kongre için de yaptılar. Joker Haydar ve MİT ajanı İbrahim Yalçın, Kongreye atmadıkları çamur kalmamasına rağmen, ”kongrenin seçtiği kişileriz” diye ağlayıp, İspiyonlamak için MİT’ten para alarak geldiği 1. Kongremizin gölgesine sığınmak istemişti. Ama tutmadı. Örgüte sahip çıkmak bir bütündür, Kongre kararlarından tutun en küçük verisine kadar bu böyledir. Bir ajan için ise neye sahip çıkarsa çıksın hiçbir anlamı olmayacaktır.
Gerçeklerimiz şeffaftır, kimseye örtü olamaz.
Aynı kurgularla, zamanı sık sık geriye çalıştırarak, MİT’le ilişkiye giriş tarihini gizlemeye çalışması, sorduğumuz “MİT’le ne zaman ilişkiye geçtin” sorusuna hala cevap vermemesi, Yalancı pehlivan tefrikalarıyla konuyu sulandırması, içine düştüğü halleri yansıtması açısından yeterli bir göstergedir.
Bunu da altta okuyacaksınız.
***
CEPHE dergisi THKP-C(Acilciler) örgütünün merkez yayın organıdır. Her koşulda yayın hayatını sürdüren ender merkez yayın organlarından biridir. Örgütümüzün sesi görüşlerinin platformudur. CEPHE bir yayın algısıdır, öncülü aynı algının eseri olarak yerel ölçekte yayın yapmıştır (TEK YOL DEVRİM dergisi). CEPHE 12 Eylül öncesi ve sonrası, zaman zaman farklı adlarla zaman zaman tüm kıtalarda basılarak yayın hayatını sürdürmüştür (Basımı yapılan her CEPHE’nin orijinal nüshaları örgüt arşivindedir). Bir onurlu direnme ve duruş dergisi olarak CEHPE, bu gün ATAK dergisiyle devam ediyor.
CEPHE dergisinin bu dik duruşunu yıpratmak önemsizleştirmek hatta kirletmek için 3 yıldır özel harp dairesi kuklalarınca atılmayan çamur kalmadı; CEPHE tüm acilcilerin yazım emeklerini ürünü ve temsilcisidir. Örgüt kararıyla her yoldaşın mutlaka yazması ve katkı yapılması da teşvik edilmiştir. Yazım güçlüğü çeken yoldaşlar bile bu açıdan teşvik edilip CEPHE’ye katkı yapmaları sağlanmıştır. Bu da her yoldaş için bir onur kaynağı olmuştur. 12 Eylül rejiminin kasvetli günlerinin, örgütlerin dağıldığı, yayın politikalarının iflas ettiği, bir bildiri yazıp dağıtmanın imkansız olduğu bir kesitte, CEPHE’nin dağıtımı ülkede yapıldı; o çabalar bir emek abidesiydi. Üstelik her makale yazarının adını (genellikle kod adı) taşıması, yazan her yoldaş için bir onur nişanıydı. O günün gözüyle bu emeklere baktığımızda büyük başarıyla yürüyen bir yayın faliyetinin olduğunu görmek güç değildir.
Malum muhbir şebekesinin, itirafçı Engin Erkiner‘le başlattıkları CEPHE’yi hafife alma çabalarına tanık olduk.  Kimsenin bilmediği okumadığı, fotokopi basımı, birkaç sayıyı geçmeyen” gibi yalanlar, bu örgütün en değerli etkinliği olan merkez yayın organına saldırıp durdular.
Nedense,  bu yalanlar tutmayınca, bu kez CEPHE’yi sahiplenme hezeyanları başladı.
CEPHE ile uzak yakın ilgisi olmayan bu taifenin, CEPHE’nin örgüt tarihinde aşılmaz bir yeri olduğunu itiraf etmiş olmaları, kendi çelişkilerini olduğu kadar akıl almaz senaryolarının çirkinliğini de ortaya seriyor.
CEPHE, 26 Ocak1978 tarihinde yayın hayatına girdi. Beylerderesi katliamıyla ilgili anma adına ve kapağını da bu konuya ayırarak çıktı. Beylerderesi ihbarcısı itirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’nın bu çabalardan ne bir haberleri ne bir ilişikleri vardı. Onlar örgütü polise vermiş, bizim de sırtımıza ilgili ilgisiz bir ton suçlama yıkarak firari duruma sokmuşlardı.
CEPHE bir yayın organı olarak çıkışının kararı bana aittir. Logosu da önerim çerçevesinde yapılmıştır. Açılış yazısı (Sayı 1 sayfa:2)  GÜNCEL SORUNLAR VE SEÇİMLER” , “Yayın politikamız” (Sayı 1 Sayfa:12 Arka kapak) başlıklı yazı, “İran’da İşkence ve Cinayet” başlıklı yazılar bana ait. Diğer yazılar arasında İlker Akman’ın “Suni denge” yazısı bulunmaktadır.
CEPHE sayı 1. ve 2.  firari olduğum koşullarda basıldı. CEPH’he basım yayım hazırlıkları içinde İstanbul Cağaloğlu’da bir matbaacının yanında iş de buldum, basım tekniği ve özellikle kaşe yapmayı öğrendim. En önemlisi olan resmi mühürlerin ortasında yer alan ay yıldızlı kaşe eksiğini buradan giderdik. Serografiyi orada öğrendim ve örgütün bu tür ihtiyaçlarını giderecek teknik bilgiyi böylece kazanmış oldum. Yanılmıyorsam tam o denemde A.Ö postahanenin santral gibi bir bölümünde görevliydi ve orada ilk kez buğulama hamsi yemeği yaparak yeme fırsatımız olmuştu; Feriköy’deki örgüt evi de olan yerde yoldaşlarla da kalmıştık; E.Y ve E.H ile de tanışmam bu döneme rastlar. Daha sonra Samsun örgütlenmesi için Z. E yoldaşın köyüne kadar uzanan bir gidişimiz oldu. Kayseri, Niğde çalışmaları da bu süreçte gündeme gelmişti. Özetle bu kesitte, Adana’da da örgütleme faaliyetlerinde bulunmuş, baskından kaçarak İstanbul’a yerleşmiş örgütsel çalışmamızı firari koşullar içinde yükseltmiştik. Ekibimde yer alan Nebil Rahum’a, F.Ç ve M.Ç de yanımdaydı.
CEPHE’nin diğer üç sayısı, zindan sürecinde basıma verildi. Tüm sayıları 26 Ocak 1978 – 7 Ağustos 1978 arası basılıp yayınlandı. Bu ara ardı arkası bitmeyen zindan sürgünleri başladı.1979 sonlarında, CEPHE’yi, İMECE başlığı altında çıkarmayı kararlaştırdım. Bu konuda adımlar da atıldı.
CEPHE, 12 Eylül sonrası yayın hayatına kararlılıkla devam etti. Onlarca sayı, imkanlar olduğunda da renkli baskısıyla okura ulaştı. Sırtlarda sınırlar geçti, engeller aştı. Azimle yapılabileceklerin en iyisi yapılarak, CEPHE’nin okuruna ulaşması sağlandı. CEPHE öylesine yoğun emeklerin, geceleri gündüzlere katan çabaların eseri ki, buna dil uzatanlar her türlü onuru yitirmiş olanlardan başkası olamaz: Acilciler ise tarihi bir direniş örgütü olarak bu türlerle arasında uzak yakın bir bağa olamaz. Onlar, TKEP’li ler olarak, İtirafçı, MİT ajanı, ölü konuşturucusu olarak, kendi ahlaksızlıklarıyla, örgütsel değerlerimizden fersah fersah uzaktadırlar.
CEPHE örgütümüzün merkezi yayın organıdır. Türkiye’de illegal örgütler arasında merkez yayın organı legal olan tek örgüt bizdik. Bu bir yayın politikasıydı, halka açık olmaktı, görüşlerimizi en geniş şekilde savunma çabasıydı. Bu politikanın mimarı bu satırların yazarıdır. O gün bu algıyı hayallerinde bile görmeyenlerin, aradan 32 yıl geçtikten sonra ayıkıp, kullanma refleksi göstermelerine gülüp geçiyorum.. Çünkü zaman bu gün itibariyle başka öncülükleri gerektiriyor, Bilişim çağının verileriyle farklı yayın politikalarını gerektiriyor. Bunun için, örgütsel yayın politikasını yeniden dizayn ederken “sanal örgüt, sanal yayın” diye göbekleri çatlayarak eleştiri yapanlar sadece arkamdan nal toplamaya devam etmiş oluyorlar; bunlar dün ne idi iseler bu gün de odur.
Bu örgütün başında olarak dün ve bu gün ne yaptıysam sorumluluğumun gereği olarak yaptım. Ortaya çıkan sonuçta, olumsuzun sorumlusu benim, olumlun sahibi ise tüm yoldaşlarım ve örgütümdür.
CEPHE’nin yayına hayatına girmesiyle örgütüme bir yayın organı kazandırdım. Bu gelenekten geliyordum ve bunu sürdürdüm. Bu geleneği bilmeyen itirafçı ve ajan ahlaksız ikilisinin CEPHE’yi keyifleri gelince küçümsemeleri, keyifleri gelence gölgesine sığınmaları ise üç yıldır yaşanmakta oldukları sendromun dışa vuran bir verisidir. Dikkatli okuyucu, bu komedinin içinde trajediyi yaşayan ahlaksızların, bir ara, kongremize etmedikleri söz bırakmamış olmalarına rağmen aniden “Kongrenin seçtiği kişiler” diye, kongremizin gölgesine sığınmalarını kolay hatırlayacaktır. Joker Haydar ve MİT ajanın İbrahim Yalçın (MİT’teki kod adı, İbrahim Şahine atfen “Şahin”) “Kongrede seçilmiş insanlardık, bizi tanıyın” diye yalvar yakar olmalarını kimse unutmadı; ilginç olan bu değil, ilginç olan İhbar etmek için MİT’ten para aldığı bir kongreye sığınmaktır…
CEPHE’nin basımı için adı en öncelikli olarak anılması gereken sessizce emek vermiş isimleri burada anmak gerek. Basım ve yayım işinde emekleri unutulmayacak kişilerden biri Devrimci sağlık iş sendikasında çalışmaları yürüten Dr… Yoldaştır.
Derginin sorumlu yazı işleri müdürü ise HATAY / Altunözü’nden bir sempatizandır AY. Sahibi ise başka bir yoldaştır. CEPHE 5 sayı çıktı. Sahibi bir kez değişti.
MİT ajanı bu ayrıntıları bilmez, bilemez de. Bilse, nemalanmak için ne yalan kurgular yapar, ne yalan sallamalar dizer ne atmasyonlarla kamburunu örtemeye çalışırdı; tarihi ajanlar ya da itirafçıların yazmayacağını ayrıca söylemeye gerek yok.
CEPHE’nin tüm sayıları orijinal haliyle örgüt arşivindedir. CEPHE dergisini orijinal haliyle cezaevi sürecinde topladım, Korudum ve örgüt arşivine kadar ulaştırdım; bunun gibi binlerce belge örgüt arşivinde korunmaktadır.
CEPHE, bir sonuçtur. Bir düşüncenin, bir perspektifin, örgütte siyasal yayın iradesinin tecellisidir. Bu sonucu yaratan kıvılcımı ben çakmış olsam da CEPHE, Acilcilerin emekleriyle, onların kanaatlerini halka ulaştırmanın sesi olmuştur. Bu yayını onurla taşımak gerek. Onu kirletmek isteyenlerin çehresi açığa çıkınca, gölgesine sığınmalarını ise yine CEPHE’nin bu güne dek süren ağırlığının yoğunluk ve kapsayıcılığının bir belirtisi olarak görmek gerek.
Bu ahlaksızlar 28 yıldır TKEP’li olmalarına rağmen, birkaç yıl takıldıkları Acil hareketine saldırma isteklerini buradan çıkarmak zor değil; meyve veren ağaç taşlanır, bunu kimse unutmasın…
Bu çirkin insanlara dönüp bakmıyoruz. Siyasal yazım çabalarımız ortada. İlgi alanımız açık ve net. Bunların yöntemi Nazi yöntemleridir;  yalanı çok sık ve abartılı söyleyeceksin, kimse inanmasa da kafalar bulanır bu da amaca hizmet eder”. Özel Harp dairesinin yöntemi de aynıyla budur.  Ancak bu çırpınışları o kadar çok tekrar ve yeniden yalan kurguya dayanıyor ki, okur da bunları yakalamakta zorlanmıyor. Bize ulaşan tüm okurlar bu ortak kanıyla, “hiç cevap vermeyin kendi çelişkileriyle, kapatılması mümkün olmayan yalanlarıyla batıyorlar” diye uyarıyorlar. Buna rağmen okurun bilmesi gereken kısa açıklamaları aktarmakta yarar var.
İlk kitabım “SOVYET SOSYAL EMPARNYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALIĞI” hakkındaki sallamalarına kısaca değinmek istiyorum. Bu kitap ilk teksir baskısı 1976’da Harbiye’de F.B’nin evinin ikinci katında basıldı, alt katı çarşaf dokuma tezgahlarıydı. Bu kitabı İtirafçı Engin Erkiner, Antakya’dan silahlarla birlikte dağıtmak üzere İstanbul’a götürdü, ilk kez de burada gördü; ahlaksız itirafçı, bu ayrıntıyı bile polise itiraf etti; … Yakarıda da söylediğim gibi 4-5 gün MİHRAÇ’ın evinde kaldıktan sonra malzemelerle birlikte BEN, ALİ, NEBİL beraberce İstanbul’a döndük. Yukarıda söylemeyi unuttum MİHRAÇ’ın evine gittiğim vakit... tahminen 10 adet “SOVYET SOSYAL EMPERYALIZM TEZLERİNİN SAÇMALIĞI” başlıklı 212 sahifelik ve HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ imzasını taşıyan broşürü vermişti…” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:11)
Kitap önceden aldığım ve basımı için talimatını verdiğim doğrultuda, legal olarak, “KAPİTALİZM Mİ? SOSYALİZİM Mİ?” adı altında basıldı. Kitap elime ceza evinde ulaştı. Kitap o dönem “sosyal emperyalizm” tezini savunanlara karşı bir başucu kitabıydı. Kitabın orijinal nüshası ve legal basım nüshası örgüt arşivindedir.
Bu kitabımın araştırma, taslak yazımı, radekte edilerek basılabilir hale gelişinde, kimsenin hiçbir katkısı olmamıştır. Yapılan katkılar doğal olarak bundan sonrası olmuştur, basım ve yayım işi tamamen örgütsel kolektif çabanın ürünüdür. Örgütümüzde en çok dağıtılan, en çok okunan ve polemiklerde işlev gören bir kitaptır; bu kitaptaki temel tezim, bu gün içinde önem taşıyan Marks’ın ünlü “üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkileri” sözüne dayanır (K.Marks, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, Önsöz).
Yazımı bitmiş olan “Sosyalizm Üzerine” başlıklı kitabımın temel dayanaklarından biri de bu olacaktır; bu ise, geçmişten bu güne belli bir siyasal hat ve algı üzerinde dengeli gidişimizin, kararlı oluşumuzun gelişerek ilerleyişimizin ifadesidir.
Diğer bir husus, İtirafçı Engin’in bitip tükenmeyen anne düşmanlığıdır. Anası, bir yanlış yapmışta ondan mı anne sendromları içinde nefret ve kin kusuyor anlamak güç.
İtirafçının doğum gününü bilirsiniz. 19 Ağustos 1977. Kendini tanımlayan meşhur cümlesini de hatırladığınız kesin;
Engin Erkiner kendini tanıtıyor:
Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)

İşte bu ahlaksız kişi, ana sevgisi görmemiş ya da anası tarafından yüz kızartıcı bir travmayla karşı karşıya bırakılmış olmalı ki, ölümleri ardından bile dönüp dolaşıp anaları diline doluyor.
Herkesin anası kendisine göre kutsal bir varlıktır. Ama nedense bu adamın böyle bir algısı, kültürü bulunmuyor. Zindanda birlikte yattığımız süre içinde bir tek yakını, örgütlediği bir tek insan ya da anası, babası bir yakını bir kez olsun, bu ahlaksızı ziyaret etmemiş olması, bu konuda daha da önem taşıyor.
Zindandaki zorluk sürecimizde, komünlerimize bu ahlaksızın çevresinden hiç bir katkı yapılmamıştır. Tüm anneler, babalar, kardeşler ziyaret gününde uzun yolculuğun çilelerine katlanarak, ziyaret saatine ulaşır, elleri, sırtları eşya dolu olarak zindan karanlıklarımızı aydınlatır, yemeklerimizi çeşitlendirirdi. Bir tek bu yosma itirafçının çevresinden ne gelen, ne de zırnık bir katkı sunan olmuştur.
Bu şerefsiz, ana sevgisinden de yoksun biri. Bu yüzden anaları yücelten herkese karşı kirli dilini kullanıyor. Ölenlere bile dil uzatmaktan bir beis görmüyor. Söyleyim, Ansiklopedilerin bilmediği, güneş yüzü görmemiş, Hakkari’den İstanbul’a köprü, Türkiye’den Amerika’ya telsizle ulaşacak, Ölü Denizden Everest’e ışınlanarak çıkaracak aşağılamaları ve küfürleri bir Akdenizli olarak öylesine iyi bilirim ki, tüm annelerden özür dileyerek, bu şerefsizin anasını dilime dolarsam cümle alem insanlığın her türüne küfür eder hale gelir. Belirtmekle yetiniyorum.
Şimdilik bu şerefsizi bir hasta olarak görüyorum. Hastaları mazur görmek gerek, içine düştüğü hezeyanı elimin tersiyle tokatlayıp geçiyorum; şimdilik beklesin.

SIRAT KÖPRÜSÜ SORUSU
HALA CEVAP BEKLİYOR

MİT ajanı İbrahim Yalçın her konuda olduğu gibi bu konuda da sallama yalanların ötesine geçmiş yazıyor. İşi bu.
Bu muhbir şebekesinin, TKEP’te 28 yılı aşkın tarihleri üzerinde bir şey konuşmamaları ilginç. Örgütümüzle bağları birkaç yılı geçmemiş iken TKEP’le ilgili tarihlerinden hiç söz etmemeleri orada çevirdikleri karanlık tasfiyelerle ilgili olması önemle muhtemeldir.
Meyve veren ağaç taşlanır misali örgütümüz taşlanıyor. Oysa TKEP buharlaştı, bu nedenle hedef olma özelliği kalmadı. Özel harp dairesi ve kuklaları için bir anlam taşımıyor.. Ama örgütümüz siyasal mücadelesine, yazımına, basım-yayımına, meydanlarda pankartlarıyla yer almaya, demokrasi mücadelesine omuz vermeye devam ediyor. Hedef olması çok normal. Herkes görevini yapıyor    
O, otursun MİT’e ne zaman alındığını, göreve başlangıç tarihini açıklasın. Biz de örgütsel tarihimizde eksik kalan bu halkayı tamamlayıp kapsamlı bir örgüt tarihine dünü bu günü ve devam eden sürecinin eksik yanlarını tamamlamış olalım.            
MİT’ten 150.000 TL alarak örgütümüz THKP-C(Acilciler)’in 1. Kongre hazırlıkları sürecinde bilgi toplamaya geldiğini, 28 Ağustos 1986’da 15 gün kalarak MİT’e döndüğünü (birinci gelişi), ikinci gelişinin ise 1. Kongre arifesi olan Ekim 1986’da olduğunu kendi el yazısıyla açıkladık.

İbrahim Yalçın kendini tanıtıyor:
Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
Bu son gelişinde örgütün yakaladığı polisleri sorguya çekerken yaşadığı tedirginlikle itirafta bulunacağını açıklayarak örgüte teslim olduğunu da kendi el yazısıyla aktarmıştık.
İbrahim Yalçın MİT ajanıdır. Bunun kendi el yazısı itirafıyla belgeledik. Bu konu noktalandı. Kendisi ve çevresi de bunu biliyor ve ses çıkarmıyorlar. Ama ses çıkarmadıkları ve gizlemeye çalıştıkları başka bir gerçek daha var.
Bu ahlaksızın MİT ajanı olmasının ötesi de var. Bizi ilgilendiren budur. Yani ötesi…
Tekrar hatırlayalım,
İbrahim Yalçın, el yazılı itirafnamesinde sıraladığı tarihler MİT’le ilk bağlantı tarihini gizleyen bir çelişki içindeydi. Yakalandım dediği tarih (20 Ekim 1986) ile örgütten bilgi sızdırmak için yaptığı ilk geliş (28 Ağustos1986) bir tutarsızlık gösteriyordu. İlk kez 29 Ekim 1986’da MİT’e yakalandım ve öyle ilişkiye girdim diyen kişi, nasıl olur da daha önceki bir tarih olan 28 Ağustos 1986’da MİT’ten para alarak örgüt merkez alanına gittim diyebilir. Demek ki bunun öncesi var. 20 Ekim 1986 ilk yakalanma tarihi değil, yalan söylemiş, öncesi var. Biz de bu öncesini istiyoruz ve sırat köprüsü sorumuzu soruyoruz…  
İbrahim Yalçın’ın tüm kıvırtmaları, yalan kurguları,  el yazısı itirafında ortaya çıkan bu açığını kapatma amacını taşımaktadır. O bir MİT ajanı, ama ötesi var.
MİT’le ilk bağlantı tarihi nedir? Bu soruya cesaret edip cevap veremiyor, gizliyor.
Kayıp halka budur. Bunun için, MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aylardır soruyoruz, MİT’le ilişkiye giriş tarihin nedir?
Sırat köprüsü sorusu, kayıp halkaları ortaya serecektir. Örgüt tarihimizde, bu sızmanın yarattığı tahriplerin kronolojisi de bu sorunun cevabıyla açığa çıkacaktır.  
MİT ajanı cevap vermiyor çünkü ne olacağını iyi biliyor. Bir tarafta örgüt bir tarafta MİT iki ateş arasında, her ispiyoncunun düştüğü telaşa düşüyor. Bu da işine devam ettiğinin açık bir göstergesidir.
İbrahim Yalçın eveleyip gevelemeden cevap verecek buna mahkum. Bundan kaçamaz. “Katil muhbir” itirafçı Engin Erkiner, polis itirafnamesine nasıl ki ön söz yazmaya mecbur kaldıysa bu ajan da bağlantı tarihini vermeye mecbur kalacaktır.
Bu hayati soruya cevap vermemek için adam öyle çırpınıyor ki, yazdığı cezaevi anaları yalancı pehlivan tefrikalarını kat be kat aştı. Öyle ki, şecaatini arz ederken sirkatini söylemeye benzedi. Bu anı anlatım yalanlarında öylesine ayrıntılar, isimler, tarihler veriliyor ki, bu tür süreçleri yaşayanlar dönsün kendi anılarını sorgulasın bakalım, buna benzer ayrıntıları hatırlayabilecekler mi? Yazdığı anılar, polise verilmiş ihbar mektuplarının bu günün gözüyle anı diye kaleme alınmasından ibarettir. İhbar raporları gibi tutulmuş, özellikle isimler, örgütler, eylemler, adresler…
Bu adam örgüte ajan olarak sızdırıldı bu çok açık oldu. Gerisini okur düşünsün…
Bu çırpınışı da MİT ajanı olduğu kamburunu örtmeye yetmiyor. Biz Acilciler sorumuzun cevabını bekliyoruz. İbrahim Yalçın MİT’e ne zaman alındın tam tarihini istiyoruz. Bu soru boyuna inecek bir giyotin olarak tekrar tekrar sorulacaktır. Yazdığın hiçbir yalan bu soruyu örtemeyecektir.
Kişi bir kez MİT ajanı oldu mu, muhbirliği bir yaşamsal gelir kaynağı haline getirdimi, bu kişi ne yaparsa yapsın, illa ki yalan söyleyecektir. İllaki gerçekleri ters yüz edecektir.
Sorumuzun cevabı aynı zamanda, İlker Akman ve yoldaşlarının Malatya Beylerderesi’nde katledilmesine yol açan ihbarcı ve itirafçı Engin Erkiner’in, bu ajanı örgüte sızdırmasının arka planı da ortaya çıkarılmış olacaktır. Bu ikilinin bunca yıldır aynı minval üzerinde, ihbar, tasfiye, gibi işlerle örgütümüz dahil kaç örgüte zarar verdikleri de ortaya çıkarılmış olacaktır.
 Dolaysıyla, bu şebek öbeğine CEPHE’yi ağzınıza almakla çenenizi boşuna yormayın, size ait bir verisi olmayan CEPHEden nemalanmanızın olanağı yok. Siz şu sırat köprüsü sorumuza yanıt verin gerisi çorap söküğü gibi gelecek…

Sonuç:
İbrahim Yalçın, ne yaparsan yap; uydur, salla, kurgula, çırpın, başını yol… Hiçbir şey senin MİT ajanı olduğunu örtemeyecek. El yazılı itirafın ortada. Sen, örgütümüzün Merkez yayın organı CEPHE’yi bir kenara koy, CEPHE seni ve sinin gibi ahlaksızların boyunu çok aşar. Git,on yıllarını geçirdiğin esas örgütün TKEP’in merkez yayın organı üzerinde yalan sallamalarını yap.; ortağın itirafçı Engin Erkiner birlikte, daha ötesini itiraf edeceksiniz; Önce Ankara örgütlenmemizin tüm üst kadrolarını, sonra İstanbul ve tüm Türkiye örgütlenmesini her boyutuyla polise nasıl teslim ettiniz onun hesabını verin. Bunun ötesi de var sırat köprüsü sorumuza cevap vereceksiniz.
İbrahim Yalçın, MİT’e ne zaman katıldın?
 Bu cevabı bekliyoruz el mahkum bunu da ortağınla birlikte itiraf edeceksin. Yaptıklarınızın kefaretini öyle ödeyeceksiniz ki,
sizin gibiler, dünyanın neresinde olursa olsunlar, ders alacaktır. Bekleyin.