29 Eyl 2011

NEBİL RAHUMA

BURADA YATAN ÖLÜMSÜZ KAHRAMAN NEBİL RAHUMA
ORTAK ÜLKEMİZİN
ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE
FİLİSTİN HALKININ HAKLI DAVASINDA
VE İNSAN HAKLARI UĞRUNA HİÇ BİR ÖZVERİDEN KAÇINMADAN
DOĞRULARI ARKASINDA DURDU. 
                                                                                               ( Mihrac Ural )”


Antakya 1955  --  29 Eylül 1980 İstanbul


Mihrac Ural
29 Eylül 2011- Nebil’in anısına

Nebil Rahuma yoldaş, yukarıdaki satırları mezar taşın için yazdım. Orada yerini bulacaktır. On yıllar geçti katlin üzerine, mazlum yoldaşım. Acını hala yüreğimde taşıyorum.
Esir aldı seni, yoldaş diye bildiğin bir ahlaksız şebeke, acımasızca da infaz etti. Her zamanki gibi sesiz sitemsiz gittin ölüme.  Gerçek yoldaşlarından kadim Roma kenti Antakya’nın mayasında birlikte piştiğin canlarından kopardılar seni. Ama sen bu kentin ve Türkiye devrimci hareketinin yüreğinde yaşamaya devam edeceksin.
Nebil yoldaşın katli ikili bir şebekenin işi olarak icra edildi; tetikçiler ise tek tek aynı ikili şebeke tarafından tasfiye edildi.
Nebil’i, İtirafçı Engin Erkiner polise ihbar etti; polis itirafnamesinde 17 kez adını verdi (Bkz. Engin Erikner polis ifadesi. Dosya no:1 altta adı verilen link).
İşaret böylece verilmiş oldu. MİT ajanı İbrahim Yalçın devredeydi; örgütün İstanbul’daki tüm faaliyetlerini isim isim, adres adres MİT’e veriyordu. Tabi ki tüm eylemlerde MİT denetimindeydi. MİT İstanbul bu müdürü Osman Nuri Öndeş, bu ifşaatı ayrıntılarıyla anılırını yazdığı “İHTİLALERİN VE ANARŞİNİN YAKIN TANIĞI” adlı kitabında tek tek açıkladı; Soygun sonrası “lokantada kuru fasulye yediklerini” bile biliyorlardı. (Bkz. S: 280-289 “ACİLCİLER OPERASYONU  bölümü)
İtirafçı Engin Erkiner polis itirafnamesinde ayrıntılarıyla Nebil Rahuma yoldaşı polise anlattı, onu hedef haline getirince de iş MİT ajanı İbrahim Yalçına kaldı. MİT ajanı banka soygunlarına katılmasına, görgü tanıkları onu tespit etmiş olmalarına rağmen, 1979’da örgütümüze yapılan yeni operasyonlara katılmak üzere cezaevinden çıkarıldı. O da işini yaptı. Sıra, Firari durumda olan Nebil Rahuma yoldaşa geldi.
Nebil’i katleden şebekelerin tek gerekçeleri “başka örgüte para ve silah vermek”. “Başka örgüt” dedikleri ise, Nebil’in öz örgütü THKP-C(Acilciler)’di. Ancak tezgah öyle kurulmuştu.
MİT ajanı, Nebil ve arkadaşlarının kuyumcu soygunundan yüklü miktarda altın aldıklarını biliyor ve izliyordu. Zorlamamız sonucunda öğrendik ki, örgütten habersiz, Nebil kanalıyla cebe indirmek üzere 2 kg altın almış. Bu altınları nereye, nasıl harcadığı bu güne kadar kimse tarafından bilinmedi; bilinen cebe indiğiydi. Bu kuralsızlık, Nebil Rahuma’yı katletmek için yapılan tezgahın bir parçasıydı.
Nitekim öyle de oldu. Nebil “başka örgüte para verdi” diye, arkadaşları tarafından yargılandı ve katledildi. Tek gerekçe buydu. Diğer gerekçeler ise, işin baharatıydı, göstermelik dolgulardı. Ancak MİT ajanın İbrahim Yalçın’ın görevi burada bitmedi.  Nebil Rahuma’nın ardından tek tek diğerlerini de katlettirdi. Bu ekip, akıl almaz tarzda öldürüldü. Dirisi kalmadı. Nebili öldüren tabanca da Ülkü Ocaklarında bulundu. MİT ajanı böylece görevini yapmış oldu.
Bu şerefsiz, bu gün de devrimcilerin peşinde İtirafçı ortağıyla ihbar, üzerine ihbarla görevini görmeye devam ediyor.
Nebil yoldaş, mağdur edilmişti.
Belgeleri ve kanıtlarıyla, tek tokat yemeden yaptıkları itiraflarla Nebil’in katline yol açanlar belliydi. Katlin birinci derecedeki suçlusu ise hala MİT ajanlığı yapıyor ortağı itirafçıyla yeni  ihbarlar için çırpınıyor.
Nebil Yoldaş,
Can yoldaşların seni hiçbir zaman unutmadı, bundan sonra da unutmayacak. Sen mazlum bir devrimcisin, gadre uğradın ve katledildin. Buna neden olanlar er ya da geç bunun hesabını verecek.
  Sen ise yüreklerimizde yaşayacak bir kızıl yıldız olmaya devam edeceksin…
Nebil Rahuma’nın katli ve mücadelesi üzerine ayrıntılı yazıların tümü
http://acilciler-thkpc.blogspqot.com/  linkinde yayınlanmış olan 81. / 90, / 194. Ve 222. DOSYA’da
yer almaktadır. İlgili okuyucunun bilgisine.

İtirafçı Engin Erkiner’in polis ifadesinin özeti şudur:

“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)
 İfadesini polise yardımla açarak işe koyulan itirafçı Engin, Nebil yoldaşı polise gammazlarken, akla hayale gelmeyecek ayrıntılarıyla birlikte adını 17 kez tekrar ederek şunları itiraf ediyor.
 Buyurun birlikte okuyalım:
Nisan ayı sonlarında benim evimde yapılan toplantı sonunda MİHRAÇ giderken mayıs ayı başlarında İstanbul’a 2 insan göndereceğini söylemiş ve bunlarla buluşabilmem için de Taksim civarında şimdi hatırlayamadığım bir yerde randevu kararlaştırmıştık. Verilen randevu günü kararlaştırılan mahalle gittim, orada ALİ SÖNMEZ ve NEBİL ile karşılaştım ve tanıştım ALİ’nin soyadının SÖNMEZ olduğunu Emniyet müdürlüğünde öğrendim. ALİ ve NEBİL Antakya’dan talimatlı olarak geldiklerinden bunlara ayrıca eyleme girip girmeme konusunda herhangi bir sual tevcih etmedim.” ( Engin Erkiner’in polis İfadesi sayfa:10 )
SORULDU: ALİ ve NEBİL Antakya’dan gelirken bir adet Fransız yapısı gerilla tipi İmsa otomatik makinalı tabanca (Baskın sırasında yakalanmıştır.), bir adet 14 lü tabanca (Baskında yakalandı.), bir adet 7,65 mm. Çapında tabanca (Baskında yakalanmıştır. Uzun brovningi olanı.) ve şarjörü iki defa doldurabilecek miktarda mermi getirmişlerdir.(Engin Erkiner’in polis ifadesi,s:10)
SORULDU: bir banka soyma eylemini gerçekleştirmek üzere ben, MUHARREM, ALİ ve NEBİL karar aldıktan sonra bankayı tespit etmek ve istihbarat toplamak maksadıyla teker teker İstanbul’un muhtelif semtlerindeki müsait bankaları dolaşmaya başladık. Bu arada Merter İş bankasının müsait durumda olduğu bilgisini arkadaşlardan biri bana getirdi Hep beraber bankaya giderek tetkik ettik, kaçış yollarını tespit ettik. Bu arada söylemeyi unuttum Ankara kadrosundan HAKKI Haziran ayı içinde eylemlerde kullanacağımız bir şoför getirmişti…
…Ben soygundan sonra akşamleyin Cihangir’deki eve gelecektim. Belirtilen gün ve saatte yaptığımız plan gereğince Merter İş Bankası soygunu MUHARREM, ALİ, NEBİL ve şoför MUSTAFA tarafından gerçekleştirildi. Yukarıda söylemeyi unuttum eylemden birkaç gün önce kirli sarı renkte, Murat marka bir arabayı düz kontak yaparak çaldıklarını ve Cihangir’deki ev civarına getirdiklerini biliyorum…
... Yukarıda da belirttiğim gibi soygun planlanan günde yapıldı, ben de akşamleyin kararlaştırıldığı gibi Cihangir’deki eve giderek paraları bir kere de beraber saydık. Bir kere de diyorum, zira daha önce MUHARREM, ALİ, NEBİL ve MUSTAFA paraları saymışlardı. Eve geldiğim vakit miktarını 200.000 TL. olduğunu söylemişlerdi. Paraları ve silahları Cihangir’deki eve bırakıp ben o gece kendi evime döndüm. Birkaç gün sonra da ALİ ile birlikte Antakya’ya hareket ettik. Antakya’ya giderken bankadan gasp ettiğimiz paranın 170.000 TL. civarında bir meblağı yanımıza aldık. ALİ ile birlikte MİHRAÇ’ın evine gittik. 4-5 gece burada kaldık. MİHRAÇ’ın evinde kaldığımız müddetçe örgütü, durumu ve Türkiye’deki genel siyasi ortam üzerinde konuştuk… Yukarıda da söylediğim gibi 4-5 gün MİHRAÇ’ın evinde kaldıktan sonra malzemelerle birlikte BEN, ALİ, NEBİL beraberce İstanbul’a döndük. Yukarıda söylemeyi unuttum MİHRAÇ’ın evine gittiğim vakit yanımda getirdiğim 170.000 TL. civarındaki parayı malzeme alması için MİHRAÇ’a vermiştim. MİHRAÇ orada kaldığım 4-5 gün içinde 400 adet civarında dinamit lokumu, tahminen 150 adet civarında elektrikli ve normal funye, 10 kutu 7,65mm. Çapında mermi, 8-9 kutu 60 lık 9 mm. lik uzun mermi, 2 adet Kalaşinkov marka tüfek, tahminen 200 adet civarında Kalaşinkov mermisi temin ederek bana teslim etmişti. Ayrıca tahminen 10 adet “Sosyal-Emperyalizm” (iki kelime çizildi) “SOVYET SOSYAL EMPERYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALIĞI” başlıklı 212 sahifelik ve HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ imzasını taşıyan broşürü vermişti. Bütün bu malzemeleri 2 bavul ve bir el çantasına koyarak yukarıda da söylediğim gibi BEN, ALİ ve NEBİL ile birlikte İstanbul’a getirdim… 1 Mayıs hadiselerinde İnterkontinental Otelinden ateş edildiğine dair gazetelerde çıkan haberleri okumuştum. Bu sebepten eylem hedefi olarak İnterkontinental’i seçtim. Eylem şekli olarak ta bu otelin kurşunlanmasına karar verdim. Eylem kadrosu olarak şoför MUSTAFA, NEBİL, MUHARREM’i seçtim ve kendilerine böyle bir eylemi gerçekleştireceğimizi söyledim… saat 22.00 civarında eylemi yukarıda saydığım kadro gerçekleştirdi. Eylem planı şu…şekildeydi; Araba Bosfor Turizminin bulunduğu caddede bulunacak, MUHARREM ve NEBİL eylem günü kendilerine verdiğim iki adet kalaşinkov ve 4 adet dolu şarjörle İnönü Gezisinin Taksim tarafına bakan yüzündeki parmaklıkların hemin arkasında yer alan fundalıklar içinde otele ateş edeceklerdi. Eylem planlandığımız şekilde gerçekleştirildi, ben hadiseden sonra Taksim’e gittim, Taksim’e vardığım zaman saat 22,30 civarıydı, otelde fazla anormal bir durum göremedim. Buradan eve döndüm, ertesi gün gazetelerde otelin kurşunlanma olayını okudum. Sonra cihangir’deki eve giderek silah ve şarjörleri aldım, NEBİL ve MUHARREM eylem gecesi adam başına birer şarjörden biraz fazla mermiyi otele sıkmışlardı.” ( Engin Erkiner’in polis ifadesi s:10-11)
“ Bundan sonra yeni bir eylem gerçekleştirmek suretiyle para temin etmeyi düşündüm. ALİ, MUHARREM, NEBİL’i yanıma alarak Yusufpaşa Ak Bank’ı kontrol ettik, ancak orada gördüğümüz şahıslardan şüphelendik, bunların polis olabileceğini düşündük ve bu yüzden bu bankayı soymaktan vazgeçtik. Bu banka yerine Harbiye Ak Bank şubesini seçtik. Soygun planını şu şekilde yapmıştık; şoför MUSTAFA yukarıda da bahsettiğim gibi İnterkontinental eylemine katılan ve bu eylem için yeniden plakası değiştirilen beyaz renkli Reno ile Rayoevinin yanındaki sokakta istikameti Spor ve Sergi Sarayına doğru duracaktı. Eylemi BEN, NEBİL, ALİ, İBRAHİM YALÇIN gerçekleştirecektik. 18 Ağustos gecesi ben Cihangir’deki evde kaldım ve soygunun son planları üzerinde tartıştık, ertesi sabah saat 08,30 civarında topluca evden çıkarak Reno’ya bindik ve Spor Sergi Sarayına giden ve Rayo evinin yanında bulunan caddenin köşesinde arabadan indik. MUSTAFA DA arabayı caddenin içine çekerek arabada kaldı. Biz topluca bankaya girdik. Banka içinde şu şekilde ( daha önce yapılan plan çerçevesinde) yer aldı. İBRAHİM YALÇIN elinde 7,65 mm. çapında bir tabanca idi kapıyı tuttu. ALİ SÖNMEZ ceketinin içene sakladığı Fransız yapısı otomatik tabancayı ceketinin içinden çıkartarak vezne gitti. Yanlış oldu ALİ elinde 14 lü tabanca ile vezneye gitti ve vezneden paraları aldı. NEBİL ceketinin altına sakladığı Fransız yapısı otomatiği çıkartarak ortalığı kontrol etti, NEBİL’e yardımcı olarak ben de elimde 7,65 mm. tabanca ile etrafı kontrol ettim. ALİ paraları aldıktan sonra elindeki naylon torbaya koydu.”( Engin Erkiner’in polis ifadesi s: 11-12)
SORULDU: TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI ve ya HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ’nin Türkiye çapında faaliyet gösteren ve benim tanıdığım kişileri görevleri ile birlikte şu şekilde sıralayabiliriz.
MİHRAÇ : Orta boylu,165-170 boyunda, esmer, siyah saçlı, Güney Bölge sorumlusu.
HAKKI: Uzun boylu,175 boyunda, zayıf,  beyaz tenli,kısa saçlı. Ankara Bölge Sorumlusu. Üst komite üyesi, ( Bu isim takma addır)
EŞBER (BİNBAŞI), (Takma isim): 175 boyunda, zayıf,hafif sarışın. İzmir Bölge sorumlusu.
MİHRAÇ, HAKKI, EŞBER üst komite üyeleridir.
İSTANBUL:
CEMİL ORKUNOĞLU: HAS-İŞ ve TÜM-DER de örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
HİLAL ORKUNOĞLU (GÖKER): TÖB-DER’de örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
BELMA GÜRDİL: Boğaziçi üniversitesinde örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
ALİŞAN ÖZDEMİR: Sempatizan durumundadır.
BENGÜ: (Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
İMAM KILIÇ: Sempatizan durumundadır.
ALİ SÖNMEZ : Örgütün eylem kadrosunda yer alır (takma ismi ZEKİ)
NEBİL: (Soyadını bilmiyorum), örgütün eylem kadrosundadır.
MUHARREM : (Soyadını bilmiyorum) örgütün eylem kadrosundadır.
MUSTAFA: (Soyadını bilmiyorum) Bütün eylem kadrosunda yer alır.
İBRAHİM YALÇIN: örgütün eylem kadrosundadır.
ALİ YILDIRIM: Sempatizan durumundadır.
HAYDAR YILMAZ: örgütün eylem kadrosundadır. ( takma ismi AHMET’tir)
NEBİL’in takma ismi SABRİ, MUHARREM’in takma ismi SİNAN’dır.
FİLİZ: (Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
ATAKAN SAKARYA: Sempatizan durumundadır.
ERCÜMENT: ( Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
ORHAN: (Soyadını bilmiyorum) sempatizan durumundadır.
ZUHAL: (Soyadını bilmiyorum) sempatizan durumundadır.
MEHMET ÇELİKEL: Seviyesi sempatizanlığın biraz ilerisi ve HAS-İŞ’te çalışır.
CUMALİ ÇAKMAKLI: Sempatizan durumundadır.
NAİM İME: TÜM-DER’de faaliyet göstermekte olup ACİL’e yaklaşmak durumundadır…” (Engin Erkiner’in polis ifadesi, s: 15-16)


24 Eyl 2011

CEVDET KILIÇ YOLDAŞ (CAFER) MÜCADELEMİZDE YAŞIYOR



Mihrac Ural
24 Eylül 2011

24 Eylül 1998 genç yaşta aramızdan ayrıldı. 36’sındaydı ömrün, sessiz sitemsiz özverilerle demokrasi mücadelesinde, Filistin halkıyla dayanışmada görevini yerine getirdi. Antaka/ Ayn Camus köyünün ülkemiz devrimci hareketine kazandırdığı onlarca militan ve kadrodan biriydi. Bu köyde ekilen devrimci  emekler her alanda ve her düzeyde sonuçlar verdi. Cevdet Kılıç yoldaş bunlardan biriydi. Oğul Ali bu gün kocaman bir genç oldu, çocuklarımla birlikte büyüyor, bir emanet bir can olarak, eğitimini tamamlıyor, babasının yolunda yürüyor. Fotoğraflar; Bassit, Parti Okulundan çıkan cenaze kortejini gösteriyor 24 Eylül 1998.

Ali, Cevdet Kılıç (Cafer) yoldaşın oğlu, babasının yolunda, şehit yoldaşlar arasında elinde babasının fotoğrafıyla, mücadeleye devam diyor…

19 Eyl 2011

239. DOSYA (ATAKÜRT'E DEĞİL ATATÜRK'E...)




239. DOSYA

ATAKÜRT’E DEĞİL ATATÜRK’E…

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ
İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE ORTAĞI MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’NIN
BİTMEYEN  SALLAMALARI

Mihrac Ural
18 Eylül 2011


Sallamalarınız bitmiyor. Bitmeyecek de. Size söyledim anlamadınız, ömrünüz beni yazmakla geçecek. Sizi esir ettim. Kaçamazsınız. Uydur uydur yaz, bir daha uydur, bir daha yaz. Kurtulamayacaksınız.
Yalancının ipi hep kısa olur. Yerinde bir söz. Hep bu haldesiniz. Artık yalan uydurmayı da beceremez hale geldiniz. Serdar diye birinin adına  tarihin en büyük sırı, Öcalan”a suikast”ı keşfettiniz.
Okurdan özür dileyerek;
Ve kıçımın ishal olmuş haliyle üzerinize bol bol güldüm diyorum…
Şerefsiz Türk milliyetçileri, itirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın, sıkıntınızı anlıyorum. Öcalan’la dostluğum sizi ürkütüyor. Bu normal. Türk milliyetçilerine ikimiz de güzel gelecek hazırlıyoruz,  anlıyorsunuz değimli.
Hele bölge gelişmelerinin bu boyutunda THKP-C (Acilciler) ve PKK olarak hepinize yeni sürprizler yapacağız, acele etmeyin…
İtirafçı Engin Erkiner ve ortağı MİT ajanı Ayı Cemal (İbrahim Yalçın) bu kez biraz sakarlık yapmış gibisiniz  değil mi?
Ne dersin? 
Aptallar, suikast kurgunuzu Atakürt’e değil de Atatürk’e ilişkin yapsaydın daha uygun bir uydurma olmaz mıydı? Bir de araya itirafçı Engin’den babamın olmayan Suriye devleti zamanından kalma rolünü sokuştursaydın, Joker’den de dedemin ölümünden sonraki faaliyetlerini baharat diye üzerine serpseydiniz daha uygun olmaz mıydı? Diyorum ki boyacı hikayesiyle birkaç aptalı eğlendirmiş olurdunuz…
Sınırım, sapıtmanın bu boyutunda kendinizi frenleyememiş, Uydurma uzmanlığınız burada toslamış. Hadi yeni konu bulun da bu hataları bir daha işlemeyin, hadi bakayım… hadiii…

HATIRLATMA
Şerefsiz Türk milliyetçisi İtirafçı Engin Erkiner ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın sizi özetleyen iki cümle var. Tek tokat yemeden itirafını yaptığınız. Sizin için başka bir araştırmaya da gerek görmedik bunca zaman.
Engin Erkiner kendini anlatıyor; Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)
İbrahim Yalçın kendini anlatıyor;
 Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
Sizi sizden daha iyi kimse bilemez. İşte busunuz.

KÜÇÜK ANEKTODLAR
Yıl dönümü gelince sayın Öcalan’a, örgütümüzün Lübnan gericilerinden kamulaştırıp ve Kürt halkına hediye ettiği dürbünlü G3’ün hikayesini anlatacağım.
Murat Karayılan’la omuz omuza Türkiye’de giriştiğimiz ortak askeri eylemi anlatacağım. Değerli dostum Cemil Bayık’ın Paris’teki evimde, kendi yoldaşıyla gitmeyip yanımda misafir kalışını ve yaptığımız sohbetleri aktaracağım.
Onlarca kez evimin ortak sofrasında birlikte yemek yiyen, tek başına evimde yatan, evim dışında hiç kimsenin, hata kendi yoldaşlarının evine misafir olmayan, Suriye’den çıkmadan kısa bir süre önce özel olarak Rıza Altun’u yanıma gönderen (23 Ağustos 1998), dostum Öcalan, bu sapıkların suratına tükürdüğünü söylememe gerek yok sanırım.
Bu tarih boyunca (18 yıl) Suriye’de kendimiz kadar Öcalan yoldaşı koruduk. Hepimiz 12 Eylül karanlık rejiminin hedefindeydik. Her zaman, hepimiz adına mücadele eden Kürt halkının çıkarlarını gözettik. O bir yoldaştı, o bir devrimci şahsiyetti ve halkının en önde yürüyen fedakar insanıydı. Dostluğu asla ihmal etmeyendi. 24-26 Aralık 1998’de İtalya’dan ikamet ettiği yerden arayarak, geride kalan sorumlu yoldaşları belirtip, ilgilenmemi ve hep omuz omuza olduğumuzu ifade etmesi, aramızdaki bağları anlatmaya yeter de artar sanırım.
Bu sapıklar, Türk milliyetçisidir.  İtirafçı ve ajandır, yaptıkları her şey Özel Harp Dairesi görevidir. İtirafçı Engin Erkiner ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın, Avrupa’da devlet adına çalışmaya devam etmektedir. Bunu bir kez daha belirtiyor ve ilgili olanları uyarıyorum.
Bu şebeklere son sözüm,
Anlayın artık tutmuyor, nasıl bükerseniz bükün oturmuyor. 3 yıldır çırpınarak ürettiğiniz kirliliğin tek anlamı var, o da iflas.
Türk milliyetçileri itirafçı ajanlar, esir aldım sizi, kurtulamazsınız.
Bu esaretten kurtuluşunuzun tek yolu, aklınızın almayacağı kadar acılı bir ölümdür.
Bekleyin göreceksiniz.

İLK ŞEHİT HASAN İNCİ

12 Eylül Rejimine Karşı Direnişin İlk Şehidi


THKP-C(Acilciler) militanı
Hasan İnci
(19 Eylül 1980)




Hasan İnci Karaksı/Antakya... 19 Eylül 1980


Mihrac Ural

19 Eylül 2011


12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinde hepimiz yara aldık. Kimimiz derin, kimimiz sıyrık ama bu ülkenin kaderinde acımasız yaraların izleri 12 Eylül’ün karanlık dönemlerini hatırlatacak kadar etkince sürmeye devam etmektedir. Bu yaraların hala kanamakta olduğu ben gibi sürgünlerin söyleyecek çok sözü olsa da aklıma şehitler gelince duruyorum. Önce onlar diyorum.


12 Eylül rejiminin kurşunlarıyla şehit olanları hatırladıkça da, haklarımızı ararken onlara öncelik vermemiz gerektiği benliğimi saran, tamamlanmamış bir görev gibi karşımda duruyor. Dünyanın her ülkesinde böylesi karanlık dönemler aşılırken, toplumsal barış olur. Bu bir geçiş sürecidir. Bu süreçte, yaralar sarılır. Şehitlerin acısı telafi edilir. Bir bizim ülkemizde bu gerçekleşmiyor. Çünkü bu ülkede 12 Eylül rejimi bir devri daim gibi, kara bir kader gibi siyasal yaşantımızın merkezine oturmuştur.


Biz yaşayanlar yaralarımız üzerine, haklarımızdan vazgeçmeden, biraz daha tuz basabiliriz ama şehitler adına bunu kimsenin yapma hakkı olmadığını düşünüyorum. Bu vesileyle 12 Eylül karanlığına karşı direnen ilk şehidi bir kez daha anmayı görev sayıyorum. Bu şeref örgütümüze ait olmuştur.


THKP-C(Acilciler) dünden bu güne gelen onurlu tarihi direnme mücadelesinde 12 Eylül askeri faşist cuntaya karşı hayır diyerek ve şehit vererek duruşunu ilan etmiştir. Hasan İnci yoldaş bu duruşun simgesidir. Türkiye devrimci hareketi tarihinde 12 Eylül rejimine karşı verilen ilk şehit olmuştur.


19 Eylül 1980’de İskenderun’da, örgütümüzün, halkımızı 12 Eylül askeri faşist darbesine karşı direnmeye çağıran bildirisini dağıtan bu kahraman, HASAN İNCE yoldaş jandarmaların kurşunlarıyla şehit oldu.


THKP-C (Acilciler) darbeci çeteye ve onun askeri zor dayatmalarına karşı ilk anda direnme kararı aldı. Örgütümüz bunu bir bildiriyle ilan etti.


Protestomuzu, direnme kararımızı ve halkı direnişe çağrımızı tüm gücümüzle halkımıza ulaştırmaya çalıştık. Bildirimizin dağıtımı sırasında İskenderun Numune Mahallesi'nde 12 Eylül karanlığının jandarmaları kurşunla cevap verdi. Hasan İnci yoldaş şehit düştü.

Direnişin ilk şehidi, ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi taleplerinin kararlılığının şehidiydi.


O, ortak ülkemizin devrimci hareket direnişinin ilk şehididir. Bizi birleştirendir, ortak düşmanımızı işaret edendir.


O tüm devrimci güçler adına birleştirici bir simgedir. Yeni dönemin devrimci yükselişi ve birliği için, şehitlerimizin anısı bizi omuz omuza getirecek aydınlık yoldur.



İlk Şehidi sen bizim meşalemizsin.


Hasan İnci  Karaksı-Antakya…19 Eylül 1980 İskenderun.


AHMET YILDIRIM (Müdür) SENİ UNUTMAYACAĞIZ

 Ahmet Yıldırım 19 Eylül 2008

Mihrac Ural
19 Eylül 2011

19 Eylül 2008 acı bir gündü, aramızdan ayrıldın. THKP-C(Acilciler)in, genç yaşta,  ön saflarında Kadim Roma kenti Antakya mozaiğinin bir militanı olarak mücadele ettin. Bu şehrin halkı, sokakları, taşı, toprağı seni saygıyla anar. Sen bu şehrin parlak yıldızısın. Dünden bu güne yürüyen mücadelemizi meşalesisin. Ruhun şad olsun. Seni hiç unutmayacağız.

16 Eyl 2011

238. DOSYA (DURUŞMA)








238.DOSYA


Mehmet Yavuz
16 Eylül 2011


Nihayet beklenen gün geldi; ADALET'in kantarına çıktık.
SAVUNMALARIMIZI yaptık..

Olanı biteni, yaptığımız-yapmadığımız eylemleri açıkladık.

Neticede ara karar çıktı..

Ama kararın ne olduğunu yazmayacağım.

Ne de olsa aynı davada adamları varmış; haberi ondan alsınlar...
Yine de biraz ipucu vereyim; karar, ihbarcıları memnun edecek türden değil..

Şunu da belirteyim; davayı takip etmesini istedikleri ADANA'lı cemaat ortalıkta yoktu..
Mesajları ulaşmadı galiba..

15 Eyl 2011

237. DOSYA; KOF İHBARIN KOF SONUÇLARI




237. DOSYA
KOF İHBARIN KOF SONUÇLARI

İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbarları
mahkemede de işe yaramadı

Mihrac Ural
15 Eylül 2011

14 sanık, evleri basılarak, çoluk çocuk uykudan uyandırılarak, acımasız ve zalimce baskılar altında evleri didik didik aranıp, sorguya alındılar. Hiç birinin hukuk dışı bir duruşu yoktu. Düşünceleri vardı ve haklı taleplerini, kendilerini ve halkalarını temsil eden sivil toplum örgütlerinde dile getiriyorlardı. Dün de bu gün de birer onurlu devrimci olarak “özgürlük ve demokrasi” diyerek ifade ediyorlardı.

Barışçıl dününce taleplerini hazmetmeyen devlet, derin organizatörlerini ve kuklalarını sokaklara salarak oluşturduğu senaryolarla kimseye merhamet etmiyordu. Sıradan bahanelerle insanlar zindana atılıyor, kovuşturuluyor, yaşamları alt üst edilerek sivil diktatörlüğün ağır baskısı altına sokuluyordu. Tek boyutlu toplum arzularının dayattığı bu girişimler, 12 Eylül rejiminin devam ettiğini açıkça gösteriyordu. Bu despotluk, 26 Mart 2010 tarihi itibariyle, çoğu birbiriyle ilgisiz, ilgili olanların ise eski dost ve devrimci mücadele sürecine omuz vermiş, bu gün itibariyle demokratik mücadele kapsamında olan bir dizi insan, evlerine yapılan baskınlarla sorguya alınmıştır. THKP-C (Acilciler) örgütüyle illegal bağları olduğu iddiasıyla, itirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın yaptıkları ihbarı esas alarak, sorgularına psikolojik baskılar altında başlanmıştır.

Ancak ne ev aramalarında ne de sorgularda yasa dışı hiçbir delil olmadığı ortaya çıkmıştır. Yalan üzerine kurgulanmış İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbarları, sorgucuları da savcıları da çaresiz bırakmıştır. Uzun süren önceki takiplerin, yapılan ihbarların kof birer yalan senaryo olduğunun açığa çıkması sonucu, gözaltına alınan bu insanlar serbest bırakılmak zorunda kalınmıştır.

Bu ahlaksız ihbarların ardında olanları bu gün ülkemizde tanımayan insan kalmamıştır. İtirafçı Engin Erkiner’in gözü dönmüş ihbarları ( şu ana kadar 35 000 adrese yapılan yazışmalarda, AYRI VARLIK blogunun 3 milyonu aşkın izlenme rekorlarıyla bu çirkin muhbirin çehresi yeterli oranda kamuoyuna yansıtılmıştır.) ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın yalan, kurgu senaryo yazımlarıyla, devlete yapılan ihbarlar 14 arkadaşın uğradığı zulme yol açmıştır. Bu ikili şebekenin beklentisi büyüktü. Örgütümüze 19 Ağustos 1977’de vurdukları darbe öncesi ve sonrası yaptıkları tahribata bu günde devam etmeleri gerçekte devrimci mücadele musallat olan derin devlet çabalarının boyutunu ve inadını gösteriyordu.

Ancak sorgulardan bir şey çıkmayınca, bu ikili şebek ”bekleyin, bunun iddianamesi ve mahkemesi var” diye açıkça yazıp ellerini ovuşturdular. İşlerini yapıyorlardı; Özel Harp Dairesi ve MİT ajanlığı görevini yerine getiriyorlardı. Sorgudan bir şey çıkmasa da süreci zorlayıp davaların açılmasıyla eziyet vermeyi sürdüreceklerdi. Ama aptaldılar, hesapsızdılar. Bu aptallık, yalanlarını desteklemek için yazdıkları her yeni yazıda daha da derin çelişkiye düşerek, çirkin yalancılıklarıyla ortada kaldılar.

İkili şebek, 19 Ağustos 1977’’den itibaren birlikte MİT ajanlığı yapıyorlar. Bunu kendi el yazılı itiraflarıyla ispat ettik. Bir tokat yemeden uzun uzun polise nasıl yardım ettiklerini ve MİT’le çalışmalarını anlattılar. Daha sonra, zamanın (1977-1984) MİT İstanbul Bölge Başkanı Osman Nuri Öndeş, bunların adını açıkça vererek MİT’in örgüt içindeki ajanları olduğunu açıkladı. (Bkz. 235. DOSYA http://acilciler-thkpc.blogspot.com/  ve O. Nuri Öndeş’in  İhtilallerin ve Anarşinin yakın tanığı” S. 280-288 deki Acilciler bölümü). Bunlar, 1980’li yıllarda örgütsel yapımıza zarar veremeyeceklerini, kuşatma altında olduklarını anladıklarında kaçıp, başka bir örgüte, TKEP’e gittiler ve o örgütü polis adına çökerttiler.

Şimdi de demokrasi mücadelesinde yerini alan ve var gücüyle bu mücadeleye omuz veren çabalarımızı karalamak için, bir kez daha ortaya çıktılar. 3 yıl boyunca, insan aklını zorlayan yalanlarla tek isim üzerine kurgulanmış senaryolarla, bir arada düşünülmesi hayalde bile mümkün olmayan yalan kurgularla ihbar furyasını başlattılar. 3 yıl durmadan her gün aynı nakaratı tekrar etmenin yalancılığına, aczine, yetmezliğine rağmen ortaya konan inat, bir görevdi. Bunun başka bir izahı da olamazdı. Bu görev ömürlerinin sonuna kadar da devem edecektir.

İşte bu çabaların bir uzantısı olarak, yaptıkları ihbarlar 14 insanın eziyet görmesine yol açmıştır. Faşizan yöntemleriyle de bu devlet, beş paralık ahlakı olmayan bu tür ihbarcı kuklaların güdümünde baskılarını dayatıyordu.

Sorgular yapıldı, sonuç sıfır çıktı. On yılların tecrübesi burada kendini net göstermişti. İhbarcılara rağmen bu davanın inançlı insanları sorgulardan başı dik çıkmıştı; zira özgürlük ve demokrasi mücadelesi bir düşünce mücadelesiydi sivil toplum mücadelesiydi. Hiçbir ihbar bu gerçeği ters yüz edemezdi. Engin Erkiner muhbiri ve MİT ajanı elleri boş dönmüştü.

Ancak bu çirkin muhbirler pes etmedi, ikinci raundu kazanmak için kolları sıvadılar. Mensup oldukları derin devlet birimine baskı yaptılar, dava açtırmak için çırpındılar. Bunu açıkça kendi yazılarında, ifade ettiler. “Polis baskınlarından bir şey çıkmadı, ama sevinmeyin sırada mahkeme var dediler”. Bu amaçlarını o zaman dikkate bile almamıştık. Polis sorgusunda tutuklanmayı gerektiren hiçbir maddi delil olmamasına ve sorgudan sonra savcılıkta 14 kişi serbest bırakılmasına rağmen, ikili şebeke Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın’ın ısrarla “mahkemeden” söz etmeleri ilginçti. Kendilerinden emindiler. Uzun bir süre geçmişti aradın ve dava açılmamıştı. Ama bu ikili muhbirler, ısrarla “bekleyin sizi yargılatacağız” diyorlardı; “Alçaklara kar yağıyor üşünmedin mi? sen bu işin sonunu düşünmedin mi?“ diye de münasip yerlerine kına yakarak şarkı söylüyorlardı. Evet öyle de oldu, Dava açıldığı ve iddianamenin hazırlandığı bildirimleri gelmeye başladı.
Evet alçaklara kar yağmıştı, yağdıkça da alçaklar belirgin hale gelmişti.

İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın beklentileri, İstihbarat dairesinin onlara verdiği söz özerine gerçek oldu. Aralarında beni de sınık gösteren İddianame ortaya çıktı. Boş bir çuval olan bu iddianame, belli ki zorlamayla üretilmişti; hukuki olarak şeklen bile olsa ayakları üzerinde durmuyordu. İkili muhbir şebekesi, sevinç gösterilerinde bulundular, mensup oldukları istihbarat dairesi onların taleplerini yerine getirmişti.

15 Eylül 2011 Adana  6 nolu Özel Yetkili Mahkeme’nin kılıcı  hepimizin üzerinde sallanıyordu. Hayatı boyunca devrimci mücadelede, halkının çıkarlarıyla anlı ak olan devrimciler bu davanın sanıklarıydı. Malumunuz ben sürgünlerdeyim, bu nedenle mahkeme “zorla celbime” karar vermiş. Bu kaçıncı “zorla celp” kararı. Bu kararların, bu mahkemelerin ve bu devletin, itirafçısı ve MİT ajanıyla, bütüne ve tafsilatıyla ayakkabımın altındaki kir kadar değeri yoktu. İhbarcıların şerefi ve namusu kadar kirli olan bu kararları çiğneye çigneye, dün olduğu gibi bu günde özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yoluma devam ediyordu. Bundan sonra da ben ve benim gibi düşünen yoldaşlarımla bu yoldayım.

Mahkemeye girildi. Ben uzaklardan heyecan içindeyim. Dik duran devrimci dava arkadaşlarımın yanında fiziki olarak olmamanın ezikliğiyle mahkemenin sonucunu bekledim. Ruhum onlarla birlikteydi. Belki onlardan da daha heyecanlıydı. Mahkemenin ertelendiği ve arkadaşların evlerine dönmeye başladığı haberini alınca, mutluluğum doruk yaptı, Zindan yatan, mahkeme mahkeme sürünenler, bu duyguları çok iyi bilirler.

Mahkeme 15 Aralık 2011 ertelenmiştir. Bu bizim için onurlu dik duruşumuz kadar, bir başarıydı da; ihbarları boşa çıkarmıştık. Buradan da anladım ki, bu itirafçı Engin Erkiner soytarısı ve yalan kurguların senaristi MİT ajanı İbrahim Yalçın’a sert bir şamar indirmiştim. Bunları bir kez daha ayaklarımın altına alarak çiğnemiştim. Siyasi performansımın arkasından nal toplayan bu ahmakların, ihbar mekanizmalarını yerle bir etmiştim. Uzun yılların deney birikimi bir kez daha sonuç vermiş, muhbirlerin çabasını boşa çıkarmıştı.

Adana 6 nolu Özel Yetkili Mahkeme, zaten iddianameye bakınca komediyi anlamıştır. Bu iddianameyle olacak tek şey, sanıkların mahkemeyi yargılamasıydı. Türkiye halkları adına sanık olarak gidilen mahkemede yargıç olmak, bu mahkemelerin handikabıydı, traji-komik tarzda rezil olmaktı. Bu nedenle ertelemeler başladı, geçiştirme uygun görüldü. Bu bizlerin zaferiydi, halklarımızın başarısıydı, itirafçı Engin’in ve MİT ajanının İbrahim’in hezimetiydi.

Bu muhbir şebekesine söyleyeceğim, yumurtalarınız, sallamalarınızın bitmeyeceğini iyi biliyoruz. Tutmuyor, herkes yalanın ipinin kısa olduğunu ve sizin bu işi görev olarak yaptığınızı çok iyi biliyor.  Her yeni senaryonuz, eskisi gibi başınıza yıkılacağı da çok açık. Çamur at izi kalır hezeyanınız ise derin devletle olan ilişki derinliğinize bir işaretten ibarettir.

Uydurmalarla, yalanlarla gerçek oluşturulmaz, kendi gerçekliğiniz olan ajanlığı uydurma suçlamalarla örtmenizin mümkünü yoktur. Olmayacak da. Çok denediniz olmadı, bundan sonra da olmayacaktır.
El yazılarınız, itiraflarınız sözün bittiği yerdir. Çırpınmanız boşunadır, sadece bekleyin demekle yetineceğim.  
Geçmiş olsun dava arkadaşlarım.

Biliyorsunuz bu kavga devrimcilerle devlet araksında bir kavgadır. Herkes kendi işini yapıyor bu da çok normaldir.
 

YARGILAMAMIZ
ADANA ÖZEL YETKİLİ
AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NDE BAŞLIYOR.

Hatay Cumhuriyet Başsavcılığına 2008 yılı başlarında yapılmış olan bir ihbar sonucu başlatılan ve 2 yıl süren teknik takip sonucu 26 Mart 2010’da İstanbul, Ankara, Mersin ve Hatay’da eş zamanlı olarak yapılan operasyonla Antakya Demokratik Kültür Sanat Derneği (DEKSAD) Kurucu Başkanı Hüsamettin Çalış, Dernek Başkanı Mehmet Güzel, Dernek Yönetim Kurulu üyesi Tevfik Usluoğlu, DİHA muhabiri Murat Altınöz, UNKODER Başkanı Mehmet Yavuz, Ömer Gazel, Ömer Ödemiş, Nazlı Güzel, Edip Yeşil, Emrullah Gemci, Pınar Tümer, Yılmaz Altındağ, Çağrı Gazel ve Hasan Balcı gözaltına alınmıştık. Emniyet ve savcılık sorgulaması sonrası salıverilmiştik.
Hatay Başsavcılığına ihbar yapılmasıyla hakkımızda başlatılan teknik takip ve Engin Erkiner, İbrahim Yalçın şürekasının özel site kurarak saldırıya geçmeleri aynı döneme tekabül ediyor.

Hakkımızda isnat edilen suç: THKP-C Acilciler örgütüne üye olmak ve faaliyet göstermek. Antakya Demokratik Kültür Sanat Derneği ve Atak Dergisi kapsamında yapmış olduğumuz tüm faaliyetlerimiz (Şehitler Anması, ölmüş devrimcilerin ailelerini ziyaret, 1 Mayıs Mitingleri, Ankara’daki Tekel İşçileriyle Dayanışma Mitingine katılmak gibi) “yasadışı THKP-C Acilciler örgütü faaliyetleri, Antakya Demokratik Kültür Sanat Derneği ve Atak Dergisi’ni de aynı örgütün legal kurumları olarak değerlendirilerek dava açıldı.

İlk duruşmamız yarın saat: 09.45'de  (15 Eylül 2011) Adana Özel Yetkili 6. Ağır Ceza mahkemesinde olacak. Tüm duyarlı basın ve kamuoyunu destek vermeye davet ediyoruz!...