29 Kas 2011

ŞEHİTLERİMİZ ONURUMUZ VE GURURUMUZDUR 24 Kasım 2011


THKP-C (Acilciler)
ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ
24 Kasım 1983 Şehitlerimiz birliğimiz, onur ve gururumuzdur


Mihrac Ural – 24 Kasım 2011 şehitler günü anısına

Bu gün örgütümüzün şehitler günüdür. Bu gün, Örgütümüz Merkez Komitesi Üyesi Hanna Maptunoğlu’nun da aralarında olduğu yoldaşların Filistin davası uğruna şehit oldukları gündür (24 Kasım 1983). Bu gün örgütümüzün, ülkemiz ve halklarımız kadar bölge halkları ve haklı davaları uğruna mücadelede şehit verdiği günlerden biridir. Enternasyonalist dayanışmada şehit düşen yoldaşların anısına bu güne her yıl örgütümüzün şehitler günü olarak kutluyoruz.

12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi ve ardından gelen karanlık rejime karşı mücadelenin, enternasyonalist bir boyut aldığı, haklı Filistin davası uğruna mücadelede ön saflarda yer almanın bedellerinin onurluca ödendiği gündür. Şehitlerimiz, tarihi bir direnme örgütü olan Acilcilerin kararlılığının, direngenliğinin, özveride sınırsın olmanın tecelli ettiği gündür.

Dünya ve bölge saflaşmasının aynı zamanda ülkemizdeki saflaşmanın bir ifadesidir. Dün olduğu gibi bu günde bu saflaşma yanı güçlerin gergin ilişkileriyle,  zaman zaman savaşlarla devam etmektedir. 1980’li yıllar dünyada büyük değişimlerin gerginliklerin ve çatışmaların yıllarıydı. İki kutuplu dünyanın çözülmeye başladığı, dolaysıyla emperyalist güçlerin saldırganlığının arttığı bir kesitti. Soğuk savaşın bittiği 1990’lı yıllara giderken, bölgemizin siyasal dizaynı için kanlı çatışmalar dayatılmıştı. Ölüm denklemleri kurgulanmıştı. Akdeniz’den Kafkaslara uzanan bu güzergah, dünya enerji kaynaklarının en önemli güzergahıydı. Bu alanı ele geçirme ya da nüfus alanları arasına katmak için Emperyalist güçler akıl almaz bir çılgınlıkla saldırılarını yoğunlaştırmıştı. Bir tarafta Amerika-İsrail-batılı emperyalistler- Gerici Arap ülkeleri ve ülkemizin 12 Eylül askeri faşist rejimi yer alıyordu. Bu şer güçlerine karşı ise ülkemiz devrimci hareketi doğal müttefikleriyle omuz omuza olmuştu; Suriye bu dönemde bölge devrimci güçlerinin güvenli limanıydı. Halkçı yönetimiyle direnen halkların, ilerici, sosyalist devrimci hak sahibi tüm halkların ve örgütlerin sığınağıydı. Irak’ta Saddam diktatörlüğüne karşı mücadele eden tüm siyasal etkinlikler, Türkiye’de 12 Eylül rejimine karşı mücadele eden tüm siyasal güçler, Lübnan direnme hareketleri ve Filistin halkının tüm siyasal güçleri bir safta yer alıyordu.

1980’li yıllar,  bu iki safın bölgemizin her alanında, her olayında, her tavır alışında yüz yüze geldiği bir kesitte yaşanıyordu. Örgütümüz, bu saflaşmada doğal yerini almıştı. Gerici güçlere karşı devrimci güçlerin safındaydı; Suriye halkçı yönetimiyle, Filistin direnme örgütleriyle, Lübnan direnişi ve Türkiye ve Irak Kürt özgürlük hareketiyle bir aradaydı. Bu saflaşmanın Türkiye boyutu 1 Haziran 1982’de kurulan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) adı altında örgütlenip yerini almıştı.

İşte böylesi bir atmosferde örgütümüz, yer yer büyük savaşlar (1982 Haziran savaşı; İsrail’in Lübnan’a karşı açtığı savaş), yer yer irili ufaklı çatışmalar ortamında yer aldığı saffın yükümlülüklerini yerine getirdi. Bu gelişmelerin yükümlülüklerinden kaçmak isteyenlerin bin bir bahaneyle yarattığı olumsuzlukların da yaşandığı kesitte, şehit olmasını bilen kararlı bir direnme örgütü olarak görevimizi sonuna kadar yaptık. İşte bu şehitler, bu onurlu duruşun adıdır. Dünü bu güne bağlayan en anlamlı onursal değerde tastamam budur.

THKP-C (Acilciler) 1. KONGRESİ

Bu gün, aynı zamanda 1. Kongremizin bağlandığı gündür (24 Kasım -1 Aralık 1986). Bir yükseliş döneminin taçlandığı bu kongre. Türkiye devrimci hareketinde benzeri az olan bir atılım olarak gündeme geldi ve tarihin o kesitindeki siyasal dokunun anlamlı bir ifadesi oldu. Örgütümüzün dünya, bölge ve ülke gelişmeleriyle birebir etkileşiminin de ifadesi olan 1 Kongremiz, kapalı oy açık sayım usulüyle demokrasiyi en karanlık dönemlerde bile içselleştirdiğini göstermiştir. Bu kongre şehitlerimizin aydınlattığı mücadele yolunun gerçek anlamda yaşama geçirilmiş bir ileri adımıydı. 
Bu kongrenin anlam ve önemi üzerinde yazılacak çok şey bulunuyor. Yüzlerce belgesi, teyp kayıtları, demokratik yapıcı iç muhalefeti, yenilenen siyasi programı, tüzük ve çalışma tarzı üzerine yapılacak yorumlar da çok olacaktır. Bu tarihi bilmeyen, ona düşman olan, kirletmeye çalışanların suratına birer şamar olan bu veriler, bir onurlu çalışmanın, bir devrimci ilkeli duruşun ifadesidir. Bu tarihle hiçbir bağı olmayanların, buldukları ilk fırsatta kaçıp başka alan ve örgütlere sığınanların, bu tarih üzerinde tek kelime söz söyleme hakları olmayacaktır. Acilciler, 1. Kongrelerini bağladıklarında ortaya koydukları verilerle, tüm birimlerin sunduğu çok boyutlu raporlarla örnek bir çalışma azmi içinde olduklarını yetirince açık gösterdiler. Bunun da kapalı oy açık sayım ilkesine dayalı kongre seçimleriyle taçlandırdılar. Bu örnek davranışın mimarları, emektarları bu tarihin yaratanlardır. Bu tarih şehitlerin tarihidir. Bu tarihe yönelen en küçük bir yanlış ahlaksızlıktır. Bu saldırganlığa karşı sesiz kalmak da bir o kadar yanlıştır. Bunu yapanların bu tarihle bir bağı olmayacağı açıktır. Bundan sonrası II. Kongredir. Ne kadar geç kalınmış olsa da kurallara bağlı olmak ve bunun gerektirdiği gelişmeleri, değişimleri, yönelimleri ve bütünsel muhasebeyi de bu kural çerçevesinde yapacaktır.  

THKP-c (Acilciler) 35. Duyuru (DERSİM KATLİAMI)


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması  
29 Kasım 2011 / No: 35


DERSİM KATLİAMI ve TARİHLE CESURCA YÜZLEŞMEK

Ülkemiz tarihi, tarihi siyasal çıkarlar için kullanmanın tarihi olmaya devam ediyor. Bu ülkeye ne gerekiyorsa onu sadece hükümran olanların getirebileceği iddiası zorla hüküm sürmeye devam etmekte. Kendileri katlediyorlar, kendileri özür diliyorlar ve özür diledikleri an yeni katliamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bir sırat köprüsü gibi içinden çıkılmayan bir ölüm kapanı gibi aynı akıl, halkın kendine ait hak ve taleplerini dile getirip kazanma kanallarını kapatmaya devam ediyor.

Bir “özür” kelimesiyle, hokkabazca tarihin kirli sayfalarını aşabileceğini sanan Başbakan, ortak yaşam coğrafyamızın en acımasız, en haksız ve en zalim katliamlarından biri olan Dersim Katliamından özür dilediğini açıklayarak, bir taşla birkaç kuş vuracağı siyasal bir manevra yaptığı sanısındadır. Bir yandan hiçbir ilaçla temizlenmesi mümkün olmayan kirli tarihi aşmak, diğer yandan söz konusu tarihin mimarı olan rakip parti CHP’yi nakavt etmek.  Diğer yandan, asla barışık olamadığı, olmasının da mümkünü olmayan Alevi toplumuna mavi boncuk uzatma taktiğinden başka bir anlamı olmayan “özür” aldatmacasıyla, artık yürümesi mümkün olmayan gerici, baskıcı siyasal sisteme nefes aldırmaya çalışmaktadır.

Dersim Katliamı, ne özürle geçiştirilebilecek bir kıyımdır ne de Başbakan ya da Cumhurbaşkanının bir hitabında dile gelen özürle aşılabilecek ölçekte bir sorun değildir. Yakın tarihin Ermeni katliamı gibi (24 Nisan 1915), Osmanlıdan günümüze kesilmeden sürmekte olan Kürt katliamlarının tümü için (Koçgiri’den, Şeyh Sait ayaklanmasına, Ağrı’dan Dersim katliamına ve 1984’ten bu yana, sınır dışı operasyonlarla sürmekte olan son Kürt kıyımına kadar), hatırlanmak istenmeyen Cumhuriyet dönemi Kilikya Ermenileri kıyımına (20 Ekim 1921 – 23 Haziran 1939), Hatay’ın ilhakına (23 Haziran 1939), Menemen olaylarına,  Faşizan Varlık Vergisi mağdurlarına (11 Kasım 1942-15 Mart 1944),  27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Askeri faşist darbelere,  1 Mayıs 1977, Maraş (19 Aralık 1978), Çorum (28 Mayıs-Temmuz 1980), Sivas (2 Temmuz 1993), katliamlarına ve daha nicelerine uzanan kirli tarihi bu devletin boynunda açıklık bekleyen, özür kadar ilgili tüm hukuki sonuçlarının ikamesini bekleyen derin toplumsal yaralardır. Bu topraklarda birlikte barış içinde yaşamanın en büyük handikapları bu tarihsel toplum bilinçaltıdır. Bunu aşamayan bir devlet çatısı altında birlikte yaşama şansı olacağını sananlar kendini aldatmaktadır. Bu nedenle Başbakanın özür dilemesiyle yüreklerine su serpildiğini sananlar, bu suyun bir kezzap suyu olduğunu kısa sürede fark edeceklerdir.

Böylesi toptancı yaklaşım hiç bir şey yapmamak, yapılanı ret etmek demek değildir. Bu gerçeklerin tümü önümüze bir görev olarak yükümlendirdiği gerçeklerle ilgili olunmaksızın her zamanki yarım yamalak çözümlerle, gelecek kuşakların yaşamını karartacak mirasları bırakmaya devam etmiş oluruz. Ancak bu süreçte, toplum vicdanını ve mağdurların hak taleplerini bir biçimde tatmin edecek çözümler de ertelenmeden yerine gelmelidir. Bu görev öncelikle ve dolaysızca bu devletin görevidir.

Bu kirli tarih, bu devletin öğünerek devraldığını açıkladığı bir mirastır ve yaşayan kendi tarihidir. İktidarlar devlet adına bu sorumluluğun altındadır.

Bu karanlık tarihin belgeleri devletin kurumlarında durmaktadır. Bunların kamuoyuyla paylaşılması hiçbir gerekçeyle artık geciktirilemez. Üzerinden bir asır geçmiştir. Büyük korku ve kaygıları yaratan karanlık akılların Osmanlıdan Cumhuriyete süren maceraları bu kirli tarihin de üreticisidir: Cumhuriyetteki Osmanlının devamla oluşturduğu kıyımların, bu günde sürmekte oluşu tarihle yüzleşmenin bu devlet ve iktidarlarıyla çözülebilecek bir sorun olmadığını göstermeye yeterlidir. 

Gerçekçi çözüm özgürlük ve demokrasinin derinlemesine ve genişlemesine ikamesinden geçecektir. Ancak, böylesine kapsamlı dönüşümler, hemen şimdi yapılabilecek hiçbir görevi aksatma açısından gerekçe olmamalıdır.
Bu karanlık tarih kamu vicdanının kimyasını bozmaya devam ettikçe, kaosları kimlik bunalımlarımızı ve birlikte yaşama algılarımızı da zedelediği açıktır. Bu nedenle vakit kaybetmeksizin, Anayasa çalışmalarına paralel ve bu çalışmaların içeriğinde de yer alacak önermelerle birlikte, parlamento üyesi ve bağımsız tarih, hukuk, toplum bilim gibi heyetlerden kurulacak komisyon ya da komisyonlarla, öncelikler üzerine kabul edilebilir ortak bir payda oluşturularak, söz konusu kirli tarih tek tek ele alınmalıdır. Sınır ötesi operasyonları bir oylamada onaylayanların bu adımı da bir oylamada onaylamaları inandırıcılıkları için bir ön koşuldur. Daha da doğrusu bir fırsattır.

Bu amaçla Osmanlı arşivleri dahil, Genelkurmay, Başbakanlık, Teşkilat-ı Mahsusa ve ardılı Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Meclis, Türk Tarih Kurumu (TTK), İskan’la ilgili bakanlıklar, Devlet İstatistik vb istisnasız ilgili tüm kurum ve kuruluşların arşivleri bu komisyonlara açılarak araştırmaların tamamlanması gerekmektedir. Belli bir takvime bağlanması gereken bu çalışmaların hiçbir nedenle uzatmaları oynayarak siyasi ortamın hükmü altında olmamalıdır. Tüm çalışmalar ve sonuçları kamuoyuna açıkça ilan edilmelidir. 

İlan edinecek bu sonuçların yükümlendirdiği, tüm yaptırımların infazı (yerine getirilmesi) haksızlıkların kabul edilebilir biçimde, hak sahiplerinin ve toplum vicdanının razı edilmesi biçiminde tarihle yüzleşmenin cesurca yapılarak sonuca bağlanmasını gerektirir.

Bu çerçevede, CHP, Atatürk, İnönü, Bayar, Menderes, Erdoğan ve AKP iktidarının sorumluluklarının belirlenerek kamuoyuna açıklanması ve gerekli özrün bu çerçevede kabulüyle noktalanmalıdır.

Bu acil çerçeve, bir adımdır bundan sonrası ise yeniden özgü ve demokratik siyasi yapılanmanın ikame edilmesidir.

Örgütümüz, bu sürecin bir parçası olarak tüm kamuoyunu uyarmayı bir görev olarak bilir ve halkımıza açıklar.

THKP-C (Acilciler)
29 Kasım 2011


17 Kas 2011

244. DOSYA (İTİRAFÇI ENGİNE RKİNERİ'İN KİNLERLE ÖRÜLÜ CEHALETİ)




244. DOSYA
İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER’İN
KİNLERLE ÖRÜLÜ CEHALETİ





















Mihrac Ural
12 Kasım 2011 

Önce son dönemde ortaya çıkan kimi konulara açıklık için kısa notlar aktarayım…

-          İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın 3,5 yıldır adımı başlık yaparak yazdıkları karama yazılarının esiri olmaya devam ediyorlar. Onlara “sizi esir ettim” dedim anlamadılar. Tekrar diyorum, adımın geçmediği yazılarını okuyacak bir Allahın kulu bulamazlar.  Mihrac Ural adı altında ezilmelerinin ve adıma esir olmalarının nedeni bu sonuçla belli olmuştur. Ben bu şebekenin yazdıklarını kin olarak görmüyorum. Bu bir iştir. MİT hesabına çark çevirmektir, Özel harp Dairesi çabasıdır. Ülkemiz farklılıklarının özgün örgütlenme ve özgür mücadelesi yükseldikçe bunun böyle devam etmesi normaldir; 3,5 yıl kesintisiz her gün tek bir isim üzerinden karalama yapmak başarılmamış karanlık amaçların, iflasın adıdır. Bu dağı iğnelerle yontmanın imkanı yoktur…

-          Uzun süredir bu ikili şebekeye cevap vermiyorum. Herkesi kullanmakla övünen ancak kullanılan tek tarafın kendileri olduğunu unutan, itirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı belgeleriyle, kanıtlarıyla polis organizesi oluklarını kanıtladıktan sonra aynı şeyi tekrar etmenin bir gereği kalmadı. Onlar, önemsemediklerini iddia ettikleri bana karşın 3,5 yıldır ölüm kalım savaşı veriyorlar. Birileri, bu aptallara “iliklerinize kadar Mihrac Ural tedirginliği yaşamıyor olsaydınız, bu kadar önem verir miydiniz”, diye sormalı? Derim…

Bir de Mihrac Ural’ın yazılarını okumuyoruz” demeleri var ya…
Yazılarım yaklaşık günü birlik makaleler halinde devam ediyor; ülke, bölge ve dünya olayları yorumu olan bu yazılar düşmanlarıma bile fayda verir okumaları çok normal, onun da ötesinde satır aralarında kirli amaçları için bulgular bile bulabilirler, okumaya devam…

Okumaya devam… Adımın geçmediği bir yazıyı kimse okumaz, kimsenin önemsemesi de mümkün değil. Cahilleri kim okur, yalancıları kim okur, ölü konuşturucularını, boyacıları, jokerleri kim okur. Hayatları boyunca bir tek siyasi yazı yazamamış bu muhbirleri kim okur?...

-          Bu tartışmalarda el yazılı, altında imzaları olan resmi belgeleri ortaya biz koyduk; 1977-1984 dönemi İstanbul MİT Bölge Başkanı O. Nuri Öndeş’in anılarıyla da İbrahim Yalçın’ın kendi hakkındaki itiraflarını doğrulatarak, hukukun gerektirdiği tüm verilerle bir MİT ajanını deşifre etmiş olduk; Bundan da önemlisi Acilcilerin, açıklanan bu gerçekleri teslim ettiler. Türkiye devrimci hareketi tarihinde ilk kez bir MİT ajanını bu kadar açık delilleriyle gösterilmiş oldu. Bu kirli işlerde ortağının İtirafçı Engin Erkiner olduğu artık tartışma götürmez bir gerçek oldu; Buradan Malatya’da, İlkerlerin katledilmesini, Ankara bölgesi örgüt biriminin ölü ya da diri tasfiyesini ve İstanbul’un 19 Ağustos 1977’darbesiyle imha edilmesini anlamak güç değildir. Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın MİT hesabına çalışan birer ajandır. Bu tescil edilmiş oldu;3,5 yıldır, Acilcilere karşı yürüttükleri karalama kampanyasının nedeni de budur.

-          Adil Okay’ı hiç muhatap almak istemiyorum. Onu çok iyi tanıyorum, o da beni. Yazdığı kitapların neme nem olduğunu söylememe gerek yok. Belgeler Örgüt arşivinde, bir tarih belgelerle yazılır sallamalarla değil; savaştan ilk kaçanlar, bırakın savaşı anlatmayı, Filistin davasıyla ilgili bir tek günü bile anlatma hakkına sahip olamazlar.

MİT ajanı İbrahim Yalçın, malum bir şark dansözü; beni Adil Okay’a, Adil Okay’ı bana karşı kışkırtma provokatörlüğü yaptığını sanıyor. Her defasında bir başkasıyla da aynı denemeyi yapıyor. Cahil ya, ilki trajediyse tekrarının komedi olacağını bilmiyor. Onun işi bu.  Benim için Adil Okay diye bir yok. Uyarımı baştan itibaren yaptım, yazmam gerekeni de yazarak noktayı koydum. Bundan sonrası, verili dengenin sürmesinden ibarettir. Vel badi huva azlam… (daha çok zalim olan, ilk başlayandır)

MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın Adil Okay adına, yazılı olmayan sözler aktarmasının ayakkabımın altındaki kir kadar önemi yok. Bu ahlaksızın kurgularını herkes biliyor. MİT ajanının, Adil Okay adına söylediklerini, Adil Okay yazılı hale getirmedikçe, benim açımdan MİT ajanının uzaktan havlayan köpek sesinden başka bir anlama gelmez. Yazılı hale geldiğinde ise söyleyecek bir çift sözümüz olur.

Ama herkes bilsin ki, THKP-C (Acilciler) örgüt militanı olan biri, anı kitabı yazıyorsa bazı isimleri atlaması halinde yazdığının beş paralık değeri olmayacağını bilmelidir. İyi ya da kötü ya da bir biçimde, bazı isimlerin anılmaması halinde, o dönemin örgütsel hiçbir faaliyetin kararlarını kimin aldığı sorusuna cevap verilmemiş olur. En basitinden, örgütsel yazılı raporların ortaya koyacağı belgelerin de ifade ettiği gibi, Adil Okay’ın yaza yaza bitiremediği  birkaç aylık Lübnan’daki Filistinli örgüt kamplarında kalışı dahil, bir yerden bir yere tayinini bile izah etmesi mümkün değildir: Bu kararlar benim bilgim, onayım olmadan olamazdı. Lübnan’dan Apar topar savaş çıkma arifesinde (1982 Haziran savaşı) Avrupa’ya kaçmak için sorun yaratma girişimlerini bir kenara bırakıyorum; bu dönemle ilgili gizlice yaptığı el yazımı tüm mektuplar örgüt arşivindedir. Yazdığı “Filistin Günlüğü” kitabının, başlığı dahil, anlatılan konularda akıl almaz yalan yanlışlara burada değinmeyeceğim. Zamanı gelecek ( Hangi Filistin’de olduğunu hala anlamış değiliz, söz konusu olan, Filistinlilerin, Lübnan kampları ise  ayrı bir konudur. Burada soysuz cahil İtirafçı Enginin, Ali Yıldırım’ın “Deniz Gezmiş’in Günlüğü” başlıklı kitabına, yazarı dostum diye saldırmasını hatırlatmakta sakınca yok, Adil Okay’ın “Filistin Günlüğü” kitabındaki Filistin’in neresi olduğunu sorgulamamak kolay olmasa da ama  tarih yazılınca, bunu adamın kursağından çıkarmak hiçte zor olmayacaktır)

Sadece Filistin günleri değil, Adana cezaevinden kaçış kararından, Suriye ve Lübnan alanındaki her türden konumlanışına kadar, örgütü bölmek için işlediği suçlardan dolayı yoldaşlar tarafından tutuklandığında, ölüm korkusuyla elimi öpüp “canimiz senin elinde ve sana inanıyoruz, sana güveniyoruz” diyene ve bir tutanakla başka örgüte ilticasının kabulüne onay vermeme kadarki tüm süreçlerin tek karar sahibini bu tarihte yok sayman sadece kendini yok saymaktır. Burada yazdığım her kelimenin kanıtı ve belgesi el yazılı tutanaklar, örgüt arşivinde durmaktadır.

Son olarak, bir kez daha açık söyleyeyim; Ali Çakmaklı, Ahmet Çolak ve Müntecep Kesici olayını Mihrac Ural’dan çok daha iyi bilen Adil Okay’dır. Kendi adıma yapmam gereken açıklamaları uzun uzun yaptım. Örgüt adına herkese meydan okuyarak üstlenmem gerekeni üstlendim. Adil Okay, gelsin tersini söylesin, alnını karışlarım. Benim bilmediğim şeyi ise, o çok iyi biliyor. Bunun ne olduğunu el yazılı itiraflarında açıkça söyledi.

Bunun ötesi ise, bu satırları okuyan MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın uygun bir provokatör senaryosuyla tamamlanır, Hadi bakayım iş başına….

Küçük bir not daha, yayınlamadım çünkü etik görmedim, ne olursa olsun yayınlamayacağım da (kimse çıkıp şantaj demesin); o da,  Adil Okay’ın el yazılı mektuplarındaki şahıslar hakkındaki dedikodularıdır. (özellikle “Yoldaş Cemal,…” diye başlayıp “Yeni adresim: mr. OKAY FOYER ALST (Chamber No:910) 29 Rue des Raguenets 95210 SAİNT GRATİEN / FRANCE” diye biten mektuplar)

-          Hasan Balcı. 600 sayfa yazıştık. Bu yazışmada yazdığım her cümlenin arkasındayım. Sadece bu yazışmada değil, bin bir isimle bana yazanlara karşı yazdığım her cümlenin arkasındayım. İmzamın altında olduğu, basılı yayınımız olan ATAK Dergisi ve internet yayını sitesi, AYRI VARLIK blogu (http://mirural.blogspot.com/), Facebook sayfam, Diyarbakır grup, Gomanweb vb grup ve sitelerde süreklilik arz eden altında imzamın olduğu yazılar beni siyasal olduğu kadar her yönümle tanımlar. Uyduruk yazılar, alıntısız imalar, tırnak içinde olmayan aktarmalar ise sahiplerine iadeli olarak teslim edilir. Bu algıyla Hasan Balcı’yla yazıştım. Karşımdakinin niyetini, amacını, çıkaracağı sonuçları hiç hesaba katmadım. Buna tenezzül etmedim. Benim açımdan dostluk bitince de yazışma bitmiş olur. Bunu yaptım. Bu duruş benim için ebede kadar bir duruştur. Hasan Balcı’yla ebede kadar işim yok, olmayacak da. Sanırım tutarlılık açısından onu da öyle düşünüyor olması gerek.
-           
Hayatım boyunca kanıtı, belgesi olmadan kimseyi suçlamadım. İtirafçıyı ve MİT ajanını suçladığımda hiçbir araştırmaya gerek duymadım. Sadece kendilerini nasıl tanımlamışlarsa kendi el yazılı belge ve itirafnamelerinden aktardım. Bu şebekeyi tanımladıktan sonra, onlara hep o adla hitap ettim. Hiçbir neden hiçbir güç bu tanımlamayı iki de bir değiştirmeme neden olamadı. “Aptal”a aptallığını kendi dilinden aktardım, “Joker”e de “Boyacı”ya da aynı şekilde isim verdim. İti, köpeği, kendine layık gördüğü isimle çağırdım. Bu tartışmanın tüm yazıları belge olarak ortadadır, yalan, abartma, ihbar, uydurma, yalancı tanıklık, ölü konuşturuculuğu, çirkef bataklığı sadece ve sadece bu ikili şebeke ve çevrelerindeki ahlaksızlara aittir. Bu nedenle de sahibi varken köpekleri hiç muhatap almadım. Hasan Balcı’nın bu köpeklere saldırısını ise hiçbir biçimde fırsat olarak görmedim, görmeyeceğim de. Mihrac Ural budur.

Hasan Balcı’nın aleyhimde yazdığı çok şey oldu. Cevabımı verdim noktamı koydum. Dostluk kıstasım farklı, ben olaylara sınıf ve siyasi açıdan bakmam. İnsanı açılar benim için sınıf bakışından da inanç açısından çok daha önemlidir. Sınıf algımı binlerce sayfayla dile getirdim yeri burası değil. Devrimciliğim, sistem içine mahkum olan sınıf mücadelesi adlı reformist mücadeleden gelmez. Devrimciliğim, tarihsel bir algıyla, uygarlıktan uygarlığa geçiş olarak tanımlanır. Bunun için insan öğesi, sınıf öğesinden çok daha önem taşır. Sınıf algısı dardır insan algısı geniştir. İnsan algısı ise aynı yönelimin kültürel algılarıyla saflaşır. Bu yüzden kültür buluşmasını sağlayamayanlarla dost olmam, başladığı gibi mutlaka bir sürtüşmede  kırılıp biter: hasan balcıyla olan da tamamen budur.

Sonuçta, benim eleştirilerim bire bir kaynak oldu. Bu normal çünkü belge tutkunu olduğu iddiasında olan Hasan Balcı bu hengamede bulduğu temel belgeler arasında benim sunduğum belgelerin yer alması normaldir. Bu bile, beni hiç ilgilendirmiyor. Birine itirafçı dediğimde bunu kanıtlarla söylerim, bu nedenle üç yazıda itirafçı beşincisinde bu sıfatını kaldırıp atmam. Bu tutarlılık açısından da güvenilir olma açısından da önemlidir. Dolaysıyla hiçbir zikzag, hiçbir tutum beni ne uzaktan ne yakından ilgilendirmiyor. Bu tutumum aynı davadan yargılanıp yargılanmamamla ilgili değildir. Yüzlerce sayfadan, ayrıntılı tuttuğum not ve belgelerden oluşan veriler, tek tek her kişiyle aramdaki tarihin kanıtları olacaktır.
  
Gerçekleri kim hangi gözlükle görürse görsün, bu onu ilgilendirir. Sonuçta haklı görülüp görülmemenin de bir önemi yoktur. Benim dostluğum hiçbir ikircimlik olmadan başlar ve öyle biter. İkili yazışmalar sadece aynı kişilerin onayıyla herkese açık olur; bu yazışmalardan tek taraflı aktarımlar ise diğeri aleyhinde kullanılır olamaz. Tersi ise ahlaksızlık olur. Bu ahlaksızlığı yapanlar, ikili şebekedir. Elma şekerinin sapı, her defasında olduğu gibi, kendilerine batmıştır. Dost oldukları sürede yaptıkları gizli yazışmaları çarşaf çarşaf ilan etmeleri ise suratlarına tükürülmeyi hak eder. Onlar bu açıklamalarla vermek istedikleri tiyolara, ben ve benim düşünce yoldaşlarım, yani Acilcileri hiç etkilemez. Bu ahlaksızların yaptıkları ifşaatlar( kimi yazışmalarımı Hasan Balcın’ın onlara verip vermemesi gibi aptalca tiyolar) sadece ahlaksızlıklarına bir veri olur. Bu işin uzmanı MİT ajanı İbrahim yalçın her zamanki gibi işini yapmış oluyor. İtirafçıda tartışmada her şey mubah diye ondan geri kalmıyor…Şimdi hnerkes eğri oturup düzgün düşünsün, ve kendi kendine “bu şebeke, neden 30 yıl sonra Acilcilere karalama yapmaya başladıklar” diye sorsun. Acilcilere duydukları kini burada anlamak zor değil. Mihrac Ural ve yoldaşları böylesi çirkin işlere asla tenezzül etmeyecektir.

Kin ya da karanlık bağlantılı işleri olmayanlar, tartışmalar belli bir doyuma ulaşınca, anlamsız tekrarlara iltica etmez. Herkes kendi kanaatlerini muhafaza ederek, nokta koyar. Hasan Balcı’yla olun durumumuz bu oldu. En azından benim için durum buydu.

İlişkilerinde insan kullananlar, bu ikili şebekenin yaptığı gibi bunu itiraf etmekte gecikmiyorlar. İşin traji-komik yanı ise, MİT’in kullandığı kişi olmalarıdır. Elma şekeri mi? Sapı mı? her ne ise, insan ilişkisindeki ahlaksızlık, mide bulandıran tutumlar, cevapsız kalmamaktadır. Aldıkları cevapların şamarları altında içine düştükleri şaşkınlık ise benzerlerine örnek olsun diyorum.

İTİRAÇI  ENGİN ERKİNER’E GELİNCE

İtirafçı Engin Erkiner bir kez daha Suriye’ye kin kusmuş. Ülkemiz solunda böylesi bir kinle yazı yazına rastlamak çok güç; Negahan Alçı bile bu kadar değil…
Bölge hakkında zerre kadar bilgisi olmayan bu cahil itirafçının, Suriye düşmanlığı malumdur. Çünkü o Mihrac Ural’a düşmandır. Mihrac Ural’ın Suriye’ye yönelik emperyalist askeri saldırı karşısında şiddetle durduğunu bilmektedir. Tarafa olduğunu da açıkça da yazmıştır.  Bu nedenle İtirafçı Enginin Suriye düşmanı olmasının nedenini anlamak güç değildir. Çünkü Mihrac Ural, bu ahlaksızın bir polis işbirlikçisi itirafçı olduğunu belgeleriyle ortaya koymuştur.
İtirafçı gelenek haline getirdiği herkese saldırma abesini, bu kez Suriye’ye gelen CHP heyetlerine,  farklı devrimci etkinliklerine ve temsilcilerine karşıda tekrar etmektedir. Suriye’ye desteğin dünyanın gerçek tüm devrimci güçleri tarafından yoğunlaşarak ortaya konduğu bir dönemde,  bu tür cahillerin iç dünyalarındaki kini kusmaları normaldir. Devrimcileri doğruları arkasında durmalarından dolayı Muhabarat ya da  “Muhabarat ağızlı” diye suçlamaları bu kinle alakalıdır. Tüm itirafçıların ikiyüzlü olduklarını ve birbirlerine benzediklerini hatırlatmakla yetineceğim. Bildiğiniz Gibi itirafçı hiç yalan söylemez ama hep söyler…. http://enginnerkinerr.blogspot.com/  bu linke bir göz atın….
Bu güne kadar siyasi diye yazdığı hiçbir yazısı kendi soyutlamalarına ait olmayan bu cahilin, medya bilgisiyle kaleme aldığı yazıların, doğal olarak uluslararası medyanın Suriye düşmanlığıyla kesişmesini anlamak zor değildir. Bu türlerin itirafçılığı bir yana, Siyonist solcular olarak da tanımlanması gerektiğini sık sık yazdım.  Ak denizden Kafkaslara kadar uzanan bu bölgenin enerji yollarını güvence altına almak, nüfus alanı haline getirmek için ABD ve İsrail’in çılgın çabalarını dünyada bilmeyen kalmamıştır.  Rus, Çin ve Hindistan’ın yükselen bir güç olarak Ak denize, yani sıcak denizlere ulaşmasını istemeyen ABD-İsrail ve ortakları, İran ve Suriye’yi mutlaka çökertilmesi gereken engel olarak görmektedirler. Bölgenin kilit taşı olarak Suriye’nin bir an önce diz çökmesi en azından bir ilk adım olarak ısrarla istenmektedir. Son olarak ABD kongresinde konuşan, ABD Dış İşleri Bakanlığı bölgeden sorumlu diplomatı (eski Lübnan büyükelçisi ve Lübnan’daki tüm kirli işlerin baş sorumlusu) Jeffery Feltman konuyu bir cümleyle özetledi; “Amerika’nın bölgedeki çıkarları için Suriye’de Esad yönetiminin çökmesi gereklidir” .

Bütün itirafçılar herkese kin tutar, ezilmişliklerini örtmek için herkesi eleştirip, küçümsemeye çalışırlar. Bu bir psikolojik vakadır, doktor ya da klinik destek gerektirir. Ancak yüz binlerce insanın katledilmesini arzulayacak kadar kin taşıyanı tedavi için, klinik destek de yeterli olmaz.
Mihrac Ural’ın yazdıkları karşısında şamar oğlanına dönen bu aptalın şaşkınlığını normal görüyorum. Bu ara, “kullandık” dedikleri birinden şamar üzerine yedikleri şamalarla, bir tepsi dolusu elma şekerini sapıyla yuttukları görülmektedir. 

Bunak adam buna rağmen Suriye denince, akan sular duruyor, kin ve intikam kusuyor. Ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın ise bu konuda her zamanki sinsiliğini göstermekten geri kalmıyor; ortağına destek için ucunda dokundurmakla, bir ayağı karada bir ayağı derede dokundurmalar yapıyor. Adam sinsi yılın ya, işini biliyor.
Suriye halkçı yönetimiyle milyonları milyonlara katarak meydanları dolduran halkıyla bu karşı devrimi yenilgiye uğratacağı kesindir. Bu yenilgi, bölge halklarına düşman olanların yenilgisi olacaktır. İtirafçının yüzüne her defasında tükürdüğüm gibi, bir kez daha Suriye’nin onurlu halkı adına da tükürüyorum.  Bu ahlaksız söylediklerinin arkasında durmasını bilmeyecek kadar da erdemsizdir; gitsin Erdoğan’ın beslediği eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekesi komutanının emir eri olsun. Suriye halkına karşı şanlı ordusuyla birlikte savaşsın. Mihrac Ural böylesi bir savaşta, düşüncesini paylaşan yoldaşlarıyla birlikte emperyalist saldırılara karşı savaşacaktır. 1980’de Türkiye ve Kürt devrimcileriyle omuz omuza, bu gerici hamleye karşı savaştığı gibi (Detayları, konuyla ilgili yazdığımda vereceğim). 

Bu yanıyla Mihrac Ural kendi içinde tutarlılığını sürdürüyor. 1980’de de bu gün de savaşın ön cephesinde yerini alıyor. Ya sen aşağılık itirafçı, cahil soytarı, pis adam, kendi doğrularının arkasında durup, olası bir savaşta Suriye’ye saldıracak emperyalist gücün gurkası olacak mısın? Belki bu savaşın bir cephesinde, Mihrac Ural’la yüz yüzse gelirsin, ortağın MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı da birlikte getirmeni tavsiye ederim….

10 Kas 2011

243. DOSYA (MİRO Tİİİ... Vİİİ...)





243. DOSYA

MIRO Tİİİ.. Vİİİ..



Mihrac Ural’ın notu:


Mehmet Yavuz bu yazısında MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı Anlatıyor. Adamı ti…ye aldığı için kurguyu kendi üzerinden yaparak alayın dozunu derinleştirmek istemiş.

Kadere bak tartışmalar dönüp dolaşıp doğru bir raya oturmuş oldu. Üzerinde durmayacağım, önceki 242 dosyayla,  on yıllardır örgütümüzle ilişkisi kesik itirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı teşhir ettik (bkz: http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ ) Bu dosyalarda yer alan her cümlenin yazılı belgesi, kanıtı ve el yazılı itirafı bulunmaktadır. İddiayla söylüyorum, bu ikili şebekeyi kendi el yazılı itirafları dışında hiçbir şeyle suçlamadık: Kendilerini nasıl tanımlaşmışlarsa öyle tanımladık. Bunun için ne analarının özelini ne bacılarının ne karılarının özeline girmeye tenezzül etmedik. Bizi ilgilendiren örgütsel siyasal olandı ve bunların bu merkezdeki konumlarıydı. Bunlara son olarak, MİT İstanbul Bölge Başkanı Osman Nuri Öndeş’in anılarını aktardığı  “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın tanığı” (bkz. S: 280-288) kitabında açıkça ifade ettiği ve direk İbrahim Yalçını işaret eden açıklamalarını ortaya koyarak bu işi Türkiye devrimci hareketi tarihinde ilk kez bu ölçüde mutlak bir şekilde bu MİT ajanını göstermiş olduk. Bu bilgileri bütün olarak ele aldığımız da 235 nolu dosyadaki özetle İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın Özel Harp Dairesi organizesi işler içinde fiili olarak dün de bu günde yer almaya devam ettiklerini ispatlamış olduk.

Örgütsel tarihimizin bu unsurlarla ilgili bundan daha fazlasını dile getirmenin bir anlamı yoktur. Örgütsel tarihimizin yazımı ise örgüt arşivinde yer alan binlerce belgenin, yazışmanın üyelerin özgeçmişleri ve zindanlar dahil her alandan düzenli olarak verdikleri raporlarının, sosyalist devletlerle, dünya devrimci ve komünist hareketleriyle yapılan resmi yazışmalarda, Filistin direnme örgütleriyle resmi yazışmalarda yer alan ıslak mühürlü belgelerin ışığında yazılacağını tekrar ediyorum. Onurlu bir direnme tarihi olan bu örgüte emek vermiş tüm yoldaşlar, en üst kadro ve en sıradan sempatizana kadar tümü bu yapının şerefle taşınacak değerlerini üretenlerdir. Bu örgütün tüm hataları ise bana aittir. Bu örgütün başında 1977’den bu yana, siyasi açıdan satır satır her yazılanan, mali açıdan kuruş kuruş her harcamanın sicilleriyle hesabını olduğunu ve bunun, tek yetkili merci olan ikinci kongre sunulacağını belirttim: tekrar etmeyeceğim. Kurallar, tüzük, program 1. Kongrenin onayladığı verilerle yerli yerine getirilerek yeni ne ise oraya ulaşılacaktır. Gerisi sadece bu direnme tarihini ve bunu emek vermiş olan kahraman insanları karalamaktan ibarettir.

İtirafçı Engi Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın yaptığı da sadece budur. Bu tarihi karalamak insanları karalamak, MİT’e hizmetini sürdürmektir.   

Bu çirkinlik kimsenin bir işine yaramadı. Herkesin bildiği gerçekleri bir katkı sağlamadı. Sonunda her cümlesi suratlarına patlayan bir şamara dönüştü.

Bunu anlamak için bu ikili şebeke ve çevrelerinin tüm yazılarını toplayın, ülkemiz, bölgemiz ve teorinin gerekleriyle ilgili bir tek satır yazıp yazmadıklarına bir göz atın. Kocaman bir hiçlikle yüz yüze kalacaksınız. Buradan anlaşılıyor ki, ikili şebekenin işi karalamadan ibarettir.

Bu şaşkınlık, Mihrac Ural’la ilgili her şeyi düşman ilan etmeye kadar uzanmıştır. Onurlu devrimci kişiliğiyle örnek olan Mehmet Yavuz’a saldırının da tek nedeni budur. Bunun için M. Yavuz onları ti…ye almaktan başka bir seçeneği gerekli görmemektedir. Bunun da ötesi, Mihrac Ural düşmanlığının kör ettiği gözler, Suriye’ye karşı NATO ya da BM askeri kuvvetlerinin müdahalesini talep etmeye kadar ( kim dinliyorsa) uzanmıştır. Bu da ülkemiz Siyonist solunun komedisi olarak tarihe girmiştir.

Bir kez daha buradan THKP-C (Acilciler) örgütüne emek vermiş tüm yoldaşlara sesleniyorum. Yazılanları ve devam eden tartışmaları ciddiyetle izleyin. Bu tartışmalara katılıp katılmamanız üzerinde hiçbir şey söylemeyeceğim. Ama, 1. Kongrenin verdiği sorumlulukla bu tarihi direnme örgütü Acilcilere yönelik her karalamaya karşı duracağıma, hiçbir yoldaşımın haksızlığa uğramasına müsaade etmeyeceğimi biliniz. Böyle olduğumu da bu örgütü bilen herkes hakkıyla bilmektedir. Örgüte ait olumlu ve olumsuz her şeyin tartışılacağı yer örgütün en üst kurulu kongredir diye tekrar edeceğim. Bunu söylerken tüm olumsuzlukların tek sorumlusu olarak kendimi ortaya koyduğumu ifade ediyorum. 30 yıl sonra örgütümüze karşı bu kin deryasıyla saldıranların sorumsuz oldukları açıktır. Daha da ötesi bu saldırıları birer görevli olarak yaptıkları da oldukça açıktır. Bu ikili şebekeye kan verdiği sanısında olan aptalları ise baştan itibaren muhatap almadım, haklı olduğum bir kez daha ortaya çıktı; sahibinin sesi olan, aptal, ölü konuşturucu, joker, boyacı, kılçık gibileri elimin tersiyle itmemem yetmiştir.

Bu tartışmaların akıllara ziyan yanı, kendi el yazılarıyla itirafçı ve MİT ajanı olduğunu açıklamalarına rağmen, bu ikili şebekenin ortaya koyduğu ısrardır. Bunun da hesabı olduğunu bir kez daha deklare ederim.

Bir süredir, devrimci hareket kapsamında çirkin suratlarını bilmeyen kimsenin kalmadığı bu ikili şebekeyi bundan sonra tiye alan yazılarla kara mizaha meze yapmanın normal olduğuna karar verdik. Siyasi bir yazım düzeyleri olmadığı için bu yeterli gördük. Buyurun Mehmet Yavuz’un ti…lerini, MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı anlattığı yazısını birlikte  okuyalım…


MIRO Tİİİ.. Vİİİ..


Mehmet Yavuz
10 Kasım 2011



Alman Fransız ortak yapımı olan iftiralar vadisinde tarih, ne de güzel gerisin geri gidiyor..

İlim irfan sahibi olmasa da vicdan sahibi olan herkesin bu senaryolara gülüp geçtiğini biliyorum. Çünkü; yazılanlar üst üste konulduğunda iki yüzlülüğün, riyanın, iftiranın sırıttığını hemen görüyorlar...

Lakin mahla kullanmayı marifet bellemiş bir elma şekeri, yalan korosuna mızıka çalarak katılmaya devam ediyordu.. Bu tipin gerçek kimliğine dönmesini sağladım. Ancak bunu itiraf ettirince artık ben yokum deyip  yalan korosundan ayrılma sinyali verdi.

Malumunuz 2006 yılında DYP üyesi oldum.. Bu üyeliğin hangi şartlarda gerçekleştiğini de açıkladım. Daha önce ismen bildiğim bir çok siyasi lider gibi Mehmet Ağar'ı da siyasi parti genel başkanı olduğu dönemde nasıl tanıdığımı anlattım..

Bu nedenle atılan çamurlar üzerine MIRO masalı uydurukçularını tiye alan bir yazı yazdım.

Ama MIRO'cular bu yazıdaki istihzayı bile anlamayıp koro halinde iftiraya devam ettiler.

İşte bundan sonrası MIRO masalı seven ve üreten itirafçı iftiracılar içindir..

Mehmet Ağar'la samimiyetim ilerleyince ''emniyet kuvvetlerimize yardımcı olmak maksadıyla aşağıdaki olayları çözmeleri bakımından polise yardımcı oldum.''

Nasıl mı ?

Anlatayım müsadenizle...

Henüz Acilcilerin lider ve eylem kadrosunu, yapacağı eylemleri kimse bilmiyor. Çünkü 1977'ye daha çok var..

Yani, vereceğim bilgiler bu nedenle çok önemli.

Kendisine Harbiye'deki AKBANK'ın kimler tarafından ne zaman soyulacağını, soygun sonrası para ve silahların nerede saklanacağını ayrıntılı olarak emniyet kuvvetlerine yardımcı olmak maksadıyla söyledim.

Bu bilgileri alan Mehmet Ağar, özel hattan hemen MİT bölge başkanı Osman Nuri Gündeş'i arayıp benden aldığı bilgileri aktardı. Soygunun yapılmasına göz yumulmasını ama ardından hemen suçüstü yapılmasını emretti.

Osman Nuri Gündeş ise cevaben;

 '' endişe edilmemesini, eylem kadrosuna bir elemanlarını yerleştirdiklerini, eylemcilerin hareketlerini anlık olarak haber aldıklarını, soygun sonrası kendi elemanları da dahil herkesin hemen yakalanacağını '' iletti.

Bu bilgi Mehmet Ağar'ın yüzünü güldürdü. '' Bak, nasıl çalışıyoruz '' der gibi bir bakış attı bana.

Sonucu merakla beklemeye başladım.

Her şey ifade edildiği gibi oldu..

Başka bir gün; 1976 yılında Yeşilköy baskınını gerçekleştirecek Filistinli iki gerillanın Sagmalcılar cezaevinden kaçacakları bilgisini verdim.

Mehmet Ağar, bu bilgiyi de hemen Osman Nuri Gündeş'e iletti. Aldığı yanıt ilkine benziyordu:

''-Merak buyurmayınız, cezaevinde elemanımız mevcut, gelişmelerden anlık olarak haberdarız... Devletimizin Filistin davasına olan ilgisi nedeniyle sorun olmadan Filistinlilerin firarı görmezden gelinecek ancak başkalarının firarına izin verilmeyecektir..  ''

Öyle de oldu...

Başka bir gün Mehmet Ağar'a, Suriye'ye kaçan eski arkadaşların Bassit'de bir eğitim kampı kurduklarını, bu kampta çok sayıda militanı eğittiklerini, yakında bir kongre toplayacaklarını söyledim.

Mehmet Ağar, bu bilgiyi de dönemin MİT başkanıyla paylaştı.

Aldığı yanıt yine aynıydı:

''-Endişelenmeyin sayın başkanım, Suriye'deki kampta üç ayrı elemanımız mevcuttur. Bu kampa gidip gelenleri, Türkiye'deki bağlantılarını anlık olarak rapor alıyoruz. Tehlike arzedecekleri derdest edip yakalıyoruz.  ''

Baktım ki; hangi bilgiyi versem, MİT benden bir adım önde..

Elemanlar çok sıkı çalışıyor.

Bilgi vermeyi kestim.