29 Kas 2011

ŞEHİTLERİMİZ ONURUMUZ VE GURURUMUZDUR 24 Kasım 2011


THKP-C (Acilciler)
ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ
24 Kasım 1983 Şehitlerimiz birliğimiz, onur ve gururumuzdur


Mihrac Ural – 24 Kasım 2011 şehitler günü anısına

Bu gün örgütümüzün şehitler günüdür. Bu gün, Örgütümüz Merkez Komitesi Üyesi Hanna Maptunoğlu’nun da aralarında olduğu yoldaşların Filistin davası uğruna şehit oldukları gündür (24 Kasım 1983). Bu gün örgütümüzün, ülkemiz ve halklarımız kadar bölge halkları ve haklı davaları uğruna mücadelede şehit verdiği günlerden biridir. Enternasyonalist dayanışmada şehit düşen yoldaşların anısına bu güne her yıl örgütümüzün şehitler günü olarak kutluyoruz.

12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi ve ardından gelen karanlık rejime karşı mücadelenin, enternasyonalist bir boyut aldığı, haklı Filistin davası uğruna mücadelede ön saflarda yer almanın bedellerinin onurluca ödendiği gündür. Şehitlerimiz, tarihi bir direnme örgütü olan Acilcilerin kararlılığının, direngenliğinin, özveride sınırsın olmanın tecelli ettiği gündür.

Dünya ve bölge saflaşmasının aynı zamanda ülkemizdeki saflaşmanın bir ifadesidir. Dün olduğu gibi bu günde bu saflaşma yanı güçlerin gergin ilişkileriyle,  zaman zaman savaşlarla devam etmektedir. 1980’li yıllar dünyada büyük değişimlerin gerginliklerin ve çatışmaların yıllarıydı. İki kutuplu dünyanın çözülmeye başladığı, dolaysıyla emperyalist güçlerin saldırganlığının arttığı bir kesitti. Soğuk savaşın bittiği 1990’lı yıllara giderken, bölgemizin siyasal dizaynı için kanlı çatışmalar dayatılmıştı. Ölüm denklemleri kurgulanmıştı. Akdeniz’den Kafkaslara uzanan bu güzergah, dünya enerji kaynaklarının en önemli güzergahıydı. Bu alanı ele geçirme ya da nüfus alanları arasına katmak için Emperyalist güçler akıl almaz bir çılgınlıkla saldırılarını yoğunlaştırmıştı. Bir tarafta Amerika-İsrail-batılı emperyalistler- Gerici Arap ülkeleri ve ülkemizin 12 Eylül askeri faşist rejimi yer alıyordu. Bu şer güçlerine karşı ise ülkemiz devrimci hareketi doğal müttefikleriyle omuz omuza olmuştu; Suriye bu dönemde bölge devrimci güçlerinin güvenli limanıydı. Halkçı yönetimiyle direnen halkların, ilerici, sosyalist devrimci hak sahibi tüm halkların ve örgütlerin sığınağıydı. Irak’ta Saddam diktatörlüğüne karşı mücadele eden tüm siyasal etkinlikler, Türkiye’de 12 Eylül rejimine karşı mücadele eden tüm siyasal güçler, Lübnan direnme hareketleri ve Filistin halkının tüm siyasal güçleri bir safta yer alıyordu.

1980’li yıllar,  bu iki safın bölgemizin her alanında, her olayında, her tavır alışında yüz yüze geldiği bir kesitte yaşanıyordu. Örgütümüz, bu saflaşmada doğal yerini almıştı. Gerici güçlere karşı devrimci güçlerin safındaydı; Suriye halkçı yönetimiyle, Filistin direnme örgütleriyle, Lübnan direnişi ve Türkiye ve Irak Kürt özgürlük hareketiyle bir aradaydı. Bu saflaşmanın Türkiye boyutu 1 Haziran 1982’de kurulan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) adı altında örgütlenip yerini almıştı.

İşte böylesi bir atmosferde örgütümüz, yer yer büyük savaşlar (1982 Haziran savaşı; İsrail’in Lübnan’a karşı açtığı savaş), yer yer irili ufaklı çatışmalar ortamında yer aldığı saffın yükümlülüklerini yerine getirdi. Bu gelişmelerin yükümlülüklerinden kaçmak isteyenlerin bin bir bahaneyle yarattığı olumsuzlukların da yaşandığı kesitte, şehit olmasını bilen kararlı bir direnme örgütü olarak görevimizi sonuna kadar yaptık. İşte bu şehitler, bu onurlu duruşun adıdır. Dünü bu güne bağlayan en anlamlı onursal değerde tastamam budur.

THKP-C (Acilciler) 1. KONGRESİ

Bu gün, aynı zamanda 1. Kongremizin bağlandığı gündür (24 Kasım -1 Aralık 1986). Bir yükseliş döneminin taçlandığı bu kongre. Türkiye devrimci hareketinde benzeri az olan bir atılım olarak gündeme geldi ve tarihin o kesitindeki siyasal dokunun anlamlı bir ifadesi oldu. Örgütümüzün dünya, bölge ve ülke gelişmeleriyle birebir etkileşiminin de ifadesi olan 1 Kongremiz, kapalı oy açık sayım usulüyle demokrasiyi en karanlık dönemlerde bile içselleştirdiğini göstermiştir. Bu kongre şehitlerimizin aydınlattığı mücadele yolunun gerçek anlamda yaşama geçirilmiş bir ileri adımıydı. 
Bu kongrenin anlam ve önemi üzerinde yazılacak çok şey bulunuyor. Yüzlerce belgesi, teyp kayıtları, demokratik yapıcı iç muhalefeti, yenilenen siyasi programı, tüzük ve çalışma tarzı üzerine yapılacak yorumlar da çok olacaktır. Bu tarihi bilmeyen, ona düşman olan, kirletmeye çalışanların suratına birer şamar olan bu veriler, bir onurlu çalışmanın, bir devrimci ilkeli duruşun ifadesidir. Bu tarihle hiçbir bağı olmayanların, buldukları ilk fırsatta kaçıp başka alan ve örgütlere sığınanların, bu tarih üzerinde tek kelime söz söyleme hakları olmayacaktır. Acilciler, 1. Kongrelerini bağladıklarında ortaya koydukları verilerle, tüm birimlerin sunduğu çok boyutlu raporlarla örnek bir çalışma azmi içinde olduklarını yetirince açık gösterdiler. Bunun da kapalı oy açık sayım ilkesine dayalı kongre seçimleriyle taçlandırdılar. Bu örnek davranışın mimarları, emektarları bu tarihin yaratanlardır. Bu tarih şehitlerin tarihidir. Bu tarihe yönelen en küçük bir yanlış ahlaksızlıktır. Bu saldırganlığa karşı sesiz kalmak da bir o kadar yanlıştır. Bunu yapanların bu tarihle bir bağı olmayacağı açıktır. Bundan sonrası II. Kongredir. Ne kadar geç kalınmış olsa da kurallara bağlı olmak ve bunun gerektirdiği gelişmeleri, değişimleri, yönelimleri ve bütünsel muhasebeyi de bu kural çerçevesinde yapacaktır.  

THKP-c (Acilciler) 35. Duyuru (DERSİM KATLİAMI)


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması  
29 Kasım 2011 / No: 35


DERSİM KATLİAMI ve TARİHLE CESURCA YÜZLEŞMEK

Ülkemiz tarihi, tarihi siyasal çıkarlar için kullanmanın tarihi olmaya devam ediyor. Bu ülkeye ne gerekiyorsa onu sadece hükümran olanların getirebileceği iddiası zorla hüküm sürmeye devam etmekte. Kendileri katlediyorlar, kendileri özür diliyorlar ve özür diledikleri an yeni katliamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bir sırat köprüsü gibi içinden çıkılmayan bir ölüm kapanı gibi aynı akıl, halkın kendine ait hak ve taleplerini dile getirip kazanma kanallarını kapatmaya devam ediyor.

Bir “özür” kelimesiyle, hokkabazca tarihin kirli sayfalarını aşabileceğini sanan Başbakan, ortak yaşam coğrafyamızın en acımasız, en haksız ve en zalim katliamlarından biri olan Dersim Katliamından özür dilediğini açıklayarak, bir taşla birkaç kuş vuracağı siyasal bir manevra yaptığı sanısındadır. Bir yandan hiçbir ilaçla temizlenmesi mümkün olmayan kirli tarihi aşmak, diğer yandan söz konusu tarihin mimarı olan rakip parti CHP’yi nakavt etmek.  Diğer yandan, asla barışık olamadığı, olmasının da mümkünü olmayan Alevi toplumuna mavi boncuk uzatma taktiğinden başka bir anlamı olmayan “özür” aldatmacasıyla, artık yürümesi mümkün olmayan gerici, baskıcı siyasal sisteme nefes aldırmaya çalışmaktadır.

Dersim Katliamı, ne özürle geçiştirilebilecek bir kıyımdır ne de Başbakan ya da Cumhurbaşkanının bir hitabında dile gelen özürle aşılabilecek ölçekte bir sorun değildir. Yakın tarihin Ermeni katliamı gibi (24 Nisan 1915), Osmanlıdan günümüze kesilmeden sürmekte olan Kürt katliamlarının tümü için (Koçgiri’den, Şeyh Sait ayaklanmasına, Ağrı’dan Dersim katliamına ve 1984’ten bu yana, sınır dışı operasyonlarla sürmekte olan son Kürt kıyımına kadar), hatırlanmak istenmeyen Cumhuriyet dönemi Kilikya Ermenileri kıyımına (20 Ekim 1921 – 23 Haziran 1939), Hatay’ın ilhakına (23 Haziran 1939), Menemen olaylarına,  Faşizan Varlık Vergisi mağdurlarına (11 Kasım 1942-15 Mart 1944),  27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Askeri faşist darbelere,  1 Mayıs 1977, Maraş (19 Aralık 1978), Çorum (28 Mayıs-Temmuz 1980), Sivas (2 Temmuz 1993), katliamlarına ve daha nicelerine uzanan kirli tarihi bu devletin boynunda açıklık bekleyen, özür kadar ilgili tüm hukuki sonuçlarının ikamesini bekleyen derin toplumsal yaralardır. Bu topraklarda birlikte barış içinde yaşamanın en büyük handikapları bu tarihsel toplum bilinçaltıdır. Bunu aşamayan bir devlet çatısı altında birlikte yaşama şansı olacağını sananlar kendini aldatmaktadır. Bu nedenle Başbakanın özür dilemesiyle yüreklerine su serpildiğini sananlar, bu suyun bir kezzap suyu olduğunu kısa sürede fark edeceklerdir.

Böylesi toptancı yaklaşım hiç bir şey yapmamak, yapılanı ret etmek demek değildir. Bu gerçeklerin tümü önümüze bir görev olarak yükümlendirdiği gerçeklerle ilgili olunmaksızın her zamanki yarım yamalak çözümlerle, gelecek kuşakların yaşamını karartacak mirasları bırakmaya devam etmiş oluruz. Ancak bu süreçte, toplum vicdanını ve mağdurların hak taleplerini bir biçimde tatmin edecek çözümler de ertelenmeden yerine gelmelidir. Bu görev öncelikle ve dolaysızca bu devletin görevidir.

Bu kirli tarih, bu devletin öğünerek devraldığını açıkladığı bir mirastır ve yaşayan kendi tarihidir. İktidarlar devlet adına bu sorumluluğun altındadır.

Bu karanlık tarihin belgeleri devletin kurumlarında durmaktadır. Bunların kamuoyuyla paylaşılması hiçbir gerekçeyle artık geciktirilemez. Üzerinden bir asır geçmiştir. Büyük korku ve kaygıları yaratan karanlık akılların Osmanlıdan Cumhuriyete süren maceraları bu kirli tarihin de üreticisidir: Cumhuriyetteki Osmanlının devamla oluşturduğu kıyımların, bu günde sürmekte oluşu tarihle yüzleşmenin bu devlet ve iktidarlarıyla çözülebilecek bir sorun olmadığını göstermeye yeterlidir. 

Gerçekçi çözüm özgürlük ve demokrasinin derinlemesine ve genişlemesine ikamesinden geçecektir. Ancak, böylesine kapsamlı dönüşümler, hemen şimdi yapılabilecek hiçbir görevi aksatma açısından gerekçe olmamalıdır.
Bu karanlık tarih kamu vicdanının kimyasını bozmaya devam ettikçe, kaosları kimlik bunalımlarımızı ve birlikte yaşama algılarımızı da zedelediği açıktır. Bu nedenle vakit kaybetmeksizin, Anayasa çalışmalarına paralel ve bu çalışmaların içeriğinde de yer alacak önermelerle birlikte, parlamento üyesi ve bağımsız tarih, hukuk, toplum bilim gibi heyetlerden kurulacak komisyon ya da komisyonlarla, öncelikler üzerine kabul edilebilir ortak bir payda oluşturularak, söz konusu kirli tarih tek tek ele alınmalıdır. Sınır ötesi operasyonları bir oylamada onaylayanların bu adımı da bir oylamada onaylamaları inandırıcılıkları için bir ön koşuldur. Daha da doğrusu bir fırsattır.

Bu amaçla Osmanlı arşivleri dahil, Genelkurmay, Başbakanlık, Teşkilat-ı Mahsusa ve ardılı Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Meclis, Türk Tarih Kurumu (TTK), İskan’la ilgili bakanlıklar, Devlet İstatistik vb istisnasız ilgili tüm kurum ve kuruluşların arşivleri bu komisyonlara açılarak araştırmaların tamamlanması gerekmektedir. Belli bir takvime bağlanması gereken bu çalışmaların hiçbir nedenle uzatmaları oynayarak siyasi ortamın hükmü altında olmamalıdır. Tüm çalışmalar ve sonuçları kamuoyuna açıkça ilan edilmelidir. 

İlan edinecek bu sonuçların yükümlendirdiği, tüm yaptırımların infazı (yerine getirilmesi) haksızlıkların kabul edilebilir biçimde, hak sahiplerinin ve toplum vicdanının razı edilmesi biçiminde tarihle yüzleşmenin cesurca yapılarak sonuca bağlanmasını gerektirir.

Bu çerçevede, CHP, Atatürk, İnönü, Bayar, Menderes, Erdoğan ve AKP iktidarının sorumluluklarının belirlenerek kamuoyuna açıklanması ve gerekli özrün bu çerçevede kabulüyle noktalanmalıdır.

Bu acil çerçeve, bir adımdır bundan sonrası ise yeniden özgü ve demokratik siyasi yapılanmanın ikame edilmesidir.

Örgütümüz, bu sürecin bir parçası olarak tüm kamuoyunu uyarmayı bir görev olarak bilir ve halkımıza açıklar.

THKP-C (Acilciler)
29 Kasım 2011