29 Eyl 2010

ŞEHİT NEBİL RAHUMA YOLDAŞ SENİ UNUTMAYACAĞIZ


Nebil Rahuma Antakya 1955 - 30 Eylül 1980 İstanbul 

BURADA YATAN ÖLÜMSÜZ KAHRAMAN NEBİL RAHUMA
ORTAK ÜLKEMİZİN
ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE
FİLİSTİN HALKININ HAKLI DAVASINDA
VE İNSAN HAKLARI UĞRUNA HİÇ BİR ÖZVERİDEN KAÇINMADAN
DOĞRULARI ARKASINDA DURDU. 
                                                                                               ( Mihrac Ural )”

Nebil yoldaşın bu yılki anısına üç yazı yayınlayacağım.
1.    “Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu” Nebil’le ortak eylem anısıdır.
2.    “Nebil ve Üç konu”  Nebil’in polise ilk kez afişe edilmesi, Ölümüne neden olan altın alımı ve Katilleri
3.    “Nebil Neden Öldürüldü” Mehmet Yavuzun yayınlanmış bir yazısı.
Bu yazılar aynı anda şu linklerde yayın halindedir

(( YAZILARIN TÜMÜ ALTTADIR ))


TÜRKEŞ
ÖLÜMDEN NASIL KURTULDU

Mihrac Ural
30 Eylül 2010
Nebil yoldaş anısına


Türkiye siyasal tarihinin, bilinmeyen önemli konularından biri Acilcilerin “Türkeş Eylemi”dir.
Çok geniş anlatmayacağım. Yeri geldiğinde tüm detaylarıyla açıklanacaktır. On yıllar önce devrimci kamuoyuna belge ve kanıtlarıyla açık ettiğimiz İtirafçı Engin Erkiner, MİT ajanı İbrahim Yalçın ve yamaklarından oluşan muhbir şebekesine prim vermemek adına, konuyu “Tarihte Bugün” kapsamında sunmaya çalışacağım.
5 Haziran 1977 erken seçimlerine doğru, Ecevit’e suikast yapılacağı haberinin Demirel tarafından basına sızdırılmasıyla başlayan gerginlik, tırmanarak sürüyordu. Ecevit, "Taksime gidip mitingimi yapacağım tehditlerden korkmuyorum" diyerek tırmanışı hızlandırdı.
77 erken seçimlerine Antakya’da yoğun olarak hazırlanıyorduk. Güçlü kitlemizle CHP den seçimlere katılacak milletvekili, hata senatörlerin bile onayımıza başvurdukları bir dönem. Öner miski, Dr.Sabri Öztürk'le ikili ittifaklar bile imzalamıştık.
Öner Miski yıllar sonra beni özel olarak Paris’te ziyaret ettiğinde, o günün ekibinde yer alan arkadaşların huzurunda birçok şeyi tazelemiştik; CHP’nin duvarla kendi sloganlarını yazmak için alınan boyaların "Tek Yol Devrim, Kurtuluşa Kadar Savaş" olarak belirmesi, geçmişi geleceğe taşıyan anlamlı bir anıydı.
Daha sonra milletvekili olan Dr. Sabri Öztürk’le yaptığımız anlaşmalar, fakirlere bedava muayene yapılacağını ilan eden bildiriler ve ileriki çalışmalarımızda yapılacak katkılar için, kurduğumuz ittifaklar çalışmalarımızın başarılı sonuçları arasında yer almıştı.
Antakya Acilcilerin merkeziydi demek, bu anlamda hiçbir zaman yanlış değildir. Bunun en önemli nedeni devrimci sürece bağlılık, örgütsel disiplin ve özveriydi.
1977 yılı, örgütümüzün bölgemizde en güçlü olduğu dönemdi. Örgütsel, siyasal ağırlığımızı her olayda hissettirebilme gücündeydik.
Böylesi bir kesitte,  Türkeş Hatay’da seçim mitinglerini organize ediyordu. İskenderun’da ilk konuşmayı yapacak, ertesi gün ise Antakya’da olacaktı.
Türkeş o gün için faşizmin sembolüydü, ırkçılığın amansız katliamların ifadesiydi.  Ortak ülkemizin her köşesinde halkla, ülkücü gençler teşkilatı denilen faşist çeteler vuruşma halindeydi. Devleti arkasına alıp, halka saldıran bu güruh faili meçhullerin de mimarıydı.
O gün kavganın orta yerinde, yöneticiler, kadrolar, militanlar top yekun yükselen bir savaşın eşiğinde, son vuruşmaya hazırlanır hallerdeydiler; bu gün için çok uçuk bir hayal gibi gelen gerçekler vardı. Acilciler, Antakya’yı bir biçimde teslim alabilecek ama ne kadar dayanabilecekleri kestirilmeyen bir güçteydi. Her köyde, her mahallede örgütlüydük ve aktif bir yükseliş içinde süren mücadelemize durmadan militan ve kadro katılımı sağlıyorduk.
Bu sürecin başında olan biri olarak, Diyarbakır’da yaşadığım deney, bilinçaltımın önemli birikimleri arasında duruyordu. 24 Haziran 1975, üniversite imtihanları için Kürt dostum Arslan’ın evine misafir olmuştum. Antalya’dan tanışıyordum.
Türkeş Diyarbakır’a gitmekte ısrarlıydı. meydan okuyordu. “Diyarbakır’a ayak basacağım” diyordu. Sözü çok onur kırıcıydı. Kürt gençliği bunun için hazırlanıyordu. Üniversite sınav arifesinin özellikle seçilmiş olması, Kürt gençlerinin bu haktan yoksun bırakılmasını hedef almıştı.
O hazırlıkların gergin gecesinde evinde misafir olduğum dostuma,
Güneş yarın daha da parlak doğacak gibi diyerek duygularımı aktarmak istedim. Arkadaşım “ Doğru diyorsun, ama senin bu direnişte olmanı istemiyorum, misafirimizsin, bu dava bizim davamız, zarar görmeni istemiyorumdiye cevapladı. Kızdım, rahatsız oldum ve ona sertçe, “Bu güneş hepimizin, bu ülke de. Türkeş taifesinin temsil ettiği ölüm mekanizması, yalnız Kürtleri değil, tüm Türkiye halklarını doğrayıp geçiyor, bu direnişe Diyarbakır’da katılmak ile Antakya’da katılmak arasında hiçbir fark yokturdiye cevap verdim.” (Mihrac Ural, “Diyarbekir’de vaftiz olmak” başlıklı makale)

İşte o gün sokaklarda, meydanlarda kale surları çevresinde ve oraya çıkan yollarda benimde içinde olduğum on binlerce Kürt devrimcisi, yerden ve gökten yağan yağmur gibi fırlattıkları taşlarla Türkeş’e meydan okuduk. Türkeş kuyruğunu büküp kaçmak zorunda kaldı. Diyarbakır, Türkeş’e hakkettiği tekmeyi atmıştı.
Antakya’ya Türkeş girmemeliydi. Bu kez elimizden de kaçmamalıydı diye düşündüm. Bu konuyu en yakın yoldaşlarımla, bizim ilk illegal ekiple konuştum. Nebil yoldaş, her zamanki gibi sessizce dinliyordu. Hiç konuşmadı, ona, "sen bu süreç boyunca yanımda kalacaksın" dedim. O her zamanki bağlılığıyla yanımdaydı.
Java marka motorumuz vardı, şehrin tüm giriş yollarını birer silahlı ekiple tutma karı aldık. İskenderun’da da elimizden gelini yaparak Türkeş’i orda durdurmanın hazırlıklarına karar verdik.
Türkeş’i İskenderun’da yakalamak mümkündü. 6 adet yoğunluklu patlayıcı hazırlamıştık. Karanlık bastırınca İskenderun’a yöneldik. Altımızda malum beyaz Murat vardı. Bir yaşlı nenenin yanına gittik. Yoldaşımızın nenesi.  Gözleri zayıftı, bu işimizi daha da kolaylaştırdı. Demir-çelik fabrikası yönünden İskenderun’a gelen otoyoldaki beton dökme yüksek elektirik direklerden üçünü seçtik. Bir dolu iki boş direk bırakarak üç bombayı yerleştirdik. Saat ayarlarını tahmini bir şekilde konvoyun geçebileceği saate ayarladık. Bir ihtiyat olarak birini ileri bir vakte kurduk.
Aynı gece, inanılmaz bir rahatlıkla o gençliğin verdiği korkusuz atiklikle, konuşma meydanına geldik. Platform kurulmuştu ve çevrede epey ülkücü militan dolaşıyordu. Platformun duruşu, konuşmacının denizi sol tarafına alacağı şekilde düzenlenmişti. Üç yoldaştık, Asi Türkmen yoldaş o kesiti benden daha iyi hatırlıyor. Bu yazıyı önce öne gönderdim cevabında şunları yazıdı “Türkeş olayına gelince; ben İskenderun'daydım. Köprü altı, miting alanı hepsinde vardım. Bu miting alanında yere oturduk, ben yumuşak bir çiçekliği eşerek malzemeyi yerleştirmiştim. Köprü altlarını da Sarıseki tarafında halletmiştik.
Ertesi sabah miting yerini ani bir kararla değiştirip kalabalığı başka bir alana toplamışlardı. O nedenle alanda patlama oldu ama ölen olmadı.

Pac meydanında Türkeş'in konvoyuna HK ve Dev-Yol destekli ateş açıldı. Yarım saat kadar ekip oradan geçemedi.”
İskenderun ertesi gün farklı bir İskenderun olacaktı.
Arabaya doğru giderken inanılmaz bir olay oldu.  Antalya Makine Teknisyen okulunda birlikte okuduğum ve sürekli çatışma halinde olduğum Eda Top adlı bir faşistle yüz yüze geldim. O ışıklara doğru gidiyordu ben ışık yönünden geliyordum. Tanımadı. Bunu da atlatmıştık.
Hemen Antakya’ya döndük. Döndük mü? Hayır yolda Belen Ülkü Ocakları tabelasını görmüştük, elimizde de malzemelerde de vardı…
Bu bölümü benimle birlikte olanlar zamanı gelince anlatırlar.
Bir günümüz vardı. Antakya’yı düzenlemek gerekiyordu. Türkeş, İskenderun’da düşmezse Antakya’dan çıkmamalıydı. Görevleri paylaştırdık.
Altınözü ilçesinden, Antakya şehir merkezine, miting ya da Türkeş’in ölümü halindeki infialde saldıracak faşistlerin durdurulması, Güzelburç köyü güney-doğu tarafındaki tepeden olacaktı. A. D. bu ekibin başındaydı.
Yayladağı tarafından gelecek faşistler için, harbiye merkezinde bir kesme hareketi yapılacaktı. F.Ç bu ekibin başındaydı, İskenderun tarafından gelen konvoylar için Asi nehrine açılan büyük lağım tünellerinin mazgalları, stadyuma yakın yerdeydi. Antakya-İskenderun yolunun kaldırım dibinde olan mazgalın altına yüklü miktarda patlayıcı yerleştirilmişti.
Orada görevli olanlardan A.Ç. Bu satırları yazarken olayı bir kez o noktadan anlatmasını istedim. 31 yıl sonra görevli dışında hangi insanların aynı yerde olduğu konusunda hatalı bir isimlendirme yapmak istemedim.
A.Ç. olayı “ Z.Ş adlı ve S kod adlı kişiler ve kız arkadaşı vardı, bir gece önceden olacaklar için hazırlandık. Her şey döşenmiş piller bağlanmış fotoğraf flaşıyla patlatılacak fünyenin elektrik devresi tamamlanmıştı. Teller çok uzundu. 130 m civarında olmalıydı. Her şeyden emindik, elektrik devresini kapatmaktan başka bir sorunumuz kalmamıştı" diye anlattı.
Hazırlıklarımız tamamdı. Ataker ilkokulunun üstünü oluşturan Dirdyak mahallesi benim doğduğum mahalleydi.  Bu mahallenin tüm gençleri örgüt saflarındaydı. İlkokuldan mahallede top oynamaya, oradan siyasal mücadeleye akan onlarca genç. Nebil bu gençlerden biriydi, komşu mahallemizin (Affan) mahallemizdeki devamcılarındandı. Bu dönem Hatay (Antakya) Eğitim Enstitüsünde yükselen devrimci mücadelenin militan ve kadroları, TÖB-DER öğretmenleri, orta ve lise gençleri örgüt saflarında, mücadelenin merkezindeydi.
Dırdyak mahallesi, Ataker ilkokulu köşesinde bidon, büyük taş barikatları örülerek silahlı ekiplerce tutulmuştu. İskenderun, Antakya her şeye hazırdı. Bu hazırlığın isimsiz kahramanları yüzlerce yiğit gençlerdi, halkımız onlara evlerini erkenden açmıştı bile. Evler her yoldaş için bir güvenli mekan olacak şekilde, ev halkının katkısıyla hazırdı.
Türkeş İskenderun’a geç girdi. Platformun altına yerleştirilen bomba patladı. Ancak erken saatlerden mitingin meydanının yakın bir yere kaydırılması sonucu kimse ölmedi, yaralı olanlar vardı. Yol boyunca döşenen patlayıcılardan ise bir haber gelmedi. Sonra birinin patladığı ve tesirsiz kaldığı, diğer ikisinin bulunduğu yönündeydi.

Türkeş İskenderun engelini aşmıştı.
Haber, almanaklarda şöyle geçiyor “ 28 Mayıs 1977, İskenderun'da MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in konuşacağı alanda saatli bomba patladı, can kaybı olmadı. (http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1977/mayis1977.htm)
Artık yapılacak her şey Antakya’ya kalmıştı. Hazırlığımız tamdı.
Türkeş henüz gelmemişti ancak faşistlerin şehre girişi hızlanmıştı. Patlayıcı yol kenarındaki mazgalların altında, Türkeş o nokta üzerinden geçerken ateşlenmesi gerekecekti.
Ben ve Nebil Java motoru üzerinde keşif yapıyorduk. Kurtuluş Ortaokulu (sonradan lise) karşısında Yayladağı’ndan gelen ve abartılı tezahüratlarıyla çevre meydan okuyan dolmuşlarla yüz yüze kaldık. Nebil yoldaşla motorun üzerindeydik. Sümerlerde mahalle ekibimiz arasında Nebil yoldaşın yeğeni Ahmet Zubari’de ordaydı. Ahmet, 30 Eylül 2009 Nebil anıt mezar ziyaretinin ertesi güne özel orak ziyaretime geldi. Bu yazının yayımını bekletmişti. Oysa Nebil’le anılarımı bir parçası olarak ölüm yıl dönümünde yayınlanacaktı. Bir ayrıntıyı hatırlamakta güçlük çekiyordum. Bilen de çok az insan. Tesadüf bu ya Ahmet’ kendisi hatırlatmaya başladı. Taşlar yerli yerine oturmuştu. Bu kısmı Ahmet aktarıyor “ Sümerler mahallesi ekibi içinde bölgede nöbet tutuyorduk. Nebille birlikte bizi kontrole gelmiştiniz ki, faşistlerin konvoyu tezahüratlarla gelmişti. Nebil o an motoru üzerlerine sürdü, siz de, faşistlerin ellerindeki pankartları çektiniz, dolmuşun da kapısını açarak faşistlere saldırdınız, dolmuştan inen, dayağını yiyip kaçıyordu. Bir arbede ortamı oldu. Yol çatıda Camlı Binanın oralarında duran polisler motorlarıyla gelmeye başladı. Nebil bana “motoru al kaç, sakla” dedi ve ben motoru alıp arka sokaklara villalardan birinin bahçesine sakladım. Olay yerinden uzaklaşmıştım. Siz Nebil’le birlikte daha sonra polislerin gelmezsi üzerine dağ yoluna doğru yönelip olay yerinden ayrılmıştınız.”
Evet Ahmet olayın orta yerinde konuyu tüm canlılığıyla böylece aktarmış oldu. Polisler gelmişti, iki çevreden birbirini tanıyan insanlar araya girmiş ve daha önemlisi başka bir işimiz ve beklentimiz vardı. Yeniden görev başına döndük.
Aynı anda Altınözü tarafından şehre girenlerle silahlı çatışmalar olduğu haberi geldi. A.D yaman bir yoldaştı. Onun yardımına koştuk. Faşistler, Ford dolmuşlarıyla son hızla şehrin merkezine doğru kaçtılar.
Türkeş’i bekliyorduk. Türkeş geldi, tespit edilen noktayı da geçti. Bir şey olmamıştı. Tellerin uzunluğu ile pillerin enerjisi orantısızdı. Fünye ateş almıyordu. A.Ç bu bölümü şöyle aktardı “Arkadaşlar sonuç almayınca, yanlarına indim, bir de ben deneyim diye bir kez daha devreyi kapattım, telleri birbirine değirdim. Ama sonuç aynıydı
Türkeş ölümden kurtulmuştu, biz de son şansımızı kaybetmiştik.
Nebil’le çok üzgündük. Yine sesiz yine sitemsiz, hiçbir şey olmamış gibi yeni eylemlere atılmak için hazırdık.

Nebil Neden Öldürüldü..?


Mehmet Yavuz
24 Mayıs 2009

Bir süredir Nebil'i katledenlerin ya da katline sebep olanların mahkeme dosyalarına yansıyan hazırlık soruşturmalarını, savcılık ifadelerini ve duruşma tutanaklarını yayınlıyoruz.. Bu ifadelerin bir kısmı çok can yakıcı olsa da sonuca gitmek açısından yayınlanması gerekmektedir...
Güneş balçıkla sıvanmaz sözü; Nebil yoldaşımız için de bu ifadelerden yola çıkılarak varılacak bir sonuç olacaktır. Eğer yoldaşımızı tanımıyorsak, katledilen kişi hakkında en küçük bir bilgimiz yoksa bu ifadelerden yanlış sonuçlara varmak mümkündür. İşte biz, işin zor olan kısmından başlayarak doğruya varacağımıza ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkaracağımıza inanıyoruz.
Herkes şu gerçeği bilmelidir: Bizler Nebil Rahuma yoldaşımız için ANIT yapma kararı aldığımız ve bunu hayata geçirdiğimiz zaman da bu ifadelerden kısmen haberdardık. Nebil'in öldürülme gerekçelerini ilgili olan herkes farklı şekillerde de olsa dile getiriyordu. Bütün gerekçelerin en tepesinde hep bu sarkıntılık suçlaması vardı.
Bu ifadeler yayınlanmasa, kamuoyuyla paylaşılmasa ne olurdu..? Kesin olarak belirtmeliyiz ki; böyle bir durumda en büyük kötülüğü Nebil'in anısına yapmış olurduk.. Nebil Rahuma yoldaşımız bu suçlamalar karşısında kişiliğinden ve onurundan hiç ödün vermeden ölümü tercih etmişti. Nebil'in kim olduğunu nasıl anlatıyorsak ona kurulan kumpası da tüm gerçekliğiyle anlatmalı, hiç bir ifadeyi görmezden gelmemeliyiz.
Nebil'i yok eden süreci bütün ayrıntılarıyla okuyunca görüyoruz ki insanları yok etmeye yönelik süreç bugün de doludizgin devam etmektedir. İnsanlar bugün de; oradan buradan derleme yalanlarla yargılanmadan insafsızca mahkum edilmiyor mu ?
Bu duruşma tutanakları ve yargılama süreci, Nebil'in öldürülme kurgusuyla birlikte ele alındığında ortaya çok ilginç gerçekler çıkmaktadır. Bu yazıları okuyanların alınganlık göstermek yerine durum değerlendirmesi yapmaları daha yerinde olur.
Olayın canlı tanıklarıyla da konuştuk. Elbette hem bu ifadeler hem de kurulan komployu açıklayan diğer tanık değerlendirmeleri zamanı geldikçe yayınlanacaktır. İşte o ifadelerin anlamlı olabilmesi için, can yakıcı da olsa suçlayıcı ifadelerin de yayınlanması gerekmektedir. Aksi halde bu tür ifadelerle başka ortamlarda yüz yüze gelecek insanların tepkileri daha değişik olabilir.
Bizler, kendimizden daha fazla güvendiğimiz Nebil için herşeyi korkusuzca tartışmaya ve konuşmaya hazır olmalıyız. Güven ve saygı; var olan bilgi ve belgeleri saklayarak değil onları deşifre edip çürüterek gösterilmelidir.
Yayınlanan ifadeler, mahkeme süreci ve gerekçeli karardan bugün için ortaya çıkan en basit gerçekleri kısaca açıklamak gerekirse;
1* Nebil'in öldürülmesinin iddia edildiği gibi Ali Çakmaklı olayıyla hiç bir ilgisi yoktur,
2* Nebil'in İbrahim Yalçın'a para vermesinden Ziya Erdönmez'in zerre kadar bilgisi yoktur ve cinayetin temel nedenlerinden biri bu olaydır. Bu para verme olayı İbrahim Yalçın tarafından neden farklı bir şekilde sunulmuştur ? Böyle sunulmasının ardında yatan gerçek neden; Nebil cinayetini Ali Çakmaklı olayına bağlamak düşüncesi midir ?
3* İlginç olan HDÖ Genel Komitesi ile il komitesinde yer alan kimi kişilerin kısa aralıklarla şu veya bu şekilde öldürülmesidir. Nedense hiç kimse üst üste gelen bu ölümlerin müsebbiblerini araştırmamaktadır,
4* Nebil'i öldüren silahın olaydan 6 gün sonra nasıl MHP'li bir katilin eline geçtiğini kimse araştırmamakta, bu olayı derinlemesine sorgulamamaktadır,
5* Nebil'in öldürülmesiyle ilgili olarak ne HDÖ davasında ne de başka bir davada hiç kimse mahkum olmamıştır. Neden ?
Sizce de bu işin içinde başka bir iş yok mu ? Nebil'in ortadan kaldırılmasını isteyen asıl odak kimdir ?
Bu soruların cevapları belgelerle kanıtlanamasa da mutlaka verilecektir.

NEBİL RAHUMA


194. DOSYA

NEBİL RAHUMA ve ÜÇ KONU


Mihrac Ural
29 Eylül 2010

BURADA YATAN ÖLÜMSÜZ KAHRAMAN NEBİL RAHUMA
ORTAK ÜLKEMİZİN
ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE
FİLİSTİN HALKININ HAKLI DAVASINDA
VE İNSAN HAKLARI UĞRUNA HİÇ BİR ÖZVERİDEN KAÇINMADAN
DOĞRULARI ARKASINDA DURDU. 
                                                                                               ( Mihrac Ural )”


Bu beyitler Nebil Rahuma yoldaşın mezarı üzerinde yer alsınlar diye yazıldılar. Yerlerine koyulacaklar.
Ölüm yıldönümünde bir kez daha şehitlerin en mazlumu olan Nebil yoldaşı anıyoruz. Antakya’nın Türkiye devrimci hareketine kazandırdığı bu yiğit militanın anısı önünde tüm yoldaşlar saygıyla eğiliyoruz.
Bu yıl ilk kez hiç yazılmamış bir anımı aktararak onu anacağım. “Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu  yazımı yayınlayacağım.
Nebil çok genç yaşlarda, mahallede futbol oyunundan devrimciliğe, bir itirafçının adımızı ilk kez polise afişe etmesinden firara, polis kuşatmasından eylemlere, kamulaştırmaya, işkencelerden zindana temel ekibimin temel bir militanı olarak parladı.
Onu İstanbul bölgesine gönderdiğimde neden gittiğinin sorusunu bile sormadı. İlişkimiz bu düzeyde güven ve sorumluluk bilinciyle harmanlanmıştı. Örgütümüze yönelik operasyonların yapıldığı 19 Ağustos 1977 tarihiyle birlikte, örgütü çökerten ve adımızı ilk kez polise veren itirafçı Engin Erkiner yüzünden firarı olduk.
Sonradan anlaşıldı ki, bu itirafçının (“katil muhbir”) örgüte sızdırdığı İbrahim Yalçın, bir MİT ajanıydı. Bu ikili, dünya sol tarihinde olmayan ve olmayacak olan, akli bir açıklaması, ancak görev olmasıyla anlamlı olan 3 yıllık karalama saldırılarını sürdürdüler. En çok da Nebil yoldaşı buna alet ettiler.  3 yıllık ısrar aynı zamanda bir iflasın adıydı. Başarılmamış bir derin görevin tanımıydı.
Devrimcilik ve örgütsel değerler kirletilmek isteniyordu bunun için çırpınışlara devam edilmektedir. Nebil yoldaşı alet etmek ise kolay değildi. Belgeler ve kanıtlar bunun önünde önemli bir engel oluşturuyordu. Tanımadıkları, en kabadayısının birkaç ay gördüğü Nebil üzerine tezler yazacak kadar ona asılmalarının komikliği çok anlamlıydı. Bu, sırtlarındaki kamburu temiz bir bezle örtme çabasıydı. 30 yıldır anmadıkları Nebil aniden revaçta olmaya başlamasının hikayesi buradan yola çıkar.
Bunu, Doğu Perinçek yolunda ihbarlarla sürdürüyor olmaları ise her şeyi yeterince açıklar nitelikte olmuştur. Bu bir Özel Harp Dairesi göreviydi.
Siyasi yazım performansımız arkasından nal toplayanlar, hayatlarında tek satırlık siyasi yazı yazmayı becerememiş kuklalar belli olmuştu; özelikle MİT’le ilişkiye giriş tarihlerini ısrarla gözleyip cevaplandırmamakla, bu soruya cevap vermemek için çırpınarak vakit geçirmekle MİT ajanı İbrahim Yalçın izmarit gibi ayakaltında ezilmiştir.
İlkemiz, belge, kanıt olmaksızın kimsenin suçlanamayacağıdır. Biz bu çirkin insanları kendi el yazıları ve örgüt arşivinde bulunan el yazılı raporlarıyla kendilerini nasıl tanımlamışlarsa öyle tanımlamakla yetindik. Gerisine gerek yoktu. Kim olduklarını kamuoyuna açıkladık. Birinin itirafçı diğerinin, MİT ajanı olduğunu kendi ağızlarından kanıtladık. Bu belgeler üç blogda orijinal halleriyle yer almaktadır. İlgili olanlar oradan bakabilirler. (http://mirural.blogspot.com/   http://tarihselhainler.blogspot.com/ http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ ) Aynı bloglarda Nebil yoldaşla ilgili çok geniş araştırma ve bilgilere ulaşmak mümkündür (bunun için bkz: 68. DOSYA, 77. DOSYA VE 81. DOSYA)
Bu tartışmalar, ikilinin cevap vermesi gereken iki soruyu ortaya çıkardı. Onun cevabı beklenmektedir.
Birincisi;
İtirafçının cevaplaması gereken soru; o da, İtirafçı Engin Erkiner, evli olduğun İlker Akman’ın ablası sana, Malatya beyler deresinde “İlker Akman ve arkadaşlarının katledilmesine neden olan ihbarı sen yaptın” ve yüzüne tükürerek “katil muhbir” dedi mi demedi mi?
İkincisi;
MİT ajanı İbrahim Yalçın, tek tokat yemeden 12 sayfalık el yazısı itirafnamesinde  bulanıklaştırarak verdiği üç yalan tarih bir yana, net ve ikircimsizce MİT’le ne zaman ilişkiye girdin? sorusu cevap beklenmektedir.
(bu iki soru ve gerekçeleri için Bkz. DOSYA NO: 176, 177, 178, 180, 185, 186, 187, 193.   http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )
Nebil yoldaş tartışmalarının, dedikodu, hasım söylemi, ispatsız iddia, üçüncü kişilerin onayına muhtaç yalan, yeryüzünde kendinden başka kimsenin duymadığı sallama ölü konuşturuculuğu gölgesine sığınmadan belgelerle, kanıtlarla söylenmesi gereken üç temel unsur bulunmaktadır.
1.     Nebil’i polise ilk kez afişe eden itirafçı Engin Erkiner’dir.

Tek tokat yemeden örgütün her şeyini polise teslim eden bu ahlaksız itirafçı, Nebili ilk kez polise ihbar eden kişidir. 17 kez adını anarak onu tarif etmiş ve suçlamıştır. Bakınız belge no: (1) alta. (Daha geniş bilgi için üstte verilen linklerde yer alan 1. DOSYA. İtirafçı Engin Erkiner’in 20 sayfalık Polis itirafnamesi )
2.    Nebil’in ölümüne neden MİT ajanı İbrahim Yalçın’dır.
      Örgütten habersiz olarak, Nebil’den alıp harcadığı 2 kg altın, Nebil’in katledilmesinin tek nedenidir. Diğer suçlamalar, birer uydurmadır.(Ayrıca 81. DOSYA’ya bakılarak geniş bilgi alınabilir)
Gerek, HDÖ davası GEREKÇELİ HÜKÜM s:131 de gerekse diğer HDÖ belgelerinde gösterilen neden HDÖ örgütünden habersiz olarak Acilciler örgütü yöneticilerine 1.500.000 Tl karşılığı altını vermesiyle, örgüt disiplinini çiğneyip tüzüğe aykırı davrandığından dolayı hakkında ölüm kararı verilmiştir. 
Bu hükümde Ali Çakmaklı‘da Acilci yöneticilerinden biri olarak gösterilmiştir. Ona da “silah alımı için” verilen para aynı kapsam içinde mütalaa edilmiştir.
Nebil hiçbir zaman Ali Çakmaklı’nın ölümüyle ilgili suçlanmamıştır (bu söylem çok sonraları uydurulmuştur). Nebil ölüme mahkum edildiğinde, HDÖ’cülerin Ali Çakmaklı‘nın ölüm olayını bilmiş olsalar bile nedenleri ya da detaylarıyla ilgili bir sonuca varmalarına zaman açısından imkan yoktu. Ali Çakmaklı’yla Nebil’in ölümü arasında sadece 5 gün bulunmaktadır. HDÖ Ali Çakmaklı’yı da hiçbir zaman şehitleri arasında saymamıştır. Bütün uydurmalar MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın izini kaybetmesi için çalışan bir çark olarak dönmüştür. Bunun ortağı da İtirafçı Engin Erkiner’dir.
3.    Nebil’i öldürenler, Mete Özer’in başını çektiği HDÖ’nün o kesitteki sorumlularıdır. Bunu da uyduruk gerekçeleriyle, resmi olarak üstlenmişlerdir.

Bu konuda, itirafçının, MİT ajanının, ölü konuşturucusunun hiç söz etmemesi, katilleri önemsememesi Nebil’i hangi kirli amaçla andıklarını göstermeye yeterlidir.
Bu üç temel konu dışında Nebili bir iki aydan fazla tanımamış olan aptalların ya da ölü konuşturucularının sokuşturmak istedikleri tamamen amaçlı yazımlar sadece yalandır ve bir yalanı örtmek içindir.
A)   Bunlar arasında, Nebili ahlaksızlıkla suçlayan ithamlar,
Bunu Nebil’i katledenler, bir dolgu olarak öne sürdüler. Yoldaşını karısıyla  cinsel ilişkiye girdiği ve kadının “Nebil’in …beni vardı” iddiasını itirafçı Engin Erkiner bir yazısında onaylamaktan çekinmemişti. O zaman Nebil olayının bu ölçüde kullanılabileceğini tahmin etmemişti. Nebil’e saldırmayı bile kurgulamıştı. Sonra, çekinerek bir kez daha bu konuya girmedi. Ölü konuşturucu birisi ise “evet nebilin cinsel organında ben vardı ben gördüm biliyorum…" yönünde yaptığı konuşma ise (bu konuşma zamanında en yakın arkadaşına yapılmıştır) Nebili katledenlerin ahlaksızlığını aşan bir destek konuşmasıdır.
Sinsi yılan ölü konuşturucusu hep öyledir, lafı alttan alta yayar koşulların havasına göre manalar verir. Belkemiksiz sözler etik olmayan onursuz duruşlar bu ikiyüzlülerin işidir. Bu kişi için Nebil yoldaşın Asi nehri kenarındaki evde bir ahlaksız teklifle ilgili yaptığı yorumu ve ona ilişkin kullandığı tabiri buraya aktarmayacağım. Beni arasın, ona derk söyleyeyim, bir tükürük olarak suratına yapıştırayım.
B)   yakalanmasıyla ilgili uydurma “pusula”  hikayesi çok daha komiktir.
Bu hikaye, Nebil’in  örgütümüze yönelik toplu bir operasyonda (9-10 mart 1978) hepimizin yakalanmış olmasıyla iflas etmiştir.
Kaldı ki, “pusula”nın kimin Nebil’e ulaştırdığı bilinmiyor ya da Nebil bilmiyor, ya da söylememiş. Bu durumda kim bilinmeyen birinden pusula alır ki. Kişi biliniyorsa, bu kişi Nebil’in yerini de biliyorsa Nebil’e bir kötülük yapmak için neden “pusula”ya gerek olsun ki. “Pusula” ancak yeri belli olan Nebil’e gidebilir bu durumda “pusula”ya gerek kalmaz.  Gönderenin “yazıdan tahmin edildiği” gibi ölü konuşturucusunun uyduruk söylemleri Nebili aptal yerine koymaktan başka anlama gelmez.  Kaldı ki, Nebil’in yakalanma sürecini birlikte yaşayanlar, takibatları, ev değiştirmelerde ortaya çıkan sorunları da iyi biliyorlar. Bu iddia ölü konuşturma atölyesinde üretilmiş olması ne olduğunun anlaşılması için yeterlidir.
İkinci “pusula” iddiası ise tarji komiktir. Nebil’le sağmalcılardan birlikteydik. Firar olanağı çıkınca, benim çıkmamı istedi. Davada Nebil’in durumu kötüydü, Ben işkencede her şeyi inkar ettim, örgüt üyeliğini bile. İfadem beyaz sayfa gibidir. Çıkması talimatı verdim ve öyle çıktı. Bir ay geçmeden, bizler zindandayken bir çatışmada yakalandı. Bu durumda “pusula” diye bir şeyin olması için ışınlama yapmak gerekirdi. Zindanda ziyaret aralığının 15 günde bir olduğunu düşündüğümüzde, firar etmiş bir yoldaşın nerede nasıl kalacağını bilmeyi, ziyarete sadece yakın akrabaların geldiğini bir kenara koyalım, zaman açısından böyle bir şeyin olmasını düşünmek bile aptallıktır. Ölü konuşturmak için her türden etiği terk etmiş olmak yetmiyor birde aptal olmak gerekiyor.
Kaldı ki illegal örgüt sisteminde hayatımızın hiçbir kesitinde ne birbirimizi bulmak ne de başka bir nedenle pusula ya da aracı kullanmadık. Nebil’in yeri biliniyorsa, herhangi bir gönderdim onun eline geçecekse pusulanın bir anlamı kalır mı? Bu şerefsizler sürüsü, bu ar sız namusuz sürüsü hep öyledir. Minareyi çalmışlar ama kılıf uyduramamışlar.
Yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir iddiayı, üstelik belirsizliklerle dolu bir söylemi gerçek diye lanse etmek sadece ahlaksızca bir davranıştır. Kişisel kinlerle gerçekleri karıştıranlar yarattıkları bataklığın kurbanı olmaya mahkumdurlar. 
Bu iddia itirafçının ve MİT ajanının hayatlarını verdikleri, ömür boyu beni yazmaya mahkum oldukları komik bir iddiadır. Yalana ihtiyacı olanlar belgesiz, kanıtsız sallamalara sarılmaları normaldir. Bu yalanı yumurtlayan ölü konuşturucusu bunun hesabını bir biçimde verecektir. Geniş bilgi için, bkz. 77. DOSYA )
C)   Nebil’in “Adana ABD konsolosluk eyleminde yalnız bırakıldığı” yalanı.
      Ölü konuşturucusuyla Nebil’in, 15 dk.lık bir ceza evi görüşmesinde bir tarihin anlatılmış olması yalanı bir yana. Bir eylem üzerine konuşulacaksa önce o eylemde yer alanların görüşüne başvurulur. Bu yapılmamış. Amaç kirli olunca ciddi bir araştırmada olmaması normal.
Her söylediğini tanrı sözü sanan psikopatların bu tartışmalarda yer alması bataklığın derinleşmesinden başka b.ir sonuç üretmediği bellidir.
 Gerçek ise çok farklı. Onlarca kez yazdık ama adamlarda utanma diye bir şey yok. Eylemde yer alanlar olarak gerçeğin çok farklı olduğunu söyledik. O eylemde Nebil sadece bir gözcüydü. Bu da bir yana. Bu eylemde Nebilin yalnız bırakıldığı iddiası Nebil’i onursuz biri olarak gösterme amacını taşır. Çünkü bu eylemden sonra Nebil aynı ekibin içinde ve talimatlara uyan bir militan olarak sonuna kadar durmuştu. Meziyetleri üzerine durmadan yazı yazıyorlar ama nebili bu yaklaşımla onursuz biri haline getirdiklerinin farkında olmuyorlar. Her şeyde öyle davranıyorlar, yalanı sallıyorlar ama sonrasını getiremiyorlar, uyum kuramıyorlar. 
Nebil bu ekipte diğerleri gibi bir militandı ne karar alma ne de görev verme konumda değildi. Bir eylemde terk edilmişse, onurlu bir insan olarak bir daha aynı ekipte kalmamalıydı. Ama tersi olduğunu bu iddiayı yapanların kendisi dile getirmektedir.
Adana polis kuşatmasından kaçış, İstanbul süreci, Ülkücü faşistlerin toplanma yeri İstanbul Küllük kıraathanesinin kurşunlanması, şu ana kadar polisin bilmediği banka kamulaştırmasının yapılması, araba ve malzeme kamulaştırmaları, silahlı eylemlerinin birlikte yapılması. Nebil bütün bu süreçte bir militandı. Omuz omuza olduğu yoldaşlarıyla son ana kadar birlikteydi.
Adana ABD konsolosluk eyleminde Nebil gözcüydü, görevi eliyle yerine getiren, yanında olduğum F.Ç dir, gerisi yalandan ibarettir.

D)   MİT ajanı İbrahim Yalçın, Nebili Ali Çaklamlı’nın ölümünden sonra gördüğü iddiası bir yalandır.
Bunu Mihrac Ural’ı karalamak amacıyla söylemektedir. Ali çakmaklı Öldüğünde Nebil Adana’daydı (Alper Yalman’ın örgüte yazdığı raporda Ali Çakmaklı’nın ölümünün hemen ardından. Nebil’le görüşmesini ayrıntılarıyla aktarmaktadır: “ Olayın hemen ertesinde NEBİL yoldaşla görüştüm olayın kim tarafından yapıldığını öğrendikten sonra tavrımız çatışma tavrı olmaması konusunda uyarılarını dinledim görüş birliği içerisinde olduğumuzu söyledim ve NEBİL yoldaş İstanbul’a geri döndü. NEBİL yoldaş İstanbul’a döner dönmez, kendi alt ilişkileri tarafından bir eve götürülerek, bölgede bulunan sorumlularla birlikte sanık sandalyesine oturtulmuş” (Alper Yalman, Örgüt üyeliğine katılım talep ve raporu “Merkez Komitesine …20 Nisan 1982”)
Alper'in raporunda her şey açık ve net. Ali Çakmaklı öldüğünde, Nebil Adana’daydı. İstanbul’a geçer geçmez de arkadaşları tarafından tutuklanmıştı. Senarist MİT ajanı Nebil'le bu arada nasıl görüşmüş de Ali Çakmaklı’nın ölümü üzerine sohbet etmiş de Mihrac Ural’a tepkiliydi de…
Tarihler sıralandığında da her şey açıkça görülebilir. Nebil, HDÖ’cüler tarafından “Acilcilere maddi kaynak aktarmakla” suçlanarak tutuklanmıştır. Ali Çakmaklı’nın ölüm tarihi 23 Eylül 1980 akşama doğrudur, Nebil’in Alper’le görüşmesi en erken 24 Eylül 1980’dir. İstanbul’a gelişi ise en erken 25 Eylül 1980’dir. Katledilişi 29 Eylül 1980 olduğuna göre arada 4 gün bulunuyor o da tutuklu olduğu süredir. MİT ajanı İbrahim Yalçın, Nebil’le görüşme tarihlerine sürekli balans ayarı yapması açığını örtmek içindir.
İnsan bir kez kendini ahlaksızca satınca her adımı bir yalan ve dolan olmaya başlar. İbrahim Yalçın tas tamam bir yalan, dolan topağıdır.
E)    Nebil zindandan iki kez firarı  üzerine
       Birincisi, Sağmalcılardan benim talimatımla ve benim yerime çıkmıştır.  Bir öğrenci kavgasından içeri düşüp kısa sürede tahliye olan öğrenciler arasından, biri zorla diğeri gönüllüce esir alındı. Gönüllü olan Bedri Yağandı. Teklifi ben yaptım, onayladı. Ranzamın altına bağladım. Nebil benim çıkmamı istedi; dava dosyasında onun durumu daha kötüydü, ona çıkması gerektiğini söyledim ve buna uydu. İkinci  arkadaş TİKKO’cu Hacı Demirkaya idi.
İkincisi, Niğde ceza evinden. Orada da İrfan Ural sırasını Nebil’e vermiştir. Nebil öyle firar etmişti. Bu kaçış üzerine bile aşağılık sinsi yılan tepki koymuş olmasını akılla izah etmek mümkün değildir. Neymiş “Nebil kaçmak için kimseden sıra talep etmeye tenezzül etmez”miş.
Ölür müsün öldürür müsün gibi bir hal.
Zindandan kaçmak bir ölüm kalım olayıdır. Her devrimci koşullar el verirse bedel ne olursa olsun firar eder. Kaldı ki, komün yaşanan aynı örgütün insanı olanlar arasında sıra teatisi kadar normal hiçbir şey olamaz. Özellikle Nebil, kaçış hazırlıkları tamamlandıktan sonra Niğde cezaevine sürgün gönderilmişse, doğal olarak kaçışla ilgili hesabı yapılmamıştır. Bu anlamda Nebil’in böyle bir talepte bulunması kadar doğal ve hiç bir şeye yorumlanmaması gereken bir durumdur. Ölü konuşturucusunun kin dolu tutumunu böylesi doğal bir talebe kadar uzatması ne kadar ön yargılı olduğunu göstermeye yeterlidir. Kaldı ki, bu pislik adam Nebil’le hayatı boyunca nasıl bir yardımlaşma içinde olmuştur ki, şu ana kadar onu katledenlere karşı bir çift söz bile söylememiştir; söylediği ise Mete Özer’ci HDÖ’cülerin Nebil’i yargılayan puştlar mahkemesini meşru gören “keşke yanında olup onu savunabilseydim” deme aptallığından ibarettir.
Nebil, İkinci kaçışında Koyna Ceza evine yanıma geldi. Ona Filistin’e gitmesi talimatını verdim. Antakya’ya gitti, Tacettin Sarı’nın yanına. 15 gün Levent (Hasan Baklacı)yoldaşın evinde gizlendi, sağ salim sınırı geçerek, Filistin kamplarına gitti. İsrail’e karşı eyleme katıldı. Bunu bana FHKC dış ilişkiler bürosu temsilcisi Hani ayrıntılarıyla anlattı; vurulan bir gerillayı sırtında taşıyarak getirdiğini ve kurtardığını söyledi.  
Nebil yoldaş, okumayı sevmeyen, birkaç sayfa okuyunca “uykum geliyor” diye okumaktan kaçınan bir yoldaştı. Yazmayı da sevmezdi. Bu nedenle geride yazılı hiçbir şey bırakmamıştır. Bu durumunun da farkındaydı. Artan militanlığı ve eylem isteği bir ölçüde bununla da daha etken hale geliyordu.
Onurlu, sessiz, sitemsiz bir yoldaştı. İtirafçının örgüte açtığı yaralara karşı içi doluydu. “bu adama neden hak ettiği cezayı vermiyoruz” diye her kesitte serzenişte bulunurdu.  Bunu son olarak Konya ceza evi ziyaretinde de dile getirdi. Ali Sönmez yoldaş bu konuda daha ısrarlıydı. Bütün bunlar dizginlenmişti.
Nebil yoldaşın anısı yüreklerimizin derinliğinde yerini tüm sıcaklığıyla koruyor.  Abartmadan, abartıp onursuzlaştırmadan olduğu gibi tüm gerçekliğiyle tüm devrimci militanlar gibi bir devrimci militan olan bu kahraman yoldaşımı kararlıca anmaya devam edeceğiz. Onu sadece birilerini karalamak için ananlar, kısa süre onu da terk edecekler daha da kötüsünü yapacaklar.
Nebil… Nebil.. . Sen mücadelemizin bir parçası, anılarımızın da yıldızısın. Seni haksızca katledenlere lanet ediyoruz, adını kullanarak kirletmek isteyenlerin ise suratına tükürmeye devam ediyoruz.
Rahat uyu, anıt mezarın, manevi varlığının Kıble’si olmaya devam edecektir. Bizler de her zaman oraya bakacağız…

Dip not: (1)
İtirafçı Engin Erkiner’in polis ifadesinin özeti şudur:
“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)
 İfadesini polise yardımla açarak işe koyulan itirafçı Engin, Nebil yoldaşı polise gammazlarken, akla hayale gelmeyecek ayrıntılarıyla birlikte adını 17 kez tekrar ederek şunları itiraf ediyor.
 Buyurun birlikte okuyalım:
Nisan ayı sonlarında benim evimde yapılan toplantı sonunda MİHRAÇ giderken mayıs ayı başlarında İstanbul’a 2 insan göndereceğini söylemiş ve bunlarla buluşabilmem için de Taksim civarında şimdi hatırlayamadığım bir yerde randevu kararlaştırmıştık. Verilen randevu günü kararlaştırılan mahalle gittim, orada ALİ SÖNMEZ ve NEBİL ile karşılaştım ve tanıştım ALİ’nin soyadının SÖNMEZ olduğunu Emniyet müdürlüğünde öğrendim. ALİ ve NEBİL Antakya’dan talimatlı olarak geldiklerinden bunlara ayrıca eyleme girip girmeme konusunda herhangi bir sual tevcih etmedim.” ( Engin Erkiner’in polis İfadesi sayfa:10 )
SORULDU: ALİ ve NEBİL Antakya’dan gelirken bir adet Fransız yapısı gerilla tipi İmsa otomatik makinalı tabanca (Baskın sırasında yakalanmıştır.), bir adet 14 lü tabanca (Baskında yakalandı.), bir adet 7,65 mm. Çapında tabanca (Baskında yakalanmıştır. Uzun brovningi olanı.) ve şarjörü iki defa doldurabilecek miktarda mermi getirmişlerdir.(Engin Erkiner’in polis ifadesi,s:10)
SORULDU: bir banka soyma eylemini gerçekleştirmek üzere ben, MUHARREM, ALİ ve NEBİL karar aldıktan sonra bankayı tespit etmek ve istihbarat toplamak maksadıyla teker teker İstanbul’un muhtelif semtlerindeki müsait bankaları dolaşmaya başladık. Bu arada Merter İş bankasının müsait durumda olduğu bilgisini arkadaşlardan biri bana getirdi Hep beraber bankaya giderek tetkik ettik, kaçış yollarını tespit ettik. Bu arada söylemeyi unuttum Ankara kadrosundan HAKKI Haziran ayı içinde eylemlerde kullanacağımız bir şoför getirmişti…
…Ben soygundan sonra akşamleyin Cihangir’deki eve gelecektim. Belirtilen gün ve saatte yaptığımız plan gereğince Merter İş Bankası soygunu MUHARREM, ALİ, NEBİL ve şoför MUSTAFA tarafından gerçekleştirildi. Yukarıda söylemeyi unuttum eylemden birkaç gün önce kirli sarı renkte, Murat marka bir arabayı düz kontak yaparak çaldıklarını ve Cihangir’deki ev civarına getirdiklerini biliyorum…
... Yukarıda da belirttiğim gibi soygun planlanan günde yapıldı, ben de akşamleyin kararlaştırıldığı gibi Cihangir’deki eve giderek paraları bir kere de beraber saydık. Bir kere de diyorum, zira daha önce MUHARREM, ALİ, NEBİL ve MUSTAFA paraları saymışlardı. Eve geldiğim vakit miktarını 200.000 TL. olduğunu söylemişlerdi. Paraları ve silahları Cihangir’deki eve bırakıp ben o gece kendi evime döndüm. Birkaç gün sonra da ALİ ile birlikte Antakya’ya hareket ettik. Antakya’ya giderken bankadan gasp ettiğimiz paranın 170.000 TL. civarında bir meblağı yanımıza aldık. ALİ ile birlikte MİHRAÇ’ın evine gittik. 4-5 gece burada kaldık. MİHRAÇ’ın evinde kaldığımız müddetçe örgütü, durumu ve Türkiye’deki genel siyasi ortam üzerinde konuştuk… Yukarıda da söylediğim gibi 4-5 gün MİHRAÇ’ın evinde kaldıktan sonra malzemelerle birlikte BEN, ALİ, NEBİL beraberce İstanbul’a döndük. Yukarıda söylemeyi unuttum MİHRAÇ’ın evine gittiğim vakit yanımda getirdiğim 170.000 TL. civarındaki parayı malzeme alması için MİHRAÇ’a vermiştim. MİHRAÇ orada kaldığım 4-5 gün içinde 400 adet civarında dinamit lokumu, tahminen 150 adet civarında elektrikli ve normal funye, 10 kutu 7,65mm. Çapında mermi, 8-9 kutu 60 lık 9 mm. lik uzun mermi, 2 adet Kalaşinkov marka tüfek, tahminen 200 adet civarında Kalaşinkov mermisi temin ederek bana teslim etmişti. Ayrıca tahminen 10 adet “Sosyal-Emperyalizm” (iki kelime çizildi) “SOVYET SOSYAL EMPERYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALIĞI” başlıklı 212 sahifelik ve HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ imzasını taşıyan broşürü vermişti. Bütün bu malzemeleri 2 bavul ve bir el çantasına koyarak yukarıda da söylediğim gibi BEN, ALİ ve NEBİL ile birlikte İstanbul’a getirdim… 1 Mayıs hadiselerinde İnterkontinental Otelinden ateş edildiğine dair gazetelerde çıkan haberleri okumuştum. Bu sebepten eylem hedefi olarak İnterkontinental’i seçtim. Eylem şekli olarak ta bu otelin kurşunlanmasına karar verdim. Eylem kadrosu olarak şoför MUSTAFA, NEBİL, MUHARREM’i seçtim ve kendilerine böyle bir eylemi gerçekleştireceğimizi söyledim… saat 22.00 civarında eylemi yukarıda saydığım kadro gerçekleştirdi. Eylem planı şu…şekildeydi; Araba Bosfor Turizminin bulunduğu caddede bulunacak, MUHARREM ve NEBİL eylem günü kendilerine verdiğim iki adet kalaşinkov ve 4 adet dolu şarjörle İnönü Gezisinin Taksim tarafına bakan yüzündeki parmaklıkların hemin arkasında yer alan fundalıklar içinde otele ateş edeceklerdi. Eylem planlandığımız şekilde gerçekleştirildi, ben hadiseden sonra Taksim’e gittim, Taksim’e vardığım zaman saat 22,30 civarıydı, otelde fazla anormal bir durum göremedim. Buradan eve döndüm, ertesi gün gazetelerde otelin kurşunlanma olayını okudum. Sonra cihangir’deki eve giderek silah ve şarjörleri aldım, NEBİL ve MUHARREM eylem gecesi adam başına birer şarjörden biraz fazla mermiyi otele sıkmışlardı.” ( Engin Erkiner’in polis ifadesi s:10-11)
“ Bundan sonra yeni bir eylem gerçekleştirmek suretiyle para temin etmeyi düşündüm. ALİ, MUHARREM, NEBİL’i yanıma alarak Yusufpaşa Ak Bank’ı kontrol ettik, ancak orada gördüğümüz şahıslardan şüphelendik, bunların polis olabileceğini düşündük ve bu yüzden bu bankayı soymaktan vazgeçtik. Bu banka yerine Harbiye Ak Bank şubesini seçtik. Soygun planını şu şekilde yapmıştık; şoför MUSTAFA yukarıda da bahsettiğim gibi İnterkontinental eylemine katılan ve bu eylem için yeniden plakası değiştirilen beyaz renkli Reno ile Rayoevinin yanındaki sokakta istikameti Spor ve Sergi Sarayına doğru duracaktı. Eylemi BEN, NEBİL, ALİ, İBRAHİM YALÇIN gerçekleştirecektik. 18 Ağustos gecesi ben Cihangir’deki evde kaldım ve soygunun son planları üzerinde tartıştık, ertesi sabah saat 08,30 civarında topluca evden çıkarak Reno’ya bindik ve Spor Sergi Sarayına giden ve Rayo evinin yanında bulunan caddenin köşesinde arabadan indik. MUSTAFA DA arabayı caddenin içine çekerek arabada kaldı. Biz topluca bankaya girdik. Banka içinde şu şekilde ( daha önce yapılan plan çerçevesinde) yer aldı. İBRAHİM YALÇIN elinde 7,65 mm. çapında bir tabanca idi kapıyı tuttu. ALİ SÖNMEZ ceketinin içene sakladığı Fransız yapısı otomatik tabancayı ceketinin içinden çıkartarak vezne gitti. Yanlış oldu ALİ elinde 14 lü tabanca ile vezneye gitti ve vezneden paraları aldı. NEBİL ceketinin altına sakladığı Fransız yapısı otomatiği çıkartarak ortalığı kontrol etti, NEBİL’e yardımcı olarak ben de elimde 7,65 mm. tabanca ile etrafı kontrol ettim. ALİ paraları aldıktan sonra elindeki naylon torbaya koydu.”( Engin Erkiner’in polis ifadesi s: 11-12)
SORULDU: TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI ve ya HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ’nin Türkiye çapında faaliyet gösteren ve benim tanıdığım kişileri görevleri ile birlikte şu şekilde sıralayabiliriz.
MİHRAÇ : Orta boylu,165-170 boyunda, esmer, siyah saçlı, Güney Bölge sorumlusu.
HAKKI: Uzun boylu,175 boyunda, zayıf,  beyaz tenli,kısa saçlı. Ankara Bölge Sorumlusu. Üst komite üyesi, ( Bu isim takma addır)
EŞBER (BİNBAŞI), (Takma isim): 175 boyunda, zayıf,hafif sarışın. İzmir Bölge sorumlusu.
MİHRAÇ, HAKKI, EŞBER üst komite üyeleridir.
İSTANBUL:
CEMİL ORKUNOĞLU: HAS-İŞ ve TÜM-DER de
örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
HİLAL ORKUNOĞLU (GÖKER): TÖB-DER’de örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
BELMA GÜRDİL: Boğaziçi üniversitesinde örgütsel çalışmayla ilgili görevlidir.
ALİŞAN ÖZDEMİR: Sempatizan durumundadır.
BENGÜ: (Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
İMAM KILIÇ: Sempatizan durumundadır.
ALİ SÖNMEZ : Örgütün eylem kadrosunda yer alır (takma ismi ZEKİ)
NEBİL: (Soyadını bilmiyorum), örgütün eylem kadrosundadır.
MUHARREM : (Soyadını bilmiyorum) örgütün eylem kadrosundadır.
MUSTAFA: (Soyadını bilmiyorum) Bütün eylem kadrosunda yer alır.
İBRAHİM YALÇIN: örgütün eylem kadrosundadır.
ALİ YILDIRIM: Sempatizan durumundadır.
HAYDAR YILMAZ: örgütün eylem kadrosundadır. ( takma ismi AHMET’tir)
NEBİL’in takma ismi SABRİ, MUHARREM’in takma ismi SİNAN’dır.
FİLİZ: (Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
ATAKAN SAKARYA: Sempatizan durumundadır.
ERCÜMENT: ( Soyadını bilmiyorum) Sempatizan durumundadır.
ORHAN: (Soyadını bilmiyorum) sempatizan durumundadır.
ZUHAL: (Soyadını bilmiyorum) sempatizan durumundadır.
MEHMET ÇELİKEL: Seviyesi sempatizanlığın biraz ilerisi ve HAS-İŞ’te çalışır.
CUMALİ ÇAKMAKLI: Sempatizan durumundadır.
NAİM İME: TÜM-DER’de faaliyet göstermekte olup ACİL’e yaklaşmak durumundadır…” (Engin Erkiner’in polis ifadesi, s: 15-16)

Bu ifadeyle birlikte İtirafçı Engin Erkiner’in Nebil yoldaşı polise ilk ve tek teslim eden kişi olmasına rağmen, yoldaşın mütevazi isminden nemalanmak için kendisi ve MİT’e satılmış ortağının yaptıkları çirkinlikleri lanetliyor bunlara sesiz kalanları da ayıplıyorum.

( Bu yazı genişletilerek yeniden yayınlandı)