244. DOSYA
İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER’İN
KİNLERLE ÖRÜLÜ CEHALETİ
Mihrac Ural
12
Kasım 2011
Önce
son dönemde ortaya çıkan kimi konulara açıklık için kısa notlar aktarayım…
-
İtirafçı Engin
Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın 3,5 yıldır adımı başlık yaparak yazdıkları
karama yazılarının esiri olmaya devam ediyorlar. Onlara “sizi esir ettim” dedim
anlamadılar. Tekrar diyorum, adımın geçmediği yazılarını okuyacak bir Allahın
kulu bulamazlar. Mihrac Ural adı altında
ezilmelerinin ve adıma esir olmalarının nedeni bu sonuçla belli olmuştur. Ben
bu şebekenin yazdıklarını kin olarak görmüyorum. Bu bir iştir. MİT hesabına
çark çevirmektir, Özel harp Dairesi çabasıdır. Ülkemiz farklılıklarının özgün
örgütlenme ve özgür mücadelesi yükseldikçe bunun böyle devam etmesi normaldir;
3,5 yıl kesintisiz her gün tek bir isim üzerinden karalama yapmak başarılmamış
karanlık amaçların, iflasın adıdır. Bu dağı iğnelerle yontmanın imkanı yoktur…
-
Uzun süredir bu ikili
şebekeye cevap vermiyorum. Herkesi kullanmakla övünen ancak kullanılan tek
tarafın kendileri olduğunu unutan, itirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim
Yalçın’ı belgeleriyle, kanıtlarıyla polis organizesi oluklarını kanıtladıktan
sonra aynı şeyi tekrar etmenin bir gereği kalmadı. Onlar, önemsemediklerini
iddia ettikleri bana karşın 3,5 yıldır ölüm kalım savaşı veriyorlar. Birileri,
bu aptallara “iliklerinize kadar Mihrac Ural tedirginliği yaşamıyor
olsaydınız, bu kadar önem verir miydiniz”, diye sormalı? Derim…
“Bir de Mihrac Ural’ın yazılarını okumuyoruz”
demeleri var ya…
Yazılarım yaklaşık günü birlik makaleler halinde devam
ediyor; ülke, bölge ve dünya olayları yorumu olan bu yazılar düşmanlarıma bile
fayda verir okumaları çok normal, onun da ötesinde satır aralarında kirli
amaçları için bulgular bile bulabilirler, okumaya devam…
Okumaya devam… Adımın geçmediği bir yazıyı kimse okumaz,
kimsenin önemsemesi de mümkün değil. Cahilleri kim okur, yalancıları kim okur,
ölü konuşturucularını, boyacıları, jokerleri kim okur. Hayatları boyunca bir
tek siyasi yazı yazamamış bu muhbirleri kim okur?...
-
Bu tartışmalarda el
yazılı, altında imzaları olan resmi belgeleri ortaya biz koyduk; 1977-1984
dönemi İstanbul MİT Bölge Başkanı O. Nuri Öndeş’in anılarıyla da İbrahim
Yalçın’ın kendi hakkındaki itiraflarını doğrulatarak, hukukun gerektirdiği tüm
verilerle bir MİT ajanını deşifre etmiş olduk; Bundan da önemlisi Acilcilerin,
açıklanan bu gerçekleri teslim ettiler. Türkiye devrimci hareketi tarihinde ilk
kez bir MİT ajanını bu kadar açık delilleriyle gösterilmiş oldu. Bu kirli
işlerde ortağının İtirafçı Engin Erkiner olduğu artık tartışma götürmez bir
gerçek oldu; Buradan Malatya’da, İlkerlerin katledilmesini, Ankara bölgesi
örgüt biriminin ölü ya da diri tasfiyesini ve İstanbul’un 19 Ağustos 1977’darbesiyle
imha edilmesini anlamak güç değildir. Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın MİT hesabına
çalışan birer ajandır. Bu tescil edilmiş oldu;3,5 yıldır, Acilcilere karşı
yürüttükleri karalama kampanyasının nedeni de budur.
-
Adil Okay’ı
hiç muhatap almak istemiyorum. Onu çok iyi tanıyorum, o da beni. Yazdığı
kitapların neme nem olduğunu söylememe gerek yok. Belgeler Örgüt arşivinde, bir
tarih belgelerle yazılır sallamalarla değil; savaştan ilk kaçanlar, bırakın
savaşı anlatmayı, Filistin davasıyla ilgili bir tek günü bile anlatma hakkına
sahip olamazlar.
MİT ajanı İbrahim Yalçın, malum bir şark dansözü; beni
Adil Okay’a, Adil Okay’ı bana karşı kışkırtma provokatörlüğü yaptığını sanıyor.
Her defasında bir başkasıyla da aynı denemeyi yapıyor. Cahil ya, ilki
trajediyse tekrarının komedi olacağını bilmiyor. Onun işi bu. Benim için Adil Okay diye bir yok. Uyarımı
baştan itibaren yaptım, yazmam gerekeni de yazarak noktayı koydum. Bundan
sonrası, verili dengenin sürmesinden ibarettir. Vel badi huva azlam… (daha çok
zalim olan, ilk başlayandır)
MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın Adil Okay adına, yazılı olmayan
sözler aktarmasının ayakkabımın altındaki kir kadar önemi yok. Bu ahlaksızın
kurgularını herkes biliyor. MİT ajanının, Adil Okay adına söylediklerini, Adil
Okay yazılı hale getirmedikçe, benim açımdan MİT ajanının uzaktan havlayan
köpek sesinden başka bir anlama gelmez. Yazılı hale geldiğinde ise söyleyecek
bir çift sözümüz olur.
Ama herkes bilsin ki, THKP-C (Acilciler) örgüt militanı
olan biri, anı kitabı yazıyorsa bazı isimleri atlaması halinde yazdığının beş
paralık değeri olmayacağını bilmelidir. İyi ya da kötü ya da bir biçimde, bazı
isimlerin anılmaması halinde, o dönemin örgütsel hiçbir faaliyetin kararlarını
kimin aldığı sorusuna cevap verilmemiş olur. En basitinden, örgütsel yazılı
raporların ortaya koyacağı belgelerin de ifade ettiği gibi, Adil Okay’ın yaza
yaza bitiremediği birkaç aylık Lübnan’daki
Filistinli örgüt kamplarında kalışı dahil, bir yerden bir yere tayinini bile
izah etmesi mümkün değildir: Bu kararlar benim bilgim, onayım olmadan olamazdı.
Lübnan’dan Apar topar savaş çıkma arifesinde (1982 Haziran savaşı) Avrupa’ya kaçmak
için sorun yaratma girişimlerini bir kenara bırakıyorum; bu dönemle ilgili
gizlice yaptığı el yazımı tüm mektuplar örgüt arşivindedir. Yazdığı “Filistin
Günlüğü” kitabının, başlığı dahil, anlatılan konularda akıl almaz yalan
yanlışlara burada değinmeyeceğim. Zamanı gelecek ( Hangi Filistin’de olduğunu
hala anlamış değiliz, söz konusu olan, Filistinlilerin, Lübnan kampları
ise ayrı bir konudur. Burada soysuz
cahil İtirafçı Enginin, Ali Yıldırım’ın “Deniz Gezmiş’in Günlüğü”
başlıklı kitabına, yazarı dostum diye saldırmasını hatırlatmakta sakınca yok,
Adil Okay’ın “Filistin Günlüğü” kitabındaki Filistin’in neresi olduğunu
sorgulamamak kolay olmasa da ama tarih
yazılınca, bunu adamın kursağından çıkarmak hiçte zor olmayacaktır)
Sadece Filistin günleri değil, Adana cezaevinden kaçış
kararından, Suriye ve Lübnan alanındaki her türden konumlanışına kadar, örgütü
bölmek için işlediği suçlardan dolayı yoldaşlar tarafından tutuklandığında,
ölüm korkusuyla elimi öpüp “canimiz senin elinde ve sana inanıyoruz, sana
güveniyoruz” diyene ve bir tutanakla başka örgüte ilticasının kabulüne onay
vermeme kadarki tüm süreçlerin tek karar sahibini bu tarihte yok sayman sadece
kendini yok saymaktır. Burada yazdığım her kelimenin kanıtı ve belgesi el
yazılı tutanaklar, örgüt arşivinde durmaktadır.
Son olarak, bir kez daha açık söyleyeyim; Ali Çakmaklı,
Ahmet Çolak ve Müntecep Kesici olayını Mihrac Ural’dan çok daha iyi bilen Adil
Okay’dır. Kendi adıma yapmam gereken açıklamaları uzun uzun yaptım. Örgüt adına
herkese meydan okuyarak üstlenmem gerekeni üstlendim. Adil Okay, gelsin tersini
söylesin, alnını karışlarım. Benim bilmediğim şeyi ise, o çok iyi biliyor.
Bunun ne olduğunu el yazılı itiraflarında açıkça söyledi.
Bunun ötesi ise, bu satırları okuyan MİT ajanı İbrahim
Yalçın’ın uygun bir provokatör senaryosuyla tamamlanır, Hadi bakayım iş
başına….
Küçük bir not daha, yayınlamadım çünkü etik görmedim, ne
olursa olsun yayınlamayacağım da (kimse çıkıp şantaj demesin); o da, Adil Okay’ın el yazılı mektuplarındaki
şahıslar hakkındaki dedikodularıdır. (özellikle “Yoldaş Cemal,…” diye
başlayıp “Yeni adresim: mr. OKAY FOYER ALST (Chamber No:910) 29 Rue des
Raguenets 95210 SAİNT GRATİEN / FRANCE” diye biten mektuplar)
-
Hasan Balcı.
600 sayfa yazıştık. Bu yazışmada yazdığım her cümlenin arkasındayım. Sadece bu yazışmada
değil, bin bir isimle bana yazanlara karşı yazdığım her cümlenin arkasındayım. İmzamın
altında olduğu, basılı yayınımız olan ATAK Dergisi ve internet yayını sitesi,
AYRI VARLIK blogu (http://mirural.blogspot.com/),
Facebook sayfam, Diyarbakır grup, Gomanweb vb grup ve sitelerde süreklilik arz
eden altında imzamın olduğu yazılar beni siyasal olduğu kadar her yönümle
tanımlar. Uyduruk yazılar, alıntısız imalar, tırnak içinde olmayan aktarmalar
ise sahiplerine iadeli olarak teslim edilir. Bu algıyla Hasan Balcı’yla
yazıştım. Karşımdakinin niyetini, amacını, çıkaracağı sonuçları hiç hesaba
katmadım. Buna tenezzül etmedim. Benim açımdan dostluk bitince de yazışma
bitmiş olur. Bunu yaptım. Bu duruş benim için ebede kadar bir duruştur. Hasan
Balcı’yla ebede kadar işim yok, olmayacak da. Sanırım tutarlılık açısından onu
da öyle düşünüyor olması gerek.
-
Hayatım boyunca kanıtı, belgesi olmadan kimseyi
suçlamadım. İtirafçıyı ve MİT ajanını suçladığımda hiçbir araştırmaya gerek
duymadım. Sadece kendilerini nasıl tanımlamışlarsa kendi el yazılı belge ve
itirafnamelerinden aktardım. Bu şebekeyi tanımladıktan sonra, onlara hep o adla
hitap ettim. Hiçbir neden hiçbir güç bu tanımlamayı iki de bir değiştirmeme
neden olamadı. “Aptal”a aptallığını kendi dilinden aktardım, “Joker”e de
“Boyacı”ya da aynı şekilde isim verdim. İti, köpeği, kendine layık
gördüğü isimle çağırdım. Bu tartışmanın tüm yazıları belge olarak ortadadır,
yalan, abartma, ihbar, uydurma, yalancı tanıklık, ölü konuşturuculuğu, çirkef
bataklığı sadece ve sadece bu ikili şebeke ve çevrelerindeki ahlaksızlara
aittir. Bu nedenle de sahibi varken köpekleri hiç muhatap almadım. Hasan
Balcı’nın bu köpeklere saldırısını ise hiçbir biçimde fırsat olarak görmedim,
görmeyeceğim de. Mihrac Ural budur.
Hasan Balcı’nın aleyhimde yazdığı çok şey oldu. Cevabımı
verdim noktamı koydum. Dostluk kıstasım farklı, ben olaylara sınıf ve siyasi
açıdan bakmam. İnsanı açılar benim için sınıf bakışından da inanç açısından çok
daha önemlidir. Sınıf algımı binlerce sayfayla dile getirdim yeri burası değil.
Devrimciliğim, sistem içine mahkum olan sınıf mücadelesi adlı reformist
mücadeleden gelmez. Devrimciliğim, tarihsel bir algıyla, uygarlıktan uygarlığa
geçiş olarak tanımlanır. Bunun için insan öğesi, sınıf öğesinden çok daha önem
taşır. Sınıf algısı dardır insan algısı geniştir. İnsan algısı ise aynı
yönelimin kültürel algılarıyla saflaşır. Bu yüzden kültür buluşmasını
sağlayamayanlarla dost olmam, başladığı gibi mutlaka bir sürtüşmede kırılıp biter: hasan balcıyla olan da tamamen
budur.
Sonuçta, benim eleştirilerim bire bir kaynak oldu. Bu
normal çünkü belge tutkunu olduğu iddiasında olan Hasan Balcı bu hengamede
bulduğu temel belgeler arasında benim sunduğum belgelerin yer alması normaldir.
Bu bile, beni hiç ilgilendirmiyor. Birine itirafçı dediğimde bunu kanıtlarla
söylerim, bu nedenle üç yazıda itirafçı beşincisinde bu sıfatını kaldırıp
atmam. Bu tutarlılık açısından da güvenilir olma açısından da önemlidir.
Dolaysıyla hiçbir zikzag, hiçbir tutum beni ne uzaktan ne yakından ilgilendirmiyor.
Bu tutumum aynı davadan yargılanıp yargılanmamamla ilgili değildir. Yüzlerce
sayfadan, ayrıntılı tuttuğum not ve belgelerden oluşan veriler, tek tek her
kişiyle aramdaki tarihin kanıtları olacaktır.
Gerçekleri kim hangi gözlükle görürse görsün, bu onu
ilgilendirir. Sonuçta haklı görülüp görülmemenin de bir önemi yoktur. Benim
dostluğum hiçbir ikircimlik olmadan başlar ve öyle biter. İkili yazışmalar
sadece aynı kişilerin onayıyla herkese açık olur; bu yazışmalardan tek taraflı
aktarımlar ise diğeri aleyhinde kullanılır olamaz. Tersi ise ahlaksızlık olur.
Bu ahlaksızlığı yapanlar, ikili şebekedir. Elma şekerinin sapı, her defasında
olduğu gibi, kendilerine batmıştır. Dost oldukları sürede yaptıkları gizli
yazışmaları çarşaf çarşaf ilan etmeleri ise suratlarına tükürülmeyi hak eder.
Onlar bu açıklamalarla vermek istedikleri tiyolara, ben ve benim düşünce
yoldaşlarım, yani Acilcileri hiç etkilemez. Bu ahlaksızların yaptıkları
ifşaatlar( kimi yazışmalarımı Hasan Balcın’ın onlara verip vermemesi gibi
aptalca tiyolar) sadece ahlaksızlıklarına bir veri olur. Bu işin uzmanı MİT
ajanı İbrahim yalçın her zamanki gibi işini yapmış oluyor. İtirafçıda
tartışmada her şey mubah diye ondan geri kalmıyor…Şimdi hnerkes eğri oturup
düzgün düşünsün, ve kendi kendine “bu şebeke, neden 30 yıl sonra Acilcilere karalama
yapmaya başladıklar” diye sorsun. Acilcilere duydukları kini burada anlamak zor
değil. Mihrac Ural ve yoldaşları böylesi çirkin işlere asla tenezzül
etmeyecektir.
Kin ya da karanlık bağlantılı işleri olmayanlar, tartışmalar
belli bir doyuma ulaşınca, anlamsız tekrarlara iltica etmez. Herkes kendi kanaatlerini
muhafaza ederek, nokta koyar. Hasan Balcı’yla olun durumumuz bu oldu. En
azından benim için durum buydu.
İlişkilerinde
insan kullananlar, bu ikili şebekenin yaptığı gibi bunu itiraf etmekte
gecikmiyorlar. İşin traji-komik yanı ise, MİT’in kullandığı kişi olmalarıdır.
Elma şekeri mi? Sapı mı? her ne ise, insan ilişkisindeki ahlaksızlık, mide
bulandıran tutumlar, cevapsız kalmamaktadır. Aldıkları cevapların şamarları
altında içine düştükleri şaşkınlık ise benzerlerine örnek olsun diyorum.
İTİRAÇI ENGİN ERKİNER’E GELİNCE
İtirafçı
Engin Erkiner bir kez daha Suriye’ye kin kusmuş. Ülkemiz solunda böylesi bir
kinle yazı yazına rastlamak çok güç; Negahan Alçı bile bu kadar değil…
Bölge
hakkında zerre kadar bilgisi olmayan bu cahil itirafçının, Suriye düşmanlığı
malumdur. Çünkü o Mihrac Ural’a düşmandır. Mihrac Ural’ın Suriye’ye yönelik
emperyalist askeri saldırı karşısında şiddetle durduğunu bilmektedir. Tarafa
olduğunu da açıkça da yazmıştır. Bu
nedenle İtirafçı Enginin Suriye düşmanı olmasının nedenini anlamak güç
değildir. Çünkü Mihrac Ural, bu ahlaksızın bir polis işbirlikçisi itirafçı
olduğunu belgeleriyle ortaya koymuştur.
İtirafçı gelenek haline getirdiği herkese saldırma
abesini, bu kez Suriye’ye gelen CHP heyetlerine, farklı devrimci etkinliklerine ve
temsilcilerine karşıda tekrar etmektedir. Suriye’ye desteğin dünyanın gerçek
tüm devrimci güçleri tarafından yoğunlaşarak ortaya konduğu bir dönemde, bu tür cahillerin iç dünyalarındaki kini
kusmaları normaldir. Devrimcileri doğruları arkasında durmalarından dolayı
Muhabarat ya da “Muhabarat ağızlı”
diye suçlamaları bu kinle alakalıdır. Tüm itirafçıların ikiyüzlü olduklarını ve
birbirlerine benzediklerini hatırlatmakla yetineceğim. Bildiğiniz Gibi itirafçı
hiç yalan söylemez ama hep söyler…. http://enginnerkinerr.blogspot.com/ bu linke bir göz atın….
Bu güne
kadar siyasi diye yazdığı hiçbir yazısı kendi soyutlamalarına ait olmayan bu
cahilin, medya bilgisiyle kaleme aldığı yazıların, doğal olarak uluslararası
medyanın Suriye düşmanlığıyla kesişmesini anlamak zor değildir. Bu türlerin
itirafçılığı bir yana, Siyonist solcular olarak da tanımlanması gerektiğini sık
sık yazdım. Ak denizden Kafkaslara kadar
uzanan bu bölgenin enerji yollarını güvence altına almak, nüfus alanı haline
getirmek için ABD ve İsrail’in çılgın çabalarını dünyada bilmeyen
kalmamıştır. Rus, Çin ve Hindistan’ın
yükselen bir güç olarak Ak denize, yani sıcak denizlere ulaşmasını istemeyen
ABD-İsrail ve ortakları, İran ve Suriye’yi mutlaka çökertilmesi gereken engel
olarak görmektedirler. Bölgenin kilit taşı olarak Suriye’nin bir an önce diz
çökmesi en azından bir ilk adım olarak ısrarla istenmektedir. Son olarak ABD
kongresinde konuşan, ABD Dış İşleri Bakanlığı bölgeden sorumlu diplomatı (eski
Lübnan büyükelçisi ve Lübnan’daki tüm kirli işlerin baş sorumlusu) Jeffery
Feltman
konuyu
bir cümleyle özetledi; “Amerika’nın bölgedeki çıkarları için Suriye’de Esad
yönetiminin çökmesi gereklidir” .
Bütün
itirafçılar herkese kin tutar, ezilmişliklerini örtmek için herkesi eleştirip,
küçümsemeye çalışırlar. Bu bir psikolojik vakadır, doktor ya da klinik destek gerektirir.
Ancak yüz binlerce insanın katledilmesini arzulayacak kadar kin taşıyanı tedavi
için, klinik destek de yeterli olmaz.
Mihrac
Ural’ın yazdıkları karşısında şamar oğlanına dönen bu aptalın şaşkınlığını
normal görüyorum. Bu ara, “kullandık” dedikleri birinden şamar üzerine
yedikleri şamalarla, bir tepsi dolusu elma şekerini sapıyla yuttukları
görülmektedir.
Bunak
adam buna rağmen Suriye denince, akan sular duruyor, kin ve intikam kusuyor.
Ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın ise bu konuda her zamanki sinsiliğini
göstermekten geri kalmıyor; ortağına destek için ucunda dokundurmakla, bir
ayağı karada bir ayağı derede dokundurmalar yapıyor. Adam sinsi yılın ya, işini
biliyor.
Suriye
halkçı yönetimiyle milyonları milyonlara katarak meydanları dolduran halkıyla
bu karşı devrimi yenilgiye uğratacağı kesindir. Bu yenilgi, bölge halklarına
düşman olanların yenilgisi olacaktır. İtirafçının yüzüne her defasında
tükürdüğüm gibi, bir kez daha Suriye’nin onurlu halkı adına da
tükürüyorum. Bu ahlaksız söylediklerinin
arkasında durmasını bilmeyecek kadar da erdemsizdir; gitsin Erdoğan’ın
beslediği eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekesi komutanının emir eri
olsun. Suriye halkına karşı şanlı ordusuyla birlikte savaşsın. Mihrac Ural
böylesi bir savaşta, düşüncesini paylaşan yoldaşlarıyla birlikte emperyalist
saldırılara karşı savaşacaktır. 1980’de Türkiye ve Kürt devrimcileriyle omuz
omuza, bu gerici hamleye karşı savaştığı gibi (Detayları, konuyla ilgili
yazdığımda vereceğim).
Bu
yanıyla Mihrac Ural kendi içinde tutarlılığını sürdürüyor. 1980’de de bu gün de
savaşın ön cephesinde yerini alıyor. Ya sen aşağılık itirafçı, cahil soytarı,
pis adam, kendi doğrularının arkasında durup, olası bir savaşta Suriye’ye
saldıracak emperyalist gücün gurkası olacak mısın? Belki bu savaşın bir
cephesinde, Mihrac Ural’la yüz yüzse gelirsin, ortağın MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı
da birlikte getirmeni tavsiye ederim….