17 Kas 2011

244. DOSYA (İTİRAFÇI ENGİNE RKİNERİ'İN KİNLERLE ÖRÜLÜ CEHALETİ)




244. DOSYA
İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER’İN
KİNLERLE ÖRÜLÜ CEHALETİ





















Mihrac Ural
12 Kasım 2011 

Önce son dönemde ortaya çıkan kimi konulara açıklık için kısa notlar aktarayım…

-          İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın 3,5 yıldır adımı başlık yaparak yazdıkları karama yazılarının esiri olmaya devam ediyorlar. Onlara “sizi esir ettim” dedim anlamadılar. Tekrar diyorum, adımın geçmediği yazılarını okuyacak bir Allahın kulu bulamazlar.  Mihrac Ural adı altında ezilmelerinin ve adıma esir olmalarının nedeni bu sonuçla belli olmuştur. Ben bu şebekenin yazdıklarını kin olarak görmüyorum. Bu bir iştir. MİT hesabına çark çevirmektir, Özel harp Dairesi çabasıdır. Ülkemiz farklılıklarının özgün örgütlenme ve özgür mücadelesi yükseldikçe bunun böyle devam etmesi normaldir; 3,5 yıl kesintisiz her gün tek bir isim üzerinden karalama yapmak başarılmamış karanlık amaçların, iflasın adıdır. Bu dağı iğnelerle yontmanın imkanı yoktur…

-          Uzun süredir bu ikili şebekeye cevap vermiyorum. Herkesi kullanmakla övünen ancak kullanılan tek tarafın kendileri olduğunu unutan, itirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı belgeleriyle, kanıtlarıyla polis organizesi oluklarını kanıtladıktan sonra aynı şeyi tekrar etmenin bir gereği kalmadı. Onlar, önemsemediklerini iddia ettikleri bana karşın 3,5 yıldır ölüm kalım savaşı veriyorlar. Birileri, bu aptallara “iliklerinize kadar Mihrac Ural tedirginliği yaşamıyor olsaydınız, bu kadar önem verir miydiniz”, diye sormalı? Derim…

Bir de Mihrac Ural’ın yazılarını okumuyoruz” demeleri var ya…
Yazılarım yaklaşık günü birlik makaleler halinde devam ediyor; ülke, bölge ve dünya olayları yorumu olan bu yazılar düşmanlarıma bile fayda verir okumaları çok normal, onun da ötesinde satır aralarında kirli amaçları için bulgular bile bulabilirler, okumaya devam…

Okumaya devam… Adımın geçmediği bir yazıyı kimse okumaz, kimsenin önemsemesi de mümkün değil. Cahilleri kim okur, yalancıları kim okur, ölü konuşturucularını, boyacıları, jokerleri kim okur. Hayatları boyunca bir tek siyasi yazı yazamamış bu muhbirleri kim okur?...

-          Bu tartışmalarda el yazılı, altında imzaları olan resmi belgeleri ortaya biz koyduk; 1977-1984 dönemi İstanbul MİT Bölge Başkanı O. Nuri Öndeş’in anılarıyla da İbrahim Yalçın’ın kendi hakkındaki itiraflarını doğrulatarak, hukukun gerektirdiği tüm verilerle bir MİT ajanını deşifre etmiş olduk; Bundan da önemlisi Acilcilerin, açıklanan bu gerçekleri teslim ettiler. Türkiye devrimci hareketi tarihinde ilk kez bir MİT ajanını bu kadar açık delilleriyle gösterilmiş oldu. Bu kirli işlerde ortağının İtirafçı Engin Erkiner olduğu artık tartışma götürmez bir gerçek oldu; Buradan Malatya’da, İlkerlerin katledilmesini, Ankara bölgesi örgüt biriminin ölü ya da diri tasfiyesini ve İstanbul’un 19 Ağustos 1977’darbesiyle imha edilmesini anlamak güç değildir. Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın MİT hesabına çalışan birer ajandır. Bu tescil edilmiş oldu;3,5 yıldır, Acilcilere karşı yürüttükleri karalama kampanyasının nedeni de budur.

-          Adil Okay’ı hiç muhatap almak istemiyorum. Onu çok iyi tanıyorum, o da beni. Yazdığı kitapların neme nem olduğunu söylememe gerek yok. Belgeler Örgüt arşivinde, bir tarih belgelerle yazılır sallamalarla değil; savaştan ilk kaçanlar, bırakın savaşı anlatmayı, Filistin davasıyla ilgili bir tek günü bile anlatma hakkına sahip olamazlar.

MİT ajanı İbrahim Yalçın, malum bir şark dansözü; beni Adil Okay’a, Adil Okay’ı bana karşı kışkırtma provokatörlüğü yaptığını sanıyor. Her defasında bir başkasıyla da aynı denemeyi yapıyor. Cahil ya, ilki trajediyse tekrarının komedi olacağını bilmiyor. Onun işi bu.  Benim için Adil Okay diye bir yok. Uyarımı baştan itibaren yaptım, yazmam gerekeni de yazarak noktayı koydum. Bundan sonrası, verili dengenin sürmesinden ibarettir. Vel badi huva azlam… (daha çok zalim olan, ilk başlayandır)

MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın Adil Okay adına, yazılı olmayan sözler aktarmasının ayakkabımın altındaki kir kadar önemi yok. Bu ahlaksızın kurgularını herkes biliyor. MİT ajanının, Adil Okay adına söylediklerini, Adil Okay yazılı hale getirmedikçe, benim açımdan MİT ajanının uzaktan havlayan köpek sesinden başka bir anlama gelmez. Yazılı hale geldiğinde ise söyleyecek bir çift sözümüz olur.

Ama herkes bilsin ki, THKP-C (Acilciler) örgüt militanı olan biri, anı kitabı yazıyorsa bazı isimleri atlaması halinde yazdığının beş paralık değeri olmayacağını bilmelidir. İyi ya da kötü ya da bir biçimde, bazı isimlerin anılmaması halinde, o dönemin örgütsel hiçbir faaliyetin kararlarını kimin aldığı sorusuna cevap verilmemiş olur. En basitinden, örgütsel yazılı raporların ortaya koyacağı belgelerin de ifade ettiği gibi, Adil Okay’ın yaza yaza bitiremediği  birkaç aylık Lübnan’daki Filistinli örgüt kamplarında kalışı dahil, bir yerden bir yere tayinini bile izah etmesi mümkün değildir: Bu kararlar benim bilgim, onayım olmadan olamazdı. Lübnan’dan Apar topar savaş çıkma arifesinde (1982 Haziran savaşı) Avrupa’ya kaçmak için sorun yaratma girişimlerini bir kenara bırakıyorum; bu dönemle ilgili gizlice yaptığı el yazımı tüm mektuplar örgüt arşivindedir. Yazdığı “Filistin Günlüğü” kitabının, başlığı dahil, anlatılan konularda akıl almaz yalan yanlışlara burada değinmeyeceğim. Zamanı gelecek ( Hangi Filistin’de olduğunu hala anlamış değiliz, söz konusu olan, Filistinlilerin, Lübnan kampları ise  ayrı bir konudur. Burada soysuz cahil İtirafçı Enginin, Ali Yıldırım’ın “Deniz Gezmiş’in Günlüğü” başlıklı kitabına, yazarı dostum diye saldırmasını hatırlatmakta sakınca yok, Adil Okay’ın “Filistin Günlüğü” kitabındaki Filistin’in neresi olduğunu sorgulamamak kolay olmasa da ama  tarih yazılınca, bunu adamın kursağından çıkarmak hiçte zor olmayacaktır)

Sadece Filistin günleri değil, Adana cezaevinden kaçış kararından, Suriye ve Lübnan alanındaki her türden konumlanışına kadar, örgütü bölmek için işlediği suçlardan dolayı yoldaşlar tarafından tutuklandığında, ölüm korkusuyla elimi öpüp “canimiz senin elinde ve sana inanıyoruz, sana güveniyoruz” diyene ve bir tutanakla başka örgüte ilticasının kabulüne onay vermeme kadarki tüm süreçlerin tek karar sahibini bu tarihte yok sayman sadece kendini yok saymaktır. Burada yazdığım her kelimenin kanıtı ve belgesi el yazılı tutanaklar, örgüt arşivinde durmaktadır.

Son olarak, bir kez daha açık söyleyeyim; Ali Çakmaklı, Ahmet Çolak ve Müntecep Kesici olayını Mihrac Ural’dan çok daha iyi bilen Adil Okay’dır. Kendi adıma yapmam gereken açıklamaları uzun uzun yaptım. Örgüt adına herkese meydan okuyarak üstlenmem gerekeni üstlendim. Adil Okay, gelsin tersini söylesin, alnını karışlarım. Benim bilmediğim şeyi ise, o çok iyi biliyor. Bunun ne olduğunu el yazılı itiraflarında açıkça söyledi.

Bunun ötesi ise, bu satırları okuyan MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın uygun bir provokatör senaryosuyla tamamlanır, Hadi bakayım iş başına….

Küçük bir not daha, yayınlamadım çünkü etik görmedim, ne olursa olsun yayınlamayacağım da (kimse çıkıp şantaj demesin); o da,  Adil Okay’ın el yazılı mektuplarındaki şahıslar hakkındaki dedikodularıdır. (özellikle “Yoldaş Cemal,…” diye başlayıp “Yeni adresim: mr. OKAY FOYER ALST (Chamber No:910) 29 Rue des Raguenets 95210 SAİNT GRATİEN / FRANCE” diye biten mektuplar)

-          Hasan Balcı. 600 sayfa yazıştık. Bu yazışmada yazdığım her cümlenin arkasındayım. Sadece bu yazışmada değil, bin bir isimle bana yazanlara karşı yazdığım her cümlenin arkasındayım. İmzamın altında olduğu, basılı yayınımız olan ATAK Dergisi ve internet yayını sitesi, AYRI VARLIK blogu (http://mirural.blogspot.com/), Facebook sayfam, Diyarbakır grup, Gomanweb vb grup ve sitelerde süreklilik arz eden altında imzamın olduğu yazılar beni siyasal olduğu kadar her yönümle tanımlar. Uyduruk yazılar, alıntısız imalar, tırnak içinde olmayan aktarmalar ise sahiplerine iadeli olarak teslim edilir. Bu algıyla Hasan Balcı’yla yazıştım. Karşımdakinin niyetini, amacını, çıkaracağı sonuçları hiç hesaba katmadım. Buna tenezzül etmedim. Benim açımdan dostluk bitince de yazışma bitmiş olur. Bunu yaptım. Bu duruş benim için ebede kadar bir duruştur. Hasan Balcı’yla ebede kadar işim yok, olmayacak da. Sanırım tutarlılık açısından onu da öyle düşünüyor olması gerek.
-           
Hayatım boyunca kanıtı, belgesi olmadan kimseyi suçlamadım. İtirafçıyı ve MİT ajanını suçladığımda hiçbir araştırmaya gerek duymadım. Sadece kendilerini nasıl tanımlamışlarsa kendi el yazılı belge ve itirafnamelerinden aktardım. Bu şebekeyi tanımladıktan sonra, onlara hep o adla hitap ettim. Hiçbir neden hiçbir güç bu tanımlamayı iki de bir değiştirmeme neden olamadı. “Aptal”a aptallığını kendi dilinden aktardım, “Joker”e de “Boyacı”ya da aynı şekilde isim verdim. İti, köpeği, kendine layık gördüğü isimle çağırdım. Bu tartışmanın tüm yazıları belge olarak ortadadır, yalan, abartma, ihbar, uydurma, yalancı tanıklık, ölü konuşturuculuğu, çirkef bataklığı sadece ve sadece bu ikili şebeke ve çevrelerindeki ahlaksızlara aittir. Bu nedenle de sahibi varken köpekleri hiç muhatap almadım. Hasan Balcı’nın bu köpeklere saldırısını ise hiçbir biçimde fırsat olarak görmedim, görmeyeceğim de. Mihrac Ural budur.

Hasan Balcı’nın aleyhimde yazdığı çok şey oldu. Cevabımı verdim noktamı koydum. Dostluk kıstasım farklı, ben olaylara sınıf ve siyasi açıdan bakmam. İnsanı açılar benim için sınıf bakışından da inanç açısından çok daha önemlidir. Sınıf algımı binlerce sayfayla dile getirdim yeri burası değil. Devrimciliğim, sistem içine mahkum olan sınıf mücadelesi adlı reformist mücadeleden gelmez. Devrimciliğim, tarihsel bir algıyla, uygarlıktan uygarlığa geçiş olarak tanımlanır. Bunun için insan öğesi, sınıf öğesinden çok daha önem taşır. Sınıf algısı dardır insan algısı geniştir. İnsan algısı ise aynı yönelimin kültürel algılarıyla saflaşır. Bu yüzden kültür buluşmasını sağlayamayanlarla dost olmam, başladığı gibi mutlaka bir sürtüşmede  kırılıp biter: hasan balcıyla olan da tamamen budur.

Sonuçta, benim eleştirilerim bire bir kaynak oldu. Bu normal çünkü belge tutkunu olduğu iddiasında olan Hasan Balcı bu hengamede bulduğu temel belgeler arasında benim sunduğum belgelerin yer alması normaldir. Bu bile, beni hiç ilgilendirmiyor. Birine itirafçı dediğimde bunu kanıtlarla söylerim, bu nedenle üç yazıda itirafçı beşincisinde bu sıfatını kaldırıp atmam. Bu tutarlılık açısından da güvenilir olma açısından da önemlidir. Dolaysıyla hiçbir zikzag, hiçbir tutum beni ne uzaktan ne yakından ilgilendirmiyor. Bu tutumum aynı davadan yargılanıp yargılanmamamla ilgili değildir. Yüzlerce sayfadan, ayrıntılı tuttuğum not ve belgelerden oluşan veriler, tek tek her kişiyle aramdaki tarihin kanıtları olacaktır.
  
Gerçekleri kim hangi gözlükle görürse görsün, bu onu ilgilendirir. Sonuçta haklı görülüp görülmemenin de bir önemi yoktur. Benim dostluğum hiçbir ikircimlik olmadan başlar ve öyle biter. İkili yazışmalar sadece aynı kişilerin onayıyla herkese açık olur; bu yazışmalardan tek taraflı aktarımlar ise diğeri aleyhinde kullanılır olamaz. Tersi ise ahlaksızlık olur. Bu ahlaksızlığı yapanlar, ikili şebekedir. Elma şekerinin sapı, her defasında olduğu gibi, kendilerine batmıştır. Dost oldukları sürede yaptıkları gizli yazışmaları çarşaf çarşaf ilan etmeleri ise suratlarına tükürülmeyi hak eder. Onlar bu açıklamalarla vermek istedikleri tiyolara, ben ve benim düşünce yoldaşlarım, yani Acilcileri hiç etkilemez. Bu ahlaksızların yaptıkları ifşaatlar( kimi yazışmalarımı Hasan Balcın’ın onlara verip vermemesi gibi aptalca tiyolar) sadece ahlaksızlıklarına bir veri olur. Bu işin uzmanı MİT ajanı İbrahim yalçın her zamanki gibi işini yapmış oluyor. İtirafçıda tartışmada her şey mubah diye ondan geri kalmıyor…Şimdi hnerkes eğri oturup düzgün düşünsün, ve kendi kendine “bu şebeke, neden 30 yıl sonra Acilcilere karalama yapmaya başladıklar” diye sorsun. Acilcilere duydukları kini burada anlamak zor değil. Mihrac Ural ve yoldaşları böylesi çirkin işlere asla tenezzül etmeyecektir.

Kin ya da karanlık bağlantılı işleri olmayanlar, tartışmalar belli bir doyuma ulaşınca, anlamsız tekrarlara iltica etmez. Herkes kendi kanaatlerini muhafaza ederek, nokta koyar. Hasan Balcı’yla olun durumumuz bu oldu. En azından benim için durum buydu.

İlişkilerinde insan kullananlar, bu ikili şebekenin yaptığı gibi bunu itiraf etmekte gecikmiyorlar. İşin traji-komik yanı ise, MİT’in kullandığı kişi olmalarıdır. Elma şekeri mi? Sapı mı? her ne ise, insan ilişkisindeki ahlaksızlık, mide bulandıran tutumlar, cevapsız kalmamaktadır. Aldıkları cevapların şamarları altında içine düştükleri şaşkınlık ise benzerlerine örnek olsun diyorum.

İTİRAÇI  ENGİN ERKİNER’E GELİNCE

İtirafçı Engin Erkiner bir kez daha Suriye’ye kin kusmuş. Ülkemiz solunda böylesi bir kinle yazı yazına rastlamak çok güç; Negahan Alçı bile bu kadar değil…
Bölge hakkında zerre kadar bilgisi olmayan bu cahil itirafçının, Suriye düşmanlığı malumdur. Çünkü o Mihrac Ural’a düşmandır. Mihrac Ural’ın Suriye’ye yönelik emperyalist askeri saldırı karşısında şiddetle durduğunu bilmektedir. Tarafa olduğunu da açıkça da yazmıştır.  Bu nedenle İtirafçı Enginin Suriye düşmanı olmasının nedenini anlamak güç değildir. Çünkü Mihrac Ural, bu ahlaksızın bir polis işbirlikçisi itirafçı olduğunu belgeleriyle ortaya koymuştur.
İtirafçı gelenek haline getirdiği herkese saldırma abesini, bu kez Suriye’ye gelen CHP heyetlerine,  farklı devrimci etkinliklerine ve temsilcilerine karşıda tekrar etmektedir. Suriye’ye desteğin dünyanın gerçek tüm devrimci güçleri tarafından yoğunlaşarak ortaya konduğu bir dönemde,  bu tür cahillerin iç dünyalarındaki kini kusmaları normaldir. Devrimcileri doğruları arkasında durmalarından dolayı Muhabarat ya da  “Muhabarat ağızlı” diye suçlamaları bu kinle alakalıdır. Tüm itirafçıların ikiyüzlü olduklarını ve birbirlerine benzediklerini hatırlatmakla yetineceğim. Bildiğiniz Gibi itirafçı hiç yalan söylemez ama hep söyler…. http://enginnerkinerr.blogspot.com/  bu linke bir göz atın….
Bu güne kadar siyasi diye yazdığı hiçbir yazısı kendi soyutlamalarına ait olmayan bu cahilin, medya bilgisiyle kaleme aldığı yazıların, doğal olarak uluslararası medyanın Suriye düşmanlığıyla kesişmesini anlamak zor değildir. Bu türlerin itirafçılığı bir yana, Siyonist solcular olarak da tanımlanması gerektiğini sık sık yazdım.  Ak denizden Kafkaslara kadar uzanan bu bölgenin enerji yollarını güvence altına almak, nüfus alanı haline getirmek için ABD ve İsrail’in çılgın çabalarını dünyada bilmeyen kalmamıştır.  Rus, Çin ve Hindistan’ın yükselen bir güç olarak Ak denize, yani sıcak denizlere ulaşmasını istemeyen ABD-İsrail ve ortakları, İran ve Suriye’yi mutlaka çökertilmesi gereken engel olarak görmektedirler. Bölgenin kilit taşı olarak Suriye’nin bir an önce diz çökmesi en azından bir ilk adım olarak ısrarla istenmektedir. Son olarak ABD kongresinde konuşan, ABD Dış İşleri Bakanlığı bölgeden sorumlu diplomatı (eski Lübnan büyükelçisi ve Lübnan’daki tüm kirli işlerin baş sorumlusu) Jeffery Feltman konuyu bir cümleyle özetledi; “Amerika’nın bölgedeki çıkarları için Suriye’de Esad yönetiminin çökmesi gereklidir” .

Bütün itirafçılar herkese kin tutar, ezilmişliklerini örtmek için herkesi eleştirip, küçümsemeye çalışırlar. Bu bir psikolojik vakadır, doktor ya da klinik destek gerektirir. Ancak yüz binlerce insanın katledilmesini arzulayacak kadar kin taşıyanı tedavi için, klinik destek de yeterli olmaz.
Mihrac Ural’ın yazdıkları karşısında şamar oğlanına dönen bu aptalın şaşkınlığını normal görüyorum. Bu ara, “kullandık” dedikleri birinden şamar üzerine yedikleri şamalarla, bir tepsi dolusu elma şekerini sapıyla yuttukları görülmektedir. 

Bunak adam buna rağmen Suriye denince, akan sular duruyor, kin ve intikam kusuyor. Ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın ise bu konuda her zamanki sinsiliğini göstermekten geri kalmıyor; ortağına destek için ucunda dokundurmakla, bir ayağı karada bir ayağı derede dokundurmalar yapıyor. Adam sinsi yılın ya, işini biliyor.
Suriye halkçı yönetimiyle milyonları milyonlara katarak meydanları dolduran halkıyla bu karşı devrimi yenilgiye uğratacağı kesindir. Bu yenilgi, bölge halklarına düşman olanların yenilgisi olacaktır. İtirafçının yüzüne her defasında tükürdüğüm gibi, bir kez daha Suriye’nin onurlu halkı adına da tükürüyorum.  Bu ahlaksız söylediklerinin arkasında durmasını bilmeyecek kadar da erdemsizdir; gitsin Erdoğan’ın beslediği eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekesi komutanının emir eri olsun. Suriye halkına karşı şanlı ordusuyla birlikte savaşsın. Mihrac Ural böylesi bir savaşta, düşüncesini paylaşan yoldaşlarıyla birlikte emperyalist saldırılara karşı savaşacaktır. 1980’de Türkiye ve Kürt devrimcileriyle omuz omuza, bu gerici hamleye karşı savaştığı gibi (Detayları, konuyla ilgili yazdığımda vereceğim). 

Bu yanıyla Mihrac Ural kendi içinde tutarlılığını sürdürüyor. 1980’de de bu gün de savaşın ön cephesinde yerini alıyor. Ya sen aşağılık itirafçı, cahil soytarı, pis adam, kendi doğrularının arkasında durup, olası bir savaşta Suriye’ye saldıracak emperyalist gücün gurkası olacak mısın? Belki bu savaşın bir cephesinde, Mihrac Ural’la yüz yüzse gelirsin, ortağın MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı da birlikte getirmeni tavsiye ederim….