7 Oca 2010

112.dosya: Mihrac Ural’dan, Zeki Bayterine mektup


kimden : Mihrac Ural mircihan@gmail.com
kime : zeki bayterin
tarih18 Ekim 2009 22:23
konuRe : merhaba hoca


Değerli kardeşim, iki gözüm Zeki Bayterin,

Öncelikle sana kardeşim dediğimi hiç unutma. Bunu herkese söylemem. Benim algılarımda, insani erdemi dışında her şeyin biteceği ve değişebileceğini gösteriyor. Zamanın tüm değişimlerine karşın insana ait değerlerin bitmeyeceği ilkesi benim yaşam tarzımın esasıdır. Bu nedenle 35 yıldır birbirimize sadık yoldaş çevresiyle dost çevresiyle yürümeye devam ediyoruz.


İlişkilerimde bu kıstas diğer tüm kıstasların önündedir. Bu nedenle blogumun ana temasında ne sınıfsal ne de inançsal ne de etnik hiç bir aidiyetin insan erdemlerinin önüne geçemez diye mesaj gönderiyorum.


Bu mızıkacıları, vesvese tacirlerini, boş tenekenin çıkardığı sesler olarak alıyorum. Bunları tanıdık. Ne örgütlü bir çevre, ne de birbirini bağlayan bir siyasal ilişki. Tek dertleri toparlayıcı olarak gördükleri, güç olduğunu gördükleri, geçmişiyle bu günüyle onları her kapışmada sırt üstü yıkan gördükleri benimle uğraşıyorlar. Bir yıl kesintisiz yürüttükleri karalamalara rağmen bir sonuç alamamaları ve tam tersine, yazdıkça batmalarıyla ortaya çıkan doğrular, haklılığımızın bir göstergesi olarak belgelenmektedir.


Sıradan bir okur bile yazıları arasındaki derin çelişkileri anlamakta güçlük çekmez. Yazdıkça eski yazdıklarıyla, yeni yazacaklarıyla çelişkileri, uyumsuzlukları çoğalıyor. Bunu çok kişi de fark ediyor. Akıl almaz kurgular, akıl almaz yalanlar, ithamlar ahlak dışı söylemler, çoluk çocukları bile sürece katmalar. Bunlar ortak ülkemizin kültür ve terbiyesinin bilmediği şeylerdir. Bunun için, bunların yaptığı bir kin ve intikam olamaz diyorum, bu yapılanlar bir görevdir. Görevliyi ikna etmenin bir yararı yoktur. Onu MİT ajanı İbrahim Yalçın kendi el yazısı itirafnamesinde ayan beyan söyledi.


“Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık…


Örgüt bittiği zaman benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın İtirafnamesi s:9-10)     ( DEVAMI...... )





Bunların işi var değerli kardeşim işleri var bu iş bitene kadar bunların yaptığının arkasında devlet var. Bu kadar açık yazılmış bir belgeyi görmeyenler otursun düşünsün diyeceğim. Ama herkes görüyor ve biliyor. Buna inan.


Seninle ilişkime gelince. Sen onurlu bir insansın. Seninle dostluğumun temel kaynağı kimlik sahibi olman, kendin olmandır. Bu Ali Çakmaklı’nin katli olayında yanlış düşündüğün ve bana yazdığın zamanda öyleydi, bu gün doğruları kendi tecrübenle keşfettiğin zaman da öyledir.


Bu duruş beni tanımlar. İlkem öncelikle kimlik sahibi olan insanları gerekli kılar. Düşmanım da olsa onunla bu zemin üzerinde diyalog kurarım. Ama kimliksizler, bunların türünü insan türü içinde görmediğim için, ilişkisizlik, cevap vermezlik onlarla ilişkimin temelini oluşturur. Bir paranoyak bana kesintisiz ve bir o kadar dengesiz mailler atıyor. Bunlarla dosyasını şişiriyor, ama asla cevap almaz, çünkü kimliksizdir insan değildir.


Devletin adamı olan MİT ajanı muhatabım olmaz. Bunlar benim ilkelerimdir. Belden aşağı yazmayı ilke edinen itirafçı, benim muhatabım olmaz, “Son Nokta” dosyası yazısıyla buna da son verdik. Biz sadece okura saygımız gereği açıklama yapıyoruz: zaman zaman THKP-C(Acilceler) örgütü olarak halkımıza duyurular yapmakla yetiniyoruz. Bunlarla hesaplaşmamızı ise sana da söyledim. Yüz yüze geleceğiz. Yeminim var. Mihrac Ural’ı bilen yemininin ne anlama geldiğini de iyi bilir. O zaman söylenecektir son sözler.


Kimliksiz insanlardan ben çok çekinirim ama kimlikli insan “gelsin gözümü yesin” derler ya işte öyle. Seni böyle bildim. Bunu zedeleyecek hiç bir şey olamaz ve bunu artık kendi aramızda hiç bir şekilde konu bile etmeyelim. Varsın yalanlarıyla, kurgularıyla çıra gibi yansınlar. Bizlerin bu geniş çevre olarak bir araya gelişimize bin bir mana versinler. Bunun artık bir önemi yok.


Bunlar sadece Mihrac Ural’a karşı şaibe yaratma, vesvese oluşturmanın Saikleriyle görev yapıyorlar. Ölenlerimizi istismar ediyorlar. Timsah gözyaşları döküyorlar. Tekrarla ve iddiayla yazdım, bir süre sonra ölen ve şehit yoldaşların adını bile anmayacaklar diye. Ne Nebil’i, ne Ali‘yi, Ne Münteceb’i ne de başkasını… İlk fireyi verdiler. Bu yıl Müteceb’i anmadılar es geçtiler. İki yıla kalmaz hiçbir şehidimizi hiçbir ölenimizi anmayacaklar. Bu namussuz sürüsü, asla Acilci değildi ve olmadıkları için de ve THKP-C(Acilciler) örgütünü tasfiye edemedikleri için de TKEP’e sığındılar. Orada yaptıklarını yaparak TKEP’i tefsiye ettiler. Sonuç ortada, bu gün Acilciler yaşarken TKEP’in yok olması bile bunu anlatmaya yeter.


Soru sayılar ise, dönsünler tüm Türkiye solunun, tüm ülkenin genel seçmen sayısına oranına baksınlar, orada bu sorunun herkese şamar gibi bir cevabı bulunmaktadır; %1 bile değil…

Acilciler hiçbir zaman sayı değillerdi, hep tutumdu. Bu gün de yazılarımızla bunu gösteriyor duruşumuzla bunu yükseltiyoruz.

Seninle ilişkim bu temellerde yükseldi sürüyor. Sana her mailimizde siyasi yaz derdim. Yazı tarzın, anlatımın, soyutlamaların yoğunluğunu gösteriyordu. Onlardan da çok daha iyisin dedim. Ama asla sana ne yazacağını söylemedim. Yazılarına asla dokunulmadı. Yayın ekibinin paragraf düzenlemeleri ve imla unsurları dışında hiçbir şeyine müdahale edilmedi. Ama onlar bu yazıları senin yazmadığını söyleyip durdular. Çünkü onların kendilerine ait hiçbir şeyleri yoktur, bunun için kendi olan insan olan ve üretene karşı düşmandırlar şaibeli görüp vesvese yaratmayı görev sayıyorlar. Örgütsüzlüktür bu, çevresizliktir bu, çevre denetiminden ipi kopukluktur bu. Bu insanlık değil, başka bir türden olmaktır.


Sen yazdıkça onlar ezildiler. Sen Ali Çakmaklı’nın yeğeni değil de Zeki Bayterin oldukça onlar ezildiler. Ahmet Zubari, Nebil’in yeğeni yanıma geldi diye çılgına döndüler. Oysa Ahmet hatırlattı, yakında da ben açıklayacağım. Ahmet ben ve nebilin birlikte giriştiği çok önemli bir eylemin tam orta yerindeydi bizim mahalle ekibimizin bir militanı olarak görevini yerine getiriyordu. Bu nedir, bunlar bilirmi ki?. Kitle çalışmamızın Antakya’nın tüm köşelerini mahallelerini kapsadığı bir ortamda sorumluluğum altında, bir mahalle komitesi militanının Dayısı Nebil’in de sorumlusu olarak beni 32 yıl sonra görmesinin heyecanını, coşkusunu anlarlar mı ki…
Bunu anlamak için Acilci olmak gerek Zeki kardeşim, Acilci olmak gerek…


TKP-B döküntüsü birinin, TKEP tasfiyecisi İtirafçının ve MİT ajanının bunu anlaması mümkün değildir. Onlar görevlerinin mahkumlarıdır. Bunun için adam kendi el yazısıyla “MİT’ten 150 000 TL para aldım, onlara 1 kongreden bilgi aktarmak için gönderildim” diye el yazılı belgesine rağmen aynı cemaat içinde, bir onursuz ve bir o kadar şerefsiz ölü konuşturucusu, yalancı, 30 yıllık devrimci mücadele kaçkınıyla birlikte, kubbesine edilmiş cemaatin adamı olurlar.


Duyumları, üçüncü kişilerin onayına muhtaç söylentileri, belgesiz kanıtsız iddiaları, kendilerinden başka kimsenin uyduramadığı yalanları, açık el yazılı belgelere tercih ederler. İşte onlar bundan ibarettirler. Biz bunların tem tersiyiz. Çünkü Acilciyiz.


Son bedbahtlıkları, bir hezeyan oldu. Psişik vaka. Sendrom tutsaklığı.


Yerde gökte, her şeyin içinde ve dışında bir Mihrac Ural heyulası görmenin son raundunda çok komik ve bir o kadar onur verici emeklerimin sonuçlarını “deşifre” (!) etmeye başladılar. Zenginliğimi açıklıyorlar.

Esasında amaçları polise ihbardır. Ailemi, çocuklarımın adına varana kadar, ahlaksızca dillerine dolamanın başka ne anlamı olabilirmi ki? Üstelik yalanlarla döşenmiş iddialar.

Çocuklarım bulunduğum yerin okul birincileridir. Hep kendilerine layık olan yerde okudular halkın içinde ve devlet üniversitelerinde. Büyük oğlum Hukuk mastırını yaptığında bile bu ülkede özel üniversite yoktu. Paranoyak bunları biliyor, ama aşağılık kişiliği bu müdahaleleri yapmasını engeldir. Buna rağmen küresel yeni uygarlığı savunan ben, en ileri okullarda, en ileri teknolojilerin ortamında, en özgün ve özel eğitim alanlarında kendi çocuklarımın ve tüm çocuklarının okumasını savunuyorum. Bu benim ilkelerimle inancımla çelişkili değildir. Bundan onur da duyarım. Yoldaşlarımın oğulları da aynı okullarda aynı yüksek eğitimlerde okudu. Demokrasi anlayışım bu alanları tüm çocuklara açma mücadelesidir.


Demokrasiyi bunun için kapitalist emperyalist sisteme karşı bir özgürlük mücadelesi olarak görüyorum. Bu nedenle, yokluğu paylaşmayı ilkellik sayıyorum, devrimcilikle hiç ilgili olduğunu da düşünmüyorum. Daha çok zenginlik daha çok verimlilik daha çok demokrasi daha çok yüksek ve özgün okullarda çocuklarımızın okuması için programlar geliştiriyoruz: Benim mücadelem de budur.


Bu çapsızlarla, bilgi ve ön görülerimle yerden göğe kadar farklı bir siyasal duruşa sahibim.


Zenginliğim üzerine yürüttükleri her şeyin çok daha fazlasına tüm yoldaşlarımla örgütümle sahip olduğumuzu da bilmelerini istiyorum. Bu açıdan da çalışkan insanlar olduğumuz, üretici insanlar olduğumuz, paylaşan, güvenlikli ortam hazırlayan, emeklerimizin alın terimizin, düşünce ve tecrübe birikimlerimizin, tek kuruşu harama değmemiş, kimseden tek bir kuruş yardım görmemiş sadece ve sadece mücadele eden yoldaşlarımla birlikte oluşturduğumuz onların da bildiğinin on katı olan maddi gücümüzle dimdik ayaktayız.


Ya onlar, kırk yıldır tek bir yoldaşlarını evlerinde barındıramamış, hatta geleni kovmuş. Kimseyle bir şey paylaşmamış, tersine tokatçılık bile yapmış, beceriksiz, vasıfsızlığı, “her işi yaparım” diyerek övünecek kadar aptallaşmıştırlar. En silik işlere ve en kolayına yönelip fuhuş kapılarında erketecilikten farkı olamayan işleri içine sindirmeyi kabullenmiş durmuşlar. Bunların benimle kıyaslanmaları elbette ki mümkün değildir. Nasıl olsun ki…


Bunlar 12 Eylül kaçkınları. Korkak ve kaypaktırlar. 31 Temmuzda Adana zindanından 30 devrimciyle firar ettim. Örgütümün kararı ve ısrarıyla bir süreliğine yurt dışında güvencede olmak için çıktım. 12 Eylül yoktu. Kenan Evren de bunu yapacağına dair bir tiyo vermemişti…


12 Eylülden kaçmak için, 12 Eylülün olması gerek. Bu durumda12 Eylül korkusuyla kim kaçmıştır. Açık 12 Eylül darbesi sonrası yurt dışına kaçanlardır. Bunlarda malum İtirafçısından.


Peki nereye kaçtılar. Kaçtıkları yerde yiyecekleri bir sofra, başlarını koyacakları bir yastığı nasıl buldular? Esas soru budur. Bunu yaratmak da bana düştü.


Güvenli bir liman, asgari tüm sorunların çözüldüğü bir alan, insanca yaşamdan daha çok şeyi sunan ve siyasal tüm etkinliklerini icra edecekleri bir zemin buldular. Bu 12 Eylül kaçkınları. Kaçış varsa 12 Eylülde ülkede olan ondan kaçmıştır. 12 Eylül olmadan önce yurt dışına çıkan 12 Eylülden kaçmış olmaz. Hele hele, 12 Eylüle karşı direniş için, askeri kamplar, evler, iş yerleri, pati okulu gibi alt yapıları, kongre gibi bu gün gölgesine iltica etmek istedikleri dev organizasyonları, Konferansları, FKBD Cephesi gibi ortak ülkemizin tüm sol güçlerini içinde toplayan etkinliklerin kurucu üyeliğini, Devrimci Birlik Platformu kuruluşunu ve tüm devrimci güçlere tüm olanaklarıyla yardım sunumunu gerçekleştirmiş ise bunu yapan ekibe ve başında olan insana sadece gerçek Acilci denir. Bizim istediğim tek rütbe de budur.


Örgütüm adına daha çok zenginlik üreteceğim. Daha çok yüksek ve özgün yerlerde okuması için tüm halkımın çocukları için çalışacağım. Evimin duvarları, herkesin bildiği açık ve aleni olarak şehit yoldaşlarımın, anıları ve fotoğraflarıyla dolu. Binlerce kitabımla örülü her taraf. Bu kitapları zindan sürgünleri boyunca yanımda taşıdım. Sınırları geçince sırtımda dereler tepeler aştım. Onları korudum. İddia ediyorum bu alçak sürüsünün bir tekinin evinde bir tek şehit yoldaşın fotoğrafı yoktur. Birlikte taşıdıkları on yıl öncesine ait bir tek kitapları var mıdır? Hiç biri yok. Bunun için dostlukta bile tutarsız yoldaşlıkta bile haindir bunlar. Örgütümüze karşı yaptıkları gerçekte tek tek en yakınlarına karşı yaptıklarından hiçte farklı değildir.


Bu çakal sürüsü tırnağımız kadar yetenekli olamazlar. Anlattıkları her şeyde bu ekibin yeteneklerini üstünlüklerini anlatıyorlar. Anlatımları kendi zayıflıklarını, yeteneksizliklerini dile getiriyor. Bunun için meyve veren ağacı taşlıyorlar.


Bu cemaati ebede kadar Mihrac Ural yazmaya mahkum ettim dediğimde. Çoğu kimse anlamadı. Tekrar ediyorum bunlar Doğu Perinçek’i bile aratan bir ihbar öbeğidirler. Tenekeciler sitesi olmaları boş tenekenin çok ses çıkarmasıyla ilgili bir espridir. Akademisyen Demir Bilgin’nin güzel bir esprisiydi. Yapıştı da. Bunlar görev yapıyorlar devlet adına. Bizleri her şeyiyle ihbara ederek, bulunduğumuz ülkeden ve mesaj gönderdikleri muhabaratından darbe yememizi planlıyorlar. MİT’e bilgi sunuyorlar. MİT’in son dönemde gelişen, Muhabaratla ilişkisinin bize zarar vermesini tasarlıyorlar. Çünkü bunların aklı hep bir yerlerin gölgesinde başkasına zarar vermek yatıyor. “Kongre delegelerine çağrı 4”te muhabaratın tüm birimlerine yaptıkları çağırı bunların her yerde ve zamanda bir istihbarat ilişkisi içinde olduklarına ve bunun arayışını yaptıklarına kendi yazılarından bir kanıttır, belgedir. Bunlar hasımlarına kendi güçleriyle değil başkasına dayanarak vurmaya kurgulanmış zayıf ve hastalıklı kişilerdir. Bu kişiler görevleri gereği Özel Harp Dairesinin kuklaları olarak, örgütümüze ve bana karşı durmadan yazmaya mahkumdurlar. Onların çehresini açığa çıkırdım. Kamburları gözüktü. Biri itirafçı biri ajan. Bu kamburu yeryüzünde örtecek bir örtü de yoktur. Bunun için ebede kadar beni yazacaklar.


MİT ajanı İbrahim yalçının sözünü hatırlayın: “Örgüt bittiği zaman benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın İtirafnamesi s:10)

Olay budur.


Buna karşı ülkemizin demokrasi mücadelesi için, MİT’e karşı ve muhabarata karşı duruşumuz açık ve nettir. Devlet denilen aygıta karşı duruşumuz açık ve nettir. Acilciler tüm devletlere karşı güvensizdir, gerici, faşist, kapitalist tüm devletlere karşı da savaşı vardır. Demokrasi mücadelemizin ilkesi budur. Bunun için Acilcilik, iki tokat yemeden polis işbirlikçisi itirafçı olmak değildir. Bunun için, Acilcilik, hiçbir hal ve koşulda devletten ve istihbarat teşkilatlarından para karşılığında kendini satmak değildir.


Acilcilik direnmektir, bağımsız siyasal çizgide ısrardır, milliyetçiliğe ve onun bölücülüğüne karşıdır, ortak ülkemiz demokrasi mücadelesinde öncülüktür. Sayı değil tutumdur.

Gözlerinden öpüyorum, Hanımına ve yeğenlerime selamlarımı iletiyorum.

Mihrac Ural
18 Ekim 2009



ZEKİ BAYTERİNİN MEKTUBU


kimden : zeki bayterin
kimemircihan@gmail.com
tarih18 Ekim 2009 19:42
konu: merhaba hoca
gönderen: hotmail.com

ayrıntıları gizle 19:42 (2 saat önce)

Ne söylerlerse söylesinler cevap verip aynı seviyeye düşmemekte kararlıyım. Söyleyeceklerim bizzat yüzlerine söylendiği zaman cevap vermiş olurum, seninle yazıştığım günden bu yana nokta kadar birşey söylemediğim bilinsin istiyorum. Hiçbir şeyde bence karanlık değildir, hakkımda söz söyleyen ama adı olmayan iki alçak bence nettir hayatında hiç domates yemeyen hurmayı çok seven zatın ayakçısıdır ikisininde dümbüklüğü adanada tescillidir. H.K. bizimle nokta kadar alakası yoktur diğeri H.A. benzerleride çoktur kendilerine müdür seçtikleri her yere aday olan birkaç mühendis yada avukatla 30 yılı rant arayışı içinde geçiren alçaklardır. Dostlarım tarafından bilinmesini isterim ki devrimci kurumlardan en alta kahve köşelerindeki sandalyeleride kaldırılmıştır, tarih tekerrürden ibarettir çeyrek asırdır ben kapandım şimdi onlar kapanmak zorunda kalacaklar, domatesi yemeyenden ayrılma şansları yoksa onunla birlikte onursuzluğu paylaşacaklar.


ayrıca ektede yazım bulunmaktadır.


Sevgiler hoca
Zeki BAYTERİN

***********************************************************



87. Zeki Bayterin (53.)

kimden : zeki bayterin
kimemircihan@gmail.com
tarih21 Ekim 2009 22:23
konubilgi paylaşımı
gönderen:  hotmail.com
ayrıntıları gizle 22:23 (16 dakika önce)


merhaba hoca

bunlardan söz etmek istemezdim hoşumada gitmiyor ortak arkadaşımızdan kasıt serdar'dır 80 dan sonra hep klüpçüdür abiside klüpçüdür ayhanda adanada kaldığı dönemlerde bu ikiliyle sürekli birliktedir serdarın abisi bülentin birlikte olduğu kadın bursa sosyal evlerinde çalışır arap ayhan türkiyedeyken bu ailenin çocuğu olarak herkesçe bilinir annesi olarakta serdarın abisi bülentin birlikte olduğu kadın esas anasından daha çok bilinir çok söz var belkide ayhan hayalidir habersizdir diye düşünüyorum sadece düşünüyorum

sevgiler
Zeki BAYTERİN

************************************************



88. Mir

kimden : Mihrac Ural
kime: zeki bayterin
tarih21 Ekim 2009 22:39
konuRe: bilgi paylaşımı
gönderengmail.com
ayrıntıları gizle 22:39 (2 dakika önce)


Değerli kardeşim, yoldaşım Zeki Bayterin,


Bu konulara asla girme. Sen yazılarınla kendinsin. Yazdıklarınla onları ezdin. İnanmıyorlar da. Çünkü onlardan çok iyi çıktın, bu açık olunca gerçeğin ne olduğu ortaya çıktı, onları ürküttün. Yalancılar, kurgucular gerçeklerden korkarlar. Senden korkuları da gerçek olmandır, gerçekçi olmandır.


Bir yoldaş nasihati olarak kabul et. Kimseye belgesiz kanıtsız bir yaklaşım yapma. Belgeli kanıtlı da olsa kimsenin ahlaki değerlerine el sürme. Biz insanlık erdeminin bir ürünüyüz aynı zamanda. Öyle olmasaydı kültür diye insanlığı insan yapan bir veriyi üretme durumunda olamazdık.


Bırak bu konuları insan türene evrimini tamamlamamış itirafçılar, ajanlar, ipi kopmuşlar ele alsın, onların kişiliğiyle uyumludur bu konular, ama bizler buna eğilim göstermeyeceğiz.


Sen daha çok siyasi ve kültürel yaz. Onlaraın yüzüne kendi aynanı tut ki, kim olduklarını öğrensinler, kimlerle karşı karşıya kaldıkların anlasınlar.


Baki selamlarımla.
Mihrac Ural
21 Ekim 2009