1 Eki 2010

197. DOSYA KİN GÖZLERİ BİR KEZ KÖR EDİNCE…

197. DOSYA
KİN GÖZLERİ BİR KEZ KÖR EDİNCE…

Mihrac Ural
1 Ekim 2010

Türkeş ölümden nasıl kurtuldu” yazım örgüt ve ülke siyasal tarihine yazılmış bir katkıdır. Bir anıdır ve Nebil yoldaşın anısına bu açıdan da anlamlı bir göndermedir.
Ölü konuşturucusu rahatsız olmuş. Normal. Kin insanı paranoyak yaparsa böyle olur. Onun için uzun zaman önce hazırladığım derli toplu bir yazı duruyor. Bir dostuma da okuttum. Ama  adam o kadar değersiz ki yayınlamayı gereksiz gördüm. Ancak bu yazı bir anı ve bir tarih olması nedeniyle yöneltilen her eleştiriyi ele almamı gerektiriyor. Eleştirenin kişiliği değil, yazının içerdiği mesaj bunu hak eder. 
Birincisi; Türkeş eylemi, S kod adlı ölü konuşturucusunu her açıdan çok aşan bir eylem. O ne bu eylemin hazırlığında, ne de karar alımında herhangi bir şeydir. Ona görev verilmiştir hepsi bu kadar. Diğer görevliler ve görev yerleri ve ortaya koydukları etkinlikleri bilmiyorsa ki çok doğaldır, bu da işimizi çok iyi yaptığımıza bir göstergedir.
Bu eylemin tüm sorumluluğu bana aittir emekler katkı yapan tüm yoldaşlara aittir. İskenderun ayağı, Antakya ayağıyla eylem derli toplu bir çabanın sonucudur. Buna katkı yapan yoldaşların emekleridir. Uydurma olan, bu eylemde Asi kenarındaki evde bulunmasından dolayı görevlendirilmiş birinin hezeyanıdır. A.Ç yoldaşın baba evi eylemin konacağı yere çok yakındı. Ancak o kesitte çok genç olmasından dolayı bu görev direk ona tevdi edilmemiştir.
İkinicisi; Bu anı eylem öncesi ve sonrasını açıklayan bir yazıdır. Yargıya intikal eden yönüyle ilgili değildir. Dava konusu, o davada olanların açıklamasına ihtiyaç duyar. Bu yazımın konusu dışındadır.
Benim anlattığım eylemin bizatihi kendisidir. O eylemde yer alanlar, isimlerinin baş harfi gösterilenler bilinen yoldaşlardır. Ayrıca yazı yazılmadan önce (Z.Ş ve yanında olan S hariç) herkesle tekrar tekrar konuşulmuş onayları alınmıştır. Kimisi ismini tamamen değiştirmiş kimisi baş harflerle geçmesini istemiş kimisi açık isim belirtilmesinde bir sakınca görmediğini dile getirmiştir.
Ölü konuşturucusunun bir özelliğidir, kemiksiz cümleler, sinsice yalan bilgi aktarımları onun işidir. Yazıda adı geçenlerin sözlerini “adları yazılan kişiler adına yapılan açıklamalar diye ifade etmiş. Oysa kolayı vardı; bu kişilere direk sorarak gerçek öğrenilebilinirdi. Ama adamın ahlakı bu. Ölü konuşturucusu hep bunu yapmıştır. Eylemlerden söz etmiş, ama eylemi yapanlara sormamıştır. Ölüyü konuşturmuştur,  ama olayının içinde olanları ötelemiştir. Bu bir ahlaksızlıktır.
Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu” yazısında adı geçenlerin açıklamaları, hiçbir değişiklik yapılmadan yazıya tırnak içinde aktarılmıştır.

Üçüncüsü; Yazı direnme tarihimizin, dik duruşlarımızın, güzel örneklerimizin gelecek kuşaklara aktarılma amacı taşımıştır. Kinle gözleri kör olanlar hesaba katılmamıştır, aklımızın ucundan bile geçmemiştir.
Her sözü bir manaya yorma hezeyanıyla kendileri kast edilmiş sanısında olanlar, bu örgütün uzun ve zorlu mücadelesinde hiçbir yere ve anlama sahip olmadıklarını artık anlamış olmaları gerekmektedir.
Dördüncüsü;  Yazıların üzerindeki tarihle yayın tarihleri arasındaki kayma tamamen teknik bir tercihtir. Yayın tarihi ve üzerindeki tarihin farklı olması özel bir anlama sahip değildir. Bazen bu konuda bir günlük kaymalar normaldir. Özellikle şehit anılarında bu çok normaldir. Yazının ilgili anma gününde yayınlanması için bu teknik tercih yapılabilir.
Her şeyden nem kapan sinirleri zayıf insanlara bu yazıları okumamayı tavsiye ederiz.
Beşincisi; Nebil yoldaş birkaç sayfa okuyunca “uykum geliyor” demesi, kimsenin sinir sistemini bozmasın. Bu onu ne küçültür ne de başka bir olumsuz etki yapar.
Nebil’le Ataker ilkokulunda hiç okumadık, okul sahasında da top oynamadık. Ama mahallelerimiz de çok top oynadık. Bunun konuyla ne alakası var anlamak güç.
Siyasal ve örgütsel süreçten söz ediyorum. Nebil, ekibimin temel bir militanınıdır, örgütlü siyasal süreçte Nebil’in durumunu ölü konuşturucusu bilemez. İçgüdüsel reflekslerini göstermeden önce sormayı öğrenmeli. Nebili tanıyan, illegal sürecin her anında beraber olanlar yaşıyor. Sormadan yazmak geviş getirmektir.
O, 15 dk’lık ceza evi ziyaretinden arta kalan bol yalan üretimini tercih ediyor; bu da bir tür görevdir…
Nebil’in okuma ve yazmaktan sıkılma özelliğini yakın yoldaşların tümü bilirler. Nebil’in geride hiçbir yazınsal iz bırakmaması bu açıdan büyük bir hata. Yazsaydı, en azından kendisiyle ilgili ortaya atılan sallamalar olmayacaktı, çakallar inlerinden kalacaktı.
Bu hatasını anlatan satırlarımı, özel olarak parlatıp kıytırık “pusula” hikayeleri yaratma çabalarını elimin tersiyle itiyorum.
Bu kişi, 1976-1978 kesitinde örgütsel çalışmamızın neresindeydi onu bir söylesin hatırlasın. Gerisi teferruattır.
Daha önce özel olarak yazdım, bir daha özetle belirteyim, Antakya gerçeğinde, örgütün imzasını taşıyan, istisnasız hiçbir eylem, hiçbir grev dağılımı, hiçbir yayın, bildiri, duvar yazıları, afiş yapıştırma, miting, işçi grevi, sendika çalışması, dernek kuruluş ve faaliyetleri, mevzilenme, her yönüyle eğitim Mihrac Ural’ın bilgisi, oluru olmadan yapılmamıştır, yapılamazdı da. Tersini söyleyecek kişinin anlını karışlarım.
Ölü konuşturucusu, uykun gelmiştir git  yat.
Bilmediğin alanlara da bir daha girme.


Altıncısı; itirafçı Engin’e. “Takip Antakya’dan başlamış” diye buyurmuş… Breh.. Berh.. ne keşif ne keşif. Sevsinler seni.
Engincik, Antakya örtüsü kamburunu örtmeye yetmez, biraz daha büyüğünü bul.
Tek kaynağın ölü konuşturucusunun yalan ve uydurmalarıdır. Bunu biliyoruz. Ama bu, doğum günün 19 Ağustos 1977’yi değiştirmiyor.
Engincik, sen o gün anlam kazandın, bu bitti… Geçmiş olsun…
Tek tokat yemeden düştüğün itirafçılık ihaneti, ser verip sır vermeyenleri kirletmeye yetemez.
Antakya ve acilcileri bu örgüt için hayatlarının her olanağını özveriyle ortaya koydular. Antakya çalışmalarında en az 3 yönetici kuşağı ardı arkası kesilmeden örgüte sundular, örgütü dik tutular. Bu güne kadar geldiler.
Sen gittiğin her yeri yıktın. Ankara’yı tam tasfiye ettin, İstanbul’la birlikte tüm örgütü yok etmeye çalıştın. Ortağın MİT ajanıyla başardığınızı da sandınız. Ama hesaplarınız tutmadı.
Antakya imdada yetişti. Antakya’nın yetiştirdiği Acilciler, diğer bölgelerde, senin bilmemen nedeniyle polise ifşa edemediğin yoldaşlar omuz omuza örgütü ayakları üzerine diktiler, yurtdışında örgütsel göreve, Filistin halkıyla dayanışmaya, yayınlarını tekrar çıkarmaya, Türkiye devrimci ittifaklarına koştular. İşkence, zindan, mültecilik koşularına meydan okudular: Sen ise hep kaçtın, örgüt üzerine örgüt devirdin, çünkü sırtında kocaman bir kamburla yaşıyordun.
Geride tek bir örgütlü birimin, tek bir örgütlü kadron kalmadı. Sen hep yıktın.
Ben ve yoldaşlarım, karınca kadarınca, çevremle birlikte örgütlü bir güç olmak için emek verdim. Bunu görev saydım. Hiçbir baskıya, hiçbir güce angaje olmadım. ülkede ve yurtdışında bunun bedelini ağır ödedim ama dün gibi bu gün de dik duruyor, çok insanın hayallerini aşan moralle yoluma devam ediyorum.
Aptal itirafçı, örgüt tarihini kah kendisinin kaçış tarihi 1982’ye, kah MİT ajanı ortağının deşifre edildiği tarihe bağlıyor (1988). Malum ya, tımarhanede kendini dünya merkezi sayan çok isim var. Bu normal.
Bilmemek ayıp değil bilmeden konuşmak ayıp.
1990’lara giderken, sosyalist sistem çöktü, ülkemizin dev siyasal örgütleri buharlaştı (senin TKEP de dahil). Devletler yıkıldı, sosyalizm algıları alt üst oldu. Haklı etnik özgürlük hareketleri gelişti. Dünyanın bu arbedesinde değişmemek, gelişmeleri yeniden okumamak siyaset yapmayanların işi olabilir ama devrimcilerin değil. Birileri  yeniyi algılayıp yeniyi yakalamadan buharlaştıysa, herkesin öyle olması mı gerek?.
Acilciler örgütü bu tarihi adım adım izledi. Tavır koydu. Gelişti, bunu istisnasız her siyasi olayla ilgili yazınıyla ve özel teorik araştırmalarıyla tartışmaya açtı.
Gücümüz şu ya da bu demeden bu teorik yaklaşımını pratikte nerede ise orada fiili bir sürece çevirdi. Az demedi, çok demedi tutum aldı. Cesurca davrandı. Bunun arşivi itirafçının boyunu çok aşar. Binlerce makale, açıklama, broşür, kitap, dergiyle bu süreci merkezinde oldu.
Kararlılıktan taviz vermeden, disiplinli çalışmaların ürünü olan, bu gün de herkesin tanık olduğu siyasal yazım performansımızla buradayız demeye devam ettik.
İtirafçıların, satılmışların, Doğu Perinçek’i aratmayan ihbarlarına,  aile ve ilgisiz şahsi her şeyi bir lağım gibi ortaya dökmelerine, yalan kurgularla teşhircilik yapmalarına karşın, siyasal yükümlülüğümüzü örgütsel bir algıyla sürdürmekten geri durmadık.
İhbarlarla gözaltına alandık (26 Mart 2010). İfşa edilen gizli bilgilerle, magazine çevrilen siyaset dışı konularla, kin ve MİT görevlisi olarak üzerimize gelmek isteyenleri, 3 yıllık iflaslarıyla ödüllendirdik.
Bu ihbar şebekesinin özel Antakya düşmanlığını 3 yıldır süren iflaslarında açıkça ortaya çıkardık. Hedef kitlemiz mesajı tam aldı. Bu büyük bir kazanımdı. Acilcilerle milliyetçiler karşı karşıyaydı, bu anlaşılmıştı.
 Ama Acilciler ilk günden beri, her türden milliyetçiliğe ve bölücülüğe karşı, mozaik dokularının tüm renkleriyle ortak ülkemizde demokrasi mücadelesini kararlılıkla sürdürmeye devam etti.
Antakya, diğer alanların yiğit Acilcileriyle üretti, değer kattı.
İtirafçı ve MİT ajanı ortağı ise yıktı, teslim etti. Takibatta düşmek ve düşürmek de örgütü satmakta onların işi.
Engincik, takibatı arıyorsan Antakya’yı geç, o çok uzağa düşer.
Takibatı, kendinde ve ortağında ara; başka yerde yok.