7 Oca 2010

46.dosya :



Mehmet güzel
Bedreddin mahir Kime: tanik1982

ayrıntıları görüntüle 14:43 (1 dakika önce) Yanıtla


---------- Yönlendirilmiş ileti ----------

Kimden: mehmet guzel

Tarih: 21 Kasım 2008 Cuma 10:25

Konu: Engin Erkiner'e Yanıt

Kime:



- Alıntı metni gizle -





Değerli arkadaşlar,



Engin Erkiner'in yaptığı karalamalar, geçmişimize ve şehitlerimize yaptığı saygısızlıklar ve küfürlere yönelik aşağıda ve ek'te kişisel yanıtımı içeren yazıyı sizlerle paylaşıyorum. Bu konuda sizleri rahatsız etmekten samimice utanıyorum. Bu konular cansıkıcı hale geldi. Ama bir tarafta durmadan bir karalama makinesi çalışıyor. Bizim değerlerimiz nezdinde tüm devrimci değerlere saldırıyor. Bunların karşısında susmak onu onaylamak anlamına gelirdi. Bu nedenle anlayışınıza sığınarak yanıtımı sizinle paylaşıyorum.



Selamlar.



Mehmet Güzel.









Engin Erkiner,



15 Kasım 2008 tarihli bir e-posta iletisi ile birçok kişiye postalamış olduğun yazı elime geçti. Buna benzer iletileri daha önce de okumuştum. Ayrıca zaten kimi makalelerinde hareketimizin geçmişine, eski-yeni yoldaşlarımıza ve şehit yoldaşlarımıza yönelik karalamalar, küfürler, çarpıtmalar ve saygısızlıklar fazlasıyla vardı.



1982'de bu örgütten ayrılmanın temel nedeni; polisteki olumsuz tutumundan dolayı örgütün senin sorumluluğunu sınırlaması idi. Polise düşmüş, bildiğin her şeyi ele vermiş ve örgüte büyük darbeler vurulmasına neden olmuştun. Böylesi koşullarda örgütte sorumluluğun ve bilgilerinin sınırlandırılması çok doğaldı. Bu sınırlandırmalardan dolayı önce Suriye'den Avrupa'ya geçtin, oradan da TKEP'e kapağı attın. Çünkü bu örgütte geçmişin parlak değildi. Kişiliğin ve pratiğinle uyumlu olmayan teorinin kıymet-i harbiyesinin olmadığını görüyordun. Senin davranışlarını belirleyen, kariyer beklentindi. "İdeolojik ayrılıkları" da bu beklentiler besliyordu.



Kapağı TKEP'e atmakla kalmadın. Ayrıldığın andan itibaren örgütü karıştırmak, sorunlar yaratmak, ufak çelişkileri kışkırtarak büyütmek için elinden gelen her çabayı gösterdin. Bunu, kapağı attığın örgütün desteğini alarak da yaptın.



1982'de örgütten ayrıldıktan sonra mücadele anlamında tek hedefin vardı: Eski örgütün. Türkiye'nin siyasal-ekonomik sistemi artık mücadele hedefinden çıkmıştı. Acilcilere karşı mücadele, neredeyse senin temel hedefin haline gelmişti.



O günden bu yana ya birileri seni buna memur etmişti, ya da buna sen gönüllü olmuştun. Çünkü bu konudaki uğraşların devletin Özel Arp Dairesinin çabalarıyla birebir uyumludur. Ülkemiz ve halkımız bu medreseyi çok iyi biliyor: Doğu Perinçek medresesinden takdirle mezun olduğunu kanıtlıyorsun. Onun boşluğunu hiç hissettirmiyorsun. Bu konudaki azmini takdir etmek gerek. 26 yıldır bitmek bilmez bir azimle (buna bitmeyen bir kin, dinmeyen bir kuyruk acısı da diyebiliriz) bu örgüte karşı mücadele ettin.



Bir dönem bu örgütün içinde yer almış biri olarak sen, devletin verebileceği tahribatın daha fazlasını vermeye çalışıyordun. Fırsat olarak gördüğün her şeyi bu örgütü yıpratmaya yönelik olarak değerlendirdin. Şüphe uyandırma, dedikodu yayma, provokasyon yaratma, illegal konuları deşifre etme yöntemlerinin tümüne başvurdun. Mihrac Ural nezdinde örgütü hedefine koymuştun. Bu hedefin 26 yıldır değişmedi. Ama bu hedefini değiştirmeme adına kendini değiştirmeği göze aldın.



1982'ye kadar hedefin devrim ve sosyalizm, kendin de devrimci idin. Örgütten ayrıldıktan sonra ise hedefin, ayrıldığın örgüt ve bu örgütün lideri Mihrac URAL oldu! Kendin ise artık nesnel olarak, karşı devrim saflarındaydın. Çünkü öznel niyetin ne olursa olsun, içinde bulunduğun konum ve verdiğin çabalar bu devlete hizmet ediyor. Yani kinin, nesnel olarak seni karşıdevrim saflarına çekmiş bulunuyor.



Ele aldığın konuları çarpıtma yöntemin çok iğrenç. Ben, ilk çarpıtma girişimlerine karşı doğruları açıklayan tarzda yazmaya karar vermiştim. Çünkü bizzat tanık olduğum olayları, içinde yer aldığım konuları (Müntecep Kesici yoldaşın olayı, Filistin kampları, 1982 Haziran Filistin-İsrail savaşı, Bassit koşulları, Suriye'de örgütün konumu, vs.) ters yüz ederek çarpıtıyordun. Ama sonradan anladım ki, senin zaten "gerçek" diye hiçbir kaygın yoktur. Ne kadar şüphe yaratırsan, ne kadar mide bulandırırsan o kadar tahribata neden olursun, bu da senin için kardır. Mantığın tamamen budur.



Müntecep Kesici olayını diline dolamışsın ve polisin bile öne sürmediği iddialar öne sürerek bu konuyu tersyüz ediyorsun. Müntecep Kesici öldüğü zaman olay yerindeydim. Bu olayı çarpıtma yöntemine bakarak hayret ediyorum. Acaba ben farklı bir olaya mı tanıklık etmişim? Olayın tanığı iken yanılan ben miydim? Olay olduğunda binlerce kilometre uzakta, Avrupa'da örgüte kin bileyen Engin'in anlattığı olay başka bir olay mıydı? Bir yoldaşımızın ölümüne neden olacak kadar kışkırtıcı, tahripkâr davranıyorsun. Kışkırtmaların içimizde kaynamalara neden oluyor. Çok değerli bir yoldaşımızı bu kaynamalar sonucu yitiriyoruz.



Bu sefer, neden olduğun bu ölümü de ahlaksızca kullanmaya kalkışıyorsun. Ölümüne neden olduğun değerli yoldaşımız şu an yaşıyor olsaydı O'nu "Alevi-Arap, Suriye'nin Muhabarat elemanı bir casus" olarak çok kolayca niteleyecektin, -şu an bu etiketi utanmazca bu örgütün değerlerine saygı duyan herkese yapıştırmaya çalıştığın gibi. Ama o yoldaşımız şimdi senin eserin olarak yaşamıyor olduğu için, O'nun ölümü üzerinden tahribat yapmaya devam ediyorsun; sen ölü sevicisin!



Mihrac Ural'dan sempatizana, hatta bölgemizde halkımız arasındaki en sıradan bireye kadar, içimizdeki Müntecep Kesici sevgisinin milyonda birine sahip değilsin. Sen Müntecep Kesici'nin sadece ölümünü seviyorsun! Bundan yararlanmaya çalışıyorsun.



Filistin mücadelesini de diğer konular gibi tersyüz ederek ortalığı bulandırmaya çalışıyorsun. Filistin mücadelesinde bulunan yoldaşlarımıza (bu arada bana da) "paralı askerler" deme utanmazlığında bulunuyorsun.



1982 Haziran savaşında onlarca yoldaşımla beraber başından sonuna kadar (savaş 3 ay sürmüştü) bulundum. Onun öncesinde de Lübnan'da Filistinlilerle birlikte idik. Onlarca yoldaşımla birlikte gönüllü olarak ve örgüt kararıyla oradaydık. Askeri-siyasi eğitim, İsrail saldırılarına karşı koyma, İsrail içlerine tatbikat giriş-çıkışları dahil, fiili mücadelede yer alıyorduk. Hangi güç bizi, inanmadığımız bir savaşın içinde tutabilirdi? Hiçbir zaman yakından görmediğin, koşullarını, ruh halini bilmediğin, belki de Lübnan'a bile geçmediğin halde kamplarda bulunan, savaşa giren insanlar adına, bizim adımıza yargılarda bulunup gerçekleri tersyüz ediyorsun? Kampları "yatacak yeri ve parası olmayan devrimciler için" diye açıklıyorsun. Belirli bir aylık için orada olduğumuzu iddia ediyorsun. Hangi hakla, kimin adına bu yargılarda bulunuyorsun? Bu savaşa katılanlardan hiçbirinden bunu duymadım. Savaşta yan yana olduğum, aynı mevzide bulunduğum hiçbir yoldaşımda ifade ettiğin ruh halini görmedim. Oradaki koşullar ve ruh hali, senin hariçten gazel okuduğunla hiçbir benzerlik taşımamaktadır. O anlattığın şeyler ancak kendini pazarladığın öykülere hayali bir senaryo olabilir. Ama gerçeğin yanında bile duramaz. "Bir grup gelmişti, çoğu henüz kişiliği oturmamış çocuk yaşta kişilerdi" dediğin kişilerden biriyim. O küçümseyerek "çocuk" dediğin insanlar, ülkemizin siyasal koşullarının sonucu olarak çok erken yaşta mücadeleye atılmış, yaşları ile orantısız olgunluk kazanmış, sorumluluklar üstlenmiş insanlardı. 17–18 yaşlarında mücadeleyi ve devrimciliği kişiliğine büründürmüş insanlardık. Unutma, Erdal Eren 17 yaşında idam edilmişti! Kısacık yaşama çok şeyi sığdırmak durumunda olduğumuz tarihsel koşullardı o yıllar. Bunları o dönemde benim üstümde bir "yönetic" olmaya çalışan birine anlatmak zorunda kalıyor olmaktan utanç duyuyorum.



Filistin mücadelesinde yer alan yoldaşlarımızı "paralı askerlik" anlamına gelen şekilde değerlendiren, o mücadelenin bir parçası olarak çatışmalarda şehit düşen yoldaşlarımızı "şehit değildir" diye küçümseyen saygısız, edepten yoksun yaklaşımını lanetliyorum. Hareketimizle, geçmişimizle ilgili yaptığın her değerlendirme, bilinçlice çarpıtılmıştır. Bu değerlendirmeleri düzelten uzun açıklamalar şeklinde yazmayı gerekli görmüyorum. Mihrac Ural yoldaş bunu yaptı zaten.



İnancı doğrultusunda verilen mücadeleye saygı… Ölümlere saygı… Bunlar halkımızın ortak değerleridir. Bu değerlere sahip olmak için devrimci olmaya da gerek yoktur. İnsan olmanın erdemlerine sahip olmuş her bireyin sahip olması gereken değerlerdir bunlar. Ama ne yazık ki bu değerler sende yok. Hatta Filistin halkının haklı mücadelesi bile, Anadolu halklarının "mazlumdan yana olma" kapsamında asgari ortak değerlerimden biridir. Bu kapsamda ülkemiz devletinin faşist niteliğine rağmen ve pratikte İsrail'den yana politikalar uyguladığı halde Türkiye yöneticileri, söylemde Filistin'den yana bir üslup kullanmaktadırlar. Sen bu tutumunla ortalama bir insanın tavrındaki onuru bile taşımıyorsun. Filistin halkının mücadelesine, o mücadelede yer almış olan insanların fedakârlıklarına, bu doğrultuda şehit olmuş olan yoldaşlarımızın maneviyatına, saygı duymuyorsun. Bir zamanlar içinde yer aldığın siyasal yapının geçmişine, seninle birlikte sana yoldaşlık yapmış insanlara ve hatta özel olarak sana birçok fedakârlık yapan insanlara karşı saygısızlık yapıyorsun. Nankörsün!



Suriye'ye yönelik iflah olmaz bir kin ve karalama çabasındasın. Tarih bilgini ve dünya nesnelliğini kendi ırkçı bakış açına kurban ediyorsun. Suriye'deki Kürtler, Filistinliler senin için ırkçılığına ancak birer malzeme olarak kullanılabilirler. Sende ne Kürt halkının ve ne de Filistin halkının sevgisi vardır. Bu halklara Enver Paşa'nın bir torunu olarak tepeden bakıyorsun. Ancak bu halkları Suriye'ye saldırmak için ırkçılığına malzeme olarak kullanıyorsun.



Hatay davası konusunda inanılmaz bir milliyetçilik tavrı içerisindesin. Tarihi gerçekler, demografik yapı ve halkların özgürlüğü söz konusu olduğunda reflekslerin demokratik kıstaslar doğrultusunda olmuyor –çünkü o demokratik refleksler sende asla oluşmamış. Güya "demokrasi mücadelesi" veriyorsun. Ama düşüncen hiçbir zaman demokratlaşmamış. Demokratik reflekslerin yerini çok güçlü bir milliyetçilik-ırkçılık refleksi almış. Hatay davasının tarihsel gerçekliğine, Kürt halkının mücadelesine, kısaca Anadolu halklarının gerçekliğine karşı siyasal tutumun milliyetçilik temelinde olmuştur. Bunun eseri olarak Acilcilere bu milliyetçi reflekslerin yansıması olarak saldırıyorsun.



Olayları, yerleri, tarihleri çarpıtıyorsun. Bilmeden senaryolar üretiyorsun. Her olayı gerçekliğinin tersine çevirip anlatıyorsun. Başkalarının adına yalan ifadeler kullanıyorsun. Başkalarının diliyle yalan mektuplar yazıyorsun. Bu sahtekârlıkların karşısında utanacak ar damarından da yoksunsun. Sahtekârlık yapıyorsun. Sahtekârsın!



Zıvanadan çıkmış bir çılgınlık halindesin. Mihrac Ural'a karşı (bu örgütün en üst sorumlusu olarak örgütü senin tahribatlarına karşı korumuş olduğu için) duyduğun kinin yarattığı infial seni kontrolden çıkarıyor. Bu kontrolsüzlük seni nesnel olarak "katil devlet" diye ifade ettiğin yere sürüklüyor. Orada yerini bulmuşsun. Devlet, mumla arasa senin gibi bir memuru bulamazdı. Devletin psikolojik savaş organı olan Özel Harekât Dairesi'nin hiçbir ücretli birimi senin başarını gösteremezdi.



Halkımız bunları da gördü. Bunun yabancısı değildir bu halk. İshak Paşa'ları yaşamış olan bu halk seni de görüyor.



Dokunduğun her olayı gerçekliğinden koparıp tersyüz ederek çarpıtma yöntemin ortalığı bulandırmaya yarayabilir. Bu da nesnel olarak devletin hizmetine sunulan bir olanaktır. Ancak bu yöntemin, içinde yer aldığın sol yelpazede tiksinti yaratıyor. Karasinek gibisin. Dokunduğun her şeyi kirletiyorsun. Ama yarattığın tiksinti de senin bu sol yelpazedeki sonunu hazırlıyor!



Mehmet GÜZEL