7 Oca 2010

7.dosya : Adil Okay Olayı üzerine gelişmeler

TKEP’li Engin Erkiner THKP-C (Acilciler)den ne istiyor yazısından
Adil Okay’la ilgili bölüm


Filistin Kamplarında süreç


Haber alıyorum, eski yoldaşlar 12 Eylül ve Filistin Günlüklerini yazmışlar. Okumadım. Bu yazım faaliyetleri çok olumludur. Umarız ki, dürüstçe yazarlar.


Filistin kampları sürecini, yurtdışı süreci bütününün bir parçası olarak kavramış bir anlatımın yararı çoktur. Birilerinin birkaç ay kaldığı, savaş ortamının da olmadığı bir koşuldaki günlüklerin itibarı; ancak birilerinin karalanması için değil, bir dönemin siyasal duruşunun açıklanması için ele alınırsa anlamlı olur. Kendini Che Guevera olarak yansıtıp, örgütü emeklerinin hazırladığı zemini, bağları, bağlantıları görmemezlikten gelerek, ben merkezli anlatımın kıymeti, ancak kendinden menkul kalır.


Kimse unutmasın, o gün örgüt bu olanakları sundu ve örgütün talimatıyla, kim nerede olduysa oldu, örgütün kararı dışında hiçbir kişinin, bir şahsi kararla yaptığı bir şey olduğunu iddia etmesinin ciddiyeti olamaz.
Bunun için, bu satırları Lübnan’daki genel kamplar sorumlusu Levent yoldaşla birlikte hatırlayarak yazmayı uygun gördüm. Zira bu süreçte Engin’in kirli elleri ortalığı bulandırmak, insanları ‘savaş olur’ diye korkutarak, Avrupa’daki bolluk olanaklarına davet etmek üzere yapılanları, örgütümüz belgeleriyle açıklamakta gecikmeyecektir. (Engin Erkiner’in el yazlı kışkırtma mektupları ve cevabi yazıları arşivde bulunmaktadır.)


Kamplar sürecinin özet anlatımı şudur.
FHKC ile kurduğumuz ilişkiler üzerine, MK kararıyla aralarında Adil Okay’ın bulunduğu yoldaş gurubunu eğitim amacıyla kamplara göndermiştik. İlk gidilen yer Sur kenti Reşadiyye kampıdır.
Bu kampta yoldaşların sıkıntılı bir dönem geçirmekte olduğu şikayetleri aldım. Kemal Bayram yoldaşımla denetim amacıyla kamplara gittik. Orda yoldaşlarla görüştük. Sıkıntılarını anlattılar ve çözüm için yetkililerle konuşacağımızı bildirdik. Sahile yakın yerdeki kampta atış talimleri yaparak, yoldaşlardan ayrıldık. Beyrut’ta FHKC yetkilileriyle yaptığım görüşmelerde yoldaşların daha uygun yerlerde ve koşullarda kalması için bilgi verdim. FHKC temsilcisi ve MK üyesi Fuat Remzi, yoldaşların toplu olarak bir kampta kalmalarının tehlikesine dikkat çekerek üç ayrı kampta eğitim görmeleri için yeniden organize edileceklerini ifade etti.
Bayada, Aytit ve Mazrait Mişrif kamplarında yeni düzenlemelere gidildi. Bu üç kamp Sur bölgesi, BM kuvvetleri denetim bölgesi içinde, ancak BM kuvvetlerinin ilgisiz kaldığı alanlardaydı. Yaz aylarına doğru ilerleyen bir zaman kesiti içindeydik.


Bu dönemde, yaz sıcaklarını aratmayan sınır boyunda kısa çatışmalar yaşanmaktaydı. Filistin gerillaları bu alanlardan İsrail içlerine doğru akınlar düzenleyip eylemlerini sıklaştırmışlardı. İsrail’in sert tepkisi her an beklenmekteydi. Tedirginlik bu sınır ve cephenin en ön saftaki bu kampta bulunan arkadaşları da sarmış gibiydi.



Sorunlu yoldaşların artan şikayet ve tahammülsüzlükleri, kamptan ayrılıp “halkla ilişkiler” adı altında Beyrut’a gidiş gelişlerini artırmıştı. Merkeze iletilen raporlarda bu konular rahatsız edici bir boyut almıştı. Mezra kampında diğer yoldaşlardan tecrit edilmeye çalışılan Ahmet Rende’nin aktardığı bilgiler bu sorunların kaynağında çok uzaklardan gelmekte olan mesajların olduğunu gösteriyordu.



Beyrut’ta örgüt adına alınan posta kutusu kanalıyla Engin’in yaptığı inanılmaz kışkırtmalar ve sunuları içeren mektupların ele geçmesiyle olayın boyutu, kampların normal sorunlarının boyutunu aşan içerikte olduğunu göstermişti. Beyrut gidiş gelişleri, yaklaşan İsrail saldırısından korku ve Avrupa’ya bir biçimde kapağı atmanın çabası olarak belirmeye başlamıştı. Bu kişilerin adları ve yaptıkları bu satırların amaç ve konusu dışındadır.



Bu süreçte Adil Okay, görevden alınarak Levent Sultan yoldaş tüm ilişkilerin tek sorumlusu olarak tayin edildi. Zafer Gündoğdu yoldaşın da MK üyesi olarak sık sık Beyrut’a denetim için gönderilme kararı alınarak sürecin denetlemesine dikkat edildi. Şahısların amaçları ile örgütün amaçları arasında burada da bir farklılaşma ve yarıklar oluşmaya başlamıştı.



THKP-C (Acilciler) örgütü bir yandan askeri ve siyasi eğitim diğer bir yandan tüm Türkiye devrimcileri ve halkları adına Filistin davasının kararlı savunucuları olarak kamplarda yer alırken, bazı kişilerin nispeten farklı niyetleri olabilirdi.



İsrail 1982 Haziran başında saldırıya geçti. Daha sonra ayrılıkçı olacak bu gurup ise 1981 yaz aylarında bu kamplarda bulunuyorlardı. Ne savaş, ne iç savaş tırmanışı vardı (iç savaş sürmesine rağmen bu yörelerde bir çatışma bulunmuyordu, Arap Barış Güçlerinin müdahalesiyle iç savaş nispi bir dinginlik içindeydi.)



Bu dönem Levent Sultan yoldaş denetiminde, siyasi ve askeri çalışmalar ve o zaman (tam 12 Eylül yıl dönümünde, 1981) TC. Büyük Elçilik Binası duvarlarına yapılan yazılamalar, askeri eylem gündeme gelmişti. Bu dönem her siyasal olayda açıklamalarımız, toplantılarda etkin yer alışımız, Filistin örgütleriyle artan bağlarımız ilerlemekteydi.



Enver Sedat’ın Ekim savaşı kutlamaları sırasında, katledilişinin ardından büyük kaygıya kapılan bazı arkadaşların sınır kamplarından Beyrut içlerine taşınması kararlaştırıldı. Filistinli göçmenlerin yerleşim alanlarından biri olan Burj El Berajina’da kiralanan bir evde ve Beyrut içindeki mevzilerde yoldaşların yerleştirilmesi sağlandı.



81 yılı sonlarında İsrail’in hazırlıkları gözle görülür bir hal almıştı. Savaş uçakları Lübnan semalarını boş bırakmıyordu. Gözlemler yoklamalar ardı arkası kesilmeden sürüyordu. Engin’in kışkırtmaları da, Avrupa tatlı rüyasını pazarlaması da aynı süreçle birlikte tırmanıyordu. Bu sorunlu süreç, 82 yılı baharına doğru korkaklıkta, çekincede, bireysel kurtuluş arayışında öncü olan bu arkadaşların kamptan çekilmesiyle sonuçlanmıştır (mart 1982).



Bunu Engin’e gönderilen şu mektupta açıkça görmek mümkündür. “Yoldaş, özgeçmişimi yollasam Arapçaya ve İngilizceye çevirip orada ilticam kabul edilir mi. Benim iltica için bir takım avantajlarım var. İşkence gördüğümün belgelenmesi, gazetelerde çıkması, polisin 6. kattan atması, ceza evi firarisi olmam vs. Yunanistan iyi bir imkan…



“ Yoldaş (Engin, bn),senin hemen örgütten ayrılmadığına dair bir tekzip yazman gerekli. Bu çok önemli. Ayrıca spekülasyon ve dedikodulara cevap vermelisin. Biz yazacağın tekzibi burada dağıtır ve ülkeye yollarız. Senin için sağ pasifist, bizim için sol pasifist deniyor. Ali Keyyal şimdi önsözü dahi savunmuyor. Ülkeden ÖS (Öncü Savaşı bn) ve SP (Silahlı Propaganda) konusunda gelecek tepkileri karşılamak zor olacak. Bu yüzden SP ya tapan yoldaşlara esnek yaklaşmak gereklidir diyoruz. Adem (Adil Okay’ın kod adı)” (Engine gönderdiği el yazılı mektubundan. Arşiv 1043 Nolu dosya.)



Bu gibi onlarca el yazılı belge uygun zamanda okuyucunun ve ilgili olanların karşısına çıkacaktır. Bilinmesini istediğimiz tek şey 80-90 döneminde yaşanan sorunlar, çirkin şahsi çıkar için çabalayanlara karşı bir örgüt savunusuydu.



Bu yazının konusu olmayan bu bölümü son anda ihtiyat amacıyla ekledim. Şimdi de uyarıyorum. Kişi kendini büyük kahraman, Filistin günlüklerinin piri olarak gösterebilir, buna diyecek hiçbir şeyimiz olmayacaktır. Bunlar kendilerini buna de inandırmış olabilirler. Bunun önemi de yoktur. Ancak, örgüte kara çalma, yoldaşların şahıslarına saldırma gibi hatalar içerecek olursa bunlara bu satırların söyleyecek çok şeyi olacaktır.



Bu dönemin ikinci boyutu, kamplara kahraman mücadeleci yoldaşların akın akın gelmesiyle başlayan döneme tekabül eder. Bunlar İsrail’e karşı, Levent Sultan yoldaşın başında olduğu direnmeyi yükseltenlerdir. Savaşa atılan bu yoldaşlar, örgütümüzün doğrularını canları pahasına teslim ettiler. Örgütün enternasyonalist dayanışmasını, halkları adına Filistin halkının haklı davası uğruna, dünyanın farklı bölgelerinden gelmiş olan direnişçilerle birlikte omuz omuza savundular. Bireysellik yapmadılar, savaştan korkmadılar, ayrılıkçıların Engin kışkırtmalarıyla yoldaşlarını terk edenlerin karşısına gerçek bir Acilci olarak çıkıp mücadeleye atıldılar.



Bu süreçte Lübnan’da Filistin devrimci güçleriyle birlikte bulunan ve tüm tutumları örgüt hiyerarşik disiplini altında olan yoldaşlar, emperyalizme ve siyonizme karşı bulundukları her alanda mücadele etme azmi ve kararlılığı içerisindeydiler. 1982 Haziran’ındaki İsrail saldırısı öncesi, askeri ve siyasi eğitimin tüm gereklerini yerine getiriyorlardı. Bu kapsamda İsrail’in içlerine operasyonlar ve keşifler dahil, askeri tatbikatlarda çekinmeden yer alıyorlardı. Cephenin en uç noktalarında, İsrail sınırında aylarca mevzi tutarak hem askeri eğitimi pratiğin içinde pişerek alıyor, hem de olanaklarından yararlandığı Filistin ve Lübnan halklarının mücadelesine fiili katkılarını sunuyorlardı.



4 Haziran 1982’de İsrail uçakları Lübnan’ı ve özellikle Beyrut’u bombardımana tabi tutarak savaşı başlattıklarında yoldaşlarımız savaş koşullarının gerektirdiği düzene ve hiyerarşiye hemen girdiler. İnsanlığın 20. yüzyılda yaşadığı en trajik koşullarından biri yaşanıyordu.



Ülkemizden bu ülkeye gelen yüzlerce kişi, savaş koşullarını görünce şaşılacak bir hızla ülkeyi terk ettiler. Ancak yoldaşlarımız, devrimci dayanışmanın ahlaki kuralları gereği asla tereddüt yaşamadılar. Emperyalizme ve Siyonizme karşı mücadelenin sınırları yoktu. Ortak düşmana karşı her yer bir cephe idi. Başka zamanlarda olanaklarından yararlandığın bir halkı, ortak düşmanın saldırısına uğradığında yalnız bırakıp kaçmak devrimcilik olamazdı. Orada bulunan bütün yoldaşlarımız bu kararlılıkta, bu bilinçte ve bu ruh halindeydi.Bu nedenle kaçış yolları arayanlara karşın onlar örgütün kararıyla ve kendi gönüllü kabullenmeleriyle ortak düşmana karşı Filistin ve Lübnan halklarının yanında savaş mevzisine girdiler.



Ve insanlığın gözleri önünde yaşanan insanlığın en trajik savaşında destanlar yazan direnişlerin içinde yer aldılar. Bunu da halklarımız adına, THKP-C (Acilciler) örgütü olarak yaptılar. Bu savaşta Levent Sultan yoldaşın yeteneği, sabrı, yönetme-kumanda etme ve manevra yetenekleri sayesinde yoldaşlarımız başarılara imza atmıştır.



82 Haziranı çok kanlı geçti. Beyrut kuşatıldı. Yoldaşlarımız kuşatma altında kaldı. Direnmeye Beyrut halkıyla birlikte devam edildi. Bu bir örgüt tutumuydu. Özel ve şahsi tutumların üstünde bir kolektif tutumdu. Ayrılıkçılar ise TKEP sığıntısı olarak Avrupaların yollarını bulana kadar örgütü tahrip etmek üzere, özellikle Bassit’te kirli işlere girişerek yoldaşın yoldaşı katledeceği ortamları hazırlamakla meşguldüler.



Bu bölümde de, Acilciler safında ilk kez bir araya yurt dışında gelenlerin birbirini sınadığı bir süreç yaşandığını belirteceğim. Bu süreçte, bireysel zaaflarına teslim olanlarla, örgütsel tutumda ısrarla ülkesindeki özgürlük ve demokrasi mücadelesine atılmak isteyenler arasındaki ayrımı açığa çıkmıştır, diyerek sonuca bağlayacağım.





Sonuç:





Engin Erkiner bu söylemlerle nereye varmak istiyor, bunun altında yatan siyasal duruşu nedir? Bu örgütümüz açısından hesaba hiç katılmayacak bir durumdur.



Anıları kin üzerine yoğunlaşmış birinin siyasal bir zeminde kavramak oldukça güçtü. Şahıs olarak ona cevap versem de örgütümüzün siyasal olmayan yaklaşımlara vereceği hiçbir cevap olmayacaktır. Kişi kendine bunu siyasal bir tercih yapmışsa, tekrar olması nedeniyle, Doğu Perinçek gibi trajedi bile olamayacaktır.



Evet, ağır bedeller ödedik, yoldaşlarımızı bize karşı muhbirlik yapmaya kadar sürüklediler. Engin bunun tek kışkırtıcısıydı. Avrupa üzerinden ayrılıkçılığı, yoldaşın yoldaşı katletmesini durmadan körükleyendi. Sorunlarımız önemli ölçüde siyasi değildi, bir araya sakince gelip anlaşmamamız için hiçbir neden yoktu. Ancak Engin gibi TKEP’lilerin de katkısıyla, ölümüne birlikte yürümüş, zindan yatmış, aynı mahallenin, aynı bölgenin, aynı ülkenin ve örgütün yoldaşları birbirini kırmak üzere insafsızca kışkırtılmıştı.



THKP-C(Acilciler) örgütü 80-90 yıllarını bu ağır iç ve dış baskılar altında geçirdi.



Muhbirlerle savaş, düşmanla savaştan çok zordu. Ancak bu da aşıldı. Ülkemize yakın bir alandaydık, mücadele kararlılığımızı terk etmeden buralarda var olduk, buna hala devam ediyoruz da. Onlar ise, istedikleri yere bir biçimde ulaştılar, aralarında dik duranlar olsa da, inanılmaz bir çirkefe bulananlar çoğunlukta oldu. Ancak doğruları kesişen ve örgüt saflarında kalanlar hiçbir dağılmaya, çözülmeye girmeden, dün olduğu gibi, olduğunca özgürlük ve demokrasi mücadelesine omuz vermeyi, örgütlerinin çatısı altında savunmaya devam etti.



Aramızdaki fark bu yazının konusu değildir. Bizler, eski yoldaşlar arasında hala dik duranları saygıyla karşılamaya devam ediyoruz. Ancak hiçbirine bu örgütün şehitleri adına, zindana düşenleri, işkenceden geçenleri ve kararlıca bu yolda yürüyenler adına örgütümüze kara çalınmasına izin vermeyeceğimizin bilinmesini isteyerek bu satırları noktalıyorum.









Blog yayını için not.



Aşağıda okuyacağınız ileti gönderimleri, kabul edilmesi güç, inanılması zor şeyleri içeriyor ve bu gün, bu satırların yazarına gelen boş bir mail iletisinin dosyasında yer alıyordu. Tanıdığım isimlerin geçmiş dönem konumlarını, aynıyla tekrar eden tutumlarını içeren tablolarla karşılaşmak beni hayretlere düşürdü.



Zira aradan uzun yıllar geçmesine karşın, hala daha bir gelişim trendini yakalamamış olmaları çok üzüntü ve şaşkınlık verici bir durumdur. Oysa o gün yaşananlar bile insana çok ciddi bir “rehber” niteliği taşır. Ancak yine de umutluyum, bizim jenerasyonun çoğunluğunu kapsamasa da gelecek jenerasyonun daha kolektif bir akıl ve yürekle, bilgi çağında yerlerini alacağına olan inancım, evrime olan inancımın yansımasıdır.



O dönemin (80-90 dönemi) karmaşasında, ne ölçüde haklı ve ilkeli bir tutumla örgütümüzün kanatları altında tutum belirlediğimizi daha iyi anladım. Şehitleriyle, işkence çeken ve zindan yatanlarıyla, sürgünleri, kadro ve militanlarıyla örgütümüzün kolektif değerlerinin, bu örgütte yeri ne olursa olsun şahıs ve şahıs hatalarından ayrı bir yerde tutulması gerektiğine bir daha tanık oldum.



Şahsımıza yönelen eleştirileri, şahıs olarak cevaplayabiliriz ama örgütümüz değerlerine yönelecek karalamaları ise, bu örgüte emeği geçenlerin topluca cevaplaması gerektiğine inanıyorum. Bu bilinç olmadan, bu doğru taşınmadan, bireyin kendini kahraman göstermesi; sonu sadece komedi olan bir durumla yüz yüze kalmasına yol açar. Nitekim ortaya çıkan da buna benzer bir şey gibidir.



Aşağıda imzamı taşıyan ileti, Alper Yalman’ın mail adresini çıkış alan ve dosya gönderimi dışında bir şey içermeyen boş iletiye, tartışılan konuya katkı olur amacıyla verdiğim cevabı içermektedir. Diğerleri ise söz konusu gönderimdeki dosyanın açılmış hali, içerdiği yazışmalardır.


EK:
Bu notumu bitirdim ki mail kutuma bir ileti geldi. Çıkış adresi



okay adil açtım ve baktım ki, Alper çıkışlı dosyaya benzer ihbar içerikli yazışmalar. Birileri konuyu Adil’in yazdığı kitaptan çıkarıp, Mihrac Ural merkezli yapmaya uğraşıyor.



Abuzer Abuzittin devsev2002@hotmail.com çıkışlı ve ardından alper_yalman@hotmail.fr çıkışlı ileti gönderiminden sonra, son ileti gönderimi okay adil (okayadil@hotmail.com) çıkışlı gönderimlerle muhatap oldum.



Ardı arkası kesilmeyen bu gönderimler, amaç ve içeriğinden çıkmış, bir karanlık ortamı temsil etmeye başlamıştır. Alper mi Adil mi kim bu gönderimleri yapıyor? İhbar mektupları gibi bu gönderimleri yapmanın amacı nedir?



Adil’le ilişkimiz Ekim 1982’ den bu yana mutlak olarak kesilmiş durumda. Yapacağını da sanmıyorum ama çıkış onun adresi ve bu adreslerin şifresi bilinmeden böyle bir gönderim yapılamaz. Alper Yalman çıkışlı gönderimler de aynı yöntemle, selamsız sabahsız, yalnızca bir dosya. Amaç bir gerçeği açığa çıkartmak ise, kimse kimseyle böylesi bir ileti trafiği yaşamaz. Adları geçen şahısların bu iletilere açıkça sahip çıkmamaları halinde, bu iletileri gönderenlerin amaçlarının çok karanlık olduğunu ilan edeceğim.



Son iletilerdeki tablo, sanki Alper Yalman’la Adil Okay kirli çamaşırlarını ortaya seren, birbirini ihbar eden, muhbirler konumdadır. Kendi adıma, on yıllardır ilişkim olmayan bu insanların böyle bir düzeye düşmelerinin mümkün olmadığı kanaatindeyim. Bu karanlık çabaları yapanları şiddetle kınıyor, tüm eski yoldaşlarımı sükunete davet ediyorum.



Birbirimiz hakkındaki tüm düşünceleri hatta varsa en olumsuzlarını dahi saklı tutmak kaydıyla, Acilciler örgütüne ve eski yoldaşlara yönelik provokasyon amaçlarına alet olmamaya davet ediyorum. Bu oyunu oynamak isteyenlerin tek amacı var, belirgin şekilde kendini ortaya koymaya başlayan Acilci gelenekten insanların, farklı kulvarlardaki başarılarını tıkamaktır. Bu oyuna gelmeyin, bu türlere fırsat tanımayın.



Mihrac Ural.



1 Haziran 2008 saat: 19.00





Bu son eki yazdıktan sonra, yoldaşlarımla yaptığım değerlendirme sonucu, bu iletilerin ve bu didişmelerin ne devrimci harekete ne de şahıs olarak kendine saygısı olanlara hiçbir faydasının olmadığı kararına vardık. Bu nedenle konusu geçen iletileri yayınlanmama kararı aldık. Bu iletiler, yalnızca konuyla ilgisi olan sayılı birkaç kişiye bilgi paylaşımı amacıyla iletilecektir.




Mihrac Ural’ın Abuzer Abuzittin devsev2002@hotmail.com çıkışlı ve “Kemal” imzalı iletiye cevabıdır.



Bu iletiyi bana gönderen Her kim ise,


Bu iletide geçen tüm anlatımlar doğrudur. O dönemin tek sorumlusu olarak ve elinde örgüt arşivi olan ve hala Levent yoldaş gibi o dönemi yaşamış yoldaşlarla mücadeleye devam eden biri olarak, Adil Okay'la ilgili söylenenler doğruyu yansıtıyor gibi.



Bu kitabı okumamış olmama rağmen, TKEP’li Engin'in örgütümüze karşı çamur atmadan ibaret olan makalesine verdiğim cevapta, Filistin Kampları bölümünde, anılarını yazacak birilerinin işleyeceği hataları göz önüne alarak bu noktalara değinmiştim.



Açık bir isim ve adresle yazılmamış olan bu ileti, hangi ölçekte haklı olursa olsun, baştan objektif olmada ciddi bir eksik içinde ve hatalı konumdadır. Eleştiri yapacak olan bunu üstlenemiyorsa, amaç artık temiz olmaktan çıkmıştır. Nitekim, nalına da mıhına da dercesine bu satırların yazarına yöneltilen iki cümlelik küfür bunu en açık anlamda dile getirmektedir.



Bu iletiyi “Kemal” adıyla yazan korkak ya da gönderen “Abuzer Ebuzittin” adlı korkak her kim ise, belli ki Acilci olmadıkları gibi bu özverilerin örgütün gelenekleri ve şeffaflıklarıyla da uzaktan yakından ilgili değildirler, değildir. Sık sık “ Adil Okay ve arkadaşları” diyerek, bunu dile getiriyor.



Kendini gizleyen bu korkak sürüsü, Avrupa’da, yurtdışında olduğunu belirtiyor, Adil'in günlüğünde geçen kamp yerlerini biliyor. Çok ayrıntı biliyor; Süleyman Çolak'a "zenci" dendiğini. Zekeriya'nın, Özcan Memiş olduğunu. Adil'in anlatımlarını bu isimlerin teyit edilmediğini söylüyor; son gelişmeleri takip ediyor. Bir teşkilat gibi çalışıyor. Bu ayrıntıları bilip de bu satırların yazarından ve o dönemi bire bir yaşamış olanlardan kendini gizlemesi ilginçtir. Kimse tanımıyor ama o herkesi yakından olayları da ayrıntılarıyla biliyor.



Kemal imzasını atan kişi, bir TKEP’li gibi duruyor. Acilcileri tanıyor ya da onlarla bir dönem bir biçimde olmuş görüntüsü veriyor. Ancak korkaklığı, Acil’le bağlantısını bitiriyor. Kulağı çok açık biri, aktarmanın aktarmasını bilecek kadar takipçi. Adil anılarını yazarken, kamplar sorumlusu Levent yoldaşa "seni gerçek adınla anacağım sakıncası var mı?" sorusunu üçüncü şahıslardan bile duymuş gibi. Levent yoldaşın olaylara bakışını ve o dönem için yazılacaklara karşı tutumunu uzun uzun konuştuğu TKEP’li eski bir dostla bizi ziyareti sırasındaki konuşmaları bile biliyor.



Bu kadar ayrıntıyı, bu kadar kısa sürede toplayacak ve böylesine kısa bir mektupta dile getirecek kişi, bu olayları bir iş olarak takip ediyor demektir. Ya Adil’le bilmediğimiz önemli bir rekabeti var ve herkese düşmandır ya da mesleği takip olan çok dikkatli biridir ( kimse kötüye yorumlamasın, belki de belgesel için hazırlıkları olan biri !).



Kemal imzalı iletinin konusuna gelince. Konunun evveli ahiri Adil Okay’ı küçük düşürmek amacını taşıyor; bu amaç ise çirkindir. Adil Okay’ın dile getirdiği söylemlerin doğru olup olmaması, tarihi gerçeklikle uyumlu olup olmamasını okuyucuya açıklamak ilgili herkesin hakkıdır. Bu anılar birilerini ya da örgütsel değerleri karalama amacı taşıyorsa hakkettiği eleştiriyi görmesi de gereklidir. Kimsenin ortak değerlere çamur atma hakkı yoktur. Ancak “Kemal” denilen şahıs yazısında, “ fasa fiso, üfürme, palavra..” gibi kavramlar kullanıyor ki, yazının amacı bir tarih tashihi olmaktan çıkıyor. Bilmediğimiz içsel kinlerin bir atışmasına dönüyor. Buna, ele aldığı söylemlerde adı geçmeyen bu satırların yazarını da, sadece küfür etmek kaydıyla anması, her ne kadar bir korkağın yaptığı şey olarak önemsenmese de, yazının artık bir şahsi kin yazısı olduğunu göstermesi açısından yeterli olmaktadır.



Sonuç olarak, bu iletiyi gönderen her kim ise,



Sen-siz kocaman bir korkaksın-ız. Bu iletiyi Abuzer adıyla gönderen, “Kemal”in kendisi değilse, bu iletiyi sağa sola dolaştırma gibi kendine bir vazife edinmek ( çok kişiye gönderilmiş ) iletide adı geçenlere karşı husumetini ve konumunu belirliyor demektir. Bu durumda gönderimci çift katlı bir korkaktır.



Bu örgütün başında o günden bu yana bulunan biri olarak bu satırların yazarı, Acilcilerin safında bu yazıları yazacak “Kemal” diye birinin olmadığını iyi biliyor. Böylesi bir kod adı taşıyan da yoktur.



Demem o ki, ortalığı bulandırmak için denenen yollar çok kirli amaçlar yaptıkları bu çabaların kendileri de dahil, kimseye faydası yoktur. Bu yolla eleştirileriniz haklı olsa da açık kimlikle yazmadığınız ve kin taşıdığınız için sizi ve sizin gibi karanlık kişileri öncelikle kınadığını dile getiriyorum.

Mihrac ural
30 Mayıs 2008




Abuzer Abuzittin devsev2002@hotmail.com çıkışlı, “Kemal” imzalı ileti



Değerli yoldaş,

Sana son günlerde çıkan bir kitaptan ve kitapta geçen bazı yalanlardan söz edeceğim.

Adil Okay’ın çeşitli internet sitelerinde üzerinde çalıştığını yaydığı “12 Eylül ve Filistin günlüğü” isimli kitabı tr den gelen bir arkadaş getirdi. O yılları benzer ortamlarda yaşayan biri olarak akıbetlerini merak ettiğim birçok arkadaş hakkında bilgi sahibi oldum. Bu açıdan kitap benim için bir “anılar tazelenmesi” oldu.

Adil Okay’ın che gueveraya özenerek mi yoksa kamplarda birlikte olduğu yoldaşları üzerinde otorite kurmak için mi olduğu belirsiz bir niyetle tuttuğu günlüğünü okurken iki konu dikkatimi çekti. İlkin, adil okay’ın Filistinde savaştık falan gibi o günlere tanık olmayan insanlara üfürdükleri aslı faslı olmayan palavralar diğeri ise mart 1982 den sonra olanları anlatmaktan itinayla kaçınmış olması. Adil okay mart 1982 den itibaren günlük tutmayı bırakmış ama bu tarihten sonra neler yaşadıklarını kitabın girişinde belirtmiş.

Adil okay yazıyor ve kitabın 23. Sayfasından aktarıyorum: “ ancak haziran 1982 israil işgali sonrası, kuşatmadan sağ çıktığımızda, birden kendimizi parasız-pasaportsuz halde sokakta bulduk. BM gözetiminde açılan koridordan Filistinlilerle birlikte yaşlı gözlerle son direniş yerini, kuşatılan Beyrut’u terk etmiştik. arkamızda 20 bin ölü, yüz binden fazla yaralı ve binlerce esir bırakarak.” vah vaaah!… çok acıklı değil mi, yaşlı gözler edebiyatı…adil okay buradaki palavrasını 27 mayıs 2008 tarihli Taraf gazetesine verdiği mülakatta da tekrarlıyor: “Beyrut bombalar altındaydı ben cephede Filistinliler’le Süreyya ise seyyar hastanelerde yaralıların başındaydı” aynı yerde “cephede savaşırken bir şarapnel parçasıyla yaralandığını” ileri sürülüyor…ancak günlükte böyle bir şeyden söz edilmiyor.

Demek ki adil okay ve arkadaşları mart 1982 den sonra güney lübnanda bir yıla yakın kaldıkları georges habbaşın lideri olduğu (Filistin halk kurtuluş cephesi) fhkc ‘den ayrılarak beyruta gelmişler. 4 haziran 1982 de israil’in başlattığı işgal hareketinden birkaç gün sonra 80 bin askerle kuşatılan kara, deniz ve havadan 3 ay boyunca bombalanan batı beyrutun efsanevi savunmasında bulunmuşlar. Bu bilgileri adil okay, aşağı yukarı 27 yıl sonra, kitabı hazırlarken kitabın giriş sayfasında hatırlıyor ve yazıyor.

İlk bakışta hiçbir sorun görünmüyor. Fakat değerli yoldaş, ben adil okayın burada hatırlayıp yazdıklarını o dönemin tanıklarından bir türlü doğrulatamadım. Güneyde beraber kaldıkları ve günlükte sık sık adı geçen zekeriya,(Özcan memiş) ile o yıllarda yaşadıklarını anı-roman olarak “ejderha yıllarım” adıyla yayınlayan h. İbrahim Özcan, adil okay’ın burada yazdıklarını doğrulamadılar. Özcan memiş-zekeriya- kuşatmadan çok az bir süre,15 gün kadar önce beyruttan ayrılıp şam’a gittiğini ve orada adil okay ve Ahmet yiğenler ile buluştuklarından söz etti. adil okay ve günlükte adı geçen diğer arkadaşlarının kuşatma sırasında batı beyrutta olmalarının imkansız olduğunu söyledi. İsrail’in haziran 1982 saldırısını bizzat yaşamış ve efsanevi Beyrut direnişinde gönüllü savaşmış olan isimsiz kahramanlardan “zenci” (Süleyman çolak) ve yine günlükte adı geçen işçinin sesinden Faruk, adil okay’ın kuşatma sırasında beyrutta olduklarını hatırlamadıklarını söylemişler. hatta levent isimli arkadaşları, kitabı görmediğini eğer öyle yazmışsa külliyen yalan olduğunu söylemiş. Çünkü sende biliyorsun, levent kuşatma sırasında o cenahın beyruttaki sorumlusuydu. Savaşa fiilen katılmıyordu ama Filistin ve Lübnan örgütleriyle ilişkileri sağlıyordu. Ayrıca levent, beyruttan ayrılanların bir yunan gemisiyle tartus limanına oradan da muhaberat merkezine götürüldüklerini 2 aya yakın bir süre tutulduklarını bunlar olurken adil okayın yanlarında olmadığını söylemiş. Daha sonra muhaberat merkezinde bizim 15 kadar yoldaşında aralarında bulundukları 200 kadar diğer türk- kürt devrimci arkadaşların tekrardan lübnana beka vadisine götürülüp serbest bırakıldıklarını biliyoruz. Günlükte adı geçen semih özbay da o grubun içindeydi. Bütün bu olaylar yaşanırken adil okay, mihracın öldürttüğü şıh- müntecep kesici-, Ahmet yigenler falan şamda ve lazkiyede dolaşıyorlar ve acilden ayrılarak avrupaya çıkmanın yollarını arıyorlardı. zaten daha sonra enginle birlikte hepsi tkep e katıldılar. Tabiî ki mihraç alçağının bütün bu süreçlerde suçları saymakla bitmez.

Bir de bunlar fhkc ye gitmişler. Biz eğitime geldik diye. Onlar da tamam ama en az 3 ay angaje olursanız olur demişler. Kamplara gidince de hayal ettiklerini bulamamışlar. Oranın bir savaş alanı değil de 5 yıldızlı otel olduğunu düşünmüşler. Yiyip içip yatacaklar pasaport ve para sağlayacaklar, bu arada askeri eğitim alacaklar sanmışlar. Filistin kamplarını avrupaya geçiş için bir kapı olarak düşünmüşler ve fena halde hayal kırıklığı yaşamışlar.

Gittikleri yerleri biliyorum. Reşadiye, sayda, sur… arada bir top atışları ve uçak saldırıları altında kalan güneydeki Lübnan kasabaları. eğitim falan vermemişler. Yatacak yer göstermişler ve nöbet tutturmuşlar. Her gece uykusuz kalmaktan devamlı olarak bomba sesleri duymaktan sinirleri bozulmuş ve devamlı küfür etmişler.(sayfa 93) birde her alarm verildiğinde ya portakal bahçelerine gidip portakal toplamışlar ve yemişler ya da bir sığınağa girmişler. Günlük boyunca iki defa silah kullanmışlar birincisinde bir hava saldırısında herkes gibi kıleşinle havaya boşu boşuna ateş etmişler bir defasında da eğitim amaçlı bir bidona ateş etmişler. Bir iki el bombası atmışlar bir iki de arbici anti-tank denilen roketi sıkmışlar.

Sadece bir defasında aralarından bir veya 2 kişi eyleme gitmiş. Ya mayın döşemeye ya da bir baskına. tam olarak belli değil. Açık yazılmamış.(sayfa 149-150).

Yani 1 yıla yakın kaldıkları fhkc kamplarında nöbet günlük işler ve korunma amaçlı hareket etmek dışında dişe dokunur bir şey yaşamamışlar. Bir de Filistinlilere sık sık biz buraya ölmeye gelmedik eğitim alıp ülkemize döneceğiz, demişler ama -birkaçı hariç- avrupaya gitmişler. aralarından birisi de sürekli olarak oradan ayrılmak istemiş. Belki de umduğunu bulamamış belki de ölmekten çok korkmuştur.

Buraya kadar her şey o günün koşullarında yazılmış olduğundan (elbette ki üzerinde sonradan düzeltmeler, uydurmalar, günün koşullarına uyarlamalar yapılmadıysa ki yeniden yazılmış gibi duruyor) belge değeri var. Fakat burada palavra olan bu yaşadıklarını sanki elde silah sürekli savaşıyorlarmış gibi üfürmeleri ve oraları yaşamamış insanlara kahramanlık hikayeleri anlatmalarıdır. Günlük ise bunun tersini söylemektedir. Bu konuda daha ayrıntılı yazarım. Selamlar.

Kemal



Halil İbrahim Özcan’ın okumam için gönderdiği iletiler



(H.İbrahim Özcan’ın Adil okay’a cavabı ve Adil Okay’ın “Kemal” imzalı yazıya cevabı)



________________________________________

From: halilibraozcan@hotmail.com

To: okayadil@hotmail.com; devsev2002@hotmail.com; erkiner@aol.com; salimturgut33@gmail.com

Subject: RE: adil okayin kitabi 12 eylul ve filistin gunlugu- adil okayin cevabi

Date: Fri, 30 May 2008 20:38:40 +0000



Sevgili Adil,

Ben savaş döneminde orada yoktum 1981 yılı Ekim ayında ülkeye döndum, ondan sonraki tarihte yaşadıklarınıza tanıklıgım söz konusu olamaz, o yüzden

lütfen o tarihten sonraki yani benim ülkeye döndüğüm tarihten sonra beni tanık gösterme.Cunku bu tarihi yanılgı olur , ben baskalarını yanıltmam , kimsenin yanlıs bilgilere sahip olmasını istemem.Bu bölümüde düzelt.

Selamlar

Halil İbrahim Özcan







________________________________________

From: okayadil@hotmail.com

To: devsev2002@hotmail.com; erkiner@aol.com; halilibraozcan@hotmail.com; salimturgut33@gmail.com

Subject: RE: adil okayin kitabi 12 eylul ve filistin gunlugu- adil okayin cevabi

Date: Fri, 30 May 2008 20:04:14 +0000



kendini tanitsaydin keske.

once bir eline saglik, olen arkadaslarimizi anmissin deseydin. o donemde orada olan herkesin istisnasiz kahraman olduklarindan soz ettigim sayfalari, satirlari one cikarsaydin. yani kendimi kahraman gormek degil, tum turkiyeli devrimcileri kahraman saydigim bolumlerden alinti yapsaydin. olasi bir iki tarih hatasini da duzeltmeye calissaydin daha yapici olmaz miydi. tut ki bir ay fazla veya az kalmisim orada. ne fark eder. ulasmaya calistigim onlarca kisiye ulastim ve soylesi yaptim. giris yazisi tarihi degilidir. tarih gunlukte ve mektuplardadir. hepsinin orijinali elimde mevcuttur. mektubunda adi gecenlerden halil ibo ya da ulastim. yazdiklarimin coguna o da tanik oldugunu, kitapta bilgi yanlisligi oldugunu soylemedigini bildirdi. ayrica arayip da ulasamadigim faruk a nasil ulasacagimi bildirsen ne kadar iyi olurdu. acik hata ararsak cok buluruz. takdir eden de eder. ben gorevimi ulke topraklarinda kendimi rizke atarak yerine getirdim. bu cevabi bu mektubu ulastirdigin herkese ulastirmanin insanlik geregi oldugunu dusunuyorum. bak seni dikkate alip cevap verdim. sonuc itibariyle aramizda husumet oldugunu olsa bile tarihe karistigini, senin de buyuk ihtimalle o zor yilllarin bir bolumunde veya hepsinde orada oldugun anlasiliyor.

selamlar

adil okay





Mihrac Ural’ın alper_yalman@hotmail.fr çıkışlı olarak gönderilen iletiye cevabı



İsimsiz, selamsız sabahsız bir gönderim yapan bay,



Alper sen mi gönderdin bunu? Bu ortamda kimin gönderim yaptığını belirlemek güçleşti. Bana gelen ileti boştu sadece dosyada altta verdiğim yazışmalar vardı. Şüpheye düştüm, Alper bunları bana göndermişse ki, çıkış onun mail adresini taşıyor, neden bir satırla da olsa amacını yazmadı, imzasını koymadı. Bu da önemli değil; ancak söylenmesi gerekenler var, gönderimci kimse okusun.



Bu aralar herkes herkese açık ve şeffaf olmadan gönderimlerde bulunuyor. Kemal adlı korkağın gönderimine karşı tepkimi bloğumda ifade ettim, izleyebilirsiniz. Link http://mirural.blogspot.com/



Adil'in yazdığı kitabı okumadım. Adilin siyasal duruşunu izliyoruz. Demokrasi mücadelesi yoluna çıkarken taşıdığımız değerlere yakın, milliyetçilikten arınmış, Antakyalı olma bilincinin, tarih içinden süzüle gelmiş mozaik değerleriyle uyumlu bir duruşu olduğunu biliyorum. Bu olumlu.



Evet, kendisi de belirtiyor aradaki tüm kırgınlıklar “zaman aşımına uğradı” diye. Benim için de öyle. Başkası, TKEP'li Engin gibi, adını bile anmaya cesareti olmayan "Kemal" imzalılar gibi kin kusmaya devam etse de.



Adil olumlu bir çizgidedir. Bunu tüm arkadaşlara, doğruları benimle kesişen herkese söylüyorum. Ama Adil’in böylesi bir günlük öncesi, süreci yaşayan ve başında olan birçok arkadaşa ulaşması mümkündü. Unutulmasın, örgüt arşivi ve tüm belgeler böylesi bir yazım için en kesin kaynaktır ve kanıttır. Bu arşivden yararlanmak isteyenlere kapılar açıktır, geçmişte ortaya koyulmuş ortak emekler adına bunu yapmayı gerekli gördük her zaman.



TKEP'li Engin’e ilişkin yazımı yazarken de belirttim, “kimileri günlüklerini yazıyor dikkat etmeliler” diye. Adil’in böyle bir hatayı işleyeceğini tahmin etmiştim desem abartı olmayacak (okuyan arkadaşların kısa aktarımlarında bu nokta öne çıkıyor). Zira Adil, Levent yoldaşa yazacağı kitapta adının geçmesiyle ilgili bilgi istiyordu. Levent yoldaş da, yazılacakların tutarlılığı için uyarı mesajları gönderip duruyordu.



Bu arada bir şey oldu. Belki şu korkak "Kemal"i bulma açısından çok önemlidir.



Ziyaretimize bir yıl önce Ali Garip kod adlı, Reyhanlı'lı TKEP MK üyesi eski bir dostumuz geldi (Teslim Töre sonrası Türkiye sorumlusu olarak yargılanan) ve kamplar sırasında ve savaş sırasının ilk günlerinde orada olan biriydi ( Beyrut kuşatılmadan önce, TKEP adına, kod adı Erbakan olan kişiyle, PKK adına Cuma (Cemil Bayık) ve Acil adına Levent yoldaşın sık sık toplandıkları olurdu, Beyrut kuşatılmadan bu şahıslar kendilerini açık kalan bir koridordan Şam’a atabildiler).



Levent yoldaşla, Ali Garip saatlerce sohbet ettiler, o dönemin ayrıntıları geçti. Adil’in günlüklerini yazacağı konusu da geçmişti. Levent yoldaş da, bu konuda önemle mesajlarını iletmişti. Konular bu gün yeniden gündeme gelince, sohbeti tekrar konuştuk. Levent yoldaş, "Kemal" imzalı iletide geçen eleştirilerin tarih dökümü olarak doğru; ancak amacın ve dile getiriş yönteminin çok rekabetçi, kinci ve karalamacı olduğunu dile getirdi. Mihrac Ural’la ilgili küfürler ise ciddiye alınmadı; bir korkak ancak bunu yapabilirdi.



“Kemal “ imzalı iletide konu, bu satırların yazarı olmamasına karşın, küfürle iki cümlede anılmasının mesajı yine Adil ve çevresinedir, bu satırların yazarına değil.



Bu satırların yazarının yorumu, Ali Garip bu konuyu (Levent Yoldaşla sohbetini) kendi çevresiyle konuştu ve o çevre her ne ise, “Kemal” de o çevredendir. “Kemal” imzalı yazıya dikkat edilirse ve ısrarla kullandığı "Adil’in arkadaşları", "arkadaşları Levent" gibi tabirler, bu şahsın Acilci olmadığını, TKEP'li bir çevreden olduğunu ya da Acil’den TKEP'ye geçmiş biri olduğu izlenimi veriyor. Eğer bu kişinin işi örgüt ve şahıs takibi değilse ki, bu kadar ayrıntı bu kaygıyı da dışta bırakmamayı gerektiriyor, bunu en iyi bilecek olan Adil’in kendisidir.



Adil’in kitabına gelince, okuyacağım. Kitapta örgütsel kolektif değerlere karalama yoksa şahıslara haksız ve insafsızlık yoksa başarılar dileyeceğiz. Tersi durumda hakkımız olan savunmayı ve eleştirileri yapacağız. Unutulmasın er ya da geç hepimiz ülkemize döneceğiz. Bir biçimde ülkemizin sorunlarıyla ilgili olacağız. Bunun hazırlıkları için her şeyimizi ortaya koymuş çalışıyoruz da. Bloğumu izleyen, bu mücadele inadının nereye kadar süreceğini de hisseder. Özgürlük ve demokrasi alanı herkese sığacak kadar geniştir, herkes şu anı değil, sonrası için kendini iyi konsantre etmelidir. Yaşanmış ortak anıları tek boyutla ele almak, kimseye yarar getirmez; böylesi istenmedik karışıklıklar yaratır.



Filistin günlükleri, savaş öncesi, savaş dönemi ve savaş sonrası diye bölümlenmelidir. Sonra bu sürecin uzantısı olan Trablus savaşları öncesi, savaş ve sonrası vardır. Bu altı süreç başlı başına bir bütündür. Bu süreçlerin birinde yer alanın çok iyi bir şekilde diğer beş süreci incelemesi gerekir ki, kendini sağlıklı bir yere oturtsun. Aksi takdirde, içinde yer aldığı örgütün talimatıyla gönderildiği görevi, talimatla bulunduğu yer ve ilişki biçimini unutup, tarihi kendi yaratan, kendi yazan, yoktan var eden bir Süpermen olur çıkar ve herkese alay konusu olur.



Bu hataya çok insan düşüyor. Bir ara merkez yayın organımız CEPHE’ye bir iki haber yorumu gönderen benzer birileri, kendini CEPHE yazarı tanıtmak yerine CEPHE yazanı diye tanıtınca oluşan komedi gibi bir şey çıkıyor ortaya. Bu konuda “Paris Ev İşgalleri”nde Engin’in yaptığı da budur, bu tür yalanlar belgeleriyle adamın yüzüne vurulacaktır; Adil’in ve her kimsenin böylesi hatalara düşmemesi için. Unutulmasın, Kostantin Simonof’a sormuşlar, Nazım gibi bir duayenin olduğu Türk şiirini nasıl buluyorsunuz diye, o da “ bir çiçekle bahar gelmez” demiş. Beyler bir kitapla yazar olunmaz, hele hele yazan hiç olunmaz. Herkes işini ciddiye almalıdır derim, kimseyi kast etmeden.





Bu uzun iletiyi kime yazdın diye sorulabilir, selamsız sabahsız bir gönderimciye değil demeliyim gerçekte, ama Alper’in adı çıkıyor gönderim adresinde, arkadaşa buradan, satırlarımı bağlarken selam atmayı önemli görüyorum, başarılar da diliyorum.



Ancak bu satırlar kamuoyuna açık olacağı için, selamlarımla okurlarımın bilgisine sunuyorum.


Mihrac Ural.
1 Haziran 2008



************************************



Mihrac Ural’a alper_yalman@hotmail.fr çıkışlı olarak gönderilen iletiler



Adilcim,

1 Haziran 2008 Mersin

Bu mektubu sana yazmak zorunda kaldım.

Geçen gün bana senin kitabınla ilgili “Kemal” imzalı esrarengiz bir yazı geldi. Aslına bakarsan çok canım sıkıldı. Üzülmeyesin diye sana söz etmedim. Ancak Salim Turgut’u aradım ve bu mailden söz ettim. Salim bana gönder bir bakayım dedi ve sadece ona gönderdim.

Adilcim, bu maili aldığımda ne düşündüm biliyor musun, ulan dedim bunu okuyan arkadaşlar bu yazıyı benim yazdığımı düşünecekler.

Cuma günü (30 Mayıs 2008) 32 yıl sonra tekrar görüşme sevincini yaşadığım Cihangir Tümtürk ağabey ile Halil İbrahim Özcan, Hilal ve eşi Nuray hanım bize misafir oldular. Rakı içtik, çok neşeli sohbetler yaptık. O gün akşam bir ara bana gelen bu esrarengiz mailden söz ettim. H. İbo aç bilgisayarı hemen okuyalım ve bana da gönder dedi. Açtık ve hep beraber okuduk. Ve ne oldu biliyor musun, H.İbo gülerek, “oğlum bunu sen yazmışsın dedi”.

Aklıma gelen başıma gelmişti çünkü pazartesi günü H. İbo ve Hilal gene bendeydiler ve o gün akşam ben, senin 12 Eylül ve Filistin Günlüğü kitabının 23. Sayfasına gönderme yaparak esrarengiz mailde geçen aynı paragraftan söz etmiş ve bunun çok büyük bir talihsizlik olduğunu söylemiştim. Ve üçümüz birden “bize susmak düşer üçüncü şahıslara malzeme vermeyelim” diyerek konuyu kapatmıştık.

Neyse, ben yine Cuma günü akşamına döneyim.

Tam biz bu esrarengiz maili okumuştuk ki 1 dk ya geçti ya geçmedi sen H.İbo’ya telefon ettin, bu Kemal’in kim olduğunu ve onu arayıp aramadığını sordun. O da kimsenin kendisini aramadığını ve ayrıca senin röportajının olduğu günkü Taraf gazetesini okumadığını söyledi. Telefonu kapatır kapatmaz H.İbo kendi mailini açtı ve bana aynen ”oğlum yırttın bu yazıyı sen yazmamışsın günahını aldım masumsun çünkü aynı mail bana tam 3 defa gönderilmiş ve sen benim bu mail adresimi bilmiyorsun, sende bu mail adresim yok.” dedi. Gülüştük…

Biraz sonra ne oldu biliyor musun Adilcim, sen, H.İbo’ya ve birkaç kişiye daha, kitabına tanık olarak gösterdiğin Halil İbrahim Özcan’ın, 12 Eylül ve Filistin Günlüğü kitabını genel olarak teyit ettiğini anlatan bir mail gönderdin. H. İbrahim derhal sana, “Ekim 1981’de ülkeye döndüğünü ve yakalanıp hapse girdiğini ve o tarihten sonra olan bitene tanıklık edemeyeceğini, bu yazdığın cümleyi düzeltmeni isteyen bir mail gönderdi ve sen, hemen arkasından bir düzeltme yazısı yazıp gönderdin. Bu yazışmalar benim bilgisayarda kayıtlıdır istersen sana iletebilirim.

Bu arada sizin mailler hızla gelip giderken ne oluyordu biliyor musun Adilcim, H.İbo ile Mihraç Ural bir yandan msn’de bu konuyu konuşuyorlardı. Tam bu sırada bir şey daha oldu ve H.İbo bana “lan oğlum hepten günahını almışım, senin masumiyetin kanıtlandı çünkü bizim burada beraber olduğumuz saatlerde Mihraç’a da bu mail gitmiş az önce söyledi” dedi. Ben de orada olan herkese “arkadaşlar şahitsiniz H.ibo bana iftira attı ama iftirası tutmadı” dedim ve hep beraber kahkahalarla güldük. Ve hatta Adilcim, H.İbo’ya dönerek “ulan ben eski acilciyim iftira atan adamı oyarım” diye bir de espri yumurtladım ki Hilal gülmekten az kalsın sandalyeden düşüyordu.

İzninle buraya bir parantez açmak istiyorum.

Kemal midir, abuzittin midir, her ne karın ağrısıysa, yazdıklarına gelelim.

Her şey bir yana, diyelim ki o gece hiç yaşanmadı ve biz adı geçen arkadaşlarla ayrı yerlerde bulunuyorduk. Ne olacaktı? Töhmet altında mı kalacaktım? Hiç sanmıyorum. Kendimi savunur, bu türden şeytanice düşünülmüş senaryoların içine çekilmek istendiğimi düşünür ve her zaman yaptığım gibi, zaman’ın en iyi ve en kudretli doğrulayıcılığına sığınır, gerektiği yere ve an’a kadar susardım.

Kesinlikle kınadığım ve reddettiğim küçültücü ve küfürlü ifadeleri yok sayarsak, bütünüyle senin günlüklerine dayandırılmış birinin yazısına ne diyebilirdim? Orada geçen olgular senin kitabında zaten yok mudur? Fazladan Mihraç Ural’a bir küfür ve sana yöneltilmiş küçültücü ifadeleri kaldırınca, geriye kalanların çoğu senin günlüğüne gönderme yapılarak yazılmış şeyler değil midir? Şahsen ben, senin kitabı okuduğumda o günlere gitmiş, ölen arkadaşlarımı hatırlamış ve duygulanmıştım.

Parantezi burada kapatıyorum ve yeniden gecemize dönüyorum.

Artık herkes kalkmak üzereyken bir sürpriz daha gerçekleşti ve ne oldu biliyor musun Adilcim, H.İbo’nun açık unuttuğu mail adresine okayadil@hotmail.com’dan 31 Mayıs 2008 saat 1.42 de bana hitaben yazdığın şu mail düştü:

alper hadi ama‏

De : okay adil (okayadil@hotmail.com)


Envoyé : sam. 31/05/08 01:42

À :

alper ne yapıyorsun. hadi ama kitap için bir tanıtım yazısı bekliyorum... bak yoksa seninle yaptığım söyleşiden alıntılar yaparak senin adına ben yazacağım yoksa. söyleşin öylece kayitlarda, kaset ve bilgisayarda duruyor. ran cozmustu ya. o da soruyor ne zaman tanitim yazisi yazacak diye. keske seninle yaptigim soylesiyi son anda kaldir demeseydin. basta giris yazisinda yaptigim kucuk bir yanlisligi yapmamis olurdum. soylesinin basinda sana, alper ben eylulden once terk etmistim beyrutu diyorum. ve o son gunleri sen anlat diyorum. sen de anlatiyorsun. sana neden anlattirmistim bunu, ben daha once çekmistim diye. ama giris yazisinda kucuk bir hata yapmisim. 22. sayfada eylul 1982 ye kadar kalmisim demisim. aslinda orasi 'kaldık'. yani ben veya o turkiyeli devrimciler kaldi olacakti. tabi cok onemli degil. kucuk bir hata. senin de soyledigin gibi kitabin degerini azaltmiyor. sonuc yazısında yok zaten ve gunlukler de mart 1982 de bitiyor.

simdi sira sende. yazmalisin dostum. ama olen-oldurulen yoldaslarimizi andigimiz tek kitap oldugunu belirterek yazmani bekliyoruz. overek yazmani bekliyoruz. zira kitabi taslak halinde incelemis ovmus, beni tesvik etmistin. hatta giris yazisini bile okumustun. keske o zaman fark edip uyarsaydin da o kucuk hatayi duzeltseydim. neyse bir kac tarih hatasi daha var. cevdetin olum tarihi yanlis yazilmis. vs. yazmanı bekliyorum. dost eleştirilerini bana iletirsin, tanıtım yazısında da daha önce hepimizin önünde söylediklerini estetize ederek yazmalisin. yani mükemmel bir kitap dedin, çocuklarım bununla övünecek dedin. bak iliskimize, konusmalarimiza tanik olan bir cok arkadas soyle diyor: 'alper senin en yakin arkadasin gorunuyor, sen onu her ortamina overek sokuyorsun, iliskilerinle tanistiriyorsun, destekliyorsun, sana sagduyum, ben adile cok sey borcluyum diyen bir arkadasin bu alper... eee eli de kalem tutyor...' diyorlar. bekliyorlar... bekliyoruz...

bekliyorum...

not: birak alpercigim obur tur yazilari, bana yukarida rica ettigim turden bir yazi yaz.

adil okay

Hoppalaaa…! Tam ayrılmak üzereyken bütün keyfimiz kaçtı. Adil yanlışlıkla mı gönderdi acaba, falan derken Hilal’in mail adresini açtık bir de ne görelim aaa…! aynı mail ona da gelmiş. Benim mail adresini açtık bende de var. Ancak başka kimlere gönderildiği görünmüyor. Bana özel olması gereken bu mail başka kimlere gitti bilmiyorum, çok da önemsemiyorum. O anda orada olan hayret ve tepkilerin tamamını burada yazmayacağım. Ancak açık sözlü ve aklına geleni hemen söylemesiyle ünlü arkadaşımız H. İbo, “Alpercim ben yalancı tanıklıktan sıyırdım ihale sana kaldı” deyiverdi ve “biz burada buna tanık olmasaydık senin hakkında kafamızda kesinlikle şüphe uyanırdı” dediler. Cihangir ağabey ise, o içten ve derviş sakinliğini bir an bir kenara itip, “kesinlikle bu türden insanlar dışlanmalı ve teşhir edilmelidir, ben bu konuda sizden daha katıyım”, benzeri sözler söyledi. Ben ise, gereken yanıtı yazar gönderirim siz merak etmeyin, biz Adil’le eski dostuz, gibi laflar geveleyerek gecemizi limoni olmaktan kurtarmaya çalıştım.

Her neyse, o gece gırgır şamata sabahladık. Ertesi gün geç uyandım. Mail adresimi açtım ve sana çok önce gönderdiğim bu maille karşılaştım:





hatirlatayim dedim‏

De : okay adil (okayadil@hotmail.com)


Envoyé : sam. 31/05/08 07:40

À : alper2 (alper_yalman@hotmail.fr)


alpercigim hatirlatayim dedim. bak ne demisin asagida... hadi bekliyorum sozunun tutmani... boynunun borcu...

adil okay



From: alper_yalman@hotmail.fr

To: okayadil@hotmail.com

Subject:

Date: Sat, 2 Feb 2008 17:44:53 +0100



adilcim,

fırsat bulup bir türlü söyleyemedim.

çok istekli olmama rağmen, üzerinde çalıştığın "filistin günlüğü" isimli kitabına çok özel nedenlerle katkıda bulunamayacağım.

nasıl olsa benim birkaç sayfalık katkım kitabın değerini çoğaltmaz, olmamam da değersiz yapmaz.

ancak kitap çıktından sonra eğer bir faydası olacaksa ve sende uygun bulursan, témoignage ve tanıtım yazısı yazabilirim. böylesi daha iyi olacaktır.

beni anlayışla karşılayacağını umuyorum.

görüşmek üzere.

sevgiler, selamlar.

alper

Adilcim, iznin verirsen öncelikle yukarıdaki ilk mektupta yanlış anımsadığın birkaç noktayı düzeltmek ve bir açıklama yapmak istiyorum.

Birincisi, kitabını hazırlık aşamasında hiçbir şekilde okumadım. Ancak bana bu kitap projeni anlattığında seni “teşvik ettiğim” ve bu çabanı “övdüğüm” doğrudur. Hatta böyle bir çalışmanın çocuklarımıza bırakacağımız en güzel miras olacağını ifade etmiştim.

Hatırlarsan sahildeki öğretmen evinde buluştuğumuzda kitabın taslak baskısını göstermiştin ve ben okumadan sadece içindeki fotoğraflara göz atmış, şöyle bir karıştırıp, güzel olmuş çıkınca okurum deyip, geri vermiştim. Aslında senden, kitabın o halinin bende kalmasını inceledikten sonra iade et demeni bekledim. Fakat senden bu yönde bir öneri gelmeyince ben de ağzımı açıp istemedim.

Keşke isteseydim!

Kitabının 23. Sayfasında geçen “Eylül 1982’de Filistinliler’le BM koridorundan gözyaşları içinde Beyrut’u terk ettik ” gibisinden cümleni çıkarmanı ya da değiştirmeni isterdim. Çünkü bu cümlenin senin başına bela olacağını hemen fark ederdim. Bu cümleden olmadığın yerde varmış gibi olduğun sonucunun çıkacağını söyler ve uyarırdım. Ah Adilcim ah, bu bir roman değil ki, tarihi bir belge. Ayrıca bir romanın tarihi bir belgeye tanık olarak gösterilemeyeceğini, ancak bunun tam tersinin mümkün olabileceğini söylerdim.

İkincisi, ben sana hiçbir durumda ve kesinlikle, kitabı okuduktan sonra tek yorum yapmadım. Ancak sen mektubunda “senin de dediğin gibi kitabın değerini azaltmıyor” diye bir cümle kurmuşsun. Kitap daha ortada yokken sana ta şubat ayında gönderdiğim mektupta geçen bir ifadeyi sanki kitap çıktıktan ve ben okuduktan sonra demişim gibi algılamış ve aktarmışsın. İzninle bunu da düzeltmek istiyorum.

Üçüncüsü düzeltme değil bir açıklama olacak.

Adilcim, hatırlarsan geçen yılın Eylül ayındaydı sanıyorum, Paris’teki benim ünlü 16 m2 lik çatı odama elinde şarapla ve yeni aldığını söylediğin ses kayıt cihazıyla gelmiştin. Oturup şarap içerken sen bir ara bana ses kayıt cihazını gösterdin ve “bak Alpercim bunu çok ucuza aldım bir deneyelim diyerek bana, Beyrut’ta olan bitenlerle ilgili sorular sormuştun ve ben bir röportaj yapar gibi değil de daha çok iki arkadaş arasında geçen içkili bir sohbet havasında yanıtlar vermiştim. Senin getirdiğin güzel şarap bitince benim kötü şişelerden açmıştık peş peşe ve Beyrut, savaş filan konuşmuştuk. İşte o sırada kayıt altına aldığın konuşmayı Kasım 2007 de Mersin’e geldiğimde önüme koymuştun. İçinde tarihlerle ilgili bazı tutarsızlıklar vardı. Ver ben düzelteyim, söyleşiyi genişleteyim ve sana vereyim kitabına öyle koyarsın demiştim. Daha sonra sana “ çok özel nedenlerle kitabına katkıda bulunamayacağımı ve beni anlayışla karşılayacağını umduğumu” yazmıştım. Nitekim sen de beni anlayışla karşıladığını ifade eden bir mektup yazmıştın. O mektup hala kayıtlarımda duruyor ve çok özel konular olduğundan buraya almayacağım. Ama şimdi sen bana tehdit kokan bir ifadeyle “…bak yoksa söyleşinden alıntılar yaparak ben yazacağım” diye cümle kurarak senin kitabı “övücü” yazı yazmam için uyarıda bulunuyorsun. Duyan da o söyleşinin içinde bir şey olduğunu sanacak. Aman Adilcim ben seni tutmayım, lütfen yaz. Dilersen hiç düzeltme falan yapmadan olduğu gibi yayınla.

Gerekli gördüğüm bu düzeltmeleri ve açıklamayı yaptıktan sonra mektubunun en altına ilave ettiğin not’unla neyi anlatmak istediğini tam olarak anlayamadım. Ozgurmedya.org sitesine son olarak yazdığım Ekim 2007’den bu yana, aşağı yukarı 7-8 aydan beri hiçbir yere tek yazı dahi yazmadım. Bu konuda daha açık olursan sevineceğim.

Adilcim, şu ana kadar yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi benden kitabın için ısrarla yazmamı istediğin “övücü” yazıyı yazmam pek mümkün görünmüyor. Ah keşke o lanet olası 23. Sayfadaki paragrafı yazılmamış sayabilseydim. Ah keşke yukarıya aldığım mektupları başkalarına göndermemiş olsaydın. Ah keşke ah keşke ah keşke! “Keşkelerle geçiyor ömür…”

Not: Bana da gönderilen “Kemal” imzalı yazıyı aşağıda italik yaparak gönderiyorum. Yukarıda belirttiğim gibi, Mihraç Ural’a edilen küfrü, sana ve orada olan yoldaşlarına yapılan aşağılayıcı ifadeleri kesinlikle kınıyor ve reddediyorum.

Alper Yalman

Değerli yoldaş,

Sana son günlerde çıkan bir kitaptan ve kitapta geçen bazı yalanlardan söz edeceğim.

Adil Okay’ın çeşitli internet sitelerinde üzerinde çalıştığını yaydığı “12 Eylül ve Filistin günlüğü” isimli kitabı tr den gelen bir arkadaş getirdi. O yılları benzer ortamlarda yaşayan biri olarak akıbetlerini merak ettiğim birçok arkadaş hakkında bilgi sahibi oldum. Bu açıdan kitap benim için bir “anılar tazelenmesi” oldu.

Adil Okay’ın che gueveraya özenerek mi yoksa kamplarda birlikte olduğu yoldaşları üzerinde otorite kurmak için mi olduğu belirsiz bir niyetle tuttuğu günlüğünü okurken iki konu dikkatimi çekti. İlkin, adil okay’ın Filistinde savaştık falan gibi o günlere tanık olmayan insanlara üfürdükleri aslı faslı olmayan palavralar diğeri ise mart 1982 den sonra olanları anlatmaktan itinayla kaçınmış olması. Adil okay mart 1982 den itibaren günlük tutmayı bırakmış ama bu tarihten sonra neler yaşadıklarını kitabın girişinde belirtmiş.

Adil okay yazıyor ve kitabın 23. Sayfasından aktarıyorum: “ ancak haziran 1982 israil işgali sonrası, kuşatmadan sağ çıktığımızda, birden kendimizi parasız-pasaportsuz halde sokakta bulduk. BM gözetiminde açılan koridordan Filistinlilerle birlikte yaşlı gözlerle son direniş yerini, kuşatılan Beyrut’u terk etmiştik. arkamızda 20 bin ölü, yüz binden fazla yaralı ve binlerce esir bırakarak.” vah vaaah!… çok acıklı değil mi, yaşlı gözler edebiyatı…adil okay buradaki palavrasını 27 mayıs 2008 tarihli Taraf gazetesine verdiği mülakatta da tekrarlıyor: “Beyrut bombalar altındaydı ben cephede Filistinliler’le Süreyya ise seyyar hastanelerde yaralıların başındaydı” aynı yerde “cephede savaşırken bir şarapnel parçasıyla yaralandığını” ileri sürülüyor…ancak günlükte böyle bir şeyden söz edilmiyor.

Demek ki adil okay ve arkadaşları mart 1982 den sonra güney lübnanda bir yıla yakın kaldıkları georges habbaşın lideri olduğu (Filistin halk kurtuluş cephesi) fhkc ‘den ayrılarak beyruta gelmişler. 4 haziran 1982 de israil’in başlattığı işgal hareketinden birkaç gün sonra 80 bin askerle kuşatılan kara, deniz ve havadan 3 ay boyunca bombalanan batı beyrutun efsanevi savunmasında bulunmuşlar. Bu bilgileri adil okay, aşağı yukarı 27 yıl sonra, kitabı hazırlarken kitabın giriş sayfasında hatırlıyor ve yazıyor.

İlk bakışta hiçbir sorun görünmüyor. Fakat değerli yoldaş, ben adil okayın burada hatırlayıp yazdıklarını o dönemin tanıklarından bir türlü doğrulatamadım. Güneyde beraber kaldıkları ve günlükte sık sık adı geçen zekeriya,(Özcan memiş) ile o yıllarda yaşadıklarını anı-roman olarak “ejderha yıllarım” adıyla yayınlayan h. İbrahim Özcan, adil okay’ın burada yazdıklarını doğrulamadılar. Özcan memiş-zekeriya- kuşatmadan çok az bir süre,15 gün kadar önce beyruttan ayrılıp şam’a gittiğini ve orada adil okay ve Ahmet yiğenler ile buluştuklarından söz etti. adil okay ve günlükte adı geçen diğer arkadaşlarının kuşatma sırasında batı beyrutta olmalarının imkansız olduğunu söyledi. İsrail’in haziran 1982 saldırısını bizzat yaşamış ve efsanevi Beyrut direnişinde gönüllü savaşmış olan isimsiz kahramanlardan “zenci” (Süleyman çolak) ve yine günlükte adı geçen işçinin sesinden Faruk, adil okay’ın kuşatma sırasında beyrutta olduklarını hatırlamadıklarını söylemişler. hatta levent isimli arkadaşları, kitabı görmediğini eğer öyle yazmışsa külliyen yalan olduğunu söylemiş. Çünkü sende biliyorsun, levent kuşatma sırasında o cenahın beyruttaki sorumlusuydu. Savaşa fiilen katılmıyordu ama Filistin ve Lübnan örgütleriyle ilişkileri sağlıyordu. Ayrıca levent, beyruttan ayrılanların bir yunan gemisiyle tartus limanına oradan da muhaberat merkezine götürüldüklerini 2 aya yakın bir süre tutulduklarını bunlar olurken adil okayın yanlarında olmadığını söylemiş. Daha sonra muhaberat merkezinde bizim 15 kadar yoldaşında aralarında bulundukları 200 kadar diğer türk- kürt devrimci arkadaşların tekrardan lübnana beka vadisine götürülüp serbest bırakıldıklarını biliyoruz. Günlükte adı geçen semih özbay da o grubun içindeydi. Bütün bu olaylar yaşanırken adil okay, mihracın öldürttüğü şıh- müntecep kesici-, Ahmet yigenler falan şamda ve lazkiyede dolaşıyorlar ve acilden ayrılarak avrupaya çıkmanın yollarını arıyorlardı. zaten daha sonra enginle birlikte hepsi tkep e katıldılar. Tabiî ki mihraç alçağının bütün bu süreçlerde suçları saymakla bitmez.

Bir de bunlar fhkc ye gitmişler. Biz eğitime geldik diye. Onlar da tamam ama en az 3 ay angaje olursanız olur demişler. Kamplara gidince de hayal ettiklerini bulamamışlar. Oranın bir savaş alanı değil de 5 yıldızlı otel olduğunu düşünmüşler. Yiyip içip yatacaklar pasaport ve para sağlayacaklar, bu arada askeri eğitim alacaklar sanmışlar. Filistin kamplarını avrupaya geçiş için bir kapı olarak düşünmüşler ve fena halde hayal kırıklığı yaşamışlar.

Gittikleri yerleri biliyorum. Reşadiye, sayda, sur… arada bir top atışları ve uçak saldırıları altında kalan güneydeki Lübnan kasabaları. eğitim falan vermemişler. Yatacak yer göstermişler ve nöbet tutturmuşlar. Her gece uykusuz kalmaktan devamlı olarak bomba sesleri duymaktan sinirleri bozulmuş ve devamlı küfür etmişler.(sayfa 93) birde her alarm verildiğinde ya portakal bahçelerine gidip portakal toplamışlar ve yemişler ya da bir sığınağa girmişler. Günlük boyunca iki defa silah kullanmışlar birincisinde bir hava saldırısında herkes gibi kıleşinle havaya boşu boşuna ateş etmişler bir defasında da eğitim amaçlı bir bidona ateş etmişler. Bir iki el bombası atmışlar bir iki de arbici anti-tank denilen roketi sıkmışlar.

Sadece bir defasında aralarından bir veya 2 kişi eyleme gitmiş. Ya mayın döşemeye ya da bir baskına. tam olarak belli değil. Açık yazılmamış.(sayfa 149-150).

Yani 1 yıla yakın kaldıkları fhkc kamplarında nöbet günlük işler ve korunma amaçlı hareket etmek dışında dişe dokunur bir şey yaşamamışlar. Bir de Filistinlilere sık sık biz buraya ölmeye gelmedik eğitim alıp ülkemize döneceğiz, demişler ama -birkaçı hariç- avrupaya gitmişler. aralarından birisi de sürekli olarak oradan ayrılmak istemiş. Belki de umduğunu bulamamış belki de ölmekten çok korkmuştur.

Buraya kadar her şey o günün koşullarında yazılmış olduğundan (elbette ki üzerinde sonradan düzeltmeler, uydurmalar, günün koşullarına uyarlamalar yapılmadıysa ki yeniden yazılmış gibi duruyor) belge değeri var. Fakat burada palavra olan bu yaşadıklarını sanki elde silah sürekli savaşıyorlarmış gibi üfürmeleri ve oraları yaşamamış insanlara kahramanlık hikayeleri anlatmalarıdır. Günlük ise bunun tersini söylemektedir. Bu konuda daha ayrıntılı yazarım. Selamlar.

Kemal



********************************

Mihrac Ural’a, okay adil çıkışlı olarak gönderilen ileti.



okay adil lper, devsev2002, bana, zeynepyildiz72, erkiner, halil, hilal, lokmanog, msguzel, salim, temel, tulinsahins adlı alıcılara

ayrıntıları görüntüle 17:19 (51 dakika önce)

merhaba alper

gec oldu iyi oldu. benim de amacim buydu. kim dost kim dusman bileyim. kim bu bana ve cevreye esrarengiz isimlerle mektup yollatip, cumle alemi,n takdir ettigi olen oldurulen arkadaslarimizi andigim tarihi belge diye sahip cikilan kitaba ve bana saldiran diyordum. kimligini de aciklamaya korkacak kadar da zavalliydi. kimler yuzume karsi beni ovup arkamdan eli devrimci kaniyla kirli insanlarla ilski surduruyor ogrenmem gerekiyordu. ve ogrendim. hem bunu ogrendim. hem o esrarrengiz mektubun hangi kentten yazildigini ogrendim. yakinda aciklarim. herkes rahatlar. hani sen yalcin hocanin bana m.ural icin soylediklerini anlatmistin ya. hani su nazmiye demirel meselesi ve cikinca yalcin hocanin sana soyledigi: ya alpercigim hayatimda gordugum en psikopat adam, en megelamon adam dedigini. ayrica diger senin yorumlarini. senin ve sohbette birlikte oldugun bir cok arkadasin bu adamin ne oldugunu bildiginizi ve bana anlattiginizi dusunuyorum. bak ben kuru gurltuye pabuc birakmam diyorum bu adama ve cevresindeki bir kac kisiye. ayrica tum sol camiada ne oldugu ortya cikmis bir adamin safina gecmek nasil yorumlanabilir. belki adamin elinde santaj malzemesi vardir. neyse marti hikayesi iyi oldu. kim dost kim dusman ogrenmis oldum. o esrarrengiz mektubun da sahibini bir kac gune kadar bulacagim. . sahi temel yoldas o adamin ne mal oldugunu cumle alem biliyor, yanindayiz dostum dedi. bu yeter. toplu mesaja da son verelim. mersine geldigimde son bir kez goruselim. sana mektubun sahibini nasil buldugumu da gostereyim. sen de beni bir kez daha takdir et.

________________________________________

From: alper_yalman@hotmail.fr

To: devsev2002@hotmail.com; mircihan@gmail.com; zeynepyildiz72@hotmail.com; erkiner@aol.com; halilibrahimozcan@hotmail.com; hilalaydin2@hotmail.com; lokmanog@hotmail.com; msguzel@erenis.fr; okayadil@hotmail.com; turgutsalim@hotmail.com; demirertemel@yahoo.com; tulinsahins@hotmail.com; yalcin_kucuk@hotmail.com

Subject: adil okay'a mektubumdur

Date: Sun, 1 Jun 2008 10:39:24 +0200