(Doğu Perinçek’in yolu ve bölücülük üzerine bir gönderme)
Mihrac Ural sendromu İtirafçı Enginin beyin labirentlerinde ağır tahribatlar yapmıştır. Onu bir klinik vaka haline getirmiştir, kişilik bölünmesine götürmüştür.
Mihrac Ural’ı her mekan ve zamanda, her konuda, her olayın nedeninde başlangıç ve sonucunda görme halleri tam bir patolojik vakadır.
İddiayla söylüyorum yazılarını psikoloji alanında bir uzman doktorun okuması halinde bu vakaya koyacağı tanı kesinlikle, “klinik bir vaka” tanısı olacaktır. Tartışmaların mantığında yeri olmayan bir “Adnan Demir olayı” ihdas edilerek Acilciler örgütünü karalamaya çalışmak, bırakın itirafçının bir TKEP’li olarak bu işle ilgisini, araya “Adnan Demir, Mihrac Ural’ın akrabasıdır” diye cümle sokuşturarak kurgu yapmanın başka izahı olamaz; bir klinik vakadır bu. Ama şaşkınlık krizleri, İtirafçı aptalın Mihrac Ural sendromunda ne kadar derin ve geri dönülmez hallerde olduğunu göstermeye yeterlidir sanırım. Bu yazımı bitirmeden yeni bir yazısında öncekilerde de sık sık yaptığı gibi belden aşağı cümleler kullanıp temiz aile çocuğu olduğunu göstermesini, bu sendromun şiddetine bir işaret olarak görüyorum.
Hastalara ise kötü söz söyleme öğretisi almamışım, özür dilerim.
Son tartışmalara dönün bakın. Yoldaşlar şehit mi? Değil mi? Gibi çok ahlaksız bir tartışmaya düştü.
Yoldaşlarımız örgütün katıldığı bir savaşta öldüler. Bu ölüm olayı 26 yıldır örgütle bağı olmayan bir itirafçıyı nereye kadar ilgilendirir, ölümün bir savaşta olduğu açıkken, savaşın ortamında görevi başında olanlarla ilgili olduğu açıkken onlara şehit demek kimi rahatsız eder? Kimi üzer? Olacak şey değil.
Bu durumda, iki devrimci örgüt arasında geçen bir silahlı çatışmada ölenleri her iki örgüt kendine göre şehit ilan etmesi nasıl izah edilir? Evet her ikisi de şehittir, çünkü örgütlü insanlardı ve bir çatışmada ölmüşlerdi. Kural bu. Kaldı ki, örgütümüz bölgemiz saflaşmasının açık ve net olan gerici güçleri saldırılarına karşı direnirken şehit vermiştir.
İsrail’le yüzyüze savaşmak ne zamandan beri şehit olmak için kıstas olmuştur. İşte bilgisizlik burada. Bilmeden konuşuluyor.
Tekrar edeyim Filistinli şehitlerin %99’u İsrail’e karşı direkt bir savaşta şehit olmadılar. Bu şehitler iç savaşlarda, gericiliğe karşı savaşlarda şehit oldular. Ama dünya kamuoyu gibi, ilgili herkeste bilir ki, bölgemiz saflaşmasının her bir olayında bir tarafta gericilik bir tarafta ilerici güçler vardı. Gerici güçler ise ABD, İsrail ve Arap gericiliğinden oluşmaktadır. Bu safta ABD ve İsrail her olayda ve her zaman fiilen yer almıştır; bu yer alış mali, askeri ve çok yönlü adımlarla olmuştur.
Bu gerçekleri bilmeden bölge hakkında konuşmak bile büyük bir cahilliktir. Yoldaşlarımız bu gerici güçlere karşı onurla savaştı ve şehit oldular. Kişisel kin dürtüleriyle şehitlerimize dil uzatmak inanılmaz bir çirkinliktir. Bunu da hiç unutmayacağız.
İtirafçı Engin, demokrasinin bir manivelası olması gereken Hatay davasına da aynı şaşkınlıkla yaklaşıyor. Milliyetçi tutumlara karşı çıkarak sendromun nerelere kadar uzanacağını gösteriyor. Mihrac Ural düşmanlığı, Türkiye’deki Arapların haklı davasını, Suriye’nin kışkırttığı bir dava olarak görmeye götürüyor. Bu da Türkiye’de Araplar yok, hakları da yok demeye yönelmiştir. İşte solun duyarlı olması gereken yeni Perinçek’çi tutum da budur. Önceki trajedi oldu, bunun için komediye imkan tanınmamalıdır diyoruz.
Öncede söyledim bir kez daha tekrar edeyim. Hatay davasının, Türkiye Araplarının hak ve hukuk davasının Suriye’yle uzak yakın bir ilgisi yoktur. Olmayacaktır da. Suriye ilerici tutumlarının yanında omuz omuza olduğumuz kadar, takınılması halinde gerici tutumlarına karşı savaş halinde olacağız.
Türkiye’de Arap halkının kimlik hakları bir özgürlük ve demokrasi hakkıdır. Buna karşı çıkanlar onun altında ezilmeye mahkumdur. Dönüp Kürtlere yapılanlara ve sonuçlarına bakınız hikaye orada yazılıdır. Türkiye devrimci hareketi ikinci bir hatayı kaldıramayacak kadar yorgun, bitkin ve toparlanma sorunu yaşamaktadır. Bunun içindir ki İtirafçı aptalın Perinçek’çi tutumları, özel harp dairesinin kuklası olduğuna güçlü bir işarettir diyoruz. Bunu abartılı görenlere gidin Perinçek’in siyasal sürecini izleyin göreceğiniz şey size sözlerimizin ne kadar haklı olduğunu gösterecektir diyoruz.
Mihrac Ural
mircihan@gmail.com
21 kasım 2008
Hatırlayın, Doğu Perinçek ile devrimci güçler arasında sorunların başlangıcı neydi?
Doğu Perinçek bir itirafçıydı, poliste çözülmüş örgütü olduğu gibi polise teslim etmişti. Perinçek’in polis ifadesi etrafında başlayan tartışma, Perinçek’in siyasal tarihini belirlediğini iddia etmek yanlış olmayacaktır.
Perinçek poliste çözülmüştür. Örgütünü teslim etmiş, itiraflarıyla gerideki her militana, kadroya yıkıcı zararlar vermiştir.
Perinçek bununla kalmadı polis ifadesini de ısrarla savundu. Örgüt içindeki ayrılık ve sonrası bu konumu her zaman eleştiri konusu oldu. Öncelikle de TİKKO’cu çevrelerle. İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermemesi ile beliren dik tutumu, Perinçek ve çevresinin özeleştiriyle aşacakları bir yanlışta tutunmaya götürdü. Bununla kalmadılar saldırganlaştılar. Öyle ki, bu sendrom Perinçek’i siyasal hayatı boyunca yakasına yapışmış kaldı. Buradaki kırılma Perinçek’in devrimci hareketlerle siyasal tartışmalarını kuralsız bir atışmaya çevirdi. Ardından ihbarları gelmeye, ifşaatlar yapmaya ve oradan da ulusalcılığa uzanan çirkin yuvarlanış başladı.
Bu çizgi sürdükçe, yöntem haline gelmiş, iç tartışmadan çıkıp sol camiayla toptan kavgaya dönüşmüştür. Öyle ki, siyasal sorunlar bile artık bu tür çirkin tartışmaya kurban edilir hale gelmişti; ihbarcılık, ifşaatçılık derin devletle ilişkili yönelimler kazanmıştı. Doğu Perinçek, siyasi rakiplerini bu çirkin yöntemlerle aşmaya yönelmişti. Önce her hangi bir tartışmada çıkarı olanlar Perinçek’e yalan yanlış bilgi aktardı. O da bunları yeniden kurgulayarak pazarladı ( bu aralar İtirafçı Enginin uyduruk mektup uyarlamaları gibi). Bir şeyleri başardığını sandı. Ardından derin devletten karalama bilgileri almaya başladı. Devrimci hareket şaşkın şaşkın bu ifşaatların kaynağını sorarken, Ergenekon davası patlak verince çirkinlikler tümden açığa çıktı.
Poliste çözülmeyle başlayan süreç,şaşkınca her tarafa çirkin karalamalara dönüşüyor ve ardından da derin devletin kuklalığına kadar uzanıyordu.
Bizi takip eden okuru uyardım durdum; Engin Erkiner itirafçılıkta kalmayacak, bu baskıyı kaldıramayacak ve saldırganlaşarak, Perinçek’in takip ettiği yola sürüklenecektir. Şimdi ilk evresinde olan bu fenomen bu üslupla, milliyetçi azı dişlerini göstermeye başladı bile.
Dikkat edin İtirafçı Enginin süreciyle Perinçek’in süreci kesişme halindedir. Örgütünü ele vermiş bir itirafçı, örgüte verdiği zararlar ortaya kondukça gösterdiği refleks, devrimci mücadelesine devam eden, bunu yükseltenlere karşı bir saldırı olarak şekilleniyor. Öyle ki, özel bir site sadece bu refleks için kuruluyor. Bu sitenin işi gücü ihbarlar ve karalama. Tıpkı Perinçek’in Aydınlık gazetesi gibi.
İtirafçı Engin, her gün Aydınlık gazetesi gibi yeni bir ihbarla yüzünü yıkamaktadır. Bu ihbarlar öncelikle devlete yapılan birer servistir. İlgili ilgisiz insanların adı, gizli kalması gereken kimlik bilgileri, adresleri, konumları ardı ardına ifşa ediliyor. Bir zamanlar saflarımızda sempatizan olan birinin bir komşu ülkede ileri düzeyde tercüman olmasını bile bu tartışmaların içine sokularak zarar verme çılgınlığı yapılıyor. Tek amaç, tek hedef kişisel tepkileri tatmin olan bu başlangıç hızla, derin devlet, özel harp dairesi yöntemlerine kayıyor.
İtirafçı poliste takındığı onursuz tutumun hatırlanmasını önlemek için her an, şaşkın bir saldırganlıkla kin üzerine kurulu yönelimlere girişiyor. Öyle ki, şahsi tartışmalarını devrimci bir örgütü, dünüyle bugünüyle içinde yer alan onlarca insanın emeklerine saygısızca karalamaya kalkışıyor. Bu öylesine bir şaşkınlıkla yürütülüyor ki, dirilerin ölü gösterilmesi, başkaları adına kurgulanmış mektupların yayınlanması, içinde yer alınmamış süreçlere sahte tanıklar ağzından konuşmaların yapılmasının ardı arkası kesilmiyor. Hiçbir ahlak kuralına bağlı kalmamış bu yöntem, tartışma adabını hiçe sayarak belden aşağı söylemlerle devam eder olmuştur.
Bu panik ve bu şaşkınlık kaçınılmaz olarak yalana sarılacaktı. Doğu Perinçek gibi, İtirafçı Engin de polis ifadesindeki ezikliği örtme adına kimden gelirse gelsin doğru yanlış her veriyle iştigal eder olmuştur. Acilcilerin toptan karalanmasına, bu örgütün mücadele tarihine, işkencelerine, zindandaki mücadelesine 12 Eylüle karşı direnişteki tutarlılığına ve ilk zindan direnişlerini örgütlemesine, yurtdışındaki mücadelesine ilerici güçlerle dayanışmasına ve savaşlardaki tutumuna karşı şüpheciliğin üflenmesi de böylece oturmaya başladı.
İtirafçı ve ölçütler
Son tartışmalara dönün bakın. Yoldaşlar şehit mi? Değil mi? Çok ahlaksız bir tartışma. Yoldaşlarımız örgütün katıldığı bir savaşta öldüler. Bu ölüm olayı 26 yıldır örgütle bağı olmayan bir itirafçıyı nereye kadar ilgilendirir, ölümün bir savaşta olduğu açıkken, savaşın ortamında görevi başında olanlarla ilgili olduğu açıkken onlara şehit demek kimi rahatsız eder? Kimi üzer? Olacak şey değil. Bu durumda, iki devrimci örgüt arasında geçen bir silahlı çatışmada ölenleri her iki örgüt kendine göre şehit ilan etmesi nasıl izah edilir? Evet her ikisi de şehittir, çünkü örgütlü insanlardı ve bir çatışmada ölmüşlerdi. Kural bu. Kaldı ki, örgütümüz bölgemiz saflaşmasının açık ve net olan gerici güçleri saldırılarına karşı direnirken şehit vermiştir. İsrail’le yüzyüze savaşmak ne zamandan beri şehit için kıstas olmuştur. İşte bilgisizlik burada, bilmeden konuşuluyor. Tekrar edeyim Filistinli şehitlerin %99’u İsrail’e karşı direkt bir savaşta şehit olmadılar. Bu şehitler iç savaşlarda, gericiliğe karşı savaşlarda şehit oldular. Ama dünya kamuoyu gibi, ilgili herkeste bilir ki, bölgemiz saflaşmasının her bir olayında bir tarafta gericilik bir tarafta ilerici güçler vardı. Gerici güçler ise ABD, İsrail ve Arap gericiliğinden oluşmaktadır. Bu safta ABD ve İsrail her olayda ve her zaman fiilen yer almıştır; bu yer alış mali, askeri ve çok yönlü adımlarıyla olmuştur. Bu gerçekleri bilmeden bölge hakkında konuşmak bile büyük bir cahilliktir. Yoldaşlarımız bu gerici güçlere karşı onurla savaştı ve şehit oldular. Kişisel kin dürtüleriyle şehitlerimize dil uzatmak inanılmaz bir çirkinliktir. Bunu unutmayacağız.
İtirafçının şaşkınlığı bununla da değil, Lübnan savaşlarını birbirinden kopuk olarak ele almasını, onun bu sahadaki bilgisizliğine vereceğiz. Ama ortalama akıl sahibi olan herkes sürmekte olan bir savaşın farklı cephelerinin aynı savaş olduğunu bilmesi gerek: bunu da bilmiyorsa komik olur. İsrail’in Lübnan’a açtığı 1982 savaşı, Beyrut kuşatmasına kadar süren bir cephedir. Bunun her santimetre karesinde örgütümüz yer almıştır. Bu savaşta ilerici saflarda tüm Lübnan ilerici vatan cephesi güçleri; Dürzi ilerici sosyalist partisi, Şii Emel Hareketi yanı sıra Suriye kuvvetleri, Filistin örgütleri ve Lübnan’da bulunan Türkiyeli devrimci güçler yer almıştı. Savaşın bu cephesinde ateşkesin ardından Trablus cephesi başlamıştır. Trablus cephesi aynı güçler arasındaki savaşın bir başka aşamasıydı. Örgütümüz burada da savaşın bir tarafıydı. Beyrut direnmesinde yer almak ile Trablust’a gericiliğe karşı durmak aynıydı. Aynı gerici güçler, olduğu gibi oradaydı. Mekan farkı sadece öne çıkanı değiştirmişti; Trablus’ta önde duran Şeyh Sait Şaban kuvvetleri ( Tevhid el İslami). Bunlarla birlikte silahlarıyla, mali destekleriyle, adamlarıyla ABD, İsrail ve Filistinli dahil tüm Arap gericiliği yer alıyordu. İlericiler safında ise yine aynı güçler vardı, FETİH hareketi Ebu Musa kanadı dahil tüm ilerici Filistinli örgütler, Suriye kuvvetleri, Kerami ve Franciye kuvvetleri de bir biçimde bu savaşın ilerici güçler cephesinde yer alıyorlardı.
Bu tabloda Beyrut savaşıyla Trablus savaşı aynı savaşın iki cephesidir. Bunu aptal itirafçının bilmemesi normal. Ama bilmeden konuşmak ise anormaldir. Beyrut savaşında yer almak Trablus savaşında yer almaktır. İlkinde hiçbir yoldaşın ölmemesi, ikincisi de şehit vermemiz hiçbir şeyi değiştirmez. Her ikisinde yer alma kararını Mihrac Ural’ın başında bulunduğu yetkili organların alması ise yine ayniyle bir tutarlılıktır. Tutarsız olan bilgisiz aptaldır.
İtirafçının şaklabanlıkları Öğretmeni Doğu Perinçek’i onurlandıracak kadar iyi gidiyor. Çünkü örgütümüze saldırılarına Hatay davasını katıp, bölücü bir milliyetçiliğe de başlamış bulunuyor.
El keyl bi mikyaleyn diye ünlü bir Arap atasözü vardır. Aynı şey farklı ölçekle ölçülmez. İkin Saikleriyle itirafçı bunu yapıyor. Özgürlük ve demokrasi kim için savunulsa ihtiyacı olan herkes için savunulmalıdır. Ama o Mihrac Ural Arap’tır diye Türkiye’deki Arap sorununa karşı olacaktır. Hatay davasını inkar edecek, Suriye kışkırtması olarak sunacaktır. Bu onu ustası Rerinçek gibi milliyetçiliğe götürecektir. Nitekim Hatay davası konusunda takındığı tutum bunu yeterince açığa vuruyor.
İtirafçının
Hatay davası ve Arap halkının kimlik hakları
takıntısı
Ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olan Hatay davasına bu yaklaşım, farklılıkları sindirememektir, itmektir, bölücülüktür. İtirafçı bunu yapmaktadır. Bunu da siyasal bir temele değil kinlerine dayanarak yapmaktadır.
Kürt özgürlük hareketi ne kadar haklıysa ve bu hak ortak ülkemiz için ne kadar yararlıysa, Türkiye’deki Arap halkının kimlik hakları da öyledir. Buna sahip çıkmak, tüm ilericilerin devrimcilerin sosyalistlerin de temel görevidir. Başta türlü ne ortak ülkenin mozaiğinin dayanışması korunabilir ne de barış ortamı gelebilir. Çirkin bir oyunla, Hatay davası haklı dinamikleriyle doğarken önü kesilmek isteniyor. Bu görev derin devletle ilgilidir. Bu iddiamı unutmayın.
Doğu Perinçek’te, devrimcilere aynen öyle saldırmıştı. Bunlar ulusalcı değil kökleri dışarıda hareketler diye kara çalmıştı. İtirafçı bunu tekrar ediyor. Bu da bizi Mihrac Ural sendromuna götürüyor.
Mihrac Ural sendromu İtirafçı Enginin beyin labirentlerinde ağır tahribatlar yapmıştır. Onu bir klinik vaka haline getirmiştir, kişilik bölünmesine götürmüştür.
Mihrac Ural’ı her mekan ve zamanda, her konuda, her olayın nedeninde başlangıç ve sonucunda görme halleri tam bir patolojik vakadır.
İddiayla söylüyorum yazılarını psikoloji alanından bir uzman doktorun okuması halinde bu vakaya koyacağı tanı kesinlikle klinik vaka tanısı olacaktır. Tartışmaların mantığında yeri olmayan bir “Adnan Demir olayı” ihdas edilerek Acilciler örgütünü karalamaya çalışmak, bırakın itirafçının bir TKEP’li olarak bu işle ilgisini, araya “Adnan Demir, Mihrac Ural’ın akrabasıdır” diye cümle sokuşturarak kurgu yapmanın başka izahı olamaz; bir klinik vakadır bu. Ama şaşkınlık krizleri, İtirafçı aptalın Mihrac Ural sendromunda ne kadar derin ve geri dönülmez hallerde olduğunu göstermeye yeterlidir sanırım. Bu yazımı bitirmeden yeni bir yazısın da öncekilerde de sık sık yaptığı gibi belden aşağı cümleler kullanıp temiz aile çocuğu olduğunu göstermesi, bu sendromun şiddetine bir işaret olarak görüyorum.Hastalara ise kötü söz söyleme öğretisi almamışım, özür dilerim.
İtirafçı Engin, demokrasinin bir manivelası olması gereken Hatay davasına bu şaşkınlıkla yaklaşıyor. Milliyetçi tutumlarla karşı çıkarak sendromun nerelere kadar uzanacağını gösteriyor. Mihrac Ural düşmanlığı, Türkiye’deki Arapların haklı davasını, Suriye’nin kışkırttığı bir dava olarak görmeye götürüyor. Bu da Türkiye’de Araplar yok, hakları da yok demeye yönelmiştir. İşte solun duyarlı olması gereken yeni Perinçek’çi tutum da budur. Önceki trajedi oldu, bunun için komediye imkan tanınmamalıdır diyoruz.
Öncede söyledim bir kez daha tekrar edeyim. Hatay davasının, Türkiye Araplarının hak ve hukuk davasının Suriye’yle uzak yakın bir ilgisi yoktur. Olmayacaktır da. Suriye ilerici tutumlarının yanında omuz omuza olduğumuz kadar, takınılması halinde gerici tutumlarına karşı savaş halinde olacağız.
Türkiye’de Arap halkının kimlik hakları bir özgürlük ve demokrasi hakkıdır. Buna karşı çıkanlar onun altında ezilmeye mahkumdur. Dönüp Kürtlere yapılanlara ve sonuçlarına bakınız hikayemiz orada yazılıdır.
Türkiye devrimci hareketi ikinci bir hatayı kaldıramayacak kadar yorgun, bitkin ve toparlanma sorunu yaşamaktadır. Bunun içindir ki İtirafçı aptalın Perinçek’çi tutumları, özel harp dairesinin kuklası olduğuna güçlü bir işarettir diyoruz. Bunu abartılı görenlere gidin Perinçek’in siyasal sürecini okuyun, göreceğiniz şey size sözlerimizin ne kadar haklı olduğunu gösterecektir diyoruz.
Bu ise Kürtlerin başına on yıllar önce gelenin bu gün Arapların başına örülmesi demektir. Önce Kürtler yoktu hakları da. İngiliz kışkırtmasıydı, Amerikan kışkırtmasıydı kökü dışarıdaydı. Ama gerçekleri hiçbir çamur örtememişti. Kürtler vardı ve özgürlük mücadeleleriyle demokrasiyi savunuyorlardı. Kürt özgürlüğüne karşı milliyetçi tutumlar ise bölücüydü. Ortak ülkemizi yaşanır bir hale getirmek isteyen Kürtler asla bölücü değildi. Tersine solcuları dahil her türden Türk milliyetçiliği gerçek bölücüydü. Ergenekon davasında bu gerçeği daha da gördük. Orada Doğu Perinçek’in gerçek yüzünü resmi belgelerle görmüş olduk. Yalçın Küçük’ün adlı komedinin çirkinliklerini de izledik. Kürt konusunda ulusalcılar, Araplar konusundaki ulusalcılarla aynı çamurdandır. İtirafçı Engin bundan başka bir şey değildir.
Benim iddiam İtirafçı Engin Erikener, çapı kadarınca bu rolü oynamaktadır. Derin devletin Arap halkının kimlik haklarına karış rol bu tür itirafçıları kukla olarak kullanacaktır. Bu mesajımı da öncelikle hedef kitleme iletiyorum onlar bunun ne anlama geldiğini iyi bilirler.
İtirafçı Engin çapsız biridir. Bu satırlara konu olmuştur bunun için ona da işaret edilmektedir.
Buradan Torosların güneyini, Fırat’ın ötesine bağlayan özgürlük ve demokrasi taleplerinin aynı zamanda Fırat’ın berisini de bire bir ilgilendirdiğini dile getireceğim. Bu perspektifin siyasal yükümlülüklerinin öncelikle bir sol dayanışmasını gerekli kılmaktadır diyeceğim. Perinçek’çi yeni modüllerin ıskat edilmesi için de bu gereklidir diyorum.
Bunun tersi her davranış, farklılıkların özgürlüğünü ve gücünü bilmeyen aptallara ait olacaktır. Aptalların özgür olması mümkün değildir. Mensup oldukları okul jargonuyla söylersek akli düşüncelerinde özgür olmayan, başkasının özgürlüğünü tanıyamaz. İtirafçı aptal bu haldedir. “Fakid el şey, la yati” (kişi yitirmiş olduğu şeyi veremez).
Sözlerimi Arapça bir cümleyle bitirişime sakın taklit demeyin, esprimi zeki olanlar anlayacaktır...