7 Oca 2010

32.dosya : Mir- Fikri Günay iletileri



Fikri Günay iletisi:
Kimden: fikri günay
Kime: bedreddin.mahir@gmail.com

tarih16 Eylül 2008 Salı 15:05
gönderenhotmail.com
ayrıntıları gizle 15:05 (11 saat önce) Yanıtla



MERHABA MİHRAC,

12 Haziran 2008 tarihli sitem ve eleştiri yüklü yazın dolaylı olarak elime geçeli beri tekrar, tekrar okudum ve nasıl bir yanıt vermem gerektiğine karar veremediğimden bu güne değin elim tuşlara gitti geldi.

Anımsadığın en son görüşmeden sonra, bir kaç kez, yüz yüze –telleri saymazsak- görüştüğümüzü kanımca unutmuşsun.

Bu görüşmelerimizin birinde, merak ettiğimden dolayı Engin ve M.Aktolga ile görüşmek istemiştim de, “siktir et onları, zaman ayırmaya değmez” demiştin. Ben de o günkü, sorunlardan dolayı, içimden “herhalde bir bildiği vardır” diyerek ısrar etmemiştim.

Ayrıca ben kaçağa düşüp de, Antakya’dan, “Başıyın çaresine bak” diyerek gönderildiğimde, kendi ilişkilerimle, biraz yol parası bularak yine Niğde de görüştüğümüzü ve “örgüt sahip çıkmayacaksa teslim olayım” dediğimi, ben unutmadım.

Bu görüşmeden sonra Ankara’ya yerleşmek için gidip orada ki ortamı görünce, sorumlu gözüken vatandaşın –İ.K- aymazlığını anlatınca senin, “Hocam, durumu bildiğimden seni oraya gönderdik, en kısa zaman da ilişkileri ele almalısın” dediğinde, ilk kez resmi bir görev üslendiğimi, düşünerek, gerçekten de kendimden daha çok güvendiğim, başta sen olmak üzere o günkü sorumluluk taşıyan yoldaşların –gıyaben tanıdığım, o güne değin olumsuz hiçbir şeyini duymadığım Engin de dahil-sayesinde, niteliği herkes tarafından bilinmeyen örgüt sayesinde mücadeleye profesyonelce başlamıştım.

Düşünüyorum da Mihrac, gerçekten de, geldiğimiz nokta da, bir eksiklik yok mu?

On senelik tutsak yaşamımda, kişi olarak devrime olan inancımın dışında bana destek olması gereken, o çok övündüğümüz örgüt, hiç yanımda olmadı veya olamadı desem bilmem inanır mısın?Yanımda kinden kastım, kişisel gereksinimlerinden dolayı değil.Buna karşın, bir avuç inanmış yoldaşla beraber, Türkiye siyasi tarihinde ilk kez örgütsel olarak, cezaevlerinde isyan bayrağını MAMAK CEZAEVİNDE açan bizleriz.Yani ACİLCİLER.

Tam olarak zafere ulaştıramasak da-birçok nedenden dolayı-12 Eylül faşist darbesine karşı bir seneye yakın bir avuç ACİLCİ, direnebilineceğini gösterdikten sonra Türkiye de cezaevlerinde direniş başlamıştır.

ACİLCİLER, 1981 7 Temmuzun da direniş bayrağını açtığında, belki bireysel direnişler vardı ama, örgütlü ve örgütsel olarak henüz cezaevlerinde yaprak kımıldamıyordu.

Ben gerçekten de gerek yakalanmadan önce, gerek cezaevindeyken sıradan bir devrimci veya devrimci olmaya çalışan biriyim. Hareketin bu günkü konuma gelişinde olumlu veya olumsuz ne kadar payımın olduğunun bir ölçüsü var mı bilmiyorum ama, dolaylı olarak da olsa,küçük bir eleştiriye, bunca tepki, inan ki hiç aklıma gelmedi.Zaten söz konusu olan yazı esas olarak Engin’i eleştirmek için kaleme alınmıştı.Altmış yaşından sora yazmaya başlamanın sonucu olsa gerek ki, maksadı aşan bir yazı olmuş.Zira söz konusu olan kişi de aynı sertlikle yanıt yazdı.

Başkalarını bilmemem ama bilhassa benim konumumda olanların belgelerle konuşması veya belgeleri sunanlara, karşı belgelerle karşılık vermesi olası mı?

Tümce, tümce ayrıntılı olarak şunda haklısın, bunda haksızsın deyecek bir şekilde yanıt yazmayı gereksiz gördüm. Zira polemik yapmanın ne zamanı ne de yeri. İşin başında olan sizlersiniz ve uzun zamandır da yaygın bir iletişim olmadığından, bu satırlarda ne yazsak afaki olur diye düşünüyorum.

Yalnız şunu bilmeni istiyorum, 1989 10 Kasımın da cezaevinden çıktığımda, Salih ile tesadüfen tlf. İle görüşmüştüm. Nedense bir daha aramadı benimde arama olanağım yoktu.91 şartlı tahliyelerden sonra H.Keser’in düğünün de birçok yoldaşla kısmen de olsa bir araya geldik ve bazı şeyler konuşmuştuk. Sen daha iyi bilirsin mutlaka, o günkü yetkili gözükenler işi organize edecekti. Kanımca etmişler ve her biri bir tarafa gitmeye karar vermişler.Ben bunu çok sonra öğrendim ve karar verenlerinde kimler olduğunu ayrıntılı olarak hala bilmiyorum.Toplantılarına beni çağırmadıklarına göre, öğrenmeyi de düşünmedim.

Bundan sonra ben en az birkaç kez Antakya’ya gittim ve eski tanıdıklar vasıtasıyla, varsa yapıya ulaşmaya çalıştım. Hatta tesadüfen gördüğüm Kardelen dergisine bile bir hayli zor ulaştım.Oradaki bazı yazılarını yıllar sonra okuyunca, geçmiş düşüncelerden bir hayli uzaklaşmalar başladığını ilk kez fark edince, örgütsel çalışmanın niteliğinin değiştiğini ve benim için yeni durumu kavramanın bir hayli zor olduğuna inanarak, kendimce yaşadığım ortamda kendimi,en azından bu günkü konum da tutabildim.

Yasal zeminde kuruluşundan beri ÖDP ile 2007 nin sonuna değin beraberliğim oldu.Baştan beri ÖDP ile uzun erimli, kalıcı bir birlikteliğin olmayacağını bildiğim halde, beraber başladığımız arkadaşlar üç dört sene sonra ayrılmalarına karşın, ben on seneye yakın, biraz da bulunduğum nesnel koşulların etkisiyle, 2007 sonunda ancak ayrılabildim.

Son olarak şunu belirteyim ki, “herkes hata yapar, ben ve diğer sorumlu arkadaşlar da yapmıştır” demek, öz eleştiri kapsamına girer mi bilmeme ama, kesinlikle hiç kimseyi tatmin etmez.Elbette herkes bilinci ve inancı doğrultusunda devrimci mücadeleye girmiştir.Bireyler her zaman etken olabilir ama örgütlü güç her zaman belirleyicidir. Genel sekreterde olsa, örgütsel yapıda, etkisi, diğer unsurlar kadardır.Tabi ki, gerçek anlam da bir “örgüt” varsa!

Gerçekten de var mıydı? Yoksa, 1986 da yapılan 1.Kongreden sonra mı kuruldu? Birincisi olduğuna göre öncelerin de, olsa, olsa hareket vardı! Başkalarını bilmem ama ben, her yönüyle bir partiden bahsetmiyordum ama, her yerde “örgüt”ten bahsediyor ve sahip çıkıyordum. Şimdi olduğuna inansam hiç düşünmeden yine sahip çıkarım.

Elbette ki, 30 yaşında ki öğretmen gibi değil, 61 yaşında bir emekli olarak.

Şimdilik bu kadar sohbet yeterli. İçten sevgi ve selamlar. 15-09-08





Mir Cevap:



Hoca,
iletini aldım ellerine sağlık. Yanılmamışım. Önceki uzun eleştirimde de dile getirdim samimiyetine ve dürüstlüğüne güveniyor, saygı duyuyorum.



Tekrar gibi olacak ama bu iletindeki bir iki cümlenden yola çıkarak bir kez daha ifade etmek isterim.



“gerçekten de, geldiğimiz nokta da, bir eksiklik yok mu?” diyorsun buna cevabım “evet, çoktur da” olacaktır. Haklısın bu soruyu bile sormadan bunu hepimiz biliyoruz. Buna eklenecek çok şey var. Bunu kurallarıyla konuşmak ve bir iç mekanizmayla ortaklaşa bir çabayla sonuca bağlamak, ile ilgili ilgisiz insanların saldırıları altında kişisel kinin gözleri bürüdüğü karanlıklar içinde yapmak arasında fark vardır diyeceğim. Bu açıdan tek itirazım budur, diyerek satırlarıma başlayacağım.



“Ben de hata yaptım” demenin yetmediğini de çok iyi biliyorum. Tüm arzum ikinci bir kongrede, herkesin katılıp tıpkı I. Kongre’deki gibi herkesin istediği kadar süreyle görüşlerini ortaya koyup bir tarihi dönemi kapatarak yeni bir dönemin sayfasını açmaktı. Bunun için çabaladım. Bu çabanın sonunda ne olurdu bilmiyorum. Ama ben kendi adıma ve benimle yürümesi muhtemeller adına sizi temin ederim ki, karınca kadarınca da olsa, örgütlü yaşam dışında direnme çizgisinin (tek bir yöne bağlı olmadan) halklarımızın hak ve talepleri için mücadeleyi tercih ederim. Bunu yapmaya çalışıyorum. Bu yüzleşme olmadan kendimi rahat hissetmiyorum ve bu mutlaka yerine getirilecektir. Bir görevde istemeyeceğim. Gelecek kuşaklara varsa olabileceğim bir merdiven basamağı, o olmayı tercih edeceğim.



Kongre yapmak kolay mı bunu yapanlar bilir. Dünyanın en iyi kongresini en demokrat kongresini yapsan bile yetmez diyenler olur. Ama tekrar edip durduğum gibi en kötü kongre kongresiz bir yapılanmadan bin kez daha sağlıklıdır. Bu tür soyut tartışmalara burada girmeyeceğim. Yanlışı örgütler değil şahıslar yapar, bu nedenle şahısları eleştirmek doğrudur ama örgütleri eleştirmek, kolektif değerleri eleştirmek farklıdır. Sizde yazılarınızda vurguladınız ideolojik değilse ayrılık şahsi nedenlerle imama kızıp oruç bozulmaz.



Kongrenin onayladığı bir siyasal hat etrafında mücadele örgütü dokunulmaz kılar, bu hattın doğru yada yanlış, eksik yana farklı uygulaması ise yöneticilere aittir. Bu durumda onlar eleştirilir. Ama hem ideolojik bir eleştiri olmayacak hem şahıslar ve örgüt karalanacak bu farklı bir şeydir. Burada artık bu yönelimleri taşıyanların gayeleri tartışılır.



Bunları tekrar etmemin bir tek nedeni var oda, ayrılıp gidenlerin işlediği yanlışa işaret etmektir. Özelikle de buna asla hakkı olmayanların, başka örgütleri tefsiye ede ede bir iki üç daha fazla tasfiyelerle buraya gelip ortak değerlerimizi karalamak isteyenlerin karşısındaki mezar sessizliğine işaret etmektir. Ama açık ve net tutum takınanlar vardı bunlarda önemliydi.



Örgüt tartışmalarıyla ilgili 30’a yakın yazı yazdım. Belgeleri kanıtları ortaya koydum. Kimse kendini ortada ve tarafsız saymasın diye. Söyleyecek bir sözü olsun diye. Benim görüşlerimi savunması değil beni bile eleştirirken elinde belge olsun diye. Ben bu son perdede de görevimi yerine getirdim. Geriye benim bir kongrede kuralara bağlı olarak eleştirilmem, unu cevap vermem ve kararı kongrenin vermesidir. Aksi taktirde savunduğumuz örgütsel işleyiş kurallarını kendimiz çiğnemiş oluruz.



Kişiden eleştiri-öz eleştiri mekanizmasını çalıştırmayı istemenin gerçekçi başka yolu yoktur; kişinin, avazı çıktığı kadar bir liste etrafında yaptığı hataları öz eleştiri olarak sunsun bu özeleştiri olmaz bu günah çıkarma bunun da yeri bellidir. Eleştiri ve öz eleştiri ise kurumlarda olur kongrelerde konferanslarda olur ve orada sonuç alınır, seçimle gelen seçimle gider. Başka yollar ise kendini aldatmak olur.



Hoca, bu yapıda ve her yapıda kuralları işletmeden ciddi bir şey yapılamaz. Kuraları çiğneyen yönetici olsa da bunu kuralına uygun cevaplamak ve sonucunu kurallarıyla almak gerekir. Aksi takdirde örgüt değil şebeke olunur. Ayrılıkçılar ne zaman şebeke yöntemiyle ne zaman kurallarla iş yapacaklarını bilmeden eleştiri yaptılar. Yanlış yaptılar. Hiçbir belge ve kanıta dayanmadan şahit bile sunmadan yargısız infaz yaptılar, kendini tatmin etiler. Çünkü hedefleri devam etmek değildi. Yazılarımda bunları, tek tek kendi el yazılı belgeleriyle ortaya koydum. İnin ki, bu tipler burjuva hukuku bile bilmez, çok demokrat ve mazlum rollerinde acımasız birer Pol Pot’çu yöntemle çalıştılar.



Başaramadılar, terk etmeyi yeğlediler. Ayrılıklarına siyasi gerekçe yumurtlayacak zaman bulamadıkları için eveleyip gevelediler. Şu saate kadar dünün ayrılığına bulunmuş bir siyasi gerekçe oluşturamadılar. Sonunda “en iyisi örgütü toptan kirleterek kurtuluruz” dediler, bunu da 26 yıl sonra yaptılar. Ayrılıklarla ilgili 1982 deki ve 2008’deki sözlerini kendi dillerinden aktardım, iki ayrılık yaşanmış gibi nitelik farklılıklar gösterdiğini ortaya koydum; Dün ayrılığın en keskin anında söylenmeyen ve olmayan karalamaların bu gün nasıl üretildiğini sordum. (Bu yazı belki eline geçmemiştir. Bunları arşiv olarak bir klasörde tutmak yanlış değildir). Bu insanlar, o kesitte zorbalık yaptılar. Bizi “güttüğünü” söyledikleri bir zorbanın adamlarıyla kol kola geçerek bunu yaptılar, ama başaramadılar. Örgüte saldırdılar el koydular ama müsaade etmedim kurallara, kurumlara gelin dedim. Bunları senin bilmemen normal ama sorularak bilinmeyecek şey kalmadı bu dünyada.



1982 den 1986 ya yani ayrılıkların patlak verdiği ortamdan I. Kongreye öyle gidildi. Bunu başarmak kolay mı? dört bir yandan delegeleri güvenlice getirip, güvenlice yerlerine iade ederek en azından kendi zimmetlerinde olan özgür iradelerle kongre bağlamak kolay mı ?



Bu gün geçmişi kirleterek yanık topraklar siyaseti yapanlara tepkim olduğunu sen de izledin. Bu didişmenin hiçbir safhası kimseye yarar getirmez bunu çok iyi biliyorum. Ama susmak ne getirirdi onu söylemek gerek. Açık aleni ihbarlar yapılıp geçmiş değerlerimize dil uzatılmasına karşı sesiz kalmak ne kadar onurlu, ne kadar devrimci bir tutum olurdu. Örgüt poligamisi olanların, patolojik durumlarını düzeltmek için çaba vermeleri gerekirken ve buna çevreninde yardımcı olması gerekirken sesiz kalmak ne kadar sağlıklı bir duruştur sormak lazım. Bunu zaman karara bağlasın derim.



Tam bu noktada son makalem “ Direnme Hattına Dil Uzatmak” ta dile getirdim. Geçmişimizin olumlu yanlarını öne çıkartmayı, hatalarımızı unutmadan ve onları aşmak kaydıyla temel alacağım dedim. Küçücük başarılarımızı abartmadan ama yükseltmek kaydıyla, büyük hatalarımızın da önünde tutacağım dedim. Bunu siyasal mücadelenin iş yapma ve bunu başarma adına bir yöntem olarak görüyorum dedim.



Egemenler zaten devrimcilere temiz bir alan bırakmamak için her öyle saldırıyorlar. Özel harp dairesi, derin devlet, Ergenekoncular ve bir cümle devlet güçleri bunu yapıyor. Birde soldan buna iştirak eden itirafçı aptallarda katılıyor. Yanık topraklar siyasetiyle geride bize temiz alan bırakmamak için çalışıyorlar. Bunun karşısında dünyanın tüm direnme güçlerinin yöntemini öneriyorum. Olumlularımız, geçmiş değerlerimiz, kolektif etkinliklerimiz en zayıf halleriyle bile olsa öne çıkmalı onların yükselmesi için öncelik tanımalıyız; 30 yıllık mücadele sürecinde bunlardan da yeterli çoklukta veri bulunmaktadır. Bunu da hatalarımızı örtmeden onları aşarak yapmalıyız dedim.


Bak hoca bu iletinde bana ne diyorsun,

“bir avuç inanmış yoldaşla beraber, Türkiye siyasi tarihinde ilk kez örgütsel olarak, cezaevlerinde isyan bayrağını MAMAK CEZAEVİNDE açan bizleriz.Yani ACİLCİLER.


Tam olarak zafere ulaştıramasak da-birçok nedenden dolayı-12 Eylül faşist darbesine karşı bir seneye yakın bir avuç ACİLCİ, direnebilineceğini gösterdikten sonra Türkiye de cezaevlerinde direniş başlamıştır.


ACİLCİLER, 1981 7 Temmuzun da direniş bayrağını açtığında, belki bireysel direnişler vardı ama, örgütlü ve örgütsel olarak henüz cezaevlerinde yaprak kımıldamıyordu.”

İşte senin şu sözlerin benim davam oldu bu tartışmalarda.


Ama sen nerede durdun bunu bana söyler misin? Bu iki cümleni neden çıkıp haykırmadın? Bu örgüt bu ülkenin demokrasi mücadelesinde ilkleri yaptı demedin?


Buna eleştirim var.


Senin zindanda yaşadığın öncü bir tutumdu. Bunun gibi, sana ortak örgütümüzün kaç öncü tutumunu daha sayarım. Onlar yok mu? Senin şu iki cümlede özetlediğin kaç tutumumuz var biliyor musun? Onlarca… Yurt içinde ve dışında onlarca böylesi tutumuz var ve bu karalanmak isteniyor, ben buna karşı durdum… Bu noktada yanımda duranları tenzih ederek, durmamayı anlatabilir misin? Kime hizmetti söyler misin? Bunun için Mir önce şunu şunu yapsın sonra mı diyeceğiz.


Cevap hakkı diye bir kural var, burjuvazinin bile hayata geçirdiği. Kendini ortak bir geçmişten addedenlerin bu konudaki duyarsızlıklarını nasıl izah edersin, dün yaşanmış eksiklikler iyi de, bu gün yaşanan edepsizliklere ne diyeceğiz hoca?


Evet ben taşıdığım sorumlulukla ortak değerlerimizi hiçe sayanlara cevabımı verdim vermeye de devam edeceğim. Bu konuda geçmişimizle hiçbir ortaklığı olmayan devrimcilerin verdiği desteği bilmen için bu iletiyle birlikte yazışmalarını göndereceğim.


Evet ben ortak örgütümüzün bu önemli değerlerini savundum. Buna karşı arkadan nal toplayan biri, benim adımın eleştiri merkezinde olduğu sitesinde "abartılı bir ajitasyon" suçlaması yaptı. Geçmişimizdeki dik duruşları, direnme çabalarını hor gören bir yazı yazdı. Cevabımı söz konusu “Direnme Hattına Dil Uzatanlar” başlıklı makalede verdim.


Bu türlere söyleyeceğim şey “ben elimi taşın altına sokuyorum, iş yapmaya çalışıyorum” olacaktır. Bunların şüpheli söylemleri beni “hata yaparım korkusuna iterek pasifize edemeyecektir”.


Zira biliyorum ki, derin devlet geçmişteki her şeyimizi kirletip bizi geçmişsiz, mirassız bırakmak istiyor. Zaten tarihi boyunca mirasız süre gelen ve her defasında yeniden sıfırdan başlamak zorunda kalan bir devrimci hareketin efradıyız. Ne örgütsel ne de teorik bir tamamlanmışlık ve süregenlik içinde olabildik. Geri de kalan değerlerimize sahip çıkmamıza da yasak getirmek istiyorlar, buna sırtında taşıdıkları itirafçılık kamburlarıyla ortak olanlar var. Bulara prim vermek çok aptalca bir teslimiyet olacaktır.


Sen de söyledin zindanların ilk örgütlü direnişi dedin. Bak Hasan İnce yoldaşta ilk direnen şehittir (19 Eylül 1980); Zeki Yumurtacı evinden alındığı ve sonradan “17 Eylül 1980’de katledildiği” söylenir. Hasan yoldaş, örgütümüzün halkımızı direnişe çağıran protesto bildirisini dağıtırken, jandarma kurşunuyla katledilmiştir. Bakalım bunu hatırlayan olacak mı? Buna benzer örgütümüz tarihinde yüz akı olan yüzlerce dik duruş vardır. Önemli olan bu değerlerin yükseltilmesidir. Bu değerlere saldıranlara karşı durmak için eski Acilci olmak yeter de artar. Bunu açıkça ortada kalmadan ifade etmek gerek; Bunu yapanlar beni değil kendi değerlerini savundular. Bunlar da az değildir.


Demem o ki, bu gün itibariyle yapının olup olmadığı kaygısını taşıma hakkı bir yana, bunun II. bir kongre örgütleyip örgütleyemeyeceğini tartışmayı da şimdilik bir kenara koyarak, ortak geçmişin bağlarıyla örülü olanların ya da bunu hissedenlerin ortak reflekslerini arıyorum. Belki hiç kimse ebede kadar bir arada olmayacaktır, ama geçmişi olanların bunu bir biçimde koruma çabalarının olması gerekir diye düşünüyorum.


Diğer yandan siyasal diyalogların diriltilmesi gereğine de inanıyorum. Bunu gerektiren o kadar çok gelişme ve yaklaşan “son düello; yerel seçimler”in atmosferi var ki, bizi kimse onlar-bunlar diye ayırmayacak hepimizi karanlık çarkları altında ezmeye çalışacaklardır. Yaklaşan tehlike karşısında ilk doğal tepki, ilişkili olma adımıyla başlar. Bunun için “önce kelam” vardı denir.


Bundan kaçmak, herkes için sonuçları çok olumsuz bir yuvarlanış olacaktır.


Bundan kaçınmayalım ve bu diyalogların geliştireceği sonuçlara göre siyasal kararlarımızı özgürce yönelimlerimizle verelim.


Ben sadece diyalog diyorum.


Diyalogu reddedenleri kimlik kaoslarından kurtulmamış olanlardır. Geçmişin dik duruşlarından ürkenlerdir. Başka örgütlerde çok daha vahim olan sorunları yaşamadan süreci geçip buralara geldik. Hala ısrarla ve kararlıca demokrasi mücadelesi diyoruz. Yazılarında bir biçimde “özgür örgütlülük”te olsun örgütlülüğe vurgu yapıp duruyorsun. Bu doğal olarak geçmiş ortak örgütlülüğün haklı ve olumlu yanlarını savunmayı gerektirir diye düşünüyorum. En azından kişinin kendi yaşadığı haklı örgütlülüğü savunma sınırında kalsa da. Bunu söylememin tek hedefi bu gün her türlü örgütlülüğe düşman olanların karşısında solun ayağa kalkmak için örgütlülük değerlerine sarılması gerektiğine işaret içindir. Hedefleri her türlü örgütlülüktür, amaç her türlü örgütlü direme hattıdır, Kapitalizmin yeniden keşfiyle ortaya konmak istenen neo-liberalizm bu çabanın içindedir. Bunun için insanların tek hücreli olmasını önermektedirler diyalog içinde olmalarına bile şiddetle karşıdırlar.


Diyalog meselesine başka bir kanaldan bir daha döneceğim. Şunu söyleyeyim, yazılarıma dön bak.


Ben küreselleşmeden yanayım ama iki küreselleşme olduğunu bunlarında birinin insan ortak aklının ürettiği değerlerle, bilişim çağı şeklinde tecelli eden ve dünyayı bir küçük köy haline çeviren olumlu küreselleşmeden yanayım. Gelecek toplumun mülkiyet ve üretim ilişkilerini belirleyecek tarihin akışıyla uyumlu ileri bur uygarlığın küreselleşmesinden yanayım. Bunu verile olduğunu ve bunun ilerleyen zaman içinde daha da açık hale gelerek egemen olacağını söylüyorum. Devrimciliğimi, darbecilikten bu şekilde ayırım bir gece ansızın askeri koruma altında, siyası bir kararnameyle kurulan sosyalizm yerine, tarihsel geri dönüşü olmayan, PTT’ye karşı bilgisayarın yaptığı devrimden yana olduğumu söylüyorum. Diğeri küreselleşme ise, emperyalizmin küresel ölçekte yürüttüğü talan, istila savaşlarıyla belirginleşmiştir diyorum; bunu da emperyalizm tarihe ve ilerici küreselleşmeye karşı bir direnişi olarak ömrünü uzatmak için yapmaktadır diyorum.


Ben Avrupa Birliğinden yanayım. Bunu uzun uzun yazılarımda izah ettim, burjuvazinin sınıfdaşlarıyla birleşme arzusuna, emekçilerin, ilericilerin, aydınların da sınıfdaşlarıyla birleşme arzusunu savunma olarak dile getirdim.


Marksizm’de bu gün açık kalan sorunlar olduğunu söyledim uzun uzun yazdım, sosyalizm, sınıf mücadelesi, proletarya diktatörlüğü, gibi temel konuları içeren Yener Orkunoğulu’yla “Siyasi Sohbetler”imde dile getirdim. Ulusal sorun, mülkiyetin tarihsel evrimi, gelecek toplumsal ilişki süreçlerine ilişkin öngörüler, sınıf mücadelesi, küresel üretim ilişkisi ile küresel kapitalizm arasındaki fark üzerine yaklaşımlar gibi bir dizi temel sorunda farklılık taşıyan görüşlerimi dile getirdim. Başka birçok konuda da kendimi açıkça ifade ettim. Bunları blogumda bulabilirsin.


Bunlara ek, gelişme ihtimali olan Arap milliyetçiliğine ve Alevi inanç gericiliğine karşı Hatay davası’nın ortak ülkemiz özgürlük ve demokrasi mücadelesine bir dinamik olarak katılmasının gerekli olduğunu dile getirdim. Bu konuda dışımızda harıl harıl çalışma yapanların olduğunu yeni bir Kürt sorunuyla karşı karşı kalınabileceğini, Kürtlere yapılan tarihsel yanlışın tekrar edip bölücülüğe zemin hazırlamamak için dikkatlerin çekilmesi gerektiğini söyledim. Bunu yanlış anlaşılma ihtimallerini göze alarak yapma sorumluluğunu gösterdim; ilk sözüm de “bu halkın kimlik hakları bölücülüğe geçit vermeden özgürlük ve demokrasi savunarak kazanılacaktır” dedim. Bunları da her zaman örgütlü bir insan sorumluluğuyla şahsi düşüncelerim olarak sundum.


Ayrıca, Marksizm insanlık bilgi birikiminin doruklarından biridir, insanlık bilgi birikimine müthiş bir dinamik getirmiş tarihin en toplumsal yönelimidir dedim. Ben materyalistim dedim, Marksizm benim için doğruya, bilgiye varmanın en önemli aracı olduğunu ve bu medresenin da sadık bir öğrencisi olduğumu belirttim.


Diyaloga davetimi de tamamen bu çerçevede, işte seninle de yaptığım bu ileti alışverişi temelinde önerdim. Aylardır da eski arkadaşlarla yazıştım, diyalogu siyasal düzlemlerde tutmak isteyenlerle de buna devam ediyorum. Seninle de bu satırlarda kendini ifade eden gerçek budur. Kimseden bir şey istemedim.


Sık sık söyledim, ben sınıfsal nedenlerle devrimci olmadım. Benim devrimciliğim doğrularımın doğal sorumluluk ve yükümlüleri olarak gündeme geldi. Ve bu süreçte zorunlu devrimcilerin nasıl çözüldüğünü de gördüm, sudan sebeplerle sürece katılanların sudan sebeplerle eriyip gittiğine de tanığım.


Burada soyut cümlelerle iletimi boğmayacağım. Ancak bilinmesini istediğim dünyadaki büyük sarsıntının sonuçlarından çıkarken, kendini yitirmeden “ben hala örgütlüyüm” diyebilecek bir çevreyi koruduğumu belirteceğim. Bunun ne önemi var denebilir, evet bu da dağılabilirdi. Bu çevre örgütsel varlığını bir maya gibi korudu büyük siyasal hareketlerin buharlaştığı süreçlerden çıkarken yitirdiği çok şeyi olmasına karşın kendini öyle tanımlayan eksiklikleriyle de “örgütlüyüm” deme ısrarı gösterildiğine dikkat çekiyorum. Olanlara saygı duyulmasını da diyalogun en önemli yanı olduğunu belirtiyorum. Buna saygı duyanların hızla diyaloga girdiğini, ulaşılabilen yerlerle de karınca kadarınca bu ortak mücadeleye katkı için çalışıldığını söyleyeceğim.


Bu bir irade beyanıdır. Kişinin kendini belli bir kimlikle ifade etmesi gibidir, ilişki kurmak için en azından onun kimliğine saygı gereklidir. Bu sürece örgütlü başladık, saflarımızı değiştirmeden, tarihsel değişimleri kabul ederek siyasal perspektiflerimizi de evrimleştirerek bu güne geldik. Tek çabamız özgürlük ve demokrasi mücadelesine abartmasız katkı yapmaktır dedik.


Kimsenin rahatsızlık duymaması gereken bu kararlı duruş, bu moral, bu ısrar ve korunmuş heyecan, her tür boy ve soydan örgütsüzlükten daha önemlidir diyorum.


Hoca,


Aramızdaki ilişkiye gelince. Sende bilirsin, bunu hissetmeni isterim saygım ve sevgim her daim bakidir. Önceki eleştirim, arada kalıp ortak değerlerimize saldıranlara prim verme karşısında gösterdiğim doğal bir refleksin sakince, ölçülüp biçilerek ve bilinçle yazılmış tepkisiydi. Bu tepki şahıs olarak sana da karşı değildi. Mesajdı. Bunu böyle algıladığını da ifade ediyorsun ki doğrudur. İlk olarak bendeki mail adresine gönderdim eline ulaştı sandım. Ulaşmadığını bilsem ulaşmadan yayınlamazdım bile.
Hoca,


Son bir yılda yayınladığım makalelerimi okuyabildin mi? Bunlara bir göz atmanı isterim. Makalelerimi üzerine yığmayacağım. MSN’e çıkıyorsan oradan tümünü bir çırpıda iletebilirim. Bir klasörde kalsın vaktin oldukça okursun. Zaten her yazımın özeti olan spotlar vardır. Onlara bakarak okuyacağın yazıyı kararlaştırırsın.


Hazırladığım, “yol ayrımı” başlıklı bir yazım olacak. Yazı hazır, redekte ediliyor. Yayından önce seninle paylaşırım tüm temel konularda görüşlerim olacak. Yener Orkunoğlu’ya sohbetlerimi ileteceğim bu iletiyle orada bu yazının ilk bulgularını görebilirsin.


Yazılarını zevkle okuyorum. 61’li gibi değil 21’li gibisin hala. Yazmak bilgi birikiminin yarısıdır derim. Soyutlamak ise diğer yarısıdır. Soyutlama da ilerlemenin yarısıdır, üretim diğer yarısı. Bizim gelenekten gelenlerin bu çabalarını takdirle izliyorum, hepsine saygı duyuyorum. Aklın doğruya gidişte yolunun bin bir olduğuna inanıyorum. Doğrunun tek olması yanlışlığının kanıtıdır diyorum. Yaşam bunun için ilerleyebildi. İnsan doğada, doğal olmayan tek yaratık olarak ayakları üzerinde böylece durdu.


Diyalogun bu nedenle insani ilişkilerimiz içinde etkin olduğunu düşünüyorum.

 Mihrac Ural
15 Eylül 2008

.