7 Oca 2010

17.dosya : Hasan Arkadaş

 05.09.2008


“yanlış ata oynamak” ve ardından gelen “ açıklama”nı aldım. Benden o kesite ilişkin yazmamı istemişsin. Ne yazayım bilemiyorum ama olayları takip ediyorum.


Geçmişime sahip çıktığımı, örgütlü olmasam da geçmişimdeki her şeye sahip çıktığımı biliyorsun. Benim insan olarak taşıdığım değerler arasında örgütsel mücadele geçmişimin olduğunu öğünerek söylerim.



Ne yaptıysam İnanarak yaptım. Bilinçlerim ve bildiklerimin ardındın gittim. Ne güdüldüm ne güttüm. Bundan hiç pişman değilim. Ayrıntılar dersen elbette anlatılacağı zaman vardır. Bak örgütle ilişkisini, itirafçılıkla, ihanetine ve başka örgüte kaçmakla yapmasına rağmen kendinde yazma hakkı görenler var. Bu işin emeğini ölümleri yaşaya yaşaya verenler de izliyor öylece. Ve yoldaş, okuduklarıma inanamıyorum. Hangi hakla, hangi hukukla bunu yapıyor bu Engin bilemiyorum.



Şimdi ben de devrimciliğe başladığım da bir dönem Dev-yol la çalıştım diye, Nusuh, Oğuzhan Ali Butto ve örgüt hakkında yazı yazma hakkım mı doğar. Bu terbiye edilmemiş bir dış müdahale olur.



Bence Engin bunu yaptı. Bunun nedenini de sen yazmıştın; polisteki itirafının yayınlanmasıyla doğan tepkisidir. Ben buna, örgütsüz birinin, ağır gerçeklerin altından kalkamayacağı kaygısıyla gösterdiği tepkisidir diyeceğim.



Uğruna çok şeyimizi sunduğumuz mücadelemizin her şeyinden bizde doğrudan sorumluyduk. O gün, bin kez tekrar etse aynı yerde ve aynı yoldaşlık ruhuyla aynı şeyleri yapacağımı söyleyebilirim. O ortamda kimse kimseyi ne kullanmayı ne de kendi şahsı çıkarı için bir şey düşündü. Hatta düşünecek durumda bile değildi. Bunun herkesin eşit oranda çektikleri zorluklardan ve sonuçlarından anlamak güç değildir. Ancak diğer tarafta, örgütü terk edenlerin önemli bir kısmının gösterdiği fahiş zenginlik ve buna ilişkin tutkuları, örgütlü mücadeleyi tercih edenlerin en kötüsünün bile dürüst ve inançla mücadeleye katıldığını göstermeye yeterlidir.


Engin, örgüte emek veren ve o çerçevede mücadele eden insanlara saldırmakla açıklamak istediği nedir ki. Boyunu aşan ayıpları, sırtında taşıdığı yumurta küfesini düşünmeli öncelikle. O şahıs olarak, Acilciler örgütünü suçluyor. Örgütsüz de olsam taşıdığım değerlere bir saldırıdır bu yaptığı. Üstelik sen de dile getirmişsin, süreci bilmeyenlerin kafasını karıştırmak için çok yalan ve tersyüz edilmiş aktarımlar yapıyor. Bu adamın okuru var mı bilmiyorum ama okuru uyarmasa, tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş demekle yetinirim…


Hatalardan bahsediliyor, bunlardan örgüte emek vermiş biri bahsetse insan rahatsız olmayacak. Ana poliste çözülmüşün birinin bunu yapması devrimci hareketteki duyarsızlığa bir gösterge gibi duruyor. Sormak lazım, 30 yıllık bir mücadele de hata olmaz mı elbette olur. Bunlar çoktur da. Ama sen de biliyorsun bu Enginin anlattığıyla hiç ilgilisi yok. Adam nereden bilsin yanlışı, doğruyu, örgütte yer almamış biri, kendi söylüyor kırk örgüt değiştirmiş. Böylesi birinin girip çıktığı her örgüt hakkında kırk bahaneyle etmeyeceği laf kalmaz. Bunları kimse ciddiye almaz.

Bak ben en önemli hatayı söyleyeyim; Avrupa’ya tek bir kişi gönderilmeyecekti. Engin bile. Gitmek isteyenin tek yönü ülke olacaktı. Avrupa ise orda var olanlarca yürütülecekti. O zaman kimin ne kadar devrimci olduğu görülecekti. Sana yemin ediyorum bunların içinde en az %30 u itirafçı, işbirlikçi ve çözülmüş olurdu.

Aranması gereken ve söylenmesi gereken hatalar bu türden olmalı. Bunlar arasında bir türlü Cezaevindeki yoldaşlarla ilgilenecek bir daimi komitenin kurulmamış olmasını da ekle. Her ne kadar, bildiğim önemli oranda maddi destek ceza evlerine gönderilmiş olsa da. Cephe dergisinin basımı ve işleriyle ilgili olarak o zamanın parasıyla büyük miktarda aktarımlar olmuş ama sonuçsuz kalmış. Bu gibi eksiklikler örgütsel çalışmada önemli yol kavşakları oldu. Engin’i bunlar ilgilendirmiyor; onu ilgilendiren Mir’e eleştiri olsun da ne olursa olsun türünden pasafisolardır.


Adam her gün yumurta gibi suçlama ve tehlikeli bilgi açıklaması yumurtluyor. Üstelik belgesiz kanıtsız sadece kendinden uydurma sözlerle. Suçlamalar öyle oluyorsa bundan kolayı ne var. Ne olacak ben de Lenin’in Alman casusu olduğunu anlatacağım artık, Deniz geçmişi İngiliz Fransız istihbarat teşkilatları arasındaki mücadelenin kurbanı, Mahir çayan’ı ise MiT fraksiyonları arasındaki kavganın sonucu da katledildiğini söyleyeceğim. Engin kanıtsız atıyor ben kanıtlı atacağım. İşte Ertuğrul Kürkçü – özür dileyerek- Kızıldere’den nasıl sağ çıktı bakın bakalım diyeceğim. İnsanları suçlamak öyle kolay olsa, iki satırlık yazıyla herkes herkesi suçlamaya kalksa, insanlar birbirini yiyen yamyamlar olurdu. Bu saçma bir şey değil mi, akıl var mantık var, mahkemelerde bile yıllar sürer bir dava neden kanıt ve belge ve şahit aranır. Bulunsa bile kişinin itirafı beklenir, itiraf etse bile yetinilmez yeni kanıtlar istenir. Ama gel görkü devrimci saflarda birbirini suçlamak, birine bir ittihamda bulunmak için iki satır yazmak yeterli olur. Var mı öyle şey. Bumu daha ileri olmak, burjuva hukuktan geri olmak bir yana ilkel diktatörlüklerden bile geri bir anlayış bu. Ne yazık ki, devrimci harekette bu oldu. Kimse geriye ne kaldı demiyor.


Mir diyor ya “siyasette kin gözü kör eder” diye. Buna hak vermemek mümkün değil.


Adam Acilcileri “muhabarat” yaptı, Acilcileri “mafya” yaptı. Özellikle de örgüt adını bulaştırarak sadece şahıslardan değil bir bütün olarak örgütten intikam almak ve örgüt adını kirli göstermek için çaba sarf ediyor. Başkasını bilmem ama ben direk bana da yönelmiş bir karalama olarak görüyorum bu durumları. Buna karşı susmamın mümkün olmadığını da hissediyorum. Oysa Filistin davasıyla dayanışmayı yaşadık, Beyrut kuşatmasının isimsiz kahramanlarındandık, bunu örgüt kararı ve bizim arzu ve bilinçli isteğimizle gösterdik. Savaş öncesi kırk dereden kırk gerekçe getirip kaçmadık. Kaçıp “kitap yazan” da olmadık. Ölümlerden girdik çıktık bir yakınmamız olmadı. Bu ayıpları işlememiş olmamız bile bize yeterlidir. Ama adama bak, açmış ağzını ha bire atıp tutuyor ilgisi olmadığı bir örgüte ve ilgisi olmadığı süreçlere. 1982 ayrılık sırasında yoldaşlarım diyordu, herkes üzerine düşeni yaptı diyordu, kimseye kötülüme yoktu. Ne odluda bu gün bunları söyler, gerekçesi nedir? Kazıda yeni bulgularmı oldu. Hepsi yalan, bu kadar örgüt değiştirmiş birinin, her örgütte başından geçenleri çamur atmak için anlatması ciddiye alınamaz. Bu çabalar bir ayıbın örtülmesi içindir o da İtirafçılığıdır. Bu ise bir psikolojik durumdur. Bana öyle geliyor.


Acilcileri “mafya” ilan etti. Biz mafya mıydık. FKBDC’sinin kurucu üyesi Acilciler mi mafya öyle mi, Cepheyi kuran 10’dan fazla örgüt neydi gözleri kör müydü. Devrimci Birlik Platformu kurucu üyesi ve ev sahibi Acilcileri mi mafya, gece gündüz siyasi eğitim çalışmaları yapan bir örgüte bunlar söylenir mi? Adam zoru hiç yaşamadı bilmiyor, ama utanmadan söylenip duruyor.



Şimdi kendimden kuşku duyacağım, İnci Baba’nın o patavatsız sözlerini hep zevkle okumuşumudur, acaba diyorum mafyalığımızın etkisiyle mi.


Bu gün Acilcileriz deyip devam edenlerin azlıkları, çokluklarına bakmadan (bu dönemde hiçbir sol örgüt kendini çokluğuz diye lanse edemez) hala demokrasi için yazmak ve siyasi mücadelede yer almak için uğraş veren insanlarına kara çalmayı çok ahlaksız bir şey olarak görüyorum. Çok yanlıştır. Kimseye bir şey kazandırmaz.

Engin devrimi ve devrimciliği kafasında bitirdiği için herkesin aynı durumda olduğunu sanıyor. Yazı sitiline bak, sende söylemiştin bir ara, herkesi elinin tersiyle iten cümleler, “öyledir, böyledir, ister inan ister inanma, kim ne derse desin beni ilgilendirmez, kim ne düşünürse düşünsün ben bildiğimi yaparım, kendimi yıpranmış hissetmedim…”. Bu cümleleri hiç bir zaman devrimci biri kurmaz. Devrimcilik hep sorumluluk olmuştur.


Senin basit yazını bile ters yüz etmiş. Sen ne diyorsun o sözlerini nasıl yorumluyor. Bu kadar yazma ahlaksızlığı içinde olan biri, bunun artık kale almak bile insanın düzeyini düşürür. Bana sorsaydın hiç yazma derdim. Bu adamı gerçekler hiç ilgilendirmiyor. Polis ifadesini bile gerçek saymıyor. Okuru önemsemiyor. Çık hatasından özür dilemiyor.



Komik olan da örgütten kaçtıktan sonra örgütlenenlere “yoldaşlarım” demesi. Bunu da amaçlı yapıyor. “Çağır”ısına bak, 12 Eylül dönemi ve binlerce şehidi bir kenara koyup, bir muhbirin neden tasfiye edildiğinin arkasına düşüyor. Bak onun için ne Karataşlı Yusuf ne bir başkasının hiçbir değeri yoktur: onun için bunların hedefi için yararlı olup olmamasının önemi vardır. Şartına girerim, iki ay sonra bunlardan bir tekini aklına getirirse ne olayım… Kim demişti hatırlamıyorum, ince bir söz: “Bunların evlerinde bir tek şehit yoldaşın Mahir, deniz gibi liderlerin fotoğrafının asılı olduğunu kimse gösteremez” diye. Engin gibilerinin adına ben söyleyeyim: “Duvarlarda değil, yüreklerinde taşıyoruz”. Uydu mu ne dersin? Bu tür utançları görmeden sağa sola saldırmak Olacak şey mi? Kıpti misali şecaatini arz ederken sirkatini söylüyor, amacı temiz değil bu adamın.


Bir de okurun dikkatinden kaçması mümkün olmayan çelişkileri; o daha komik. Hani Acilcilerin hamisi Cemil Esat’tı. Karataşlı Yusuf Zihni Alan yazısında ise tersini söylüyor, Acilcilerle Cemil Esat çatışma halinde, Yusuf’ta Cemil’in adamı. Örgütü de Muhabarat’a ispiyonluyor. Bu durumda önceki suçlamalarından dolayı özür dilemesi gerekmiyor mu? Bu açık çelişkiyi okurun görmeyeceğini mi sanıyor. Okuru kendisi gibiyse sözümüz yok. Yoksa okurun böylesine açıklara tepkisiz kalması düşünülemez.


Kendi söylüyor, kendi yalanlıyor öylesini görmedim; Arap yoldaşlarımdan özür dileyesim geliyor. Devrimci mücadeleye hayatlarını ortaya koyarak ve şehit olarak kadro ve militan olarak omuz omuza paylaştığımız o güzel günler adına özür dileyesim geliyor. Bak, bölücülük böyle başlıyor ve derinleşerek siyasallaşıyor. Ondan sonra, bölücülük için suçlu aramanın anlamı kalmıyor, tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıktı hikayesine dönüyor. Kürt olayı da öyle değil mi? Yok sayıldılar, itildiler, suçlandılar, kökü dışarıda dendiler. Ama sonra ne oldu ülke geri dönülmez bir bölünmenin eşiğine geldi. Bu kimin işi diye soracak olursak, Ergenekon davası buna yeterli cevabı vermiştir sanırım…


Ecevit Bahçecioğlu olayı da öyle değil mi? Hani Suriye’ye iliştirme olayı vardı. Bir gazete kupürüne ve o zamanki Türkiye-Suriye ilişkilerinin APO nedeniyle çok gergin olmasına dayanılarak uçurulan, yalan-yanlış haberlere dayanarak yaptığı karalamalarını düşün. Davanın İddianamesi yayınlandı, mahkeme kararı yayınlandı. Anlaşıldı ki adam bunları bile okumadan suçlama yapıyor. Gözü körcesine saldırmak için yalan yanlış şeyler söylüyor. Hatası ortaya çıkmasına rağmen de özür dilemiyor; “kim ne düşünürse düşünsen ben öyle düşünüyorum” diyor. Bu doğru bir yargı olabilir mi? Böyle adamın okuru hangi zeka katsayılıdır acaba, merak ederim.


Yazarlık ahlakı bu mu? Kim bilir daha önce okurlarına neleri yutturmuş, artık sen düşün. Kimleri yalan yanlış diline dolayarak kirletmeye çalışmış sen düşün. Ama böyle okura böyle yazar deme. Eski devrimciler en çok magazin takip ediyormuş, Engin bile saçma sapan müzik programları dinleyerek rahatlıyormuş, eh bize de devrimciliğin hamallığı kalmışmış. Günaydın, devrimcilik yapmak isteyen gençlerin gözü aydın olsun…


Birde “Kötü laf etmeyi sevmem” demez mi adam. Bana gelen e-postlarda, adamın ikili yazışmalarından öyle laflar ediyor ki, inanmasın, sana da gönderdim “kadın çalıştırma”ktan belden aşağı küfürlere kadar ne ararsan var. İkili yazışma olduğu için kimse bilmez diye yazıyor, içini boşaltıyor. Ama gün yüzüne çıkınca mazbut ve malum aile çocuğu oluyor. Okurları bunu bilmiyor mu? Belki biliyorlardır ama “dönem eleştirme beni eleştirmem seni” dönemi Benim anladığım bu adam tipik ikiyüzlü biridir.


Şimdi daha iyi anlıyorum, aramızda kalsaydı yemin ediyorum 1982 ayrılığı hayırla bitmezdi kan gövdeyi götürürdü. Adamın özelliği kışkırtıp çekilmek. O gerginlikte bu adam çok kötü iş çıkarırdı. Bir iki gün içinde sakince çözülen sorun kanlı bir arenaya dönerdi.


Bu kadar Ortadoğuda kaldık, bu kadar kişi geldi gitti burnu kanayan olmadı. Ölüm olayları çokça açıklandı. Adam, Mir’i hedef almak için boyuna atıp duruyor. Ama unutuyor, Adil Okay da söylemiyor; çok haklı koşullarda ve uygun ortamda tutuklanmalarına rağmen, Adil Okay ve Ahmet yeğenlerin kılına dokunulmaması ne anlama gelir. Bana göre çok suçlu insanlardı.


Üstümüze geldiler her şeye el koydular silahla saldırdılar. Ama adam bunlarla ilgili değil. Adamın amacı bu değil. Her yazısında yeni ihbarlar yapması şimdi daha iyi anlaşılabilir.



Hasan yoldaş,


Dikkat et, yazılarında öyle şeyler veriyor ki, eskilerle kalmıyor, ilgisi olmayan yenileri de yazıyor. Bilinenleri, çevrede olanları, isimleri yer ve işlerini yazıyor. Sanki bunlar ülkeye dönmesinler, dönmek isterlerse de yolları kesilsin diye bir yerlere bilgi gönderiyor. Bu şüpheli amaçla bilgi veriyor. Kime bilmiyorum ama görüntü o. Bana öyle geldi sana nasıl geldi bilmem.


En acı olanı, Hanna’ya dil uzatmasıdır. Kısaca sen yazdın bu kadar ahlaksızlığa pes doğrusu…


Hanna’ya hangi vicdansız şehit değildir diyebilir. Hanna, Acilcilerin tek Hıristiyan yetkilisiydi. Bunun bile anlamı olmalı. Hanna’nın geçirmediği ölüm tehlikesi kalmadı, kamp sorumlusuydu göreve gidiyordu, senin dediğin gibi, buna şehit denmeyecekte kime denecek. Sonra ne olacak ki, 12 Eylül karanlığına karşı direnen bir örgütün üyesi olmak bile, ölüm halinde şehit mertebesine kavuşmaya yeterlidir. Kim kendi ülkesinden firar etmek, mülteci hallere düşmek ister, bunun sebebi 12 Eylül rejimi değil mi. Ama bunu anlamaz o.


Ne yazayım başka söyler misin. Eğitim çalışmaları yapmamızı mı, ülkeye dönüş için taşıdığımız heyecanları mı, Kimsenin bildiri dağıtamadığı dönemde Cephe’yi dağıtışımızı mı? Bunlar yaşanmadan genel için bir şey söylemek eksik kalır. Adam her şeyi sahte sayıyor çünkü kendisi sahte. Duyguları sahte. Sen de biliyorsun o günleri, nasıl bir inanç vardı, nasıl bir bağlılık vardı. Onların hepsi sahtemiydi, kimse adına konuşmayacağım ama benimki hakikiydi ve hala o değere bağlıyım…


Dün (1982) örgütten ayrılırken hiç olmayan ve dolaysıyla kafasında da bulunmayan şeyleri, bu günün kişisel çıkarları için, kin amaçlarıyla uydurup yamalı bohça olarak birleştirmeye kalkmak, trajediden komedyaya terfi olmaktan başka anlama sahip olamaz.

Özgürmedya sitesi editörü Salim Turgut adlı ılımlı bir arkadaşın, yazdığı basit uyarıya bile tepki göstermek akıl işi olmasa gerek. O yazıda ne var, her insanın kabul edeceği bir uyarı. Bu tartışma kimsenin işine yaramıyor, sosyalistlere zarar veriyor, kapansın demiş. Ne var bunda. Engin’in yararına söylemiş, sitesinde yazıyor ve gelen tepkileri o biliyor. Adam Nuh der peygamber demez. Bu uyarıyı saldırı olarak görür. Abartılı bulur. Bundan dolayı yarın Salimi Turgut’u da tefe çalıp ona ilişkin bilgileri akıtmaya başlarsa hiç şaşmam.


Engin çok gergin. Poliste çözülmek kolay değil, düşmanımın başına gelsin istemem. Bir de polise bu kadar bilgi vermek hiç kolay yutulacak, saklanacak, örtülecek bir şey değil. Adamın adı itirafçı oldu. Ona kim kızarsa artık bunu söyleyecek. Acilcilere yapılan karalamanın en iyi intikamı da bu olacak.


Hasan yoldaş,


duydum geçmişine bağlı olanlar yazı hazırlıyorlar örgütlerini savunacaklar. Bu işi kötü bir eylemle sonuçlanmasın. Böylesi yalanlara nasıl cevap verildiğini bilirim. Yazmak ve açıklamaktan başka yol seçilmemeli dileklerimi iletiyorum tüm gerçek Acilcilere.


S.A