7 Oca 2010

12.dosya: MİHRAC URAL'ın KISA ÖZGEÇMİŞİ





11 Kasım 1956 'da Antakya doğdum.

Büyük dedem Şeyh Muhammed el Kasım Abdülhamit zulmüne uğramış ve o dönemin meşhur Filistin Akke zindanlarında tutsak düşmüştür. Dedem Albay Süreyya el Kasım Lübnan’da olan 4. Ordunun bir kolunda iaşe komutanlığından çıkıp gelerek emperyalistlere karşı kurtuluş savaşına katılmıştır. Babam Zeki Ural, Fransızlara karşı ve sonra Hatay’ın ilhakına karşı mücadele etmiş, Ünlü Uruba hareketi kurucu önderlerindendir. Bu hareketin lideri Zeki el Arsuzi’yle birlikte omuz omuza mücadele etmiştir. Anne tarafından dedem Suphi Bedir Uluç 50’li yıllarda CHP’den milletvekili olarak, parlamento içinde ve dışında DP iktidarına karşı mücadele etmiş ve zindan yatmıştır. Çevrem Hatay’ın bilinen ilerici sosyal demokrat çevresidir. Öncelikle bu çevrenin karşısında sonra bu güne kadar süren örgütlü olmanın sorumluluğuyla, ülkemin özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yerimi aldım. Bu çevremin katkısıyla oluşan otokontrollerimin denetimi altında oldum. Kişisel ve siyasal her hatamın etkin kontrol mekanizması da çevrem ve örgütüm olmuştur. Geçmişimden onurla taşıdığım bilinçaltı dinamiklerle, evimizin medresesinde başladı yaşam basamaklarım.

İlköğrenimimi Antakya’da, Makine Teknisyen okulunu Antalya-Isparta’da tamamladım, İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesi felsefe bölümünden faşist baskılar ve siyasal takibatlar sonucu ayrıldım. 30 yıldır ekonomi, felsefe ve siyasi okumalarım ve yazmalarımla kütüphanemdeki binlerce kitabım arasında ve eylemlerimin içinde fiili olarak yer alışlarımla, doğrularımı insanlık erdeminin sınırlarını belirlediği çerçevede oluşturdum.

Bu sınırların belirlenmesinde ne sınıfsal ne de etnik konumumun önemli bir rolü olmadı. Doğrularımın arkasındaki siyasal tutum ve davranışlarımla devrimci oldum ve bunu öyle sürdürmekteyim.

Devrimci mücadeleyle, 1970 öğrenci boykotlarında ortaokulda tanıştım ve en ön safta olmaya çalıştım. Lise yıllarında devam eden, Antalya-Gençlik Örgütünün (ANT-GÖR) çalışmalarında etkin olarak yer aldım.1975 yılında Makine Teknisyen okulundan mezuniyet günümde onlarca faşist tarafından saldırıya uğradım. Katlettiklerini sanıp, bir inşaat çukuruna attılar, ağır yaralı olarak kurtuldum. Üniversite imtihanlarına Diyarbakır’da girdim, Türkeş’in, üniversite imtihanları arifesinde Kürt gençlerinin eğitim hakkını da gasp etmek amaçlı, mütecaviz girişimine karşı, Kürt halkıyla birlikte direnişe katıldım. Devrimci vaftizim o direnişte Kürt kardeşlerimle birlikte gerçekleşti. Türkeş’i şehre sokmadık (24 Haziran 1975).

1975 sonlarında Antakya Devrimci Kültür Derneği çalışmalarına katıldım. Derneklerin yaygınlaşması ve kitleselleşmesi için çalıştım. İlk kitabım “Kapitalizm mi sosyaliz mi” yayınlandı. “Tek Yol Devrim” adlı İlk yerel siyasi dergimizi yayınladım. Maden-iş kolunda ilk grevleri Tahhanlar tarım araçları fabrikasında organize ettim. Antakya tarihinin en büyük kitle eylemleri olan, on binlerin katıldığı iki miting düzenledim. TÖBD-DER, Devrimci kültür dernekleri gibi her mahallede, her okul ve iş yerinde etkin örgütsel çalışmayla şehrin siyasal birliğini ve etkinliğini sağladım. Siyasal, askeri eğitim çalışmalarıyla örgütümün kadro taleplerini sağladım.12 Eylül faşist askeri darbesine kadar üç kuşak yönetici üretebilecek bir zemine sahip örgütsel çalışmaları yükselttim. Benimle birlikte hala bu güne kadar gelen etkin bir ekip içinde diğer yoldaşlarım kadar bir katkıyla bu süreci yönlendirdim.

1977 Ağustosunda örgütüm THKP-C(Acilcileri)’in bir itirafçının polisteki çözülmesi nedeniyle aldığı ağır darbeyle, illegal çalışma sürecim başladı. Bu dönemde örgütün tüm birimlerini ve ülkenin tüm bölgelerini dolaşarak, eğitim çalışmaları eşliğinde örgütü ayağa kaldırdım. Merkez yayın organı “CEPHE” dergisini yayınladım. Örgütün meşhur kızıl yıldız üzerinde, omuz omuza vermiş iki kaleşinkoftan oluşan amblemini dizayn ettim.

10 Mart 1978’da Ankara’da, Yukarı ayrancı semtinde yakalandım. Ankara-İstanbul arasında 21 gün ağır işkencelere maruz kaldım. Ser verdim sır vermedim.

12 cezaevi dolaştırıldım. Sırasıyla 1. Sağmalcılar ceza evi (Bayram Paşa İstanbul), 2. Eskişehir kapalı ceza evi, 3. Isparta kapalı ceza evi. 4. Bolvadin kapalı ceza evi, 5. Konya kapalı ceza evi. 6. Afyon kapalı ceza evi. 7. denizli kapalı ceza evi. 8. Selimiye Kışlası Askeri ceza evi. 9. Sağmalcılar ceza evi (2. kez) 10. Niğde ceza evi. 11. Adıyaman kapalı ceza evi. 12 Adana kapalı ceza evi.

31 Temmuz 1980, 30 ağır hükümlü farklı siyasal devrimci örgüt arkadaşlarımla firar ettim.

Her zindanı bir eğitim merkezine çevirdim, haksızlıklara direndim, tutuklu ve hükümlü haklarını, zindanda savundum. İsyana kadar dayatmalar olunca da, isyan başkaldırılarında bulundum. Bu mücadelede, şehitlerin ve yaralananların hak kazanımındaki rolü ününde saygıyla eğildim.

Bir süre sonra örgüt karayla yurt dışına çıktım. Filistin davasına katıldım, Filistin halkının haklı davası uğruna İsrail Siyonizm’ine karşı Lübnan’da, askeri ve siyasi kamplar açtım.12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinde karşı direnmek üzere yoldaşlarımın eğitimiyle uğraştım. 12 Eylül zulmünden yurt dışına çıkan tüm devrimci örgüt ve şahsiyetlere her türden yardım ve katkımı sundum. Örgütüme ve devrimcilere yaşam alanı açmak için her riski göze alarak olanak sağladım. Yurt dışında bulunduğum tüm ülkelerin devletleriyle bu yüzden sorunlarım oldu ve hala devam eden bu sorunlarımın kefaretini ödemekteyim. Koşullar el verdiği ilk anda ülkeme dönme arzum, bu sürecin en acil talebi, şahsi dengelerimde kendini ağır bir yara olarak hissettirmektedir.

Avrupa sahasına geçtim ve yoğun çalışmalarla önemli dernek ve kitlesel etkinliklerde bulundum. Örgütün, 1 Mayıs 1982 de bağlanan genişletilmiş Merkez komitesi toplantısında Genel sekreterliğe getirildim.

Türkiye tarihinin ilk cephesi olan ve 10’u aşkın devrimci örgütün katılımıyla oluşan Faşizme Karşı Birleşik direniş Cephesi (FKBDC) kurucu üyesi olarak etkin yerimi aldım (1 Haziran 1982). Cephe kuruluşu sırasında gündeme gelen İsrail’in, Lübnan’ı işgaline karşı direnme kararı aldım. Sonuna kadar direnen örgütümüz, kadro ve militanlarıyla enternasyonalist görevlerini bilinç ve özveriyle yerine getirdi. Lübnan ve Filistin halklarının haklı davasına katkıda bulunduk. Devrimci Birlik Platformu’nda kurucu üye olarak örgütümü temsil ettim. Devrimci güçlerin tüm lider ve üst düzey kadrolarını, örgütümüzün yaşam alanlarında toplantılarını, siyasal buluşmalarını misafir olarak sık sık üstlendim.

25 Kasım – 1 Aralık 1986 tarihleri arasında bağlanan ve örgütün yurt iç ve yurt dışı tüm birimlerinden gelen delegelerce ve Filistin örgütleri temsilcileri, PKK Başkanı yoldaş A.Öcalan’ın da şahsi olarak bulunduğu bir ortamda bağlanan 1. Kongresinde oy birliğiyle yeniden Genel Sekreterliğe seçildim. 1. Kongre öncesi dönemin tüm ilişki ve çelişkilerinden, olumlu ve olumsuzluklarından aklanarak oybirliğiyle bu göreve, diğer yönetici arkadaşlarımla birlikte getirildim.

Parti okulunun siyasal eğitim amacıyla kurulmasını sağladım. Hızla gelişen siyasal eğitimle örgütün birikimli bir siyasal örgüt olması yönündeki evrimini gerçekleştirdim. Binlerce makale ve onlarca broşür ve kitap bu dönemde yazılarak okurlara ve halka ulaştırıldı.

Yurt dışında da zindanlar yattım. Ülkede yattıklarımın devamı olarak, 13. Libya’da 1981 ( Trablus) 14. Almanya 1982 (Stuttgart) 15. Suriye 1987 ( Şam/ Kefersusi) 16. Fransa 1988 (Paris-fleur.Merogis) 17. Suriye 1999-2000 (Lazkiye, Şam- firğ el tahkik- Adra zindanlarında, Siyasal tutum ve davranışlarımdan taviz vermediğim için, bir yıl kesintisiz hücrelerde kaldım).

Yazılarım hala birçok site tarafından bilgim ve bilgim dışında yayınlanmaktadır. Yazılarımın birincil elden internet yayımı olarak AYRI VARLIK adlı blogumda (http://www.mirural.blogspot.com/) ve yazılı basın olarak ATAK dergisinde yayınlanmaktadır. Derginin net yayını da bulunmaktadır (www.atakdergisi.org)

Doğrularımın arkasında mücadeleme devam ediyorum. Mücadelemin ana ekseni özgürlük ve demokrasi, insan hakları ve hukuk mücadelesidir. 50’yi aşkın kitap ve broşür, binlerce makale yazdım. Yoluma ülkem halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesi için devam ediyorum. Bu amaçla ülkemin tüm farklılıklarını bir zenginlik olarak bu mücadeleye katmayı bir görev sayarım. Hak kazanımları için direnişin zorunlu olduğunu, direnmenin gerektiği her yer ve zamanda buna hazır olunması gerektiğine inanıyorum.

Halkların barışı ve birliğinin özgürce gelişimini savunuyorum. Her türden milliyetçiliğin bölücülük olduğunu, özgürlüklerin ise barışçıl ve güvenli birliğin temeli olduğuna inanıyorum.

Bu ülke birimizin değil hepimizindir diyorum. Adil, barışçıl, ortak yaşam için özgür ve demokratik bir devlet içinde eşitler olarak, tüm farklılıklarımızla yer almak ve bunun için mücadele etme gerekliliğine inanıyorum.

Bir itirafçının çözülüşüyle başlayan aranma, yakalanma, işkence zindan firar ve mülteci hallerimin 31 yıldır süren kefaretini, sesiz sitemsiz bir devrimcinin onurlu mücadele süreçleri olarak taşımaya devam ediyorum. Ülke özlemim her şeyin üzerinde kanayan bir yaram olarak duruyor,.

Blogumun açılışında yayınlanan “Hoş Geldiniz” yazısında aktardığım gibi sözlerimi şöyle bağlamak isterim.


Mültecilik yıllarımın çok bilinmeyenli denklemleri, ağır ülke özlem sancılarıyla dolu. Umudum, doğduğum topraklara dönmektir. Tanrının rahmeti, mültecilik koşullarında gelip çatarsa eğer, vasiyetim:

Organlarımı, ihtiyacı olan herkese bağışlıyorum, geriye kalanı geleneklere uygun şehit yoldaşlarım için yaptığım anıt mezarlığında toprağa verin. Cesedimi yakın diyecektim, geleneklere aykırıdır dendi, peki dedim. O zaman son giydiğim terli esvabımı yakın, küllerini ikiye ayırıp kaplara koyun, birini Asi Nehri'ne, diğerini Akdeniz'e dökün. Asi nehri güneyden kuzeye akar, sınırları engelsiz aşar, küllerimi yurduma taşır. Akdeniz sularında küllerim, çam ormanlarından süzülmüş güney rüzgarlarıyla, doğduğum topraklara ulaşır.

Hak dünyasındayken, ne cennet isterim ne de Nehr-i Kevser'de bir köşe, tek isteğim ülkeme küllerimle de olsa dönmektir. Ve gecikirse rahmeti tanrının, Gandi gibi kefenimi giymiş olarak, kararlı ve sabırlı bir direnişle, doğduğum toprakların yollarında elimde mum ışığıyla özgürlüğü, demokrasiyi ve halkımın kimlik haklarını arayacağım. Bunun için düşman değil, dost dilenciliği yapacağım.

Bilinmeli ki, bu satırların yazarının doğruları, ne sınıfsal konumundan ne de etnik aidiyetindendir. İnsandır ve doğrularının tek sınırı da insanlık erdemleridir.

Bilişim çağının, kolektif insan akıl etkinlikleri sonucu gelişen,
ilerleyen ve yeni bir uygarlığa açılmaya başlayan dünyamızın orijinal bir dişlisi olarak, etkilenen ve etkileyen olma amacıyla mücadelesinin yönünü, bu doğrular belirlemektedir.





Yayınlanmış kimi kitaplarım, broşür ve makalelerim şunlardır;


1- Kapitalizm mi? Sosyalizm mi? ( Sovyet sosyal emperyalizm tezlerinin saçmalığı) 2- Ulusal Sorun 3- Kır Şehir ayrımı 4- Sol Pasifizm 4- Seçimlerde Tavır 5- Leninizm mi? Sol-pasifizm mi? 6- Geçiş dönemi ve Devrim Hedeflerimiz 7- Cephe ve Cephe Programı 8- Faşist Askeri Diktatörlük ve Uyarılar 9- Leninizm’e Beş Kala 10- saflarımızda sapmalara yer yoktur 11-komün Yaşıyor 12- Kızıldere Direnişinin Mesajı 13- Irak Gericiliği, Kürt Halkını Katletmede Türkiye Faşizmiyle el el 14- Faşizm gelip geçici bir ara rejim değildir 15- Bunalım ( FKBDC) de son durum 16-Arafat’ın Etkili Savaşı 18- Böl-Yönet taktiğinde Kıbrıs 19- Ortadoğu Sorunu 20- Ortadoğu dengesi kararsız bir dengedir 21- Ulusal Sorunda Türkleşmiş Kürt Tavrı (TKEP eleştirisi) 22- Ezilen ulus Dinamizmi ve İttifak 23- Barış Demek Barışmak değildir 24- Milliyetçilik mi? Enternasyonalizm mi? 25- Artık Türkiye Demokratlaşmalıdır 26- sorular Cevaplar 27- sınıf sendikacılığı üzerine 28- Partiler Üzerine 29- Kültür Üzerine 30- Sınır Ötesi 31-Ortadoğu’da Devrimci hareketler 32- Program 33- Suçlu Kim 34- Hangi Yasak 35- 1. kongre Açış konuşması 36- Çöken Ekonomi 37-Uluslar Arası Barış konferansı ve Filistin devrimi 38- Şeytan Ayetleri 39- Sosyal Demokrasi Üzerine 39- Ermeni Jenosidi ve Küçük Enver ( Taner Akçam) 40- Kimlik çatışması ve D (8) 41- Kuran ve Türban 42- Anadolu’da Çanlar Kimin İçin çalıyor 43- Enflasyon 44- Değişim 45-TÜSİAD’ın “demokratikleşme perspektifleri” üzerine. 46- İlhan Arsel’in sanal kavgaları. 47- Suriye üzerine oynanan kirli oyunlar. 48- Mir-Yener Orkun oğlu siyasal sohbetleri. 49- Osmanlı aklı. 50- 7. Ordu ve Hatay Davası. 51- Lübnan savaşı.52- Terör üzerine. 53- Ordu ve Ülkü. 54- Anavatanda Anadilsiz Olmak. 55- Tarih ve cesaret. 56- Gereği yapılacak. 57- Lozan ve Hatay. 58- Aydınlanma ve Modernite. 59- “Yaratıcı anarşi” ve önlemler

Yukarıda adlarını verdiğim kitap, broşür makale ve bildirilerim gibi onlarca makale ve broşür bulunmaktadır. Bu eserlerin 26 adedi 12 Eylül yönetimince resmi gazetede yayınlanan yasak kararıyla yasaklanmıştır. 11 Mart 1984 Pazar tarihli, 18338 sayılı Resmi Gazete ilan edilen yasaklama kararının altında Turgut Özal Başbakanlığındaki tüm hükümet üyeleri bakanların ve Cumhurbaşkanı darbeci general Kenan Evren’in imzası bulunmaktadır.

Bu yasaklama kararı Örgütüm ve benim göğsümde hala bir devrimci nişan olarak durmaktadır. Bu kararın belgesi, bildirimizle birlikte alta verilmiştir.

Resmi Gazete



Bu gazeteyi tanıdınız mı? “Resmi Gazete”, Türkiye Cumhuriyetinin kanun ve kararlarının Büyük Millet Meclisi tarafından onaylamış haliyle yayınlandığı gazetedir. Tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de bu gazete siyasal rejimin bir aynasıdır.

Ayrıca, Türkiye için, bir dönemin en önemli siyasal verilerinin, bu gazetede tüm çıplaklığıyla yansıdığını belirtmek yanlış olmayacaktır. Aşağıda sunduğumuz resmi gazetenin temsil ettiği dönem ise, bu açıdan izlenmeye değer veriler taşımaktadır. 12 Eylül 1980’de askeri bir faşist darbe ardından gelen karanlık dönem ve 82 anayasasının Türkiye halklarına dayattığı çağ dışı yaptırımlar, tümüyle kendini bu resmi gazetenin sayılarında afişe etmişti.

Aşağıda sunduğumuz 11 Mart 1984 Pazar tarihli, 18338 sayılı Resmi Gazete, öncekilerinin bir tekrarı ve döneminin tüm siyasal algılayışını yansıtan, düşünceye yasak koyduğunu bakanlar kurulu kararlarıyla ilan etmektedir.

Türkiye Cumhuriyete devletinin, en eski demir başı karar ve tutumları düşünceye konan yasakta kendini ifade eder. Çağdaş insanın en önemli özgürlük alanı olan düşünceye yasak koymayı bakanlar kurur kararlarına kadar pervasızca götürüp resmi Gazetelerinde ilan edenlerin, toplumsal konumlanışları açısından söylenebilecek tek şey, kendi toplumlarını tarihin gerisinde tutmak ve ilerlemesini kösteklemek olarak tanımlanmaktan öte değildir.

Türkiye Halk kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Mihrac Ural’ın makale, broşür ve kitaplarından oluşan 26 bilgi-emek ürünü çalışmalarına, bakanlar kurulu kararıyla konan yasak, gerçekte tüm ülkeye dayatılan yasakların bir parçası olup, ülkemizin sürüklendiği karanlık süreçlere önemli bir gösterge olarak, tarih sayfalarındaki yerini almış bulunmaktadır. Mihrac ural, bir siyasal emekçi olarak düşüncesiyle kendini ifade etmekte topluma bilince çıkarttığı doğrularını tartışılmaya açık olarak sunmaktadır. Bu ve diğer tüm çalışmalarında takip ettiği tek yol budur, özgürlüğünü düşüncesinin özgürlüğüyle ifade etmekten ibarettir. Buna verilen cevap, on yılların değişmeyen, demir baş gibi terk edilmeyen yasakçı tutumlarla kalıcı olabileceğini sanan, bir utanç belgesi gibi de bunu dünya kamuoyu gözleri önünde, Resmi Gazetesinde ilan eden ilkel bir dayatmadan, yasaktan ibaret olmuştur.

Bilinen o ki, yasak bu devletin işidir. İlerleyen zaman, biçimsel değişimlere karşın yasak bu devletin işi olmaya devam etmektedir. Oysa, Türkiye halkları açısından özgürlük talebi yaşamsal bir talep olmaya devam etmektedir. Yasaksız bir Türkiye, özgürlüklerin ve demokrasinin olduğu bir Türkiye, gerçekte bu ülkenin birimizin değil hepimizin olduğu gerçeğine yapılabilecek biricik gönderme olacaktır. Bu ülkenin hepimize ait olduğu gerçeği ve yolu özgürlük ve demokrasinin, geri dönülmez kurum ve kuruluşlarla, yasa ve anayasal olarak ikame edilmiş, korunmuş etkinliklerini gerekli kılar. Etnik çeşitliliğin, tarihsel olarak aşılamamış, birleştirilememiş, hazmedilememiş farklılıklarının barış içinde bir arada tutulabilmesinin de tek yolu özgürlükler ve demokrasidir. Bunun ilk adımı, yasakçı hiçbir gerekçeyi kabul etmeyen düşünce özgürlüğüdür. Mihrac Ural’ın yazın emeklerinde ifade edilen düşüncesine konulan yasak, Gerçekte ülkemizin tarih karşısında taşıdığı bir ayıp ve aşılması gereken bir engel olarak görülmelidir.