7 Oca 2010

89.dosya : TESADÜF DEĞİL

THKP-C(Acilciler) ÖRGÜTÜNE YÖNELİK


DÖRT TASFİYE GİRİŞİMİ




Mihrac Ural
17 Mayıs 2009



Örgütümüz demokrasi uğruna bir mücadele örgütü olarak, askeri ve barışçıl araçlarla dünden bu güne gelmiştir. Bu tarihte ilerlemeler ve gerilemelerle birlikte, doğruların arkasında durulmuştur. Kongresinin aldığı siyasal kararların hayata geçmesi yönünde hayatın her alanında kadroları ve militanlarının özverili çalışmalarıyla devrimci hareketin bir parçası olarak yerini almıştır. İşkenceler, zindanlar ve sürgünleriyle bu tarih tüm Acilcilerin onurlu tarihidir.



Bu tarih süreci içinde örgütümüze yönelik her türden saldırı yaşanmıştır. Bizleri yok etmek için, bölmek ve yoldaşı yoldaşa vuruşturmak için sonuçta örgütümüzü tasfiye etmek için devletin derin açık faaliyetleri sürmüştür. Ajanlarıyla, itirafçılarıyla, işbirlikçileriyle, genç ve dinamik olan örgütümüze karşı karalamalar yalan kurgularla dün olduğu gibi bu günde saldırılar devam etmektedir.



Örgütümüzün etkinliği ve yoğunlaşan çabaları bu saldırıların varlığını gündeme getirmektedir. Etkin olma, mücadeleye ısrarla devam etme kararlılığımız bu saldırıları yoğunlaştırmaktadır. Bu durum ülkemiz devrimci hareketinde dinamik tüm örgütlerin karşı karşıya kaldığı bir durumdur. Özellikle ülkemiz farklılıklarının özgün örgütlenmesine, kimlik ve hak taleplerinde ısrarlı olanlara karşı Özel Harp Dairesi’nin bitip tükenmez saldırıları gündeme gelmektedir.



Örgütsel tarihimizde bu süreç, şu an üzerimize yönelen yeni tasfiye hareketiyle birlikte IV. Tasfiye saldırısı gündeme gelmektedir. Örgüt tarihimizin yazım çalışmalarının başladığı bu kesitte bu evreleri ve birbiriyle bağlantıları eski yeni tüm yoldaşların ve kamuoyunun bilgisine sunmayı görev sayıyoruz.







1. TASFİYE GİRİŞİMİ



Birinci tasfiye 1977 Ağustos İstanbul yakalanmalarıyla gündeme gelmiştir. Bu yakalanmaların öncesinde Ankara’da gündeme gelen yakalanmalar ve örgütümüzün Ankara birimi üst yöneticilerinin ölü ya da diri tasfiyesinden sonra İstanbul’a geçen Engin Erkiner, bu kez İstanbul dahil ülkedeki tüm örgüt birimlerini ve olanaklarına yönelik tasfiyeye girişmiştir. Temel rol oynamıştır. Ankara tasfiyesinde bu itirafçının rolü nedir. Bunun sorgulanması gerek. Bu satırlarda açık ve net belge, kanıt ve tanık olunmadan hiç kimseye bir suçlama yöneltilmeyeceği ilke edinilmiştir. Bu açıdan Ankara biriminin tasfiyesiyle ilgi senaryolar üzerinde durulmayacaktır. Örgütümüze yönelik I. Tasfiye girişiminin resmi belgeleri üzerinden edinilen bilgilerle Ankara’da yürütülen tasfiyenin dikkate alınması gerektiğine işaretle yetinilecektir.



Engin Erkiner, İstanbul’da polisin eline düştüğü an, örgütü ülke çapında tasfiye etmek üzere polisle anlaşmaya oturmuştur. 20 sayfalık polis ifadesinde sadece İstanbul’da bildikleriyle değil ülkenin en ücra köşesinde bildiklerini ev ev, adres adres, isim isim, yetki ve sorumluluklarıyla, örgütsel ilişkide yer alan ve olası eylemlerle bunları kimin yapabileceğini de içeren “kronolojik sıra içinde” (Polis İfadesi s:12) örgütü polise vermiştir.



“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)



Bu tabloyu daha iyi kavramak için yorumsuz olarak İtirafçı Enginin polis ifadesini okumak yeterlidir. (Bkz. http://tarihselhainler.blogspot.com/ )



Bir hasım iddiası, bir duyum, bir karalama ve suçlama için bunların söylenmediğini anlamak açısından bu ifadeyi yorumsuz okumak yeterli olacaktır.



Tarihi yazarken belgelere kanıtlara dayanmak, dedikodu, duyum, hikaye kurgudan uzak olmanın sorumluluğuyla İtirafçı Engin’i polis ifadesini yayınladık. Resmi belge ortaya koyduk. İtirafçıyı, örgütümüze karşı bu güne kadar süren tasfiye çabalarının altında nelerin yattığını, kimlerle hangi zeminde ne tür anlaşmaların yapıldığını, ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la bu son buluşmasının gerekçelerini düşünerek bu tasfiye sürecinin iç bağlantılarını belirginleştirmek zor olmayacaktır.



1977 Ağustos yakalanmalarında Engin Erkiner poliste çözülmüş zayıf bir kişi değildi. Ankara’dan gelmişti, orada örgüt üst komitesinde (Ömür Karamollaoğlu’nun bizlere aktardığı çok önemli bilgiler ışığında) sürtüşmelerin ve çelişkilerin olduğu gerçeğini burada hatırlatmak gerekmektedir. Silik kişiliğiyle, aktif yöneticiler karşısında sürekli ikici sırada yer alan bu itirafçının taşıdığı kin saikleri, davranışlarıyla da uyumluydu. Siyaseti kin üzerinde yürüten bu kişinin, zayıf düştüğü an polisle her türden çirkin işbirliğine girmesi gündeme geliyordu. Tecrübesi olan her devrimcinin bildiği bu durum, itirafçının polis ifadesinde anlamını buluyordu.



Örgütümüz ülke çapında deşifre olmuştu. Aranmayan bir sorumlu ve kadro bırakılmamıştı. Firari koşullarda kalan militanlar, kadrolar, ağır kovuşturma koşullarına rağmen örgütü yeniden ayağa kaldırmaya yöneldiler. Bu adımda örgüt ülke çapında yeniden oluşturulmaya, kurum ve kuruluşlarıyla ayakları üzerine yükselmeye başlamıştı. Bu konuda güçlü bölgelerden kadro transferleriyle bu sürece kaynak yaratılıyordu. Ankara, Adana, İstanbul Samsun, Kayseri, Niğde, İzmir, Balıkesir yeniden toparlanıp merkezi bir işleyişe yöneliyordu.



Örgüt ayağa kalktıkça eylemleriyle de genişliyor yeni katılımlarla siyasal hedeflerine o günün verileriyle yöneliyordu. Yayın faaliyeti ilk kez legal alanda yürütülmeye başlanmıştı, kitlesel eylemler, sendikal çalışmalar, sivil toplum kuruluşları içinde etkin olma çabaları gündeme gelmişti.



İtirafçı tasfiye etmişti, ancak bu örgüte gönül verenler deşifre edilmelerine rağmen örgütlerine sahip çıkarak yıkılanı yeniden kuruyordu. Bu süreçte öncü rol oynayanlar kadar, tüm militan, kadro ve sempatizanların katkısıyla örgütümüz yükselişe geçmişti. Her birinin diğeriyle yarış içinde örgüte katkı sağladığı bu yükselme sürecinde, ülkemizde yükselen devrimci hareketin ivmesine uygun bir performans sergilenmekteydi.





1978 Mart ayından itibaren gündeme gelen yakalanmalar ise bu süreci etkilememişti. Önemli kadronun ve militanın yakalanması bile örgütün çalışma ivmesini geriletmemişti. Bu yakalanmalarda ser verip sır vermeyen önder yoldaşların örgütsel gelişmelere zindandan yaptığı katkılar, yönlendirmeler, örgüte daha dinamik bir etkinlik sağlamıştı.



78-80 yılları örgütümüzün en aktif faaliyetlilik ve en güçlü duruş dönemi olması da bunu göstermeye yeterlidir. İtirafçının örgütümüze yönelik I. Tasfiye girişimi böylece aşılmış oluyordu.



Zindanda da etkisizleştirilen, örgütsel çalışmanın tüm karar etkinliklerinden uzak tutulan itirafçı Engin Erkiner için verilen cevaz örgütümüzün her zamanki akılla uyumlu işleyişine bir veriydi. İtirafçı itiraflarını üstlenecekti, yoldaşlara yönelttiği suçlamaları reddedecekti. Ona siyasi savunma hakkı verilmedi ve bunu zaten hiç yapmadı. O sadece ifşaatlarının ceremesini çekmek üzere, itiraflarını üstlenmekle görevlendirildi. İlk toplu mahkeme duruşmasında, bayarak açılması ve sloganların atılması sırasında gösterdiği teslimiyetçi, mahkemeye iyi halli görünme mesajı veren, sessiz kalışında ortaya çıkan tutumu, bu itirafçının iflah olmaz şüpheli davranışını dile getiriyordu.





II. TASFİYE GİRİŞİMİ





Örgüt 1. Tasfiye girişiminden başarıyla çıkmıştı. Ülke çapında eylem ve etkinlikleriyle mücadelesine devam etmişti. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gelip çattığında, örgütümüz gücü oranında demokrasi mücadelesinde ısrar edecek etkinlikteydi. 12 Eylül rejimine karşı dağıtılan ilk bildiri ve bunu dağıtmakta olan Hasan İnce yoldaşımızda, çatışmada ölen ilk şehit olmuştur (19 Eylül 1980. İskenderun). Örgütümüz siyasi iradesini direnmeden yana belirlemiş ve bunun için tüm çabasını sürdürmüştür. Ortadoğu sahasında mevzilenme bu amaç için en uygun karardı. Tam bu noktada itirafçı Engin, yine sahneye çıkıyor ve örgütsel çalışmanın yurt dışı alanında, temel olarak Avrupa’da olması gerektiğini ilan ediyordu. Bu anlayış, örgütümüzü mücadeleden uzak tutma yönündeki, tasfiye amacıyla ortaya atılmış bir yaklaşımdı. Oysa 12 Eylül rejimine karşı direnmemiz gerekiyordu. Halkımızın her türden haklarını gasp eden bu faşist rejim ülkemizi büyük bir zindana dönüştürmüş “balyoz” harekatlarıyla devrimci güçleri sindirmekteydi.



Örgütümüz yurt dışı alanında çalışma merkezinin Ortadoğu olduğunu ilan etti. Bu yönde parti okulu ve askeri kamp çalışmalarını yoğunlaştırdı.12 Eylül darbesinin yıkıcı etkilerinden korunmak üzere güvenli bir liman olarak Ortadoğu’da mevzilerimizi genişletmeye koyulduk. Bölge demokrasi güçleri ve Filistin örgütleriyle kurulan ilişkiler, sosyalist ülkelerle geliştirilen diyaloglarla at başı yürüyordu. Kadrolar, militanlar, çok yönlü eğitim süreçlerinden geçirilmeye başlanmıştı. Merkez yayın organı CEPHE, 12 Eylül 1981 tarihinde yeniden yayın faaliyetlerine başladı, bu süreç örgüt tarihinde ilk kez yapılan genişletilmiş Merkez Komite toplantısıyla doruk noktasına ulaştı (1 Mayıs 1982). İç sürecimizde devam eden bu olumlu gelişmelere, Komünistlerin Birliği ittifak girişimi ve örgütümüzün kurucu üye olduğu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin (FKBDC) kuruluş çalışmaları eşlik etti. Mücadele 12 Eylül faşist rejimine karşı, imkanlarımız ölçeğinde en etkin şekilde katılımla devam etmişti.



Bu çabalar içinde tüm devrimci hareketlere sunduğumuz örgüt imkanlarımızı, yardımları ve güvenlik konusunda yaptığımız katkıları, ülkeye giriş çıkışta değerlendirdiğimiz değişik kanallarımızın sunumlarını burada ayrıntılarıyla aktarmayacağız. Her Acilci’nin örgütüyle övünebileceği, gurur ve onur duyacağı olumluluklar, bu uzun yıllar içinde durmadan, aksamadan devam etmiştir. Bu onurlu çabaları yok sayanlar, bunları önemsizleştirmek için kurguladıkları yalanlarla örgütümüzün emeklerine yönelik saldırıları gerçekte bir tasfiye girişimi olarak belirmekte gecikmiyordu. Olayın perde arkasında gizli olan sır, burada da çirkin yüzünü gösteriyordu. Merhametsiz bir inkarcılıkla Acilciler örgütünün tüm devrimcilere kattığı değerler ayaklar altına alınarak, II. Tasfiye hareketi İtirafçı Engin’in girişimiyle bir kez daha sahneleniyordu.



II. Tasfiye hareketi, yurtdışında merkez tartışmalarıyla başlamıştı. Örgüt kararımız her alanda en etkin çalışmayı yürütmek olarak belirlemiş, Ortadoğu’nun ülkemize yakınlığı itibariyle bu sahada etkin bir yoğunlaşmayla ülkeye dönüş ve mücadeleye taze kaynak aktarımı temel alınmıştı. İtirafçı Engin Erkiner, bu süreci çelmeleme çabalarına ilişkin, o dönem alttan alta sürdürdüğü ve bugün tümü elimizde olan, el yazılı mektuplarında kendini ifade ediyordu.



Ne hikmetse bu gün Acilcilikten bahseden bu itirafçı, o gün yoldaşların kafasını bulandırmak üzere TKEP övgüleri yapmakta, Avrupa’nın rahatlığını pazarlayarak yoldaşların ülke dönüşü ve mücadeleye aktif katılımlarını engellemeye çalışmaktaydı. Aynı dönemde PKK içinde çıkan benzeri eğilimler üzerine Başkan Öcalan’la yapılan görüşmelerde, bu çevrelerin direnen örgütleri tasfiye etmek üzere, Özel Harp Dairesi’nin çabalarıyla ilgileri ve paralellikleri üzerinde hem fikir sağlanıyordu. Kürt özgürlük hareketine her zaman yönelen bu tür tasfiyeci girişimler, yoğunlaşan eylem ve çalışmalarımıza karşı da baş göstermekteydi.



İtirafçı Engin Erkiner’in mektuplarında süren bu kışkırtma, TKEP’in köylü kurnazı kimi yöneticilerince de destekleniyordu. Bir ittifak gücünü tasfiye etme, adam ayartma gibi müptezel işleri marifet sayanlar, tasfiyecilerle birlik olarak örgütümüzü çökertme girişiminde yer almaktaydılar. O kesitte bizler olayı hala dost güçler çerçevesinde, ideolojik tartışmanın sınırlarında görmekteydik. Bu konuda TKEP’in eleştirisini ihtiva eden ve siyasal literatürümüzde önemli yeri olan, “Türkleşmiş Kürt Tavrı” (Mihrac Ural) adlı eser, bu konunun ana unsurlarına işaret eden bir yanıttı.



1982 tarihi bu açıdan çok önemlidir. II. Tasfiye hareketi böylesi bir ahlaksızlıkla başlamıştı. Kurgulara, komplo teorilerine prim vermemek için, belgesiz, kanıtsız bir yargısız infaz yapmamak için, o kesitte bölgede yer alan emperyalist-siyonist-Arap gericiliği ittifakına karşı ilerici güçlerin mücadelesinin, hangi bağlantı ve gizli ilişkilerle kösteklenmek istendiği ve bunun Türkiyeli örgütlerde nasıl tahribatlar yaratılarak tezgahlandığı konusuna girmeyeceğiz.



Bir tek hatırlatmamız olacak o da, Hiram Abbas ve benzeri MİT ajanlarının Lübnan’da cirit attıkları ve bu tasfiyelerde parmaklarının dolaştığını, bu gün ortaya çıkan belgelerden tüm detaylarıyla bilmekteyiz. Şehitlerimizi şaibeli yapmak isteyenlerin de kim olduğu zaten bilinmektedir.



1982 Haziranına doğru giderken ve FKBDC kuruluş toplantısı sırasında (4 Haziran 1982) İsrail, Lübnan’ı işgal harekatına girişerek savaş başlamış oldu. Savaş tüm şiddetiyle sürerken, örgütümüz savaş cephelerinde kararlıca direnirken bu tasfiyeciler İtirafçının güdümüyle örgütün tüm birimlerine el koyma girişimlerini başlatıyordu. Lümpenler, kaçakçılar canla başla Siyonizme karşı açık savaşta direnen örgütü arkadan vuruyordu. O günleri yaşayan insanlar, o acılı tabloda şiddeti neden sonuna kadar bu insanlara karşı kullanmadığımızı hala sorgular dururlar.



Savaş cephesinde direnişimiz sürerken tasfiyecilerin örgüte karşı giriştikleri silahlı çabalara karşı da bir direniş yürüyordu. Bu kesitte İtirafçının ve TKEP’in kışkırtmalarıyla örgüt kampına baskın yapan Müntecep Kesici yoldaş, bir itişme çekişme ortamında, tabancadan çıkan kurşunla ölüyordu. Bu ölümün tüm vebali İtirafçının ve TKEP’li köylü kurnazlarının boynuna asılıdır. O günün en iyi tanığı, bu gün ağzından cımbızla bilgi almaya uğraşarak, söylemediği sözleri söyleterek, yine üçüncü kişilerin onayına muhtaç cümleler kurdurdukları M. B’dır. Ona sorsunlar ve cesaretleri varsa, sözünü cımbızlamadan, olduğu gibi aktarsınlar



Bu tasfiyeden sonuç almak isteyenler derin devletten başkası olamazdı. Direnen, savaş mevzilerinde olan bir örgütü arkadan vurmak, yalnızca özel harp dairesinin arzusu olabilirdi. Konu sorunların tartışılması ise bunun yolu yordamı ve adabı verdi. MK genişletilmiş toplantısında, Konferans ve Kongre için de karar alınmıştı. Ama derin devletin çömezleri abesle iştigallerinde vakit kaybetmek istemiyorlardı. Bu kesitin el yazılı belgelerinin bir kısmını değişik dosyalarda da yayınladık. Sinsi bir tasfiye, silahlı baskınlarla sonuç almaya girişmişti.



II. Tasfiye girişiminin başında yine İtirafçı Engin Erkiner vardı. Kiminle nasıl bir bağlantısı var? Bunları komplo hareket olarak hafife almamak için, derinliğine senaryolaştırma basitliğine düşmeyeceğiz; ancak tablo buydu. Bir el aramızda örgütümüzü tasfiye etmek için durmadan ortalığı karıştırıyordu. Aynı hat üzerinde, aynı çevrelerin çabaları tesadüf olmanın ötesinde tutumlar gösteriyordu. 26 yıl sonra bu gün sürmekte olan IV. Tasfiye girişiminin de bu kişilerce yürütülmesinin artık tesadüf olması düşünülemezdi.



TKEP’in TKP-B ile kurduğu ittifakında gösterdiği böl-yönet ve tasfiye et türü ilişkinin daha sonraları bize de yönelmesi ve en sonunda itirafçı Engin Erkiner’in de içinde yer aldığı TKEP’in tasfiyesi sürecine ait halkaları bir araya getirdiğimizde, zorlama olmadan bir kirli iş ve ilişkinin olduğu görülecektir. Tasfiye işi ve bunun cemaati bir arada, her kesitte, on yıllardır birbirini bularak “görevlerini” yerine getiriyorlar. Bu ne sihir bu ne keramet bu kesitlerde bunları bir araya getiren nedir düşünmek gerek.



Ülkemiz sol hareketi tarihi yazılırken, bu verilerin önemi zamanla ortaya açık şekilde çıkacaktır. Buna dikkat çekmekle yetineceğiz.



II. tasfiye hareketi, örgütü yok edemedi, bölemedi de. Ancak yıprattı. Bir gurup hain itirafçıyla birlikte TEKP’e sığıntı oldu. Bu sığınma, kısa sürü sonra da çözüldü. Arada hiçbir siyasal bağın olmaması bu gerçeği onlara da dayattı. TEKP her zamanki gibi yüzü kara çıktı; köprüyü geçene kadar ayılara dayı diyenler şahsi kurtuluşları için siyasal mücadeleyle her türden bağlarını keserek TEKP’i de terk ettiler.



II. Tasfiye girişimlerine, 1. Kongreyle cevap verdik (25 Kasım -1 Aralık 1986) Örgütümüzün gelişme dinamikleri o koşullarda çok güç olan böylesi bir kongrenin örgütlenmesini rahatlıkla başardı.



1 kongre gücümüzdü. MİT üzerimize gelse de artık güçlüydük. Üç MİT ajanı yakaladık. İkisi açlıktan, zorluklardan teslim olmuş kendini satmıştı. Üçüncüsü Şahin. Kod adını kimden esinlenerek almışsa İbrahim Yalçın’dı. Tümünün itirafları el yazılı belge olarak alındı. Kuşatılması gerektiği gibi kuşatıldılar. Etkisizleştirmenin yolu mutlaka şiddetten geçmiyordu. Güçlü örgüt, tüm dengeleri ve sonuçlarını hesap ederek önlemini alır ve bu etkisizleştirmeyi ikame eder. 150. 000Tl karşılığı 1 kongremizi ispiyonlamaya gelmiş İbrahim Yalçın uygun biçimde etkisiz ve yetkisiz apoletlendi.



1. kongrenin yükseliş ivmesi yeni sorunlarla derin devletin arzuladığı iç çatışmalarla engellenmemeliydi. Uygun olan karara bağlandı ve uygulandı.



1. Kongre her alandan gelen temsilcilerin etkin katılımıyla, PKK lideri Öcalan yoldaşın, Filistinli temsilcileriyle bağlandı. Her delege sonsuz konuşma hakkına sahipti. 1. Kongremiz örgütü gerçek anlamda bir kurumsal ve kurallar örgütü haline getirdi.



İtirafçı ve avenesi yıkıp durdu, bizler ise üretmeye inşa etmeye devam ettik.





III. TASFİYE GİRİŞİMİ



Bu girişim II. tasfiyenin devamı olarak Avrupa sahasında sürdü. Avrupa’daki çalışmalarımızı yıkmak amacı taşıyordu. Uzun yıllar Avrupa’nın tüm ülkelerinde başkent ve önemli şehirlerinde yaptığımız örgütsel çalışmanın tasfiyesine yönelmişti.



Bu süreçte MİT ajanı İbrahim yalçın ortağı itirafçı Enginle devreye girdi. İbrahim yalçının o günlerde ceza evlerine yazdığı mektuplar, kışkırtıcı, porvakatif çabaları gözler önüne seriyordu. 2 Kasım 1987 tarihli mektubunda Avrupa’ya varalı henüz üç ay geçmemiş iken “eğer telefon numaranız varsa sizi ben arayabilirim. Elimde bedava telefon eden bir makine var.” Diyerek başlattığı çabalara kesintisiz devam ederek, 22 Temmuz 1988 tarihli daktilo yazımı olan ve altında kendi imzası bulunan mektupta, zindandaki yoldaşları umutsuzluğa örgüte karşı sorunlu hale getirmeye yönelmesi bu çalışmaların nasıl bir organize iş olarak yürütüldüğünü gösteriyordu.



Avrupa çalışmalarımız 1980 yılına kadar uzanan çalışmalardı. Hanna yoldaşların önderliğinde geniş ve kapsamlı seminer ve konferanslarla süren çalışmalar dernek ve siyasal etkinliklerimizle her alanda kendimizi ifade edebilecek bir boyut kazanmıştı. 1982 tasfiye girişimlerine karşın örgütsel yapı dinamizminden bir şey kaybetmemişti. 1 kongre’nin ardandan yoğun olarak ilgilenilen Avrupa çalışması önemli bir gelişme düzeyine ulaşmıştı. 80’li yılların sonlarına doğru Avrupa çalışması oturmaya başlayınca, zindanlardaki yoldaşlara da karınca kadarınca katkı da başlamıştı (gönderim koçanları arşivdedir). Bu aynı zamanda, ATAK dergisinin İstanbul’da legal olarak çıkması için önemli adımlar atılmıştı. Bu gelişmeler bir kez daha tasfiyecileri harekete geçirdi.



Bu süreçte de TKEP, üzerine düşen tasfiyeci rolü İtirafçı Engin Erkiner’le oynamaya başladı. MİT ajanı İbrahim Yalçın devrede mekik harekatı yapıyordu. Aralarında hiçbir siyasi ortaklık olmayanlar vehimlerden oluşmuş düşmana karşı birleşmişti. Nerede aktifleşiyorsa orada aynı kişiler devreye giriyordu. İçinde yer aldıkları örgütlerle değil örgütümüzün aktiviteleriyle savaşıyorlardı. Bu tasfiyenin tek amacı gelişen Avrupa çalışmalarımıza darbe vurama amacındaydı.



Bu süreç basına da yansıdığı gibi (Milliyet 9 Aralık 1988), örgütümüze yönelik Fransız Anti-terör timlerinin (DST) baskınına kadar ilerledi. Bu baskın 67. Dosyada da açıklandığı gibi tüm belgeleriyle ve kesin kanıtlarla Mit ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbarıyla gündeme geldi. Avukata gizli kalması koşuluyla savcılık tarafından verilen belge bu operasyonda zindana atılan yoldaşlarımıza da gösterildi. Amaç, örgüt lider ve kadrolarını terörist olarak lanse edip Türkiye’ye teslimlerini sağlamaktı. Bu operasyon ardından Türkiye Dışişleri Bakanlığınca örgüt lider ve kadrolarımızı talep ettiği de bilinmektedir (geniş bilgi için Bkz. http://tarihselhainler.com/ 67. Dosya)



1990’lı yıllara gelirken dünyada gerileyen sol hareketlerin oluşturduğu dağılma bu sahadaki çalışmalarımıza olumsuz etkiler yapıyordu.



TEKP saflarına katılan bir gurup insan bu tasfiyede bir biçimde rol oynarken hiçbir siyasal kaygı taşımıyordu. Yaptıkları sadece bir sığınma girişimiydi. Devrim, devrimcilik, siyaset onlar için bitmişti. Siyasal algı dönemlerini bireysel olarak kapatmışlardı. Kazanıyorlardı ve kimisin dediği gibi ”sınıf atlamışlardı”. Örgütlü olmak bir yüktü, disiplin altında bulunmak, halk gibi yabancısı oldukları değerler için mücadele etmek dava sahibi olmak saçma olarak geliyordu. Örgütsüz olunuz nidaları sarmıştı her taraflarını. Bunu, İtirafçı gibi Frankfurt okulu çömezleri de körükleyip duruyorlardı; “birey önce kendini kurtarmalıydı ki toplum da sonra kurtulabilsin”, “kendini kurtaramayan birey kimseyi kurtaramaz” gibi akıllara ziyan söylemlerle ortaya çıkılıyordu. Avrupa’da bile hiçbir zaman revaçta olmayan marjinal kalmış bu söylemlerin ülkemiz siyasal yönelimlerine angaje edilmek istenmesi bir biçim tasfiye olarak dayatılırken, örgütümüz yönelik tasfiyede bu kanaldan bir daha saldırıyordu.



Buna Avrupa’da ortaya çıkan örgütsel hatalarımızın da yarattığı boşluk katkı sağlamıştı. Bu dönem dünyanın her yerinde solun gerilemesine tanık oluyorduk: Türkiye devrimci hareketleri bundan da payını yeterince almıştı. Örgütümüzde bu süreçte önemli gerilemeler yaşadı.



İtirafçı ve ortağı Mit ajanı İbrahim Yalçın, akıl almaz şaklabanlıklarla TKEP saflarına katılırken, kazanan TKEP olmuyordu. Tasfiye virüsü TKEP’in kanına karışıyordu. Bu dönem TKEP‘i tasfiye dönemi olarak gündeme gelmesinin anlamını burada bilince çıkarmak gerekiyor. Bu tasfiyeciler orada da derin işlerine devam ettiler. TEKP’i bitirdiler.



Nerede bulunuyorlarsa, orda bir sakatlık, bir tasfiye hareketi gündeme geliyordu.



Bu dönem dünya soluyla birlikte uzun bir kış uykusu dönemi gibi kendini bulma süreci olarak durgunca ilerledi.











IV. TASFİYE GİRİŞİMİ



IV tasfiye girişimi esasında bir saldırı girişimidir ve açıkça özel harap dairesi yöntemiyle yöneltilmektedir. Bu saldırılar 26 yıl öncelere dayanın kökleri var. Hala örgütümüze karalama ve şaibe yaratma yarışı olarak da sürmektedir. İlginç olan 26 yıldır TEK’li olmalarına karşın örgütümüze saldırmalarıdır. Bu kadar yıl sonra örgütümüz yine aynı kişilerce hedef seçiliyordu. Hızlanan etkinliklerimiz, yazınsal faaliyetlerimiz çevremizin yeniden toparlanması ve kitlesel eylemlere yönelişimiz derin devletin aynı çömezleri üzerimize salmaya neden oldu.



Bu yeni hamle de tesadüf değildi.



Bugün bu süreç devam eden geçmiş değerlendirmeleri ışığı altında sürmektedir. Aynı kişiler saldırılarını, kara çalmalarını, kurgu, uydurma ve yalanlarla sistemli şekilde ortaya koymaktadırlar. Bu kez kin öylesine bir boyut almış ki, nerede derin devletin işi nerede şahsi kin bilinmez olmuş. Bu gün sahnelenen tasfiyenin siyasal kökleri milliyetçiliktedir. Çünkü örgütümüz ortak ülkemizin farklılıklarının özgün örgütlenme ve hak talebine her zamanda daha çok önem vermeye başlamıştır; özgürlük ve demokrasi mücadelesinin başarısını Anadolu halklarının, farklılıklarının mücadele zenginliğiyle kazanılacağını tespit etmiştir. Kürt hareketinin gösterdiği gelişme ve kazanımlar bu tespitlerimizi doğrulayan birer veri olarak ortada durmaktadır.



Bu belirlemeler, demokrasi mücadelesinde Ülkemiz soluna da bir açılım şansı tanımaktadır: Sığlık içinde, mevta durumları yaşayan ülke solunun çıkış kanallarından birinin bu çabalarla zenginleşecek demokrasi mücadelesine bağlı olduğu belirlenmiştir. Bu belirlemeyle birlikte yerel alanlarda etkin çabalarda başlamıştır. Örgütümüz meydanlara kitleler halinde inmeye ve demokrasi mücadelesine katabileceği tüm etkinlikleri ve değerleri akıtmaya çalışmaktadır.



Saldırı da tam bu noktada milliyetçi zemin üzerinde örgüt değerlerine ve etkinliklerine yönelmeye başlamıştır. III. tasfiye hareketi üzerinden 19 yıl geçmişti. Bu çevreler artık Acilciler diye bir örgütün buharlaşıp yok olduğunu tam tasfiye edildiğini sanmışlardı. Zaten 26 yıldır TKEP saflarında bulunuyorlardı.



Bitmiş, dağılmış, yok olmuş olduğumuzu, bir daha ayağa kalkmamızın imkansız olduğunu sanıyorlardı. Oysa 32 yıldır hiç kesilmeden devam eden çabalar, emekler, ilişkiler III. Tasfiyenin ve dünyada ortaya çıkan büyük gerilemenin külleri altında bir köz olarak tüm canlılığıyla yaşıyordu. Gücümüz oranında ülkedeki çalışmalarımızı yayın faaliyetlerimizi dernek ve sanat etkinliklerimizi sürdürüyorduk. ATAK on yıldır yayın hayatına devam ediyordu. Öncesi çıkan Kardelen dergisi sesimizdi. 32 yıldır aksamadan yürüyen örgütsel işleyişimizle, demokrasi mücadelesinde dağılmadan, gerilemelerden etkilenmeden kararlıca yolumuza devam ediyorduk. Sayılarla ilgili sorulacak soru, öncelikle tüm solun sayısal varlığını bilerek onun içindeki payımızla uğraşmalıydı. Büyük gerileme kesitlerinde siyasal doğrular arkasında dik duruş ve tutum alış geleceğe hazırlığın tek garantisiydi. Bu örgüt bunu başardı. Bu gün ilgi konusu saldırı konusu olmasının başka bir izahı yoktur. Düşmanlarımızın bu ölçüde kinle yaptıkları saldırı, net alanlarını tümüyle bize ayırmalarının başka anlamı olamaz. Olmayanla kimse uğraşmaz meyve vermeyen ağaç taşlanmaz…



IV. tasfiyenin örgütümüze yönelmesinde bu verilerin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu süreç Kürt hareketinin özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseldiği ve 29 Mart seçimleriyle artık açıkça “özerklik” taleplerini seslendirdiği bir dönemdir. Bu aynı zamanda örgütümüzün siyasal tespitlerinin bir kez daha doğrulanmasıydı. Kürt özgürlük hareketinin başarısını kendi başarımız olarak algılayan ve buna tümüyle destek olan örgütümüz, bize yönelik tasfiyeci hareketlerin gerçekte milliyetçilik temelinde Kürt halkına yönelen tasfiyecilikle aynı merkezden yöneltilmekte olduğu açıktır.



Bu konuda halkımız ve yoldaşlarımızın duyarlı olmasını bir kez daha dikkatle dile girmekteyiz.



Komplo teorisine asla prim vermeden, ancak ortaya çıkan kesişme ve benzerliklerin tesadüf olmadığını bilince çıkartarak hareket etmemiz gerekmektedir. Bu iddiamızın belgesel dayanağı örgütümüze yönelik tasfiye hareketinde el yazılı itirafıyla MİT hesabına çalıştığını belirten İbrahim Yalçın’ın, itirafçı Engin Erkiner’le geçmişten bu yana her tasfiye döneminde ortaya birlikte çıkışlarıdır.



İşte bu ekip ülkemizde demokrasi mücadelesinin aldığı yeni boyutlarda örgütümüzün göstermeye başladığı etkinlik karşısında yeniden harekete geçmek üzere işaret aldı 26 yılı aşkın süredir, TKEP saflarında olmalarına karşı sanki henüz Acilcilerle aralarında bir ayrılık yanmamış gibi, örgüt içi sorunlarımızla ilgili taraf olarak kendilerini ortaya koymaları tesadüf değildir. Akıllara ziyan bu duruş, önce örgütü şaibeli göstermeye yöneldi. Örgüte ait her şeyi kirletmeye, tüm değerleri iğrenç olarak tanımlamaya ve bir bütün olarak örgütü “polis akademisi” olarak suçlamaya yöneldiler.



Şehit yoldaşların şahadetlerini şaibeli yaptılar, bölge gericiliğine İsrail ve emperyalistlere karşı savaşta şehit düşünleri bir daha katlettiler. Akılların almayacağı kurgularla, ispatı kanıtı olmayan hikayelerle, ölüleri bile konuşturarak, ahlaksızca suçlamalara yöneldiler. Devrimcilerin onurlu geçmişlerine kara çalmaya çalıştılar: “geçmişi olanın geleceği olamaz” gibi akılsız söylemlerle herkesin geçmişini inkar için çağrı yaptılar. Tek amaç en değerli geçmişimizi yok etmekti, geleceksiz bırakmaktı.



Eleştiri yerine, iş edindikleri yalan uydurmalarıyla direnenleri, ser verip sır vermeyenlerin bu güne kadar dik duran tutumlarını kirletmeye çalıştılar. Buna hala devam etmektedirler. Yükselen örgütsel etkinliklerimiz onlar için bir yıkım oldu. Yoktan var olmuş gibi görmek istediler, inanmadılar. Oysa on yıllardır devam eden kararlı inatçı bir çalışma kendi özgün kimliğiyle kendini ifade etmeye başlamıştı. Bu saldırılar bu tasfiye girişimlerinin altında bu gerçeklik yatıyordu.



1 Mayısta, Acilciler yine kitlesel olarak meydanlara indi. Mesajımızın halkımıza ulaştığı ortaya çıktı. Hiçbir çaba boşuna değildi. Bu örgüt bu kararlı insanlarla hala başı dik siyasal tutumları açık olarak haklı yerini alıyordu.



Tasfiyeciler itirafçısından satılmışına kadar oluşturdukları cemaatle, on yıllardır ilgilerinin olmadığı örgütümüze el birliğiyle saldırmalarının anlamı derin devlet işinde yer buluyor. Bunun başka bir izahı yoktur. Bu kadar kin bu kadar karaçamla ve yalan bir araya başka türlü gelemezdi.



Olay örgüt liderliğini kırmak, kirletmek olarak da ele alınamaz. Bu çabaların taşıdığı kin öylesine derin gözüküyor ki, şahsi olanla Özel Harp Dairesi görevleri birbirine karışmış gibidir. Saldırılarda durmadan yaptıkları ihbarlar, eylemleri ve eylemlerde yer alanları, adresleri, kimliklerimizin ifşa edilmesi, dostlarımızla ilişkilerin, yaşamsal onurlu emek çalışmalarımızın ele verilmesinin bir arada sürmesi bu işlerin ne kadar kirli amaçlarla yapıldığını göstermektedir.



Dün itirafçılıklarıyla örgütü tefsiye etmek isteyenlerin bu gün ihbarlarıyla Doğu Perinçek’çi çizgide seyretmeleri tesadüf değildir.



1977 Ağustos yakalanmalarından bu yana, sürekli yıkan, bölen, itirafçı olan, ihbar eden, satan bunlardı; bunu el yazılı belgelerle kanıtladık. Bu gerçekleri resmi belgelerle ortaya koyduk. Ortaya koyduğumuz iddiaları böylesine kesin kanıtlarla ispat ettik. Bundan sonrasını zamanın hakemliğine bırakıyoruz.



Ve buradan bir kez daha belirtiyoruz ki;



Bu tasfiye girişimleri asla tesadüf değildir.

Bu yazıyı hazırlayan ve altında imzası bulunan yoldaşlar olarak bu tartışmaları bu noktadan itibaren sonlandırdığımızı ilan ediyoruz. Ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesine tüm gücümüzle yüklenerek halkımıza yaralı olacak sonuçlar için çalışmayı, daha sorumlu bir çaba olarak değerlendiriyoruz.