7 Oca 2010

86.dosya : Gökhan Saçın (Sami) Olayı

Mihrac Ural
16 Mayıs 2009


17 yıl önce aynı konuyla ilgili olarak Örgütümüz kamuoyuna açıklama yapmıştı. Örgüt sorumluluğu gereği, kurum ve kural işleyişleri gereği o kesitte de örgütümüzü şaibe altında bırakmak için bu günden farksız, yalan ve iftiralarla yargısız infazlar yapılmak istenmişti. Bu çirkin çabalara bir broşürle cevap verilmişti.


17 yıl sonra buna eklenecek bir şey bulunmamaktadır. Ancak bilinmesi gereken en önemli gerçek şudur. İtirafçı Engin Erkiner’in yarattığı tahribatın tarihi olan 1977’den itibaren, firarı koşullarda olmamıza rağmen örgütümüzü yeniden yapılandırırken önemle üzerinde durduğumuz ilke, insana yönelik şiddeti sona erdirmek olmuştur. Askeri eylemlerimiz bile psikolojik eylemler ötesine gitmemek üzere organize edilmesine önem vermiştik. Bu süreç açık ve resmi olarak 1 Kongrede yenilenen örgüt tüzüğünde de kesin bir biçim almıştı (25 Kasım - 1 Aralık 1986).



THKP-C(Acilciler) 1. Kongre onaylı tüzük



“MADDE VIII.



CEZAİ YAPTIRIMLAR:



Cezai yaptırımlar; ihtar, kınama, yetkilerin azaltılması, yetkilerin dondurulması ve örgütten atmadır. İhtar, kınama yetkilerin azaltılması ve yetkilerin dondurulması ilgili örgüt organının 2/3 çoğunluğunca karara bağlanır.



Örgüt politik çizgisinin reddi Merkez komitesi organlarının kararlarına uyumsuzluk ihraç nedeni olarak kabul edilir. Bu yaptırım MK adına örgütlenme bürosunca gerçekleştirilir.”



Bu örgüt tarihinde hiçbir şekilde insana, yoldaşa şiddetti temel alan bir ilişkiyle yaklaşılmamıştır. Yaklaşılamaz da.


Örgütü örgüt yapan kurallar ve kurumlardır. Bunu kuran bizler, buna her zaman uyduk. Buna uymayanlar ise her zaman şaibe yaratıp, kuralları ve kurumları çiğneyenler oldu. Bunun en basit örneği 1986 da bağlanan kongrede önceki dönemin aklanmasına rağmen on yıllar sonra bu dönemleri şaibe yaratmak için yeniden tartışma gündemine getiren anlayıştır. Bu anlayışı körükleyenlerden birinin itirafçı, diğerinin MİT’e satılmış biri olması hiçte tesadüf değildir. Derin işlerine devam eden bu insanlar, yalan, kurgu ve şaibe yaratma üzerinden giden bir derin devlet işi sürdürmektedirler. Sami olayının bir kez daha gündeme sokulmak istenmesinin başka hiçbir nedeni yoktur.



Gökhan saçın (Sami), örgüte gönüllü girdiği gibi, ayrılarak Avrupa’ya gitme isteğini belirtmiştir. Bu konuda hiçbir sorun olmadan ayrılmıştır. Çok sorunlu bir dönemde izin alarak Avrupa’ya yönelen bir örgüt üyesinin bir süre sonra, ortalıkta işlevleri ve kaygılı kişiliklerini kendisinin de dile getirdiği ve bildiği insanlarla görünmesine seyirci kalınamazdı. Örgüt kendini koruma, çevresinde olan bitenleri bilme gibi duyarlılıkları en doğal hakkıdır. Bunun gereği olarak Sami’den bilgi vermesi istendi. Sorgulanması ve ifadesinin alınmasını zorunlu olmuştu.



Örgüt gönüllü birliktir, yolgeçen hanı değil. Örgütün onayladığı bir tutumu, bireysel bir tasarrufa yönelikte olsa izlemesi gereklidir. Orta-doğuda özellikle bu çok daha gereklidir. Sürekli savaş ortamı, sürekli gergin ve kırılgan ilişkiler ortamında kişinin sorumsuz bir davranışı örgütü ve tüm olanaklarını zedeler. Örgütün en doğal refleksi de olan bitenin gerçekliğini bilmektir. Bu yapılmıştır. Sami’den açıklama istenmiştir.



Sami, bir dizi insanla birlikteydi. Bunların önemli bir kısmı güvenilmez ve kaçakçı insanlardı. Kaçakçılar orta-doğunun en riskli insanlarıydı. En iyisinin bile sıkıca izlenmesi gerekti. Para bu türlerin taptıkları tek gerçekti. Sami bu türlerle birlikte görüldü. Avrupa’da olması gerekirken bu topluluk içinde neden bulunduğunu izah etmesi gerekti. Bu amaçla kendisine yapılan davete hiçbir itirazı olmadan yoldaşlarla birlikte örgüt evine gelmiştir.



Sami hiçbir zor, hiçbir baskı ve hiçbir dayatma olmadan kendi pişmanlığını açkılamıştır. Bir anlamda bu insanlardan kopmanın bir yolunu arıyor gibiydi. Ona çevresinde dolaştığı insanların konumu belgeleriyle gösterildi. O bu gerçeği kendi tecrübesiyle de biliyordu ve açıklamasında bunu dile getirdi.



Sami’nin açıklamaları dostluk ve eski yoldaşlık hukuku üzerinde yapıldığını anlatımlarından da çıkarmak zor değildir. Sami’ye bu açıklamaları süresince tek bir yanlış söz bile söylenmemiştir. Örgüt gerçekleri bilme hakkını kullanıyordu. Bu örgütsel bir kaygıdır ve detaylarıyla bilinmesi gereken bir durumdu. Örgüt birimleri bu durumdan çok rahatsızdı. Ancak karşılıklı diyalog olarak süren bu ifade alımı, herkesin kendi yoluna gideceği ama düşmanlık yapmayacağı bir ortak algıyla sona eridi.



Sami İfadesinin son cümleleri de bunu yeterince yansıtıyordu. ”İçine düşmüş olduğum hatanın bilinciyle en azından örgütle militan bir çerçevede olmasa da dost bir sınırda ilişki sürdürmek istiyorum. Örgütlü yaşam sürecinde gördüğüm duyduğum ve bildiğim örgüte ait her şeyi ölene kadar sırrım kalacaktır. Bu konudaki samimiyetime güvenilerek Avrupa’ya gidene kadar Lübnan’daki kamplarda bir dost olarak bulunmama engel olmamanızı dileyerek mücadelenizde başarılar dilerim. Bir dost olarak saygılarımın kabulü ricasıyla.”



Bu koşulda, İtirafçı Engin Erkiner gibi, 1 Kongreyi gammazlamak için gelen MİT ajanı İbrahim Yalçın (Şahin) gibi, Süleyman Uğur (Cengiz), Aydın Ocak (Kuşçu) gibi insanları bile deşifre ettikten sonra, önlemlerimizi de alarak şiddeti tercih etmediğimiz bir koşulda, Sami gibi bu tür bir yanlışı fiilen yapmamış birine karşı neden şiddet uygulayalım. Böylesi saçma ve insanlık dışı suçlamaların tek amacı porvakasyon yaratmaktır. Bir kez daha bin kez daha kafa bulanıklıkları yaratıp geçmişi şaibeli yapmaktır.



30 yıllık mücadele tarihiyle ilgili olarak olumsuzluktan başka bir kurgusu olmayan insanların bu süreyi bir arada tutan gerekçenin ne olduğu konusunda da bir izahlarının olması gerekmez mi? 30 yılı olumsuzluk ilan edip yüzlerce insanın emekleriyle oluşmuş değerleri yok sayarak her şeyi şaibeli hale getirmek çoğunluğu aydın olan bu insanlara hakaret değimlidir.



Bu zorlamanın altında hangi parametreler yatıyor, bunu anlamak için bir araya gelenleri bilmek yeterlidir. Bunların yaptığı iş temiz değildir. Nazi yalan makinesinin, “çok yalan söyleyeceksin, yalanı sık sık tekrar edeceksin inanılmasa bile kuşku yaratır” ilkesi uygulanmaktadır. Bu yöntem devrini kapatmış bir yöntem. Çok yalan söyleyerek yapılan karalama, kafa bulandırabilir ama gerçek olamaz. Ölüleri bile konuşturup senaryo yazan, olmayanı olmuş gibi gösterenlerin ufak bir eksiği kalıyor her zaman; o da belge ve kanıttır. Satırlarına taşıdıkları hiçbir iddianın üçüncü şahıslar tarafından bile doğrulanmaması bu kurguların ne amaçla yapılmakta olduğunu anlatmaya yeterlidir.



Gerçek belgelerle, kanıtlarla ortaya konur. Bunu yapamayan yalancı olur, kalpazan olur.



Sami olayını yeniden pişirip ortaya sermek, diğerleri gibi sadece bir yalan ve kara çalma girişimidir. Sami’ye işkence yapıldığı iddia ediliyor, ayrıntılar söyleniyor nereye atıldığından söz ediliyor, ama mezarı soruluyor nerede olduğu bilinmiyor? Bunlar okurla alay ediyorlar. Okur bu aptallara sormaz mı, “bu kadarını bilen gerisini neden bilmiyor diye”. Buna cevap yok çünkü tümüyle yalan ve uydurma. 17 yıldır böyle bir uydurmayı duyan bile yok. Bu İbrahim yalçının uydurma uzmanı olarak tezgahlarında üretilmiştir hepsi bu kadar.



Bu örgüt, işsizlik ve açlık ve zorluklardan dolayı polisliğe yönelmiş olanlara dahi işkence yapmayı reddeden insan erdemiyle dolu bir örgüttür. Bu örgüt itirafçı Engin’e şiddet uygulamadı, bu örgüt MİT’e satılmış İbrahim Yalçın’a şiddet uygulamadı; önlem almayı şiddetten daha geçerli gördü. Bu uyduruk işkence senaryoları, bu çirkin insanların iç dünyalarında insana karşı neler yapabileceklerini gösteren kendi üretimleri bir belge olarak anlamlı olabilir. Bunun ötesinde bu çirkin anlatım sadece insanlık dışı bir durumdur.



Sami olayını bu satılmışın diline dolaması kendi kamburunu örtme amacına yöneliktir. Üç kuruş için, misafir olarak Türkiye’den getirtip bizim Avrupa’da olmamızdan yararlanarak kendi eliyle katlettiği insanı ise yeri gelince konuşacağız. Bu işin peşini de hiç bırakmayacağız. El yazılı belgeleriyle açıklanınca bakalım Avrupa ona sığınak olabilecek mi?



Örgütümüz Sami’nin ifadesini aldıktan ve buna ikna olduktan sonra onunla bir sorunu kalmamıştır. Özgürlüğünü kısıtlayacak bir gerekçemizde yoktu. Bu hiçbir düşmanlık olmadan, hiçbir dayatma olmadan yerine getirildi. 17 yıl boyunca bu konuyu hiç dile getirmeyenlerin, açıklaması yapılmış, tüm detayları kamuoyuyla paylaşılmış bir olayı bu gün oluşturdukları uydurmalarla, kurgularla yeniden pişirip gündeme sokma çabaları asla Sami olayıyla ilgili değildir.



Sami’yi seven ve haklı olarak onu arayan yakın akraba ve arkadaşlarının İbrahim Yalçın’ın MİT ajanı olduğuyla ilgili dağıttıkları bildiriler örgüt arşivimizde durmaktadır. Bu bildirilerde bu ajana neden şiddet uygulamadığımız sorgulanmakta ve bizler eleştirilmekteyiz. Yeri gelince bu bildirileri de kamuoyuna bir kez daha ileticeğiz.



Tekrar ediyoruz. Sami’ye tek bir yanlış söz bile söylenmeden açkılamaları alınmıştır. Açıklamalarını örgüte sunduktan hemen sonra, hiçbir düşmanlık olmadan, arkadaşlarla öpüşerek vedalaşmıştır. Avrupa’ya gidiş için bildiği kanalları kullanacağını ve bu doğrultuda bir daha aynı hataya düşmeyeceğini, tekrar tekrar sözlü olarak da ifade edip yola çıkmıştır. O nereye gideceğini önceden bilmekteydi. Bunun kanallarını da biliyordu.



Belgelerin adaleti sağladığı bir tarihte, dedikodu, hasım iddiası, kin Saikleriyle atılan çamurların hiçbir kıymeti itibarı olmaz. Biz iddialarımızı zamanın hakemliğine sığınarak tarihe mal ediyoruz. Belgesiz, kanıtsız tek bir iddia yapmadık. Yargısız infaza da yönelmedik. Senaryolarla yazılan tarih, ancak yazanın tarihi olacağı gerçeğiyle davrandık doğruları ortaya koyma kaygısını taşıdık.



Örgütümüzün her olayda gösterdiği sorumluluğu göstererek, 17 yıl önce Sami olayıyla ilgili olarak kamuoyuna bilgi vermişti. Bu bilgileri özet olarak Sami’nin ifadesiyle birlikte tekrar sunuyoruz. Buna eklenecek başka bir şey yoktur.



1.



Gökhan Saçın’ın (SAMİ) ifadesi



Bir sosyalist ülkeye eğitim için gidecektim. Genel sekreter yoldaşa bunu söyledim. Şam’a gittim. Şam’daki evdeki yoldaşlara haber etmeden evden ayrıldım. Yusuf’la yurtdışına gidiş işlemlerini hazırlamak için, Yusuf beraberinde Nebil ve Habib’i de getirmişti, onlar gelirken örgüt biriminden kaçmışlardı dönüşleri yoktu. Çünkü Lazkiye’den Yusuf’la bir defa ayrılmışlardı. Şam’da bir ev tutup orada kalmada anlaştık. Yusuf borç para bulabileceğini söyledi ve getirdi. HDÖ’cülerden almış. Abu Münir’e uğradık (Yusuf tanıyor o adamı) evinin boş olduğunu söyledi. Bir aylığına da bize kiraya vereceğini söyledi. Biz oraya yerleştik. Takriben 15-20 gün kaldık. O süre içinde benim yurt dışına gidebilecek imkanları hazırlayamadık. Evde örgütle ilgili örgütün durumuyla ilgili sohbetler yaptık. Örgütün kongre zamanının da, konferans zamanının da geçtiği konusunda hemfikirdik. Örgütün merkez komitesi bu toplantıları toplayamadığını söyledik. Örgütte bir durağanlığın olduğunu her geçen gün yeni yeni insanlar kaybettiğimizi söyledik. O halde bir önceki kongrenin delegelerini oluşturacağı bir komisyonu hazırlamak lazım dedik. O halde Habib nasıl olsa şimdi Türkiye’ye gidecek. Bu durumu E .Y, H.K, A.S’a uğrayıp bu durumu açıklamasını söyledik. Onları daha önceden kendisi tanıyor. Durumla ilgili bize bilgi iletin dedik. Habib gidince biz Lübnan’a HDÖ’cü arkadaşların yanına gittik. Habib kaldığımız eve telefon edecekti, biz evden ayrıldığımız için etti mi, etmedi mi bilmiyorum. Yusuf telefon vermiş oraya etmemiş. Fransa’daki HDÖ’cü arkadaşa telefon etmiş sağ-salim geldim demiş. Benim suçum haber etmeden evden ayrılmak. Genel sekreter yoldaşa yurt dışına gidiyorum deyip, habersiz ayrılıp ev tutmak ve sonrada Lübnan’a HDÖ’cü arkadaşların yanına gitmek. En önemli suçum örgütte yeni gelişen, daha önceki kongre üyesi olmamasına rağmen Habib’e böyle bir görev vermemiz. Ayrıca yetkili organlarla bunu yazılı olarak tartışmadan bu kongre toplanması için çabaya girişmek. Bu hatamı kabul ediyorum. Burada örgütten uzaklaştıktan sonra genel sekreteri hiç aramadım, Lazkiye’ye Avrupa gitmek için telefon etmeye geldim. Yoldaşlara haber etmedim. Takriben Fransa’ya Nisan’ın başında gitmem hazır olmasına rağmen Genel Sekreterle bu konuda son dönem (evden uzaklaştıktan sonra) hiç haber etmedim hiç görüşmedik. Oysa Genel Sekreter yoldaşa durumu iletmem gerekliydi, burada örgüt organını ihlal ettim. Evden diğer yoldaşlarla ayrılıp gitmem zaten başlı başına bir hata idi. Burada tepkisel davrandım, isteklerimi örgüt organlarının dışına çıkarak sürdürme yerine örgüt içinde açıkça organlara açarak sürdürmem gerekli idi. Fakat bendeki birikmiş tepkileri beraber olduğum yoldaşlar da etkileyince organ ve kararların dışına çıkma hatası işledim.



Lübnan’da kaldığım süre içinde ve Şam’da kaldığ ım süre içinde örgüte karşı bilinçli bir faaliyet sürdürmedim. Örgüt Genel Sekreteri ve örgüte karşı herhangi bir karalama faaliyetine girmedim. Yalnız ceza almış bir yoldaşla (Yusuf) beraber olmam zaten başlı başına bir hatadır, suçtur. Örgütümün bu konuda bana vereceği cezaya hazırım. Bilinçli olmasa da yaptığım şeyle objektif olarak yaptığım şeylerin örgütü tasfiyeye yönelik bir komplonun aracı olduğunu düşünememiştim. Bu konuda örgütü yeterince savunamadığım kanısındayım.



Kongre kararı ve yetkisi olmadan THKP-C örgüt mührünün taklit edilerek kullanılması başlı başına büyük bir suçtur kabul edilemez. Bizim özellikle Yusuf’un herhangi bir örgütü temsil etmediğimiz ve ayrı bir örgüt olmadığımız halde örgüt merkezi kararı ve yetkisini almamış bir şahsın (Yusuf) hazırladığı uydurma mühürle yapılmış kimliği kabul etmek ve taşımak suçtur. Bu biçimiyle hazırlanmış kimliği taşımakla suç işledim.



Örgüt biriminden kaçtıktan sonra Yusuf’la bir araya gelmemin tek amacı Avrupa’ya gidene kadar onu değerlendirmekti. Gidiş gerçekleşene kadar onu değerlendirmekti. Gidiş gerçekleşene kadar örgüt dışında Bekaa’daki kampta bekleyecektim. Zira Yusuf’un yaptıklarına karşı örgütün bir dönem sonra sessiz kalmayarak gereken cezayı vereceğini bildiğimden bir an önce Avrupa’ya gitmek için Lazkiye’ye gelerek randevu ayarlamayı planlamıştım. Bu sürecin gelişiminde Yusuf’a ciddi olarak güvenemedim. Çünkü o da bana güvenmiyordu ve girdiği bazı çabalar (çalışmalar) konusunda bilgi vermiyordu. Mesela Habib’i Şam’dan götürüp Türkiye’ye göndereceğinde benim özel kanalım var bunu söyleyemem diyerek gönderdi. Hangi kanal diye sorduğum zaman seni ilgilendirmez benim özel prensibimdir söyleyemem dedi. Bende bana güvenmiyorsun bizden gizlemeye çalışıyorsun bu ne biçim yoldaşlık dedim. Böylece Habib Türkiye’ye bizim adımıza giden tek temsilci oldu. Bu konuda Türkiye’de Habib dışında başka bir kimse yoktur.



Yusuf Reşit’le birlikte geliştirmekte olduğu bir takım ilişkilerin zararlı sonuçlar yaratacağına inandığımızdan bir takım çevrelerle geliştirdikleri kaçakçılık ilişkilerine son vermesi için kendisine sert bir uyarıda bulundum. Zira Reşit devrimle ilişkisi olmayan “a”politik, içki, kadın ve kişisel çıkar düşkünü bir insandı. Hatta Reşit bir takım silah nakliyatlarında örgütten onaysız maddi çıkar karşılığı iş yaptığından ve bunun örgütün Lazkiye birimi tarafından duyulduğunu düşünerek artık Lazkiye’deki arkadaşlardan çekindiğini korktuğunu söyleyerek Lazkiye’deki eve uğramaz oldu.



Reşit Yusuf’un bilgisi dahilinde Lübnan’daki Samandağ’lı Mehmet aracılığıyla başlangıçta her parti silah taşımaya Yusuf’la birlikte 1200 dolar aldığını söylüyordu. Yusuf’un Reşit’le geliştirdiği bu ilişki taşıma ücretinin 1500-2000 dolara çıkarılması sonucu taşıma işleri durmuş oldu. Bu konuda kaç parti malın Türkiye’ye taşındığını bilmiyorum.



Örgütün Lazkiye biriminden kaçtıktan sonra Şam’da Yusuf’un tuttuğu evde hiçbir örgütsel onay olmaksızın ben ve sonradan Yusuf’un getirdiği diğer kaçaklar Habib ve Nebil kalıyorduk. Kendi açımdan diyecek olursam farklı zamanlarda Reşit’le birçok kez içki içmişimdir. Bunun bazıları Lazkiye’de eve yakın birahanede ve Şam’da gerçekleşti.



Yusuf son dönemlerde üç kez Şam’a gitti. Birinde 279 Sadık için kendisini çağırmış. Geçmişte Sadık’ın siyasi olup olmadığını sormuşlar ve Yusuf geçmişte Sadık’ın bir süre örgütlü olduğunu bildirmiş ve ardından ailesinin gönderdiği savcılık iddianamesini 279’a teslim etmiş. Diğer iki kez gidişi ise benim çıkışımı almak ve biletimi ayarlayarak okey işlerini yapmak içindi. Bilet işinde HDÖ’cü arkadaşlardan kişisel borç anlamında örgüt dışından 650 dolar borç alındı.



Yusuf hemşerisi olan Yusuf Ünver’den örgütlü yiğit devrimci bir yoldaş diye bahsederken onun gerçekliğini bilen HDÖ’lü Serdar Yusuf’un aksine tam tersini söylüyordu. Yusuf Ünver’in cezaevinde direnişe katılmayarak örgütlü insanların direnişi sonucunda elde edilen tek tip elbiseyi giymeme kazanımına rağmen kendisinin idarenin verdiği tek tip elbiseyi giydiği bu yüzden Acilcilerin kömününden atıldığı ve siyasi olarak tükenmiş biri olduğunu bugün ise sadece ticaretle uğraşan biri olduğunu söyledi Serdar. Bu nokta bana Yusuf’un Türkiye gerçeğindeki insanlara ilişkin gerçekçi olmayan şişirme abartma haberler ile kendini güçlü gösterme çabasında olduğunu gösterdi. Buna paralel şimdiye kadar resmi olarak Türkiye’deki hiçbir örgüt kurumundan bir onay almış değiliz.



Reşit para karşılığı yapamayacağı bir iş olmayan tipik bir kaçakçıdır. Kaçakçıların yaşam alışkanlıklarına sahip olduğundan hiçbir yerde uzun süre barınamıyor. Kendisini çok becerikli hesaplı olduğunu sanıp yaptığı işlerden büyük paralar kazanarak bir an önce köşeyi döneceğini sanıyor. İşin gerçeğinde ise ne o kadar akıllı ne de becerikli, karnını doyurmaktan öteye gidemiyor. Bu durum onun yeniden para kazanmak için silah kaçakçılığı gibi riskli işlere girmesine neden oluyor.



Yusuf uzun süre örgütte çalışmasına rağmen evlilik işinin başlamasıyla birlikte örgütlü yaşamı sarsıntıya uğradı. Çünkü devrimci bir evlilik yapmadığından karısının beklentileri ve kendisinin bireysel yaşam özlemi örgütün çıkarlarıyla çatışıyordu. Burada rahatlıkla karısının kendisine egemen olduğunu söyleyebilirim. Hatta gerek Yusuf’la ve gerekse karısı ile yaptığım sohbetlerden anladığım kadarıyla Yusuf’un ailesi de gelinlerinin beklentilerine destek veriyor ve örgüt dışında olması koşuluyla Yusuf’un ailesinin kendilerine her türlü maddi ve manevi yardımda bulunabileceğini söylediklerini de biliyorum. Yusuf devrimci olmayan bir evlilik süreci ile baştan itibaren içinden çıkamayacağı bir işin içine düştü. Geçim sıkıntısı ve yalnızlık onu örgüt dışında başka alanlara sürüklerken bir yığın hata yapmasına da sebep oldu. Reşit’le geliştirdiği ilişki bu sıkıntıların bir sonucu olsa gerek. Uzun zamandır, örgüt disiplininden uzak, bireysel yaşam kendisinin ekonomik bağımsızlığını geliştirme yönünde çaba sarf etmesine gerekçe oluşturuyor.



Yukarıda Yusuf’a ilişkin sıralamış olduğum hatalardan dolayı örgüt tüzüğü gereğince Yusuf’un örgütten atılması gerekiyor. Kendisiyle ilgili örgüt biriminin disiplin cezalarına uymayan Yusuf’a karşı örgütün Yusuf’un kendisine bir kez daha kendini kanıtlama yönünde bir şans verilip verilmemesi örgüt yetkili organına bağlıdır.



İçine düşmüş olduğum hatanın bilinciyle en azından örgütle militan bir çerçevede olmasa da dost bir sınırda ilişki sürdürmek istiyorum. Örgütlü yaşam sürecinde gördüğüm duyduğum ve bildiğim örgüte ait her şeyi ölene kadar sırrım kalacaktır. Bu konudaki samimiyetime güvenilerek Avrupa’ya gidene kadar Lübnan’daki kamplarda bir dost olarak bulunmama engel olmamanızı dileyerek mücadelenizde başarılar dilerim. Bir dost olarak saygılarımın kabulü ricasıyla.



Arap Gökhan Saçın

Mehmet Ali kaynak

Sami



28 Mart 1991





2.SAMİ OLAYI ÜZERİNE
MK Kararı



“Sami, örgütümüze yurtdışında, THKP-C “Koordinasyon Birliği” adlı örgütten katılmış ve yalnızca yurtdışı faaliyetlerinde yer almıştır. İlk kez Libya sahasında ortaya çıkan boşluğun doldurulması amacıyla görevlendirilmiştir. Çalışmalarını Libya Komitesi çerçevesinde, diğer sorumlu yoldaşlarla birlikte sürdürmüştür. Bu çalışmalarına 1989’da son verilerek, Ortadoğu sahasına çekilmiştir.





Sami’nin özgün durumu göz önüne alınınca, örgüte, devrime ve ülkemiz halklarına zarar vermemek kaydıyla tüm sorumluluğu şahsi olarak üstlenmesi koşuluyla serbestlik verildi. Bu koşulları Sami’nin kişiliğini tanıyan yoldaşların da görüşlerini alarak ortaya koyduk.



Sami, gidiş için ihtiyaçlarını örgüte bildirdi. Aldı ve yola çıktı. Ancak Sami yalan söylemişti (kendi ifadesinde de bu konu mevcut, ektedir). Sami, Yusuf’un 1990 Haziranında girdiği sürece; kaçakçılık, taşımacılık zincirinin bir halkası olarak iş bitirmeye girişmişti. Sami bir süre sonra Lazkiye’de yanında iki kaçakçı ile, Arap Ayhan adlı HDÖ’cü görülünce, örgüt birimi en doğal ve en basit hakkı olan bu tabloyu anlamak amacıyla Sami’yi sorguya davet etti. Gerek bu esnada ve gerekse sonra Sami’ye tek bir fiske dahi vurulmadı… Arap Ayhan ise (HDÖ’cü) başka örgütten olduğu için, bu konumu kendisine belirtilerek, ancak ağır bir ihtar da yapılarak serbest bırakıldı.



Sorguda Sami, örgüte karşı suç işlediğini ve yalan söylediğini, Yusuf’la birlikte örgütün sahte mühür ve kimliğini yaptığını, kendisinin de böyle bir kimlik taşıdığını ifade etti. Dev-Sol’la ilgili olarak Yusuf’un yaptıklarını detaylarıyla belirtti. Burada yeniden ve önemle belirtilmesi gereken nokta, Sami’nin sorgusu bize Sami’den çok Yusuf adlı sahtekarın yaptıklarının öğrenilmesi açısından önemliydi. Ve Sami bu noktada bizim için devrimciliği bitmiş bir posadan ibaretti ve önemsizdi. Sami’nin ifadesinde Yusuf’un para için kendini satarken örgütün büyük tehlikelere düşmesinin önlenmesi her şeyin önüne geçmiştir. Bu meyanda Sami’nin yalanının herhangi bir önemi yoktur.



Örgüt, bu şahsın ifadesinde gösterdiği samimiyeti ve itiraflarını, daha önce örgüte yaptığı hizmeti de göz önüne alarak aşağıdaki şartlarda serbest bırakılmasını kararlaştırdı.



1- Hiçbir yerde örgüte karşı; siyasi, ideolojik ve örgütsel herhangi bir konudan bahsetmemesi.

2- Devrime ve devrimcilere zarar verecek ifadelerden kaçınması. Bu durum … (bir örgüt adı. bn) söz konusu faaliyetleri için de geçerlidir.

3- Karışmış olduğu silah satımı, taşımacılığı nedeniyle örgüte Suriye nezdinde zarar vereceği ve muhaberatın bu konuda çok duyarlı olduğu göz önüne alınarak Suriye sahasından tamamen uzaklaşması.

4- Lübnan sahasında ise uzun süre kalmaması gerektiği de belirtilerek serbest bırakılması kararlaştırılmıştır.





Örgüt geleneğimizde yanlış hiçbir zaman zorla düzeltilmedi. Örgütümüz bu yöntemleri reddeden biricik devrimci güçtür. Ancak muhbirler, polisler ve provokatörler aradan ne kadar zaman geçerse geçsin er ya da geç hakkettikleri en ağır cezaya çarptırılırlar.



8 Nisan 1992

THKP-C (ACİLCİLER)

MERKEZ KOMİTESİ”



3.



Sami’nin ifadesi, orijinal hali