7 Oca 2010

67.dosya : İtirafçı Engin Erkiner’in Ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbarları



Şerif YILMAZ

11 Şubat 2009



1.Kongremizin ardından ülke ve Avrupa çalışmalarına büyük bir hız vermiştik. Ancak demokrasi mücadelesinden ümitlerini kesenler ve özellikle bireysel kurtuluşunu Avrupa’da görenlerle sorunlarımız devam ediyordu. Bizler ülkede nispeten açılan çalışma ortamına destek olmak anlayışıyla, zindandaki yoldaşlarımıza maddi bir katkı ve yayın faaliyetlerimize destek olmak üzere çaba sarf ederken, birileri de çalışmalarımızı her ne pahasına olursa olsun yok etmek istiyordu.




İbrahim Yalçın’ın MİT’le giriştiği pazarlığı biliyorduk. Bunu 12 sayfa el yazısıyla da itiraf etmişti (bu belgeyi tümüyle, el yazısı olarak http://tarihselhainler.com/ linkinde bulabilirsiniz). Bu itirafı; içinde bulunduğu ortamı bildiğinden, bir pislik yapma durumunda olamayacağını anladığı için, MİT’i aldattım! diyerek, bizi aldatmak üzere yaptı. Kim olursa olsun örgütsel bir refleks olarak bu itirafı önemle ele alacaktı. Öyle de yaptık. Bundan sonrası bir riskti. Bunun için onu, bilmemesi gerekenlerden uzak tutarak, kuşatıp, örgütün denetimi altında tutmayı daha uygun gördük. O da bunu çok iyi hissediyordu. İtirafçı Engin’in deneyini iyi biliyordu. Ortadoğu sürecinde de cezaevlerinde Engin’e karşı olan düşmanlığını sıklıkla ifade ederken, örgütün Engin’e karşı önlemlerinin gerekçelerinde itirafçılığın yattığını da göz ardı edemezdi. Bu yüzden; MİT’le ilişkili olan, MİT’ten para alan biri için, durumun daha da ciddi olacağını anlayacak kadar kurnazdı. 1. Kongremizi izlemek ve aldığı talimatlarla hareket etmek üzere gelmişti. Yapacağı ispiyonların ön ödemesi için de 150 000 TL. almıştı. Bize itiraf ettikleri buydu. Daha başka neler alınıp verildiği ise ayrı bir konuydu ve önemi yoktu, bir kez bu kişi bozulmayı kabul etmişti ve devrimci illegal mücadelede bir kez bozulanın bin kez bozulması önünde hiçbir ahlaki engel olmazdı.



MİT’le bağlantısı sürüyordu. İrtibatlarını “Şahin” kod adıyla dile getirirken kullanacağı değişik adres ve telefon numaralarına sahipti. Kongre sonrası kendinden emin olarak yanlış bilgi vermek üzere, MİT’i arama rahatlığı örgütün denetiminde de olsa, dikkat çekiciydi. Avrupa’ya gidene kadar bu örgütün en iyi kadroları ve militanlarının kuşatması altında, iç dünyasının kaygılarıyla aramızda kaldı. Ve Ortadoğu süreci böylece kapandı.



Bu adamın MİT’le bağlantısının ne kadar eskiye dayandığını bilmiyoruz. Orta-doğudayken, intikam amaçlı mı? Yoksa MİT bağlantılı mı? olduğunu bilmediğimiz bir önemli olayı da bulunuyor. Bunu araştırıyoruz…



Ancak bu adamın zamanında örgüte yaptığı kimi önerilerin bu günün gözüyle daha anlamlı ele alınabileceğini düşünüyorum. “Bu şahsın, İstanbul’dan merkez komitesine el yazısıyla yazdığı bir mektupta yaptığı önermeleri, kişiliğini algılamak ve daha sonra yine el yazısıyla verdiği ifadesindeki yönelimlerini anlamak için önemlidir.



“ İSTANBUL’da MADDİ GÜÇ YARATMANIN ÖN KOŞULLARI HAKKINDA…”














Mektubunun 7. bendinde şunları söylüyor; “Güçlü olan haklıdır”. Kapitalist ideolojinin beyinlere enjekte ettiği budur. Fiziksel ya da maddi. Güçlü olabilmek bunun için pratik faaliyetlerde bulunmak… Mümkün olan tüm olanaklardan faydalanmak…




İstanbul gibi bir bölgede piyasaya bol miktarda sahte döviz-Türk parası sürmenin olanakları mevcuttur. Ülkenin tanınmış babalarından Kürt İdris ve Fevzi Öz adlı yeraltı dünyasının şöhretleri ile ilişkimiz var. Bu konuda bize yardımcı olabilirler.



Bunun dışında aynı dalda tanıdık başkaları da var. Böylece 500-1000’lik TL ile 100’lük Dolarların piyasaya rahatlıkla sürülebileceği kanısındayım… İbrahim Yalçın (Mehmet Ali)” (Bkz. 55. DOSYA –Buluştular-) Devrimci ahlaka sığmayan bu ahlaksız öneriler, halkı için mücadele eden bir örgütün asla kabullenmeyeceği şeylerdi.



MİT ajanı İbrahim Yalçın (Şahin) işte budur. İtirafçı Enginle buluşmasının ipuçları da burada yatıyor gibidir.



12 sayfalık el yazısı ifadesinde de bu özelliğini MİT’ten 1. Kongremizi ispiyonlamak için aldığı 150 000 TL. parayı itiraf ederken de ifade etmişti. “(28 Ağustos 86) ben o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler. Başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık” ( MİT ajanı İbrahim Yalçın (Şahin), 12 sayfalık el yazısı ifadesi, s: 9. Örgüt Arşivi şahıs dosyaları bölümü.)




( Belgenin tümü 12 sayfadır. Bkz. http://tarihselhainler.com/ )




Bu karakterde birinin para şehveti, her türden ahlaksızlığı, ihbarcılığı yapabilecek bir mayaya sahip olduğunu göstermektedir. MİT’ten para alması bu açıdan geçmişinde de itiraf ettiği gibi (Ekim 1986), bu günler için de olası bir durumdur.



İşte böylesi bir süreçte şiddet kullanmadık. Bu hatamıydı, hayır hata değildi. Örgüt içi şiddete karşıydık. Bir hain, örgüte gelip teslim olmuş ve ihanetini kendisi gelip itiraf ediyorsa bile, bunu yapmamalıydık. Böylesi bir gelenekte şiddet, bir yerde başladı mı, önü alınamazdı. Bu bir hataysa, evet örgütümüz böyle bir hata işledi; sadece bu pisliğe karşı değil, birden fazla MİT ajanına karşı da aynı tutumu farklı nedenlerle işlemiş olduk..



MİT ajanı İbrahim Yalçın’la ayni kesitte, Gaziantep MİT şubesince, aynı satın alma yöntemi ve görevleriyle, Aydın Ocak isimli bir kişi daha gönderilmişti. Baba Adı: Şevket, Anne adı: Şaziye 01.03.1953 Çorum doğumluydu. Yoksul biriydi. MİT’in zorlamasıyla üzerimize sürülmüştü. Suriye’ye yırtıcı kuş (atmaca, şahin) pazarlıyordu ve örgütümüzün Halep il komitesinden kimi yoldaşları tanıyordu. “27- …Mihrac Ural’ı vurma karşılığında bana ve çocuğuma en iyi işi sağlayacaklarını söylediler” (El yazılı itirafı Aydın Ocak). diye itirafta da bulunmuştu. Bunun yanı sıra, Başkan Öcalan ve Teslim Töre’yle ilgili bilgiler de isteniyordu. İstekler tam anlamıyla Mit ajanı İbrahim Yalçın’dan (şahin) istenenler gibiydi.



Bu kişi de; yoksulluğu, itilmişliği, aile durumu, çoluk çocuğu göz önüne alınarak cezalandırılmadı (oysa bunların tümü, ne ailelerimizi ne de çoluk çocuğumuzu düşünmeden bizleri katletmeye gelmişlerdi). Sadece bu kişinin alnına hiç gitmeyecek bir “MİT” dövmesi yapmakla yetindik. Bu işaret, en azından gittiği yerlerde bir soru işareti bırakır diye düşünmüştük. Verilen en ağır ceza da buydu. İnsan katletmenin örgütsel siyasal yönelimlerimizde yeri yoktu. Bunun yer edinmemesi için de kendi kendimizle mücadele ediyorduk.



1.Kongremize yönelik MİT’in çabaları İbrahim Yalçın ve Aydın Ocak’la bitmemişti. İşkencelerde direnen, adını bile polise işkence altındayken vermeyen, uzun yıllar zindan yatan ve kararlılığı herkesçe bilinen bir örgüt sempatizanı daha gönderilmişti. Süleyman Uğur (Cengiz). Bu kişi zindandan çıkınca acılar çekmiş yoksulluk içinde İstanbul’da UFİ ticaret merkezi önünde köfte satma müsaadesi ve verilen paralar karşılığında 1.Kongremizi takibe gönderilmiştir. Geliş tarzının acemilikleri, sınırı kendi kendine geçtiği iddiası, üzerindeki çamur izlerinin elle yapılmış olduğunun çok açık olması onu derhal kontrol altına almamızı gündeme getirdi. Önce kendisini dinledik. Çok çelişkili ve kaygılıydı. Bir haftaya yakın bir süre sonra, yaşadığı iç sıkıntıyla itirafta bulunacağını söyledi. Özetle “ …git gel çözeriz… ev tutarız her şeyini alırız. Sakın Mihrac’la kavga yapma sadece biz sana resim getireceğiz kimlerin olduğunu belirtip neler konuşuldu bize söylersin…Bana, bize güven sen artık devlet adına çalışan memursun… bana MİT olduğunu direkt Cumhur başkanıyla bağlantıda olduklarını ve siyasi polisle ilişkileri ayrı ayrı örgüt olduklarını söyledi.” ( Süleyman Uğur, el yazılı ifadesi. Örgüt arşivi şahıs dosyaları bölümü)



Süleyman yoksul bir emekçiydi. Örgüte sempatizan olarak emek de vermişti. Ceza evi çıkış sonrası çok yoksulluk çekiyordu. Bu kişi için de örgütümüz şiddet kararı almadı. Olayı anlamayı, kendi eksiğimizi öne alıp bu kişiye bir şiddet yaptırımına yönelmemeyi tercih ettik. Öncelikle insan katletmek doğru bir tutum değildi, örgütümüzün askeri eylemlerinde bile bunu gözetiyorduk ve örgütümüz bunu yapmayacak olgunluktaydı. Özellikle sol örgütlerde sudan sebeplerle yoldaşlarını katledenlerin acımasızlıkları ve haksızlıklarını görüldükçe, bu gün bile bu kararın ne kadar isabetli olduğu açıktı.



Bu kişinin İbrahim Yalçın’la aynı kesitte gelmesi ve Adana bölgesinde “Zehra” adlı bir kadınla görüştürülmesi dikkat çekiciydi. Bu konu, yakalanan 3 MİT ajanı dosyasında ele alınacaktır.



MİT üzerimize geliyordu ama gönderilen her MİT ajanı da yakalanıyordu. Bu başarının en önemli nedeni, çok konsantre olmuş, birbirine bağlı ve birbirini uzun zamandır tanıyan sağlam bir örgütsel ekip ve çevrenin varlığıydı. Bunda örgütün en güçlü olduğu şehirden çıkan örgüt kadroları ve militanlarının yoğunluklu olarak aileleriyle birlikte, birbirini tanıyan kişiler olmasının yarattığı atmosferin etkisi büyüktü. Bu gerçeği bir zenginlik saymak yerine bir ayrımcılık olarak karalamaya çalışanlar ise bellidir. İtirafçı ve MİT olmaları bir yana kendi çevrelerinden bir tek kişiyi dahi örgütleme basireti olmayanların karalamalarını ciddiye almanın anlamlı olmayacağı açıktır.



Konumuza devamla.



Avrupa’da kongre sonrası çalışmalarımızın yükseltilmesi, ülkede yayın faaliyetlerine katkı ve yerine getirilmesi gereken etkinliklerin organizesi için genel sekreter yoldaşla birlikte Avrupa faaliyetlerine yoğunluk veriyorduk. Dağınıklığın giderilmesi ve çalışmaların hızlanması için dernek faaliyetlerinden, CEPHE dergisinin basımına, yeni ilişkilerden, genel devrimci hareketlerle yapılacak etkinliklere kadar geniş bir çalışma süreci başlatıldı. Bu dönem elimize geçen ilk olanakla ülkede ATAK dergisinin daha yoğun olarak güçlendirilmesi, zindandaki tüm yoldaşlara karınca kadarınca maddi yardımların gönderilmesine bile başlanmıştı (Bu küçük katkıların tüm banka gönderim koçanları arşivde bulunmaktadır). Önemli olanaklar yaratılmaya ve bunların örgütsel işlerlikte kendini göstermesine başlanmıştı. Türkiye’den ve Orta-doğudan Avrupa’ya gelen aydın, farklı örgüt üst kadroları, sanatçılar, kültür adamlarıyla ardı ardına toplantılar yapılmakta önemli atılımlar için hazırlıklar yapılıyordu. Ahmet Kaya’dan Yalçın Küçük’e, Yılmaz Güney’in hanımı Fatoş Güney’den, PKK MK’sından Cemil Bayık’a kadar geniş bir repertuar örgütsel işlerimiz yanı sıra çalışmalarımızın gündemini oluşturuyordu. Ancak hainler da boş durmuyordu.



30 Kasım 1988 sabahı aniden Paris’teki tüm örgüt evlerimize inanılmaz şiddette bir polis baskını yapıldı. Ben ve ailem, genel sekreter yoldaş ve ailesi, Zafer yoldaş ve ailesi Paris banliyölerinden biri olan Grigny-II semtinde kalıyorduk. Girgny metrosu yakınında birbirimize yakın evlerde kalıyor, komün hayatı sürdürüyorduk. Örgütümüz için her şeye katlanarak yaşamaktaydık.



Baskın çok şiddetliydi, aynı saatte onlarca ev polisin baskınına maruz kalmıştı. Kaçma şansımızda yoktu. Olağanüstü yoğunlukla ev araması yapıldı. Hayatımda duyduğum ve tanık olduğum hiçbir aramaya benzemiyordu. Duvar kâğıtlarının yırtılarak altına bakıldığı, banyo küvetinin yan kapaklarının söküldüğü, çamaşır makinelerinin metal aksamlarının sökülerek, tuvalet sifonlarının içine kadar, bacaların içi dışına çıkarılıyordu. Yataklar, kitaplar dolaplar tam bir yıkım görüntüsüne dönüşüyordu. Ev, bir moloz yığınına gelen kadar arandı. Güvenlik gerekçesiyle kullandığımız bir dizi pasaport, kimlik ve yayınlar dışında hiçbir şey bulunmamıştı.



Bizleri, aynı anda yapılan diğer ev baskınlarından gelen yoldaşlarla birlikte ilk olarak İçişleri Bakanlığı bünyesindeki DST istihbarat merkezinde topladılar. Buradan anladık ki olay sıradan değildi. Fransız devleti en hassas kurumunu, terörle mücadelede en meşhur istihbarat birimini devreye sokmuştu. İnanılmaz bir titizlikle yapılan arama DST elemanlarını tatmin etmemişti. Bizlere silahları, patlayıcıları nereye sakladığımız soruluyordu. Çapraz sorgular yapılıyordu. Sayımız çoktu, bıktırıcı sorgulamalar, itip kakmalar, tehditlerin ardı arkası kesilmiyordu. Hücrelere atılmıştık. Aradıkları yoktu. Gerçekte de Avrupa örgütsel çalışmalarımızın hiçbir kesitinde patlayıcı, silah diye bir şey söz konusu da değildi.



İlk tahkikat süremiz bitince savcılığa çıkarıldık. Ailelerimiz ve başka bir evde gecelediği için tesadüf olarak yakalanmayan Salih yoldaş’ın girişimiyle, bizim her olayımızda avukatımız olan Jean-Louis Malterre hukuki sürece müdahil oldu. Sayın Malterre ilerici bir avukattı. Bu çalışmalarını da kararlıca yürütüyordu.



Savcılık ben, Zafer yoldaş ve Mihrac Ural yoldaş dışında, yakalanan tüm yoldaşları serbest bırakmıştı. Bize de “anket süresinde hakkınızda yeni bir maddi delil bulunup bulunmamasına bağlı olarak tutuklusunuz” denildi. Anket süresi 21 gündü. O ana kadar, Fransız gizli servisinin bize yönelik bu girişiminin kaynağı hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Büyük bir kaygı içindeydik. Türkiye’ye teslim edilme ihtimalimiz vardı. Hiç birimiz gerçek adıyla da ilticacı değildik. Gerçek adlarımız ortaya çıkmıştı. Bunun nasıl olduğunu da bilmiyorduk.



Avrupa’nın en büyük ve en meşhur ceza evindeydik; Fleury Merogis cezaevi, hücre sistemli, en ağır suçluların tutuklandığı yerdi (Çakal Carlos hala orda tutukludur). Ellerimiz ve ayaklarımız birbirine zincirle bağlı olarak sürüklene sürüklene zindana taşındık. Çırılçıplak soyulduk, her tarafımız onurumuz kırılacak şekilde arandı. Hücreye atıldık. Anket süresi bitti. Fransız istihbaratı yeni bir delil bulamayınca, mahkeme 21 gün sonra bizi bırakmak zorunda kaldı. İhbar yalandan ibaretti. Her muhbir gibi ihbarcı da, kin saikleriyle yakıp yıkmak isteyen bir ahlaksızlık içindeydi.



Ben ve Mihrac Ural yoldaş tahliye olduk. Zafer yoldaş hala tutukluydu. Bir süre sonra oda tahliye olacaktı. Avukatımız davayı takip etmeye devam ediyordu ki, bu ara Av. Jean L. Malterre bizi 112 Bd Saint-Germain’deki ofisine davet etti. Önemlidir diye de ekledi.



Ofiste yuvarlak masada hepimiz bir dostluk havası ve gevşeme içinde otururken Av.Malterre “arkadaşlar, kanunen size göstermemem gereken bir belgeyi, başınıza gelenleri anlamanız ve önlem almanız için bir defaya mahsus olmak üzere okumanıza sunacağım “dedi. Aniden hepimiz gerildik. Nedir diye birbirimizin yüzüne bakmaya başladık.



Eski bir daktiloyla yazıldığı, yazının silik olmasından belli olan belgede polise hitaben yapılmış bir ihbar mektubu yer alıyordu. “…Suriye gizli servisi tarafından bir şiddet eylemi yapılacak. Bunlar Türklerle beraber çalışıyorlar… Yanlarında 8 tabanca ve TNT bulunmaktadır. Bütün söylediklerim gerçektir. Bunu kolaylıkla öğrenebilirsiniz. Sonra… 15.11.1988” diye devam eden, örgütümüzü ve tek tek bizleri hedef alan bu ihbar, takip edilmemize, evlerimizin basılmasına ve tutuklanmamıza yol açmıştı (Mit ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbar mektubu orijinali tercümesiyle birlikte alttadır). Hepimiz birbirimize bakıyorduk, konu anlaşılmıştı. MİT ajanı İbrahim Yalçın (Şahin) işini yapmıştı… (Bu belgeyle ilgili olarak Av. J.L. Malterre 112 Bd Sanit-Germain 750006 Paris. Tel: 43 26 29 30 bilgi istenebilir)



Birbirimizin yüzüne bakarken çok önemli bir olayı hepimiz aynı anda aklımıza getirmiştik;



Bizler zindandayken Milliyet Gazetesinden Rafet Ballı 9 Aralık 1988’ de yayınlanan Milliyet gazetesinde, yukarıda kopisini gördüğünüz haberi manşetten geçiyordu: “Fransız Polisi yasadışı örgütü yuvasında bastı. Paris’te Acilci operasyonu” diye ilk sayfadan verilen bu haberde, Rafet Ballı öylesine ayrıntılar anlatıyordu ki, bu ayrıntılar ile ihbar mektubu tam bir kesişme halindeydi. Rafet Ballı’yla konuşan ve örgüte karşı tüm kinlerini bu gün ortağı itirafçı Engin Erkiner’in sitesinde de aynıyla döken MİT ajanı İbrahim Yalçın’dı (Şahin).



Önce bizi ihbarı etti, sonra Milliyet gazetesinden Rafet Ballı’ya örgüt ve bizlere yönelik her şeyi anlattı. Bir ayağı Fransız polisine ihbar, diğer ayağı MİT’e ihbardı.



20 yıl sonra aynı muhbir aynı yöntem ve amaçlarla, itirafçı ortağı Engin Erkiner’le birlikte ucuz ve uyduruk iddialarını sürdürmeye devam ediyor. Bu yalanlara bundan 20 yıl önce Fransız hukukunun ortaya koyduğu adil tutumla cevap verilmişti. Devrimci siyasal amaç ve araçlar dışında hiçbir şeye tenezzül etmeden demokrasi mücadelesi veriyorduk. Bu açığa çıkmıştı. Tahliyemiz MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın (Şahin) suratına bir tokat gibi inmişti. Bugün de süren aynı teraneleri ise temcit pilavı olmuştur.



Bu satılmış adam ne yazarsa yazsın, ne kadar çırpınırsa çırpınsın hiçbir surette bizden cevap almayacaktır. Biz sadece kamuoyuna bu tipleri tanıtmakla yetineceğiz.



İşte eski yeni tüm yoldaşlarım, bu ölüm kumpaslarında devrimci mücadeleyi böylesi bir mayın tarlasında yürüyerek yapıyorduk.



Bu gün ortağı İtirafçı Engin Erkiner’le oynamaya çalıştıkları oyunun, bu temeller üzerinde, Özel Harp Dairesinin oyunları olarak tanımlanması en hafifinden bir belirlemedir demek yanlış olmayacaktır.



MİT ajanı İbrahim Yalçın (Şahin), kendisine gelen bir maile cevaben, 20 yıl önce Rafet Ballı’ya her şeyi anlattığını ama bizleri durduramadığını söylerken; ortağının ise, Mihrac Ural yoldaşın cebinden para çalma şecaatini arz etmesi gibi, sirkatini dile getiriyordu.



20 yıl içinde TKEP süreçleri ve sonrasında kimlere ne tür zararlar verdi bu ikili bilmiyoruz. Bunun araştırılması gerekir. Biz, devrimcileri ve kamuoyunu bilgilendirmek üzere çok geniş bir dosyayı el yazılı belgelerle fotoğraflarla, pasaport giriş çıkış tarihleriyle gününde ilan ettik. Devrimci harekete ve kamuoyuna karşı sorumluluğumuzu yerine getirmede gecikmedik.



MİT ajanı İbrahim Yalçın (Şahin), insan ahlak, erdem ve onurunun sınırlarını zorlayan bir ahlaksızdır. Para için yapamayacağı hiçbir ahlaksızlık yoktur. Herkes bu yanını bilir. MİT’le irtibatının kesinlikle devam ettiğini, bizlerin yeniden ülkemizdeki hareketlenmemize paralel olarak, kendisinin mevzusunun olmadığı bir ortama gönüllü bir savaşçı olarak atılması. Dikkat çekicidir.



Özel ve konsantre edilmiş Arap düşmanlığı, Antakya düşmanlığına ve her Antakyalıyı Arap görme ve onun hakkında olmayan senaryolar oluşturup suçlama telaşı dikkat çekicidir. Hüseyin Yılmazkeser’i, söz konusu dönemde hiç görüşmediği “Ali Sönmez’le gizli gizli Arapça konuşuyordu” diye lanse etmesi, bu yalana itirafçı Engin adamın şehvetle sarılması dikkat çekicidir.



Antakyalı herkesi Arap görmek ve bunlara kin beslemek esasında bu türlerin iç dünyalarındaki vebayı, milliyetçi kirliliği göstermektedir. Her cümlelerinde her çabalarında da bunu görmek güç değildir. Bir de Antakya’nın Acilcileri en meşhur siyasal varlıkları olunca…



Bu çabaların kaynağında ise Milli Güvenlik Kurulu’nun Hatay sorunuyla ilgilenmeyi resmi olarak ele alması vardır (1 Nisan 1997 toplantısında ilk kez MGK toplantısına bir ilin valisi alınıyordu o da Hatay Valisi Utku Acun). Abartma değil, gerçek. Bizler Arap halkının kimlik sorunlarını ortak ülkemizin demokrasi mücadelesine ihmal edilmeden katılması gereken bir dinamiktir dedikçe ve şehrimizdeki etkinliklerimiz hızlandıkça bu soytarıların, MİT ajanlarının, ihbarcıların daha çok bizimle ilgilendiklerine tanık olacağız. Buna da hazırlıklıyız…



MİT ajanı İbrahim Yalçın (Şahin), ortağı İtirafçı Engin’e yön verirken, kurgu ve senaryolarındaki tiyatral maharetini de sergilemektedir. Şahidi, kanıtı, belgesi vb. hiçbir maddi delili olmayan bu kurgu ve yalanları, bir tek Hüseyin Yılmazkeser’le ilgili değil; başta Mihrac Ural yoldaşa karşı ve adını andığı herkese karşıdır.



“Şahin”in işi budur… Her an sizinle de ilgilenebilir...

***

İHBAR MEKTUBU














İhbar mektubunun tercümesi:




“ÇOK ÖNEMLİ






SİZE GERÇEK VE ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER VERECEĞİM.


SURİYE GİZLİ SERVİSİ TARAFINDAN BİR ŞİDDET EYLEMİ YAPILACAK BUNLAR TÜRKLERLE BİRLİKTE ÇALIŞIYORLAR.






ŞEF MİHRAC URAL, KÖKENİ TÜRKTÜR, M…S… ADINA İLTİCA VE OTURUM KARTI TAŞIMAKTADIR. BİR SURİYE PASAPORTU VARDIR. KARISI SURİYELİDİR, TÜRK OLARAK BİR İLTİCA KARTINA SAHİPTİR, ADI R… BAGENUX’DA AEFTİ’DE MESLEK STAJI YAPMAKTADIR. MİHRAC URAL 3 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ TÜRK YETKİLİLERİ VE TÜM FARNSADAKİ TÜRKLER BUNU BİLİYORLAR AMA KORKUYORLAR.






BİR BAŞKA SURİYE SERVİS AJANI BAY… VE…. BU GERÇEK KİMLİĞİDİR VE ADIDIR…. ADINA SAHTE KİMLİK TAŞIMAKTADIR. GERÇEK… TÜRKİYEDEDİR.






BAY … SURİYE DEVLET BAŞKANININ KARDEŞİ CEMİL ESAT’IN KORUMACIĞILINI YAPTI.






BU YIL MİHRAC URAL TARAFINDAN 8 SURİYE AJANI GETİRİLDİ. BENİ DE KATILMAYA ZORLADI MÜSLÜMAN KARDEŞLERE KARŞI EYLEM YAPMAK İÇİN… OTURUYORLAR. YANLARINDA 8 TABANCA VE TNT BULUNMAKTADIR.






BÜTÜN SÖYLEDİKLERİM GERÇEKTİR. BUNU KOLAYLIKLA ÖĞRENEBİLİRSİNİZ. SONRA…






15.11.1988”