Mihrac Ural
1 Şubat 2009
Öncelikle bilinmesi gereken:
Örgütümü dünüyle bu günüyle, olumlulukları ve olumsuzluklarıyla sırtımda onurla ve gururla taşıyorum. Dün olan bir olumsuzluktan dolayı örgütsel değerlerimi, ilke ve taraflılığımı ve bundan kaynaklanan reflekslerimi terk etmeyeceğim bilinmelidir.
Dostum da düşmanımda bilsin ki, topu topu, bir MİT ajanı (İbrahim Yalçın), biri itirafçı (Engin Erkiner), biri paranoyak yalancıdan oluşan bir cemaatin ihbar, kurgu, karalama, yalan, kışkırtma ve provokasyonlarının her türüne meydan okuyarak, gerçekleri çarpıtamazsınız diyorum.
Örgütümün iyi kötü her eylemini, duruş ve davranışını, ülkede ve yurtdışında ve zindanlardaki mücadelesinin tüm boyutlarını, 2. kongresi bağlanıp kararını verene kadar, bin kez, milyon kez sahipleniyorum.
Bu noktada sorunu olan varsa beri gelsin diyorum.
Sonra:
Bu satırlardan açık ve aleni olarak söylüyorum. Ali Çakmaklı’yı öldürme kararını alanlar, onu öldürenlerdir. Bu karar ne merkezi düzeyde ne de bir yerel örgütsel organın aldığı karardır. Kararı alanlar da uygulayanlar da aynı kişilerdi. Bu kararda başka kimsenin uzak yakın bir rolü yoktu.
Yerel sürtüşmenin, Adana gibi bir yerde, hesapsız militanların hamasi tepkiler içinde giriştikleri yanlışları ya da doğruları bire bir olarak o günün ortamında bilmemizin mümkünü yoktu. 12 Eylül faşizmine karşı kendimizi korumakla meşgul olduğumuz bir süreçte, örgüt yönetimi olarak şiddete yönelik, düşmanlığa yönelik bir karar almamızın akılla ölçülebilecek bir yanı yoktu ve olmamıştır da.
Orta-doğunun elektriksiz, telefonsuz bir dağ köyünden, ülkeyle bağlantımın kurulu olmadığı koşulda, Adana’ya la ilgili her türden fiili etkinliğimin 3 yıllık kesintisinin sürdüğü ortamda böylesi bir kararı almış olduğumu iddia etmek için ya deli ya da çirkin bir amaç taşıyor olmak gerekir.
İtirafçı Engin adamın amacı bellidir, Doğu Perinçek yöntemi ihbarlarla, kurgu ve yalanlarla ortamı bulandırmak, karıştırmak ilgili ilgisiz her şeyi birbirine katmaktır; bu tas tamam özel harp dairesi işidir.
Ali Çakmaklı olayını bu gün dile getirenlerin sorunu ne bir aklama olayıdır ne de devrimci bir kaygıdandır. Timsah gözyaşlarını, yalnızca Mihrac Ural’a çamur atmak için döküyorlar. Kin deryası içinde iliklerine kadar pislik dolu bu soytarıların halkımızın özgürlük mücadelesine ilişkin hiçbir çabalarının olmaması iddialarının çamur atmaktan öte bir anlamı olmadığına işarettir. Bu nedenle, Ali Çakmaklı’nın öldürülmesini, Nebil’in öldürülmesine bir “misilleme” olarak senaryolaştırmak akıllara ziyan bir zorlamadır ve kirli amaçlar taşımaktadır.
On yıllar önce bu yöndeki mantığı eleştirdim. Nebili misilleme olarak öldürdüklerini iddia edenlerin mantıksız ve katil olduklarını söyledim. Yapılan tüm araştırmalar, Nebil yoldaşın bir misilleme olarak öldürülmediğini açığa çıkartı. Nebil olayı ile Ali çakmaklı olayı uzak yakın birbiriyle ilgili değildir. Bu konuyla ilgili herkesin ifadeleri, mahkeme tutanakları ve kendi aralarındaki yazışmaları bu gerçeği işaret ediyor. Ayrıca Ali çakmaklı ile nebilin tutuklanması arasında en çok 2 günlük bir ara var. Nebili katledenler Ali çakmaklının ölümünden bile habersizdirler, Ali çakmaklının neden, nasıl öldürüldüğü hakkında bilgi toplamalarının zaman açısından imkanları bile yok. Ancak İtirafçının ve MİT ajanının buna imkanı çok. Amaç Mihrac Ural’ı karalamak olunca, içine düştükleri ve bir ömür boyu kurtulamayacakları Mihrac Ural sendromunda kurgularla bunu yapmaları için beyhude çırpınışlar sergiliyorlar. Ali çakmaklının ölüm haberi 24 Eylül 1980, Nebil ölümü 29 Eylül 1980. Nebil 3-4 gün tutuklu kaldığı biliniyor. Arada, en çok 2 gün bulunuyor. Bu iki günde Nebil, katilleriyle görüşme halinde, tartışma halinde. Nebil’e yönelik ithamlarda Ali çakmaklı olayı hiç yok. Suçlamanın tek kaynağı, örgütün bilgisi dışında kendi şahsi çıkarları için Nebil’den aldığı 2 kg altındır. MİT ajanın para tutkusu bilinir. Bu parayı neden aldı, ne yaptı bu güne kadar şüphelidir. Nebili katleden neden de budur. Nebil’in Katledilişinde birincil neden MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın başka bir örgütten altınları örgütün haberi olmadan almasıdır. Bu onursuz örgütsel disiplin dışı davranışıdır. Bu ajan, Nebil’le Ali çakmaklı‘nın ölümü sonrası görüşmemiştir. Görüşmesinin zaman açısından mümkünü yoktur. Yalan söylemekte ve ölü konuşturuculuğu yaparak, Nebil’le Ali çakmaklının ölümü üzerine “uzun uzun sohbetlerinden” söz etmektedir. Bu bir kurgudur. Mit Ajanı İbrahim Yalçın’ın herkesçe bilenen kurgusudur. Bu kurguyla Nebilin ölümüne neden olduğu gerçeğini örtme çabasıdır. Ama bunlar gün yüzüne belgesel verileriyle açığa çıkmıştır. Örtülemez olmuştur.
Bir itirafçının, bir MİT ajanı ve paranoyak yalancıyla bir araya gelmesi uyumlu bir cemaat için yeterlidir. Üç kişiden şirket kurulur, bunu onlara kurdurdular. Bu cemaatin iştigal ettiği abes; ihbar, yalan, karalama ve devrimci harekete hiçbir yararı olmayan provakatif söylem dedikodularıdır. Belgesiz, kanıtsız, üçüncü kişilerce doğrulanmayan yalanlarla Pol potçuluk oynamaktır. Bunları yeminle not ettik. Zamanı da aramızda hakem kıldık. Bunu hatırlatacağız…
ÖN BİLGİLER
İtirafçı Engin adam her taşın altında Mihrac Ural’ı araması normaldir. 32 yıl önceki itirafıyla örgütü tümden, istisnasız geride hiç bir şey bırakmadan polise teslim etmiştir.
Utanç verici tarzda çözülmüş, bildiği, hayal ettiği, ihtimal gördüğü, benzettiği, selam verdiği, evinde kaldığı herkesi polise teslim etmiştir.
Altında imzasını taşıyan polis itirafnamesini bir süre önce yayınlamıştım (bkz. 1. DOSYA). O zaman itirafçı yasası henüz çıkmamıştı. İtirafçı yasası çıkmış olsaydı, böylesi bir yasadan yararlanmak için başvurması kesin gündeme gelirdi.
“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (İtirafçı Engin Erkiner’in İfadesi, s:16)
Bu tutarsız, bu silik şahıs öylesine çözülmüş ve polise öylesine teslim olmuş ki, ifadesini okuyan herkes “neden bu adamı sağ bıraktınız” diye bu güne kadar özellikle beni eleştirip durmaktadır.
O gün bu gündür, bu kambur itirafçı Engin adamın sırtında ve alnında kara bir leke olarak kaldı. Örgütümüz, itirafçıya karşı şiddet uygulamadı, örgütün sorumluları olarak örgüt içi şiddetten uzak bir algımız vardı. Ancak bilmemesi gerekenlerden uzak tutarak onu istihdam etmeyi uygun gördük. Bu süreç İtirafçının 1982 de TKEP’e kaçarak, iltihakıyla sona ermiştir.
İtirafçı Engin adamı tanıyanlar bilir, önderlik vasıflarına sahip değildir. Silik kişiliğiyle, bulunduğu ortama göre renk alışıyla ona “bukellemun” adını takmıştık. Yılan gibi sinsilikleri vardı, çevresini hor gören, oturduğu yerde somurtkan duran, kitle ortamına hiçbir uyumu olmayan, karanlık oda kadroları döneminden kalma biriydi.
1977 Ağustosunda polise her şeyi itiraf etmesiyle örgütümüze vurduğu darbenin ardından firar duruma düştüm. Okulumu da (İstanbul üniversitesi Ed. Fak. Felsefe bölümü) bu arada terk etmek zorunda kaldım. Örgütümüzün ayağa kalkması için canla başla çalıştım, bölgemde örgütlediğim tüm kadroları önceden olduğu gibi, ülkenin dört bir yanında görevlendirdim.
Örgütün tek yetkilisiydim. Üzerime düşen görevleri firari koşullarda yerine getirdim Cephe dergisini yayın hayatına soktum (her sayısı 5000 adet olmak üzere İstanbul’da basılıyordu) yazılarını yazmaya ve Ankara’da bulunduğum sürede de satışıyla fiilen ilgilenmeye yöneldim. Yakalandığımda itirafçı Engin adamın hakkımda verdiği bir ton itirafa rağmen, örgüt üyeliğini reddettim, “dergi satışlarıyla yaşamını sağlamaya çalışan bir örgenci” olarak kendimi savundum. 10 Mart 1978 de Ankara Yukarı Ayarancı’da, bir operasyonla yakalandım. Aynı evde yakalanan yoldaşlarımı bile tanımadığımı, onlarla örgütsel bir ilişkimin olmadığını iddia ettim. Ecevit hükümeti dönemiydi, Adalet bakanı da Mehmet Can’dı. Ankara-İstanbul emniyetleri arasında 21 gün işkence gördüm. Dosyam İstanbul’da olduğu için de orda tutuklandım. 12 zindan sürgününden sonra, 31 Temmuz 1980’da Adana ceza evinden iki yoldaşımla (o gün itibariyle) firar ettim.
10 gün sonra yurt dışına çıktım. Ağustos başlarında Suriye’nin bir sahil kasabasına geldim. Uzun süre aç susuz kaldım. Kaçakçı bir dağ köylüsünün evine sığınmıştım. Bunda sonrası 1980 yılı sonlarına doğru yoldaşlarımı da yavaş yavaş 12 Eylül Zorbalığından kurtarmak üzere kurduğum ilişki ve Filistin kampları ortamına taşıdım. 12 Eylül öncesi çıkışımın avantajıyla, 12 Eylül sonrası çıkan ya da 12 Eylülden kaçanlara sığınacakları güvenli bir alan oluşturmuştum.
İlk fırsatta örgütümüzü seçilmişlerin, kurallı işlerliğin örgütü haline çevirmeye koyuldum. Geçmişinde hiçbir zaman bu kurallı işlerliği bilmeyenler, bahanelerle bu sürece katılmaktan uzak durdular: Bunların başında da İtirafçı Engin adam vardı. Pasaport bahanesiyle genişletilmiş MK toplantısına gelmedi.
İlk kez MK üyelerinin oy birliğiyle Genel sekreter seçildim (1 Mayıs 1982). Tutanaklarıyla bölge sorumlularıyla yönetsel, siyasi mali raporlarıyla örgütsel işleyiş başlamıştı ( Belgeler Örgüt arşivindedir). Bu dönem örgütümüzün devrimci hareket ortamında etkin olduğu bir dönemdir. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC), İkili ittifaklar, Devrimci Birlik Platformu gibi etkinliklerde yerini almıştı. Bu örgüt ilk kez dar kadro örgütü olmaktan çıkıp devrimci hareketin bir parçası olarak etkileyen ve etkilenen, canlı bir organizma olarak sürecin içinde yerini alıyordu. Bu bir ilkelliğin kırılmasıydı. Bunu anlamayanların karanlık oda örgüt algıları, halkın ve solun içinde bir örgüt düzeyine yükselmeyi şahsi bir şey olarak algılayacaktı. Ancak gerçekler farklıydı. Örgütümüz yönelimini yapmış açılımıyla da bunu taçlandırıyordu.
Bu süreç 1.kongremizde de daha gerçekçi bir boyut kazandı. Kongre her taraftan gelen örgüt delegeleriyle geçmişi, o günü ve yarını değerlendirdi, konuşmalar yapıldı muhalefete sonsuz söz hakkı tanındı ve kararlarını aldı (tüm konuşma bantları her biri 90 dk’lık, 16 adet, belgeler, karar ve raporlar örgüt arşivdedir). İtirafçı bu sürede TKEP saflarında talim yapıyordu. 1 kongremiz 25 Kasım - 1 Aralık 1986’da bağlanmıştı.
1 Kongre geçmişi tüm yönleriyle irdeleyip mali, yönetsel ve siyasi olarak akladı.
Bir kez daha oy birliğiyle de beni genel sekreterliğe seçti. Bu noktada her normal örgütsel işleyiş gereği bu tarihten önceki her soru ve her eleştiri doğrudan doğruya Örgütün tüzel kişiliğine ve onun adına tüm delegelere yöneltilmiş, onların kararını muhatap alıyor demekti. Tarihin tüm siyasal yapılarında bu gelenek vardır ve böylesi bir kurallı işleyişle yola devam edilir.
Bu açıdan bu tarihten önceki dönemi zaman zaman tartışmalı bireysel tarih yazımı olarak ele alsak da, sorumluluk ve yükümlülük doğrudan doğruya kongrenin tüzel kişiliğine ve delegelerine ait olarak aşılmıştı. Tersi her algılayış 1 Kongre delegelerine ve kararlarına saygısızlıktır. 1 Kongreyi ancak 2. Kongre yargılayabilir. Örgütlü, kurallı işleyiş bunu gerektirir. Bundan nasibini alamamış olanlara zorlamalarla vakit ayrılmaz. (Buna rağmen 60 dosya ile 1. kongre öncesi kesitin kimi ayrıntılarını tartışmalar sürecinde izah etmeye çalıştık. Tartışmalar basıncı altında kendini kaybeden İtirafçı Engin adamın ahlak dışı kavramlara sığınmasıyla oluşan seviye ihtilafı nedeniyle tartışmalara nokta koydum.)
1 Kongre delegelerinden bu karalara bağlı olanları tenzih ederek söyleyeceğim odur ki, örgütümüze yönelen saldırılar karşısında 1 Kongreye delege olarak katılıp da buna sesiz kalanların utançlarını ve öncelikle kendileriyle hesaplaşmaları gerektiğini hatırlatırım.
Bu dönem sonrası için söyleneceklerin yeri 2. Kongredir. Böyle bir sorunu olmayanların eleştirilerini de saygıyla karşılarım. İtirafçı gibi bir düzine örgüt değiştirmiş olmamak kaydıyla, İbrahim Yalçın gibi MİT’e teslim olup ondan 150 000 Tl alıp kongreyi ispiyonlamak için gönüllü MİT ajanlığı yapmamış herkesi dinlemeye ve arşivi açarak araştırma yapmalarına olanak sağlayacağımı bir kez daha belirtirim.
İtirafçı Engin adamın rüyalarına girdiğim kesindir. Bir nevroz dönemi yaşıyor adam. Klinik halleriyle bana saldırırken bunama belirtileri tüm çıplaklığıyla sırıtıyor. Yalana, kurgulara başvuruyor MİT ajanlarından medet umuyor ve her türden ihbarla bezenmiş sitesinde komik okunma sayılarının vehimleriyle çırpınıyor.
Cihat yoldaş (Sü.. Uç..) adına, sinsi ve bir o kadar ahlaksız bir “edebiyatçı” bozuntusunun kurguladığı mektubu yayınlıyor, yalanı ortaya çıkınca aynı akşam Cihat yoldaşı telefonla arama telaşına düşüyor ve yazılara yeniden balans ayarları yaparak çarpıtmalarını sürdürüp şehit yoldaşlara dil uzatmaya şaibeler yaratmaya devam ediyor. Ancak A.Öcalan’ın ve Filistinli Nidal Cepesi lideri Semir Goşe’nin şehitleri kutsayan mektupları ortaya çıkıca özür dileyeceğine yanlışını kılı kırk yararak devam ettiriyor.
Örgütümüzü yıpratmak için, MİT kaynaklı soğuk savaş dönemi yöntemleriyle yayınlanan gazete kupürlerini kanıt gösteriyor, gerçeği yansıtan mahkeme kararları ortaya konunca pişkince, özür dilemeden çirkeflerine devam ediyor.
Kimsenin bilmediği, duymadığı “Fevziye” diye bir kadın ismiyle, aileler üzerinde şüpheler uyandırıp, Isparta cezaevi isyan ortamında işlediği utanç verici ahlaksız ayıplarının intikamını alamaya çalışıyor. Zindanda isyan halinde ölümle burun buruna gelen insanların ruh halini hiçe sayarak işlediği ahlaksızlığı hiçbir balçığın sıvamayacağını aklına bile getirmiyor.
Birçok sayısı renkli basılan, her sayısı binler basılan ve matbaa baskısı gereği en az sayının binler olacağı kesin olan CEPHE dergisinin basımına sayısal değerler biçme seviyesizliğine düşüyor. 12 Eylül karanlığında bir merkez yayın organının hangi emekler, zorluklarla ve örgütsel çabalarla çıkartılıp ülkede dağıtıldığını yok sayıyor. Emeği geçmediği için horlamak istediği CEPHE 1978 Ocağında çıkan ilk sayısından bu yana zaman zaman KARDELEN olarak, bu gün ise ATAK olarak kararlıca çıkmaya devam ettiğini görmezden gelip soytarılıklarına devam ediyor.
Önceleri, siyasi ayrılıklarda birbirini Moskofçu, Çin ya da Arnavut’çu diye suçlayan ilkeliklerin yolunu tutuyor. Sosyalist sistemin çöküşüyle birlikte geçersiz olan bu ithamlar yerine, bu günün ucuz söylemi, “komşu ülkenin adamlığı” karalamalarına sarılıyor. Bu da tutmayınca, örgütümüzün etkin olduğu yerlerde süren halk etkinliklerimizi, karınca kadarınca özgürlük ve demokrasi mücadelesine katkı çabalarımızın yükselişine saldırıyor, çamur atıyor. Kendi tecrit olmuş örgütsüz bireyciliğiyle içine düştüğü bunalımını Mihrac Ural heyulasına sarılarak atlatmaya çalışıyor.
İtirafçı bir de hırsızmış. Cebimden para çalmış. Kıptı Şecaatini arz ederken sirkatini söyler ya. Ben buna ne deyeyim. Nasıl oluyorsa, cüzdanım ayrı yerde ben ayrı yerde yatıyormuşum Ama aramızda kalsın, o gün o açlık ve yokluklar ortamında böyle bir hırsızlığı yapacak kişiye sadece şerefsiz ve ahlaksız denir. Bunda başka bir şey söylemeyeceğim.
Ölüm olaylarında abeslerle iştigal edip duruyor. Müntecepler, Ahmetler, Hannalar artık kesmiyor. Şehvetle, herkesin saygı duyduğu kahraman yoldaşım Nebil Rahuma’nın haince katledilmesi olayını, akıllara ziyan yöntemlerle Ali Çakmaklı olayına bağlama cambazlıklarına terfi ediyor. M.Y yoldaşın gülerek söylediği gibi “şaşkın adam elinden gelse Nebil’i bile senin öldürdüğünü söyleyecek”
Bu çirkinliklere, ağzı salyalı kin hırlaması denir. Bunlar İnsani reflekslere benzemiyor. “Seviye ihtilafı nedeniyle noktaladığım” tartışmaları, insanlaşma evrim sürecini tamamlamamış soytarılar için bozmayacağım. Ancak İnsani boyutu, örgütsel gereği ve gerçeğin birinci ağızdan duyulması için Ali çakmaklı konusunda bir açıklama yapmakla yetineceğim.
ALİ ÇAKMAKLI OLAYI
Ali Çakmaklı’nın katledilmesi olayıyla ilgilenecek sağduyulu, gerçeği arayan her aklı başında kişinin öncelikle yapması gereken şey, bir dizi tarihi karşılaştırmalı olarak algılamak olmalıdır. Uzatmadan bunları bir araya getirelim.
Ali Çakmaklı 24 Eylül 1980 tarihinde öldürüldü. Bu tarihten bir buçuk ay önce (10 Ağustos 1980) yurt dışına çıkmıştım. İki ay önce de 31 Temmuz 1980’de Adana ceza evinden firar etmiştim.
Tekneyle indiğim yerden bir dağ köyüne, kaçakçı birinin yanına sığındım. Ne telefon ne de elektriğin olmadığı Suriye’nin bir dağ köyünde yoldaşlarımla ve Türkiye’deki örgütsel ilişkilerimle Ekim 1980’ne kadar sağlıklı bir bağ kuramamıştım. Arapça anadilim olmasına rağmen konuşma zorluğum vardı ve okuma yazmayı hiç bilmiyordum. Hiçbir resmi belgem yoktu. Dolaşmam imkansızdı. Kaçakçının evinde mülteciden çok kaçak durumdaydım.
12 Eylül askeri faşist darbesi de gelip çatmış, ne yapacağımız konusunda hiçbir hazırlığımız yoktu. Panik vardı, sığınacak bir güvenli alan arayışı, örgütsel varlığımız için ayak basacak köşe arayışı vardı. Psikolojik olarak öylesine zorluklar içindeydik ki Suriye’de kalma diye bir düşüncemiz % 1 ihtimal olarak görülmüyordu. Yalnızdım, yanımda örgütlü, ne bir militan ne de bir kadro vardı. Karataşlı iki kişi benden önce aynı kaçakçının evine gelmiş, bunlardan biri örgüt çevresini tanıyan bir insandı. İkisi de kaçakçıydı. İlkelerime aykırı bu insanlardan da uzaktım. Bir an önce kurtulmam gereken bu yerden Filistin kamplarına yönelim araştırmalarına girmem gerekirdi. Bu da çok zordu
12 Eylül darbesi olduğunda koşullarım buydu. Yoldaşlarımla bağlantı kurma çabası sürdürüyordum, örgütümü, yoldaşlarımı korumak için çırpınıyordum. Dolaşma imkanım yoktu resmi bir evrak taşımıyor her an yakalanıp Türkiye’ye iade edilme tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Bu noktada bu duyguyu anlamak için aynı koşulları yaşamak gibi bir gereklilik var diyeceğim ki, o dönemi birçok yoldaş yakından bilir.
Türkiye’de 12 Eylül darbesi, devrimci harekete şiddetle saldırmaktaydı. Herkes çil yavrusu gibi dağılmıştı. Toparlanmanın nefes almanın bir araya gelmenin bir çaba sarf etmenin tek yolu yurt dışına çıkarak bir araya gelmekti. Öyle bir gergin süreçti ki, düşmanları bile dost kılacak kadar sert ve karanlık günlerdi.
Zerre kadar aklı olan bir insan bu koşulda asla ve asla kimseyle bir şiddet ilişkisi ortamında bulunma eğilimi göstermez. Kimseyle yeni düşmanlıklar oluşturmaya yönelmez, tersine devrimciliğini sürdüren eski düşmanlarıyla bile barışmanın yolunu tutar. Nitekim bir araya bile gelmesi hayal edilmeyen örgütler ve insanlar bir araya geliyordu. 12 Eylül karabasanı herkesi kutup soğuklarında birbirine üşüşen penguenlere çevirmişti. İşte benim bulunduğum koşullar buydu.
Böylesi bir koşulda hangi inanılmaz akıl sistemi, hangi kurgu, hangi kin, hangi insafsız ve vicdansız, bana Ali Çakmaklı için böylesi bir karar alabileceğim ithamını yapabilirdi. Bunun adı ayıpta değil abeste değil, sadistçe bir kin ve intikam ithamıdır. Bu iddialar, ayakkabı tabanındaki kir kadar kıymeti itibara değemezdi. Çünkü akılla ilgili bir iddia değildir.
Akıllı olanlar tarihleri karşılaştıracak verileri gözden geçirecek böylesi bir “karar”ın alınması bir yana bunun ulaştırılıp ulaştırılmayacağının ihtimallerini bulgulayacak. Bununla da kalmayacak, Ali çakmaklının ölüm haberini ancak ilk kafileler Adana’dan geldiğinde öğrenildiğini de hesaba katarak bir kanaat oluşturacaktır.
Bu çirkin insanlara hiçbir açık bırakmamak için dönüp onlara şu da söylenebilir. Yurt dışına çıkmadan önce ceza evinde böylesi bir “karar” verilmişse, Adana ceza evinde benimle kimlerin olduğu belli. Onlardan biri çıksın söylesin. Zaten olsaydı bu güne kadar bunu söylerlerdi. Bunlar arasında bu gün benimle yolları çok ayrı olanlar da var. Onların bunu bilmeleri gerekirdi. Buyursun söylesinler. Bu dosyanın sonunda bunlardan birinin, Ali çakmaklı olayıyla ilgili el yazısı açıklaması bir belge var, orda da her şey açıktır. Bu gün bile dönülüp ona sorulabilir.
Ancak amaç gerçeği bilmek değil de karalamak ise isteyen istediği hakkında her şeyi söyleyebilir ama kıymeti ne olur ki. Bir iki yıl sonra bunların hiç biri ne Ali Çakmaklı’yı ne de başkasını hatırına bile getirmeyecektir. Yarattıkları kafa bunaltılarıyla, alçaklıkları ve ahlaksız kimlikleriyle yok olacaklar.
Şu an sakince yazıyorum, veriler, nesnel gerçekler, akıl yordamları ortaya konsun diyorum. Yazımın sonunda dosta düşmana meydan okuyacağım zaman, okuyucu örgütsel reflekslerimin nasılda çelik gibi olduğuna tanık olacak ve bu açıklamanın anlam ve mahiyetini her kes daha iyi anlayacaktır. İsteyen hemen son sözümü okusun…
Ali Çakmaklı’ya ilgili olumlu olumsuz bir karar almam için, içinde bulunduğum hiçbir objektif durum, hiçbir nesnel veri, maddi ve akli gerekçe bulunmamaktadır. Adana örgütsel açıdan, yönetsel açıdan çok uzağımda olan bir alandı. Adana benim için ancak 1982 kesitinde belirgin anlamlar taşımaya başlamıştı. Bu açıdan Adana yereli için kimin hangi safta ne yapıp yapmadığı konusu, kimlerin nasıl etkilenip etkilenmeyeceği olayı, bununla ilgili sürtüşmelerinin olup olmadığını bilmem bir yana, siyasal yaşamımla ilgili pratik değeri olan bir sorun değildi.
Öznel açıdan ise durum daha farklıydı.
Ali çakmaklı ve Cumali Çakmaklı ve yakın akrabaları, o zamanlar TMMBO da mühendis olan Bülent Tanık yakından tanıdığım devrimcilerdi.
İtirafçı Engin adam bizleri polise vermesiyle düştüğüm firari koşulda, beni Adana’da yakın dostluğuyla, yoldaşlığıyla sarmalayan Ali Çakmaklı’ydı. Ev bulmamızdan yerleşmemize kadar çok konuda yardımcı olmuştu. Seviyeli bir insandı. Yakın ve çok samimi bir ilişki içindeydik. Sır derinlikleri olan yoldaşlardık. Teyzem Adanalıdır. Ali Çakmaklı yakın akrabalarımı tanır. Onlarla yaşıt ve sohbeti olan insandı. Bu ilişkinin kökleri, kaçak duruma düşmeden önce de Antakya’da atılmıştı. Cumali Çakmaklı’yı ve yanında gelenleri, Antakya’nın Elektrik mahallesinde bir yoldaşın evinde misafir etmiştim. Ali Çakmaklı bu ilk ilişkilerin uzantısında yanıma gelip gidiyordu. Birbirimize bir aile gibi yakındık.
Adana’da birçok etkinlik yaptık. Her zamanki gibi sağlam bir ekibim vardı. Şu ana kadar bu ekibin girdiği hiçbir askeri eylem ortaya çıkmamıştır. (İtirafçı Engin adam, Doğu Perinçek yöntemiyle ihbarlarını, ispiyonlarını mesaj vermekte olduğu yerlere iletmek üzere, bana yönelik kışkırtmalarla sonuç çıkarmak istedi ama çabaları beyhudeydi. Hep cevapsız kalacak. Adam itirafçı ya polisin bilmediği eylemi olmamış sayar; polisin bilgisi olmalı bunun yolu da ya itiraf ya da ihbar olmalı. Bu adam her ikisini de yerine getirdi.)
Ancak bilinmesi gereken şey birbirine inanan bir ekiple Antakya, İstanbul, Adana, Kayseri Niğde vb illerde örgütün ayağa kaldırması için yapılan etkinliklerin bu ekipten hiçbir zaman sızmadığını burada iftiharla belirtirim. İtirafçı Engin adamın en çok erkete olarak yer aldığı tek eylemi ve sonucunda örgütü çökerten yakalanmasının “askeri–siyasi liderliğe yaptığı katkı” ise bıyık altından gülmekle cevaplanır.
Yaptığı kışkırtmalara cevap vermeyeceğim dedim. Faşist devletin ve uzantılarının kirli bin bir oyununu bozarak, doğrularımın arkasında dik durup buraya geldim. En yakın zamanda da ülkeme dönüyorum. Bundan sonrası benim için daha kolay. Zor olan onursal durumlardır. Arapça’da “Siyasetin kurallarını zina dölünün söylemi bozar” diye bir söz var, bunları asla unutmadan zamana bıraktım.
Adana’da son kaldığımız evimiz büyük bir polis ekibiyle kuşatıldı. Kuşatmayı tesadüf olarak, çöpleri dökmeye çıkmışken gördüm. Zorlu bir kaçışı başardık. Bitişik evlerin damlarından atlaya atayla birkaç sokak ötesine geçtik. Kesin bir ölümden çıkmıştık. Yemeğimizi pompalı gazyağı ocağı üzerinde bırakmıştık. Yanımda Fuat ve Mürüvvet Çiller ve ikizim diye bilenen Nebil Rohuma yoldaş vardı. İstanbul’a geçecektik. Tarsus’ta Fikri Günay hocanın misafiri olmuştuk. Oradan yola çıktık ve örgütü ayağa kaldırmaya başladık. Ali Çakmaklı’yla bu noktadan itibaren uzak yakın hiçbir bağım ve ilişkim olmadı.
Aradan geçen sürede, HDÖ ile Acilciler’in 1978 ayrılığı gelip çattı. Ben zindandaydım ve ikide birde zindan sürgünü almaktaydım. 12 zindan sürgününü 10 Mart 1978 -31 Temmuz 1980 arasında yaşamam bunu anlatmaya yeterlidir.
Bu sürede zindanda siyasi mücadele ve çalışmalarım ve içerden örgüte gerekli talimatları ulaştırmakla meşguldüm. Bir ayrılık yaşıyorduk, siyasi bir ayrılıktı ve her yönüyle farklılıkları içeren düşünsel boyutlara sahipti. Hiçbir sorun da olmadı, herkes yoluna gitti. Bu nedenle HDÖ’cülerle ülkenin hiçbir köşesinde bir sorunumuz olmadı. En keskin bölünme anında bir sorun olmadığı göz önüne alınırsa daha sonra bir sorunun olması anlamlı bile değildi. En azından örgütün başında olan benim için durum bundan ibaretti. Ayrılığın en keskin ortamında hiç kimseyle hiçbir sorun yaşanmazken, iki yıl sonra bu ayrılık nedeniyle oluşacak bir sürtüşmeden ve bunun sonucu Ali Çakmaklının öldürülmesine uzanacak kararlar alınabileceğinden bahsetmek abesle iştigaldir. Kasıtlı bir yalandır.
1977 son baharından, Ali Çakmaklı’nın öldürülmesine kadar geçen sürede, Ali Çakmaklı’yla ilgili uzak, yakın, olumlu olumsuz hiçbir ilişki türü, hiçbir sürtüşmemiz olmamıştır, bunun olması için de hiçbir gerekçe bulunmuyordu. Olan bir şey varsa tamamen bulunduğu yerde, mahalle ya da alandaki Acilci saflarda yer alan insanlarlaydı. Bundan dolayı da benim doğrudan doğruya bir tutum ya da karar almamı gerektirecek ne bir neden ne de bir durum vardı. İtirafçı Engin adam konuyu işlerken her zamanki sinsiliğiyle, okuyucunun özel bir araştırma yapmadan olaylara kabaca bakacağına güvenerek., sanki Mihrac Ural zindanda değil de Adana’da, Ali Çakmaklı’nın mahallesinde örgütleme çalışması yapıyor da aralarında sürtüşme ve rekabet çıkmışta bunun üzerine Ali çakmaklı için “ölüm kararı” almıştır imasını yerleştirmeye çalışıyor. Oysa ben. Zindan ve siyasi çalışmalarım nedeniyle kendi şehrimin pratik sorun ve çelişkileriyle ilgili olacak fırsata sahip değildim.
Adana bu açıdan daha uzaktı. Adana cezaevine, Adıyaman cezaevinden geldiğimde, Adanalı yoldaşlar beni inanılmaz bir sıcaklıkla karşıladı. Adana cezaevinde kaldığım kısa sürede, pazardaki arkadaşlardan akın akın gelen meyve ve sebzeleri tüm devrimcilerle paylaşmamızın onur verici sonuçları dışında bir durum yoktu. Adana örgütlenmesi ve işleriyle ilgili zindandan müdahalemiz olmadı da.
Zaten tünelimiz kazılmakta firar için tüm hazırlıklarımızı tamamlamış o anını psikolojisi içinde yaşıyorduk. Bu süreçte bile Ali çakmaklı konusu özel olarak hiçbir sohbetimizde yer almamıştır. Adana zindan sürecini benimle paylaşan bir dizi yoldaş bunun yakın tanığıdır. Zaten HDÖ-Acilciler ayrılığı üzerinden yıllar geçmişti. Her şey yerli yerine oturmuş biz yöneticileri ilgilendiren bir şey kalmamıştı. Yerelden de bizi etkileyecek bir şey taşınmamıştı.
Adıyaman’da geçirdiğim bir anı rahatsızlık nedeniyle kontrollerim için Adana Numune hastanesine intikal etmiştim. Elim hasta yatağına zincirle bağlı olarak bir süre orda kaldım. Sonra Adana ceza evine intikal ettim. Adana zindanında emanet duruyordum gerinsin geriye Adıyaman’a göndereceklerdi.
Adana ceza evine geldiğimde tünel çalışmalarının devam ettiğini gördüm. Farklı siyasetlerin üst yöneticileri benimle yaptıkları bir toplantıda bunu bildirdiler ve ortak çalışmam için davet ettiler. Bunu kabul ettim ve tüm konsantrasyonumuzu bu tünelin başarıyla tamamlanıp tüm devrimcileri özgürlüğe kavuşturmaya yönlendirmiştik. Tünel kazıları sırasında döşenmiş olan elektrik kablolarının çarptığı Dev-yolcu bir yoldaşı hastaneye yetiştirmek üzere tünel çalışmalarını durdurmuştuk: yoldaş şehit olmuştu. Tıkanmıştık, tüneli yeryüzüne doğru açma kararı aldık. Ancak yolun ortasına çıkan tünel jandarmanın dikkatini çekince silahlı çatışmalar başladı. Bizler de zindanda iyiden iyiye silahlanmıştık. Bu çatışmalar ağır işkence ve şehitlerle noktalandı.
Ailelerimiz zindan kapısı önünde yığılarak bizlere destek veriyor ve sahip çıkıyordu. Bunun üzerine. 6. Kolordu Komutanı ailelere ziyaret izni verdiği açıklandı. Bu fırsatla gecenden görüş yerlerinde konumlandık. Sabah ziyaret açıldığında ziyaretçilerle birlikte dışarı çıkarak özgürlüğümüze kavuştuk; benimle birlikte çıkmalarını kararlaştırdığım iki yoldaşım da yanımdaydı. Beni, her zaman saygıyla anacağım, sağlık dileklerimi bu satırlardan da ileteceğim Gülay Kerimoğlu yoldaş karşıladı, gitmem gereken güvenli yere ulaştırdı. Bu güvenli yer, hanımını ve kendisini sevgiyle anacağım Cemal Ayhan’ın eviydi. Tarih 31 Temmuz 1980.
Böylesine karmaşık, nefes nefese ve ardı arkası kesilmeyen tehlikeler ortamında anı anına yürürken, hiçbir akıllı, hiçbir sorumlu ve hiçbir nedenle birilerini katletmek için karar alma aptallığı gösteremezdi. Bu benim kitabımda yazmayan bir şeydi.
Adana’yı tüm yönleriyle Adana’daki yoldaşlar yönetiyordu. Bunları da tek tek tanımıyordum zaten illegalite düzenlemeleri içinde başka türlü de olmazdı.
Ağustos 1980 başlarında bir tekneyle Karataş’tan Suriye’ye çıktım. Tektim. Haftalarca yalnızdım ve dağ köyünde yemek gibi zorunlu ihtiyaçlarımı bile karşılama durumunda değildim. Dağdan ot toplayıp yemek zorunda kaldım. Bir süre sonra kaçakçının evinde kaldım. Kaçakçının yanında Karataşlı iki kişi vardı. Biri sahilde kalıyordu diğeri kaçakçının yanında ve kaçakçılık yapıyordu. Bunlarla ortak hiçbir şeyim yoktu. Uzun süre çok zorluk çektim, aradan aylar geçti ki ilk adımları atabildim.
Aradan geçen zaman içinde Türkiye’yle örgütle bağım kopmuştu. O koşullarda bu çok normaldi. En iyi koşullarda bile bir haberin gidip gelmesi için haftalar gerekirdi. Zaten elektriğin olmadığı, telefonun ise hiç bilinmediği bir yerdeydim. Kaçakçıların 15 günde bir sahile gece gelip aniden gidişleri dışında aldığım bir bilgi bile yoktu. Dolaşma için gerekli bir evrakım bile yoktu. Yerime çakılı kalmış gibiydim. 12 Eylül askeri faşist darbesi olmuş ülkeden ciddi bir haber alamamıştım.
Ali çakmaklı 24 Eylül 1980’de katledilmiş. Ben bu tarihten bir buçuk ay önce yurtdışına çıkmıştım. Öldürüldüğünü çok sonra öğrendim. Şu saate kadar da bu işi kimin yaptığını bilmiyorum. Yazılanlardan bildiğim kadarıyla ilgili olanlar, Öldürenlerin kim olduğunu da bilmektedirler.
Bu satırlardan açık ve aleni olarak söylüyorum. Ali Çakmaklı’yı öldürme kararını alanlar, onu öldürenlerdir. Bu karar ne merkezi ne de bir yerel organ kararıdır. Kararı alanlar da uygulayanlar da aynı kişilerdi. Bu kararda başka kimsenin uzak yakın bir rolü yoktu.
Yerel sürtüşmenin, Adana gibi bir yerde, hesapsız militanların hamasi tepkiler içinde giriştikleri yanlışları ya da doğruları bire bir olarak o günün ortamında bilmemizin mümkünü yoktu. 12 Eylül faşizmine karşı kendimizi korumakla meşgul olduğumuz bir süreçte, örgüt yönetimi olarak şiddete ve düşmanlığa yönelik bir karar almamızın akılla ölçülebilecek bir yanı yoktu ve olmamıştı da.
Suriye’nin elektriksiz, telefonsuz bir dağ köyünden, ülkeyle bağlantımın kurulu olmadığı koşulda, Adana’yala ilgili her türden fiili etkinliğimin 3 yıllık kesintisinin sürdüğü ortamda, Ali çakmaklı hakkında “ölüm kararı” almış olduğumu iddia etmek için ya deli ya da çirkin bir amaç taşıyor olmak gerekir.
İtirafçı Engin adamın amacı bellidir, Doğu Perinçek yöntemi ihbarlarla, kurgu ve yalanlarla ortamı bulandırmak, karıştırmak ilgili ilgisiz her şeyi birbirine katmaktır; bu tas tamam özel harp dairesi işidir.
Ali çakmaklı öldürülmesiyle ilgili bildiriye gelince. Bu bildiri yama gibidir. Olaydan çok sonra örgütsel reflekslerle ortaya çıkmıştır. O ortamın örgütsel ilişki algıları içinde kaleme alındı. O günün örgütsel yaşamını bilenler, böylesi ortamlarda örgütsel taraflılık nedeniyle neler yapıldığını da bilirler. Bildiri öncelikle taslak olarak hazırdı. Bu taslağı kaleme alanları biliyorum. Hata tekrar yazımı sırasında yeni eklerle yoğunlaştırılması gündeme gelmişti. Ancak bunun bir önemi yoktu. Bildiri olayı devede kulaktır. Bir kez örgüt olayı üstlenmişti, hatalarıyla sevaplarıyla bundan kaçınmamıştı. Bildiri ise bir sonuç olarak çıkmıştı.
Ali Çakmaklı olayını bu gün dile getirenlerin sorunu ne bir aklama olayıdır ne de devrimci bir kaygıdandır. Timsah gözyaşlarını, yalnızca Mihrac Ural’a çamur atmak için döküyorlar. Kin deryası içinde iliklerine kadar pislik dolu bu soytarıların halkımızın özgürlük mücadelesine ilişkin hiçbir çabalarının olmaması iddialarının çamur atmaktan öte bir anlamı olmadığına işarettir. Bu nedenle, Ali Çakmaklı’nın öldürülmesini, Nebil’in öldürülmesine bir “misilleme” olarak senaryolaştırmak bir zorlamadır ve kirli amaçlar taşımaktadır.
Akıllara ziyan yöntemlerle kurgulanan bu denklem öyle bir boyuta zorlanıyor ki, Nebili katledenler açıklamalarını yaparken akıllarına bile gelmeyen, gerçekte de hiç olmayan Nebil’in Ali Çakmaklı’ya misilleme olarak katledilmesini işliyor. İtirafçı Engin adam, bilinen sinsi yazım tarzıyla sorunu “siz nebili neden öldürdüğünüzü bilmiyorsunuz, Nebil’i, Ali Çakmaklı’nın intikamı için öldürdünüz, bunun nedeni de Ali Çakmaklı’nın ölüm kararını veren Mihrac Ural’dır” tarzında işlemek için çırpınıyor. Bu kadar aptallığı hangi okur yutar bilinmez ama bu yapılan ahlaksızlıktan öte, kışkırtıcı bir özel-harp dairesi taktiğinden ibarettir.
İtirafçı Engin adam, HDÖ’cü katiller adına avukatlığı burada bitmiyor. Soysuz köpek bununla kalmayıp Nebil yoldaşı gayri ahlaki olmakla suçlayarak alçaltmaya çalışıyor. Bunların şehitlerimize, ele aldıkları ölüm olaylarına ilişkin ne amaçlar taşıdığını da yeterince açık göstermiş oluyor.
Nebil Rahuma yoldaşım hayatımda tanıdığım en yüksek ahlaki değerlerin sahibidir. Nebil benim yetiştirdiğim, çocukluktan beri birlikte olduğum, en zor dönemleri birlikte yaşadığım bir yoldaşımdı. Ekibimin en sağlam kadrosuydu. Sessizliğiyle, disipliniyle yaptığını reklam etmeyen yüksek ahlakıyla gerçek bir devrimciydi. Onlarca eylemi birlikte yaptık bu ekibin hiçbir eylemi poliste açığa çıkmadı. Bu ekibin hiçbir militanı çözülmedi. Bu vasıflarıyla yüksek bir insani erdem ve ahlakın sahibiydi. Nebil yoldaşı ahlaki konularda itham etmek, katillerinin uydurdukları bu ithamları ısrarla öne çıkartıp onaylamak, itirafçı Engin adam gibi ahlaksız birinin cürümlerine cürüm katan cinstendir. Bunun da hesabı sorulacak. Sözümüzün arkasında durup durmadığımızı da zamanın hakemliğine bırakıyoruz.
Herkes çok açık bir şekilde biliyor ki bu olayları itirafçı Engin adam, içine düştüğü Mihrac Ural sendromuyla ilgili bir intikam aracı olarak ele alınıyor. Bunun için kirli ağızlarla özel harp dairesine kesintisiz ihbarlar yapıyor.
Tekrardan söylüyorum. Ali Çakmaklı’nın ölüm kararını verenler Ali Çakmaklı’yı öldürenlerdir. O kesitte Adana’da sorumlu olanlar bellidir. Örgüt arşivinde, el yazısı belgelerle bu soruna katkı yapacak bilgeler de bulunmaktadır.
Ali Çakmaklı konusu benim için burada noktalanmıştır.
İtirafçı Engin Erkiner ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın ikilisinin çevirmekte oldukları dolapların amacını çok iyi biliyoruz. Ancak bu çabalar ülkemize dönüşümüzü engellemeyecektir. Öncelikle bu biline. Bu hakkımızı ne pahasına olursa olsun kullanacağız. İhbar furyaları bu amacımızın gücü önünde diz çökecektir.
İtirafçı Engin adam polisteki itirafları yayınlandığında bunlara ön söz yazacaktı, konu kahramanından hala ön söz beklemekteyiz.
MİT ajanı İbrahim Yalçın ise hiçbir zaman ciddiye alınmayacaktır. Onun önünde cevaplaması gereken tek soru bulunuyor. Kendi el yazısıyla yaptığı itirafnamede yer alan verilerden hareketle şu soruya cevabı olmalıdır: “THKP-C (Acilciler)in 1. Kongresini ispiyonlamak için, yakalandığında bildiğin her şeyi MİT’e teslim etmekle kalmayıp, 150 000 TL’yi de MİT’ten alarak ajanlık yapmak için yola çıkmadın mı?
Bu iki soytarı bizim muhatabımız olmayacaktır. Eşek varken semerlerle ilgilenmeyeceğiz. Devletle-derin devlet ve özel harp dairesine karşı mücadelemiz var. Örgütlü bir devrimci mücadelemiz, özgürlük ve demokrasi kavgamız var. Bunu sürdüreceğiz.
SON SÖZ
Şimdi beni iyi dinleyin,
Ben Mihrac Ural.
THKP-C (Acilciler) Genel sekreteri. Örgütümü dünüyle bu günüyle, olumlulukları ve olumsuzluklarıyla sırtımda onurla ve gururla taşıyorum. Dün olan bir olumsuzluktan dolayı örgütsel değerlerimi, ilke ve taraflılığımı ve bundan kaynaklanan reflekslerimi terk etmeyeceğimi bilmelisiniz.
Dostum da düşmanımda bilsin ki, aşağılık it soylarının, ihbar, kurgu, karalama, yalan, kışkırtma ve provokasyonlarının her türüne meydan okuyorum.
Örgütümün iyi kötü her eylemini, duruş ve davranışını, ülkede ve yurtdışında ve zindanlardaki mücadelesinin tüm boyutlarını, 2. kongresi bağlanıp kararını verene kadar, bin kez, milyon kez sahipleniyorum.
Bu noktada sorunu olan varsa beri gelsin diyorum.
BELGE
Aşağıda okuyacağınız belge Ali çakmaklı olayıyla ilgili Adil Okay’ın el yazısıdır. Adil Okay, Adana ceza evinden firar ettiğimde birlikte çıkmalarına onay verdiğim iki kişiden biridir. Adana çalışmalarında olan biriydi.
Adil Okay sinsi, içi dışı farklı olan biridir. Ne zaman yalan ne zaman doğru konuştuğunu, ne zaman rol yaptığını normal ortamlarda kestirmek zordur: Kafasında her kes rakiptir ama diş geçireceğine farklı, güçlüye farklı davranışlar içinde olur. Bu yaratık, kırılma noktasında tüm çirkinliğiyle kendini gösterir. Filistin Kamplarındaki eğitim döneminde yaptığı şaklabanlıklar ve savaş arifesinden Avrupa’ya kaçmak için giriştiği örgüt kurallarına aykırı sinsi çabaları üzerinde önceki dosyalarda yeterince durduk (Bkz. 4. ve 7. DOSYALAR).
Şimdi edebiyatçılık oynuyor. Edebiyatın yüksek ahlak ve okura saygı olduğunu hiçe sayarak yazan bu utanmaz adam, kaçmak için kırk dereden kırk su getirdiği 1982 Lübnan savaşında yer almadığı halde, yer almış gibi kendini göstermiştir. Bu sahtekarlığı ortaya çıktığında düştüğü utancı, okuyucusundan özür dileyerek aşması gerekirken, büyük ihtimalle kendine benzeyen okurlarına güvenerek bundan hicap duymamıştır. Böylece bu yaratığın yaptığı “edebiyat” bir geviş getirme olayından ibaret olduğu anlaşılmıştır; kendin pişir kendin ye edebiyatı.
Bu şahıs, boyutsuz sinsiliğini son olarak, Cihat Aşkar ( Sü.. Uç..) yoldaştan habersiz onun adına yazdığı sahte mektupla gösterdi. Cihat yoldaş haberi alır almaz sert ve net bir açıklama yaptı. Utanmaz adam özür bile dilemedi. Adil Okay, Cihat yoldaş adına, yalan kurgularla, örgütümüz aleyhine akla hayale gelmez küfür ve suçlamaları döşediği sahte mektubu İtirafçı Engin adamın sitesinde yayınlatmıştır. Bu sahtekarlığı tüm boyutlarıyla açığa kavuşturuldu (Bkz. 52. DOSYA) Etekleri tutuşan İtirafçı ve utanmaz adam Adil Okay pişkince malum işlerine devamda bir beis görmediler.
Uyarılarımıza karşı utanmaz adam Adil Okay “müritleriyle beni tehdit edenler” diye yakındı. Kendi pisliğinden, ahlaksızlığından, başkası adına yalan yanlış kurgularla mektup yazıp yayınlatmaktan utanıp sıkılacağına, kimseye sataşmadan işiyle uğraşacağına, bilinen pişkinliğiyle tehdit almış bir mazlum rolüne bürünmüştür. Yaptığı ahlaksızlığı biz hiçbir zaman unutmayacağız. Bunun ne anlama geldiğini bu adam iyi bilir. Gittiği her yerden bizlere bilgi akıyor. Sinsi sinsi, sohbetlerinin arasına sokuşturduğu imaları ve kurguları biliyoruz. Yanlışını tez elden düzeltsin, düzeltecek de. Halkımız böylesi çirkinliklere sesiz kalmaz bunu da bilsin.
Okuyacağınız belgenin önemi Adil Okay’ın bir dönem Adana çalışmasında yer alması dolaysıyla anlamlıdır. Benim açımdan ise bu adamın yazdığı hiçbir şeye güvenilmez. Genel bir kanaat çıkarmak için bu dosaya da bu belgeye yer veridim.
Adil Okay’ın, Ali Çakmaklı olayıyla ilgili el yazılı açıklaması (Örgüt Arşivi)
“ Ali çakmaklı konusunun yeniden açılmasında benim de hatam oldu. Ali çakmaklı hakkındaki şüpheler filizlendiğinde Halil yoldaş benim sorumlumdu. Halil yoldaş en geniş bilgiye sahipti. Biz yakalandığımızda Ali Çakmaklı hakkındaki şüpheler arttı. Cezaevine gelen yoldaşlar bu konuda bize bilgi veriyorlardı. O dönemdeki Adana il komitesi üyeleri A. Sarı, C. Yoldaş ve ihtiyar idi. Sanırım Ali bey de vardı. Onları M. Ali yoldaş denetliyordu. Ben cezaevindeyken Ali Çakmaklı hakkındaki şüpheler arttı. Hakkında “Sol Pasifizme Dair İdeolojik İhtar” yazılmasına, her tarafta aranmasına rağmen o rahat rahat geziyordu. Ben cezaevinden çıktıktan sonra 31 Temmuz 1980 de bu unsur hakkında söylentiler arttı. Biz dahi (ben, Hasan, Zekeriya) bu unsura karanlık adam diyorduk. Ancak öldürülme kararını bilmiyorduk. Ben Hatay’dayken televizyon ya da gazetelerden öldürüldüğünü öğrendim. A. Bacı tarafından bana gelen mesajdan örgütümüz tarafından cezalandırıldığını öğrendim. Bildiride polis olduğuna dair gelen iddialar arasında hepimizin iddiaları vardı. Örneğin ben hastaneden yaralı kaçabildiğine inanmamış ve şüphelenmiştim. Bu konuda benim de iddialarım vardı. Ali Kasım yoldaş ( Mihrac Ural. Bn), Ali Çakmaklının yurtdışında öldürüldüğünü duydu.
…
Saygılarımla
Hüseyin Adem ( Adil Okay. Bn )”
***
(90. DOSYA)
MEHMET YAVUZ’UN
YAZISINDA DİLE GELEN GERÇEKLER
Bu yazının sonunda Mehmet Yavuz’un yazısı yer almaktadır. Orda dile gelen gerçeklere bir işaret olarak şu notları ileteceğiz:
Mihrac Ural
25 Mayıs 2009
İtirafçı Engin Erkiner 20 sayfalık polis ifadesiyle itirafçı olmasına karşın, ser verip sır vermeyenleri suçlama gibi utanmaz tutumlarına devam ediyor, Ali Çakmaklı olayını, Mihrac Ural’ın sırtına yıkıp Nebil’in katledilmesini de buna bağlıyor. Bu manipülasyonlar tüm çirkefliğiyle, adım adım belge ve kanıtlarla ortaya çıkmaktadır.
HDÖ bu güne kadar Ali Çakmaklı'yı kendinden bile saymamıştır. Bunu HDÖ iddianamesinden ve Gerekçeli karar dosyasından, belgeleriyle, kanıtlarıyla anlıyoruz; bu belgelerde, Ali Çakmaklı HDÖ'lü değil Acilci olarak geçmektedir ve Nebilin katledilmesiyle uzak yakın bir ilişiği olmadığı anlaşılmaktadır. İşte bu cemaatin (itirafçı Engin ve MİT ajanı Şahin) en önemli iddiaları da böylece iflas ediyor.
Bu belgeler başka bir gerçeği daha ele verdi. Paraya tapan ve para için her değeri satmaya hazır olan İbrahim Yalçın (şahin), Nebil yoldaşın öldürülmesinde en önemli halka olduğu anlaşıldı. Nebil'in öldürülmesinin dolaysız nedeni İbrahim Yalçın'ın örgüt haberi olmadan, başka örgütten (HDÖ) para almasıdır. O, bu parayı cebine koymuştur örgüte hiçbir zaman bilgi vermemiştir. Bu adamın paraya olan tutkusu onu MİT ajanı yapmıştır. THKP-C( Acilciler) 1. Kongresini ispiyonlamak için, MİT’en 150.000 TL ön ödeme almıştır. Bunu el yazılı itirafında dile getirmiştir.
Bu bilgiler, yıllar sonra İbrahim Yalçın’ın Nebil’in katledilmesinde oynadığı rolü ve örgütümüzün MİT’e ispiyonlanması için girdiği ajanlık işinin birbiriyle bağlantılı olduğunu gözler önüne sermektedir. Her şey belgeleriyle açık oldu.
Baştan beri söyledik, belgesiz konuşmayacağız kanıtsız kimseyi suçlamayacağız diye. Tarafsız bir gözlemle Mehmet Yavuz bu gerçeği ortaya koyuyor.
Gerisi, marufu arif olana bırakın.
Bu çirkin insanlar Hüseyin Yılmazkeser’i Arapça konuşur yaptılar. Hüseyin Yılmazkeser hayatında Arapça bilmez.
Cihat Aşkar (S.Ü) yoldaşa haberi olmayan mektup yazdırdılar; Cihat yoldaş bunu yüzlerine vurdu, açıklamasını yaptı. Rezil oldular. İtirafçı Engin balans ayarları için gece yarıları, hayatında aramadığı, selam bile vermediği bu yoldaşı alelacele arayarak işi kotarmaya çalıştı, ama olmadı.
Yazılarının tümünde inanılmaz çelişkiler, tezatlıklarla karalama yaptılar. Bunlarla ortak olan sinsiler de cabası; Nebil yoldaşın ağzından yeryüzünde kendilerinden başka kimsenin duymadığı, üçüncü kişilerce de asla doğrulanmamış sözler söylediler.
Ölüyü konuşturtarak onu yalancı, ikiyüzlü yapmaya uğraştılar. Nebil’i bir kez daha katletmek istediler. Ortaya çıkmamış eylemleri deşifre etmek için can yoldaşlarını şaibeli yapmak istediler. Sinsilerin etik değer tanımaz ahlaksızlıkları her tarafta açık oldu.
Ali çakmaklı’nın ölümünden önce, Nebil’le Ali Çakmaklının ölümü üzerine sohbet yaptığı iddiasında bulunma gibi akıllara ziyan uydurmalar da satılmış adam İbrahim yalçının üretimi oldu.
Oysa, Ali Çakmaklı’nın ölümünden sonra Nebil’le hiçbir zaman buluşmamıştı. Buluşamazdı da. Çünkü Nebil, Ali Çakmaklı’nın ölümünden hemen sonraki iki gün içinde, onu katledenlerce tutuklanmıştı. Ve Nebil, Ali Çakmaklı’nın katledildiği Adana’dan yeni gelmişti.
Satılmış adam İbrahim Yalçın, yalan söylüyordu. Tek amaç Mihrac Ural’a karşı bir şaibe yaratma peşinde çirkeflik sergilemekti.
Son oyunları ise “biri birine kırdırma” taktiğidir. Bunun için Mustafa Burgaz’ın cımbızlanmış sözleri üzerinde şato kurmaya kalkıştılar. M,Burgaz olayında yaptıkları sahtekarlığa Burgaz bile dayanamamış patlamıştır. İddialarını suratlarına vurma duyarlılığı göstermiştir. Bunun üzerine balans ayarları yapmaya koştular. Ama güneş balçıkla sıvanmazdı.
Artık bir komedi sona eriyor. Yalanla devam eden bu tiyatro, adım adım çöküyor.
Mustafa Burgaz'ın ağzından çıkmamış sözleri evirip çevirip bir kez daha sunmaya girişmek zorunda kalıyorlar. Kaldı ki, M. Burgaz “ses duymuş" muş, kendi iddiasının görgü tanığı bile değil, ilgisiz bir "ufak şeymiş" ; bir sinsi adamın Nebil'den bize aktardığı yalanların yeryüzündeki tek duyanı olması gibi.Daha net ve açık olun korkakça kelimeleriniz sizi de yalancı ve ikiyüzlü yapıyor. Satılmış adamla itirafçı bunu kullanıyor.
Bunlar işte böyledir, hukuk algıları, iddia söylem algıları gelişmemiş, Pol Potçu düzeyde insanlardır. Suçlamalarını kendi kurgularına dayanmakla gerçek sananlardır. Oysa Mustafa Burgaz Mihrac Ural’ın devrimci seyrinin tüm kesitlerinde olan biridir. Birlikte bu yolda yürüdüler. Birbirlerine asla yanlışları olmadı. Herkesten daha çok can yoldaşıydılar. Zaman yolları ayırır ama gerçekleri değiştirmez.
Mustafa Burgaz’ı Mihrac Ural’a karşı kışkırtmak çok müptezel bir oyundur. “Antakyalıyı, Antakyalıya kırdırmak” içindir, bunu satılmış adam ajan Şahin her zaman yapmıştır. Mustafa Burgaz’a da hiçbir zaman değer vermemiştir.
M. Burgaz kendini bu sefillerin kucağına atmakla da böylesi utanılacak durumlara düşmekten kurtulamadığını göstermektedir. Her şeye rağmen onurunu korumak isterse M. Burgaz da bu halkın kimlik hakları kavgasında yerini alma yükümlülüğünde olacaktır. O gün bu çirkin oyunu oynayanlara söyleyeceğimiz daha çok şey olacaktır.
M.Burgaz, bu çirkin ve ucuz oyuna daha fazla alet olmayacaktır. Sami olayına ilişkin 1992’de olduğu gibi, 16 Mayıs 2009 ‘da da 86. Dosya’da yeniden açıkladık, okumayı bilmeyenlere yapacak hiçbir şeyimiz olamaz. (bkz. http://tahiselhainler.blogspot.com/ ).
Adamlar kinlerinden gözleri kör olmuş, dosya dosya yaptığımız açıklamaları bilmemezliğe vuruyorlar, okuru aldatmaya çalışıyorlar.
Tüm çabalarına karşın, Engin Erkiner’in 20 sayfalık polis ifadesiyle belgelenmiş itirafçılığı örtülemiyor. Şahin kod adlı MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın el yazılı 12 sayfalık itirafları yok olmuyor.
Gerçekler açığa çıktıkça, Mihraç Ural sendromunda birbirine düşenler, yazılarına iki de bir balans ayarı yaparak yürümeye çalışıyorlar. Mit ajanı atıp tutuyor, İtirafçı Engin balans ayarı yapıyor.
Bu ikiliye dikkat edin. Bu ikili boşuna bir araya gelmedi. Kirli işler yapıyorlar. Özel Harp Dairesi dedik, abartma değil, bu ikili devrimci harekete kirlilik taşıyor. Bizden söylemesi.
Belgesiz ve kanıtsız hiç bir şeye, kimse inanmasın; biz bu ikilinin yüzlerini kamuoyuna kendi el yazılı resmi belgeli itiraflarıyla ortaya koyduk. Onlar şu ana kadar sadece boş kurgu ve yalanlarla, sıkıştıkça balans ayarlarıyla tarihi dolmuş motorlarını çalıştırmaya uğraşıyorlar.
Bu ikili ortaklığa herkes dikkat etsin. Sözümüze zamanı hakem koyduk. Süreci takip etmeye devam ediniz.
Mehmet Yavuz yazısının sonunda çok önemli bir soru soruyor. Bu soruya cevap arayanlar, bu ikilinin kirli işlerinden yola çıkarak gerisin geriye gidip araştırma yapmalıdırlar. Bunu yapan tarafsız devrimciler, belgelere, kanıtlara burjuva hukukundan daha ileride bir titizlik göstererek sonuca varma kararlılığı göstermektedirler.
Bu sonuçların altında bu ikili soytarının kalacağına ilişkin ilk işaretler gelmeye başladı bile.
Buyurun birlikte Mehmet Yavuzun yazısını okuyalım:
Nebil Neden Öldürüldü..?
Mehmet Yavuz
24 Mayıs 2009
Bir süredir Nebil'i katledenlerin ya da katline sebep olanların mahkeme dosyalarına yansıyan hazırlık soruşturmalarını, savcılık ifadelerini ve duruşma tutanaklarını yayınlıyoruz.. Bu ifadelerin bir kısmı çok can yakıcı olsa da sonuca gitmek açısından yayınlanması gerekmektedir...
Güneş balçıkla sıvanmaz sözü; Nebil yoldaşımız için de bu ifadelerden yola çıkılarak varılacak bir sonuç olacaktır. Eğer yoldaşımızı tanımıyorsak, katledilen kişi hakkında en küçük bir bilgimiz yoksa bu ifadelerden yanlış sonuçlara varmak mümkündür. İşte biz, işin zor olan kısmından başlayarak doğruya varacağımıza ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkaracağımıza inanıyoruz.
Herkes şu gerçeği bilmelidir: Bizler Nebil Rahuma yoldaşımız için ANIT yapma kararı aldığımız ve bunu hayata geçirdiğimiz zaman da bu ifadelerden kısmen haberdardık. Nebil'in öldürülme gerekçelerini ilgili olan herkes farklı şekillerde de olsa dile getiriyordu. Bütün gerekçelerin en tepesinde hep bu sarkıntılık suçlaması vardı.
Bu ifadeler yayınlanmasa, kamuoyuyla paylaşılmasa ne olurdu..? Kesin olarak belirtmeliyiz ki; böyle bir durumda en büyük kötülüğü Nebil'in anısına yapmış olurduk.. Nebil Rahuma yoldaşımız bu suçlamalar karşısında kişiliğinden ve onurundan hiç ödün vermeden ölümü tercih etmişti. Nebil'in kim olduğunu nasıl anlatıyorsak ona kurulan kumpası da tüm gerçekliğiyle anlatmalı, hiç bir ifadeyi görmezden gelmemeliyiz.
Nebil'i yok eden süreci bütün ayrıntılarıyla okuyunca görüyoruz ki insanları yok etmeye yönelik süreç bugün de doludizgin devam etmektedir. İnsanlar bugün de; oradan buradan derleme yalanlarla yargılanmadan insafsızca mahkum edilmiyor mu ?
Bu duruşma tutanakları ve yargılama süreci, Nebil'in öldürülme kurgusuyla birlikte ele alındığında ortaya çok ilginç gerçekler çıkmaktadır. Bu yazıları okuyanların alınganlık göstermek yerine durum değerlendirmesi yapmaları daha yerinde olur
Olayın canlı tanıklarıyla da konuştuk. Elbette hem bu ifadeler hem de kurulan komployu açıklayan diğer tanık değerlendirmeleri zamanı geldikçe yayınlanacaktır. İşte o ifadelerin anlamlı olabilmesi için, can yakıcı da olsa suçlayıcı ifadelerin de yayınlanması gerekmektedir. Aksi halde bu tür ifadelerle başka ortamlarda yüz yüze gelecek insanların tepkileri daha değişik olabilir.
Bizler, kendimizden daha fazla güvendiğimiz Nebil için herşeyi korkusuzca tartışmaya ve konuşmaya hazır olmalıyız. Güven ve saygı; var olan bilgi ve belgeleri saklayarak değil onları deşifre edip çürüterek gösterilmelidir.
Yayınlanan ifadeler, mahkeme süreci ve gerekçeli karardan bugün için ortaya çıkan en basit gerçekleri kısaca açıklamak gerekirse;
1* Nebil'in öldürülmesinin iddia edildiği gibi Ali Çakmaklı olayıyla hiç bir ilgisi yoktur,
2* Nebil'in İbrahim Yalçın'a para vermesinden Ziya Erdönmez'in zerre kadar bilgisi yoktur ve cinayetin temel nedenlerinden biri bu olaydır. Bu para verme olayı İbrahim Yalçın tarafından neden farklı bir şekilde sunulmuştur ? Böyle sunulmasının ardında yatan gerçek neden; Nebil cinayetini Ali Çakmaklı olayına bağlamak düşüncesi midir ?
3* İlginç olan HDÖ Genel Komitesi ile il komitesinde yer alan kimi kişilerin kısa aralıklarla şu veya bu şekilde öldürülmesidir. Nedense hiç kimse üst üste gelen bu ölümlerin müsebbiblerini araştırmamaktadır,
4* Nebil'i öldüren silahın olaydan 6 gün sonra nasıl MHP'li bir katilin eline geçtiğini kimse araştırmamakta, bu olayı derinlemesine sorgulamamaktadır,
5* Nebil'in öldürülmesiyle ilgili olarak ne HDÖ davasında ne de başka bir davada hiç kimse mahkum olmamıştır. Neden ?
Sizce de bu işin içinde başka bir iş yok mu ? Nebil'in ortadan kaldırılmasını isteyen asıl odak kimdir ?
Bu soruların cevapları belgelerle kanıtlanamasa da mutlaka verilecektir.
Mehmet Yavuz
***
AYHAN AZGIN İLETİSİNDEKİ BİLGİLER
Birkaç aydır Ayhan Azgın adlı bir eski yoldaşla yazışıyorum. O dönemin patrik militanlarından biri. Benden çok daha fazla anısı da var. Alttaki ayrıntıları benden daha çok biliyor gibi geldi bana. Adana gerçeği üzerine sık sık satır aralarında benim hiç bilmediğim ama onun yaşadığı türden ayrıntılar. Bu çok doğaldı. Benim kısa süren Adana çalışmasında bir yönetici olarak bu kadar ayrıntıyı bilmem ve takip etmem imkansızdı. Bunu yukarıda anlattım.
Bu gün (6 Mart 2009) e-posta kutumu açtığımda Ayhan yoldaşın iletisini gördüm. Bilgisayarla yeni uğraşıyor. Yazım hataları çok bunları onunla da sohbet ettim. Ama çok hızlıda gelişiyor. İletisinde Ali çakmaklı olayıyla ilgili bilgiler veriyor. Arap Ayhan’dan (Kırmış), Cumali Ayhan’dan söz ediyor (Cumali Ayhan Nebil yoldaşın ölüme mahkum eden şebekenin toplantısında yer alan kişidir).
Bahsettiği detayları hiç bilmiyorum ilk kez bu iletide haberim oluyor. Okura, yorumsuz olarak olduğu gibi aktarmayı uygun görüyorum. İlgili olan manaları yerli yerine oturtur.
“kimden: ayhan azgın
kime: mircihan@gmail.com
tarih05 Mart 2009 Perşembe 21:12
konuRE: 68.DOSYA NEBİL ...NEBİL..
gönderenhotmail.com
ayrıntıları gizle 21:12 (22 saat önce) Yanıtla
değerli dostum (canyoldaşım) birileriyle uzun zaman açıktan yoldaşlıgını yaşadın. veşimdide yüceduy gularınla onurlanıyorsun onurlanmakta elbete ki hakındır.onurunuda musade edrsen seninle bende paylaşıyorum.ancak ben nigdede sizinle kısa bir zaman biriminde tanışıp-adanadaki senin zindandan kurtuluşuntarihi hep beni yanıltıyor. çünkü en son hem şire fatoş delilenbir arkadaşla cihangire elbisegetirmiştim zaten kısa bir süre sonrada oralarda birşeyler oldu.son gelmemde zaten senlen tanışmıtım.-diyecegim oki benseninle 30 kusur senenir zaten can yoldaşlıgını hep yaşamışım çün kü cumali ayhan....senininfaz edilmeni bana da bildirmişti benim karşı çıkmamdan sonrada beni bir türlü hazmedemedi ve ben onların daha büyük bir şerefsizligini teşir etmiştim benim konuyu iletigim arkadaşlarında denizde tuzaga düşüp katledilmişler diye tv den dinlemiştim çünküonlar benim ispatlarıma inanıyorlardı..olay dar tutulmuştu?işte o dönemler cumali ayhanın yanında.kuyrukçuluk yapan tamda tarifindeki karekterli 1.701.75 boylarında esmer biraz tombul yani ayhan kalamış diye birisi vardı okulda onun ismini bana polislersöyledi resmini gösterdiler.ben ozamanki duygularımla onları bulamadım 105 günsonra onlarelime geçseydi heralde onlrı çok severdim ve herşekliylede müsayttim...... ayhan kalamış. cumali ayhan veyanlarındaki kadın kopyası selma diye bilinir. bunlar devrimcilerin kanlarına elleri bulaşmış kişilerdir ve hatta finalde ali çakmaklı .nın( aliçakmaklı bu kadına yaptıklarından dolayı ölümü haketmişti vegereginide severek yerinegetirmekten şerefduydum diyordu.şimdisenide onunyanına senide göndermek genebana nasip olcak) diyordu.ben ali çakmaklıyla bir defa konuşmuştum arkadaş yetkin bir insandı.daha sonra öldürüldügünü duydum. evinetaziyeye gitmiştim benevini bilmiyordumevini bana cumali göstermiştihatta beraber gitmiştikorda alininkarısına sözvermişti. aliyoldaşın kanıyerdekalmayacak diye.diyer bir konu cumali ,sevda ,veayhan beni hep dışta tutmak istiyordu çünkü ben HDÖ -ACİL ayrışmasına hep karşı çıkıyordum ve böylesi olayların ajanlıga hizmet oldugunu söylüyordum.sular durulduktan sonra herşeyi düşünmeye başlamıştım ama işişten geçmişti veben tektim etrafımda ki insanlarda savrulmuştu tekrar dememodurki bu tür zavaslılar? hala namuslu insanlar varsa ????-önce bunları tamamen ispatlara dayanarak teşirden sonra gereginin yapılmasını kedisine bir borç bilmeli ....kusura bakma bilgisayaryetersizligim genekendisini gösterdi diye düşünüyorum .vs ...arap ayhana bizler hep arpdiye hitap ederdik ....hepsinin birsitede yer almaları tesadüf deyildir taşlar şimdi daha iyi yerine oturdu. can yoldaşım geçen günler benim msn ye ispiyoncunu bir yazısı düştü. çok garip?diyer birkonu örgütü teslim etmeseydi .cumali ayhan o dönemde iki yılda her halde çıkamazdı benim şahitlerim bizat ozamanki orda ki yoldaşlardır cumali ayhanın bizat eşidir eyer yaşıyorsa kaynanasıdırya onların şahitleri kimler olacak merak ediyorum?.taqbi namusluluk temel alınmakşartıyla ve ben hala seninle görüşmemizin aciliyrtine inanıyorum.yoksa yanılıyormuyum?ebedi selamlar.canyoldaşım”
7 Oca 2010
61.dosya : ENGİN ERKİNER' in BİTMEYEN MİHRAC URAL ÇİLESİ (Ali Çakmaklı olayı)
zaman: 1/07/2010 08:06:00 ÖÖ