7 Oca 2010

77.dosya : Pusula Olayı

Mihrac Ural
17 Mart 2009


Öncelikle kendi el yazısıyla, Acilciler 1.Kongresini ihbar etmek için 150 000TL “yı MİT”en aldığını itiraf etmiş birinin söyleyeceği hiçbir şeyi muhatap almayacağımızın bilinmesi gerek. MİT”e satılmış birinin muhatabı sahipleri ve ortağıdır. Ortağı ise, İtirafçılığını polis ifadesi olan resmi belgeyle ispat etiğimiz Engin Erkiner”dir. (http://tarihselhainler.blogspot.com/ )


Devamla,


Nebil yoldaşla ilgili gündeme gelen pusula olayının mahatabı biz değiliz. Böyle bir pusula “vesvese” değil de, gerçek ise (Erkan duyduğunu söylüyor gördüğünü değil, İlk yayınlanan yazıda gönderenin adı geçiyor diyor, Telefon görüşmesiyle ilgili bana gönderdiği iletide ve sonra yayınladığı kısa Düzeltme yazısında “Bana altında isim olup olmadığını sordu. Bende isim olduğunu ama bu ismin elbette ki gerçek isim olmayıp kot isim olduğunu, el yazısı ile yazıldığını, yazıyı tanıdığını” belirtiyor. Yani Erkan’da da bu ayrıntılar hep farklı aktarılıyor uzun yıllar sonra hatırlamada zorluk çekiliyor.) Nebil yoldaş bu gün aramızda olmadığına göre geriye pusulayı getirenin kim olduğu önem taşıyor. Kişi bu konuda bir şey ortaya atmadan önce bu ayrıntıyı gözden kaçırmamalıydı.


Birlikte beyin jimnastiği yapmaya devam edelim.


Pusula fiili olarak elde değil. Nebil aramızda değil. Erkan pusulayı gözüyle görmemiş. Nebil pusuladaki kod adının kime ait olduğunu bilmiyor. Yazının karakterinden sonuç çıkarıyor. Pusulayı getirenin kim olduğundan söz etmiyor ya da söz etmişse Erkan hatırlamıyor. Nebil, pusulayı getireni gözü tutmuyor ama pusulayı getiren kişi Nebil’in kaldığı yeri biliyor (ki pusulayı ulaştırmış). Nebil 2. Pusulada sözü edilen yere üç gün sonra gidiyor ve orada yakalanıyor. Yani polis pusulayı aldığı yerde Nebili yakalamak yerine, üç gün bekleyip pusulada tarif edilen yerde yakalamak istiyor.


Bu verilerde halkalar çok kopuk. Üstelik öylesine kopuk ki, böyle bir iddiayı ortaya atını ağır bir töhmet altına sokabilir. En azından başkası üzerinde haksız şaibe oluşturmaktan dolayı suçlamak yanlış olmaz. Bu daha da kötüsü söylenmeyecekse yani vesvese yapılmayacaksa.

Erkan bir kez daha iyice düşünüp şu pusula olayını yeniden kurgulamalıdır derim. Halkalar birbirine hiç bağlanmıyor. Üstelik sadece duyum, görgü bile değil.


Pusulayı getiren bu konun merkezidir. Bunu Erkan’ın bilmesi gerekirdi. Bunu sorması gerekirdi. En azından Nebil’den adını bilmeliydi. Nebil bilmiyorsa bunu araştırmalıydı. Ancak Nebil şu yeryüzünde böyle bir olayı kimseye anlatmamış olması bu olayın bir vesvese kurgusu olmasına yol açıyor. Bu durumda birileri yanılgı içindedir. Kişiler kendilerine ya da sevdiklerine ekstrem vasıflar vermek üzere “doğru değil desem de doğrudur” gibi Galille vari beylik laflarla açıklarını kapatacaklarsa, sanırım komik durumdan çıkmalarını ben bile sağlayamam.


Hiç kimse yanılgısız değil, tek tek ele alındığında herkesin bir ton yanılgısı vardır. Özelikle sorumsuz hesapsız kanıtsız belgesiz kurguları üfleyenleri en çok hatalı olanlardır. Kendinize başkasında olmayan şeyleri vehmetmeyin, herkes gibi siz de sıradansınız.

Pusulayı getiren, en azından kimden aldığını bilendir. Pusulayı alan aynı zamanda Nebil yoldaşın yerini de bilen ya da ona tarif edilmiş olandır. Bu durumda tarif edenler Nebil’in yerini biliyorlar demektir. Nebil’e zarar vermek bunların amacı ise pusulaya, yer tarifine neden gerek duyulmuş bunu izah etmek gerek. Bir de Nebil tanımadığı, “gözü tutmadığı” biri, Nebilin yerini bularak ona pusula getiriyorsa ve tehlikeyi buna rağmen fark etmemişse büyük bir hata işlemiş demektir. Üstelik iki kez aynı şeyin tekrar edilmiş olmasına rağmen.

Çocukluğundan beri bilirim Nebil’i, ekibimin bir kadrosuydu. Benim bildiğim Nebil vesvese içinde olduğu iddia edilmiyorsa, bu pusula olayı çok tartışma götürür haldedir.


Pusula hikayesinin “gerçek olduğu varsayımından hareketle” konu üzerine yeniden çözümleyici tarzda akıl yürütelim:


1. Nebilin, pusulayı gönderenin kim olduğunu, pusuladaki el yazısı karakterinden çıkardığını söylemek;


a) Kod adı ile imzalanmış pusulada yer alan kod adını bilmemesi demektir.

b) Pusulayı getiren kişi Nebil’i tanıyor ya da tarife göre çıkarıyor, ancak pusulayı kimden getirdiğini söylemiyor demektir ya da bilmiyor demektir (yoksa Nebilin el yazısı karakterinden pusulayı yazanın kim olduğunu çıkarma çabasının bir anlamı olmaz)

c) Nebil Pusulayı getireni tanımıyor ya da pusulayı getiren Nebil’i tanımıyor ama adresini, yerini, bulabileceği kontak noktasını biliyor. Bu durumda Nebil’i yakalamak için, pusulanın bir anlamı kalmamaktadır.


Bu durumda;


1. Nebil, pusulayı kimin gönderdiğini ancak yazı karakterinden çıkarmak zorunda kalıyorsa, pusulayı kim taşırsa taşısın ona güvenmemelidir. pusulayı alması büyük bir yanlıştır.


2. Nebil, pusulayı getireni gözü tutmuyor. Ama pusulada istenenleri yerine getirip tarif edilen yere gidiyor. Tanımadığı biri ona nasıl pusula getirebiliyor, ona güvenerek bu pusulayı nasıl alıyor olması bir yana, böyle bir pusulada yer alan talepleri yerine getirmesi başlı başına bir yanlıştır.


3. “Nebil'e pusulayı gönderenin maksadı onu yakalatmaksa ve pusulanın ulaşacağı adresi biliyorsa neden doğrudan bu adresi emniyete vermiyor da böyle bir yol izliyor ?


4. Nebil, pusulayı okuyunca onu getirene güvenmiyorsa o zaman o kişiyi evdeki (daha sonra yakmak için geldiği) belgelerle 3 gün gibi bir süre başbaşa bırakıyor? O belgeler bu üç gün içinde zaten emniyete ulaşmış olmaz mı ?


5. Eve gelmediği süreç içinde kendisine pusulayı gönderene ulaşıp pusulayı getiren hakkında bir görüşme neden yapmıyor ?” (3, 4, 5, Nolu noktalar bir yoldaşa aittir)


6. Bütün bu bağlantısız ve müphem halkalar, Nebil’in yeri (pusula eline ulaştığına göre) bilinmesine rağmen, onu derhal yakalamak yerine illa pusula aracılığıyla yakalamak gibi akıllara ziyan bir yolun seçilmesi nereye oturtulur, iyi düşünmek gerek.


7. Erkan, “Nebil’den duydum” diyor. Bu durumda Nebil yoldaş, aranma koşullarının, takibat ve firarı durumlarının yarattığı bir vesvese durumunda olduğuna işaret etmiş oluyor demektir. Böylesi koşullarda da bu çok normal bir durumdur. Erkan bunu bu şekilde izah etmiyorsa; bu güne kadar Nebil’den böylesi bir konunun duyulmadığını dikkate alarak konuşması gerekmektedir. Bu, etik olup olmama olayı değildir.


8. Bu verilere rağmen, gözüyle görmediği, üçüncü kişilerden duymadığı, getireni bilmediği, tarihlerinin de bilinmediği bu pusulayı Nebil’den duyduğuyla yetinecek demektir. Erkan da buna yakın şeyler “anlatmaya çalışıyor”. Bu durumda,


a) Nebil’in tek dayanağı el yazısı karakterinde yanılmamış olması gerek, Bu ise akla çok aykırıdır. 21.yy labravatuarlar bile yanılmaktadır.

b) Bu kadar çok bilinmeyenli bir pusulayı ciddiye alıp taleplerine uyması yakıcı bir hatadır.

c) Bu hatası sadece kendine değil örgüte de zarar vermiş demektir. Bence Nebil böyle bir hatayı işleyecek kişi değildi.


9. Erkan’nın Nebil’in blogunda 13 Mart 2009’da yayınlanan “zorunlu bir açıklama” yazısında Pusula olayıyla ilgili “Nebil’e gönderilen pusulaların kim tarafından gönderildiği sorusuna gelince; bunu o pusulaları veren kişi kim ise o açıklasın, o kişi yanıtlasın. Nebil bana kuşkularını, şüphelerini açıkladı. Salt bu kuşkular ve şüphelerden hareketle bu kişinin adını açıklamam etik olmaz.” diyerek açıklıyor. Bu açıklama, Nebilin kaygı ve şüpheler içinde olduğuna işaret ediyor. Bu durumda olan bir insanın olayları çok sağlıklı olarak değerlendirmesi mümkün olması güç gibi duruyor. Ki Nebil, sesiz kişiliğinde bunların olması, yanına gönderdiğimiz ziyaretçi yoldaşlarla ilişiksine hiç uymuyor. Nebil hiçbir zaman ikiyüzlü olmamıştır. İçinden geçeni direk söyleyen bir yoldaştı bu özelliğiyle de saygınlık kazanmıştır. Yoldaşı hakketmediği bir sıfatla yüz yüze bırakmak çok yanlıştır. Hele hele 30 yıl boyunca onun için hiçbir yerde hiçbir etkinlik içinde bir şey yapmamış olan birinin buna yönelmesi onun için ciddi bir sıkıntı yaratabilir.

10. Nebil’in katillerinin ekmeğine yağ süren sonuçlara prim özelliği taşıyan bu belgesiz, kanıtsız, söylem dışında hiçbir derinliği olmayan duyum (duyumun kesinlikle olduğu var sayımına dayanarak) söyleyenin sırtında çok derin izler bırakır.



11. Bu sorulara ve daha başkalarına muhatap olmamak için, dikkat etmek gerek. Nebil yoldaşı, en az bizim sevdiğimiz kadar sevdiğini iddia edenler, ona böylesi bir portre çizmemeleri gerek.



Bu tür iletişimin bilinen en basit gerçeği, Pusulayı taşıyan kişinin, alıcıyı bulabileceğini var sayar. Bu durumda, göndericinin olumlu ya da olumsuz niyetinden bağımsız olarak, Nebil yeri belirlenmiş, ona ulaşmak mümkün hale gelinmiş demektir. Böyle ise, Pusula teorisi güme gider. Bu durumda bu söylemler çok çirkin bir kurguyla birilerini suçlamak için üretiliyor demektir. Bekleyip göreceğiz.

Nebil’den pusula olayını bu güne kadar, Erkan’dan başka kimse duymamış olması çok ilginç. Erkan da tarihe not düşmek üzere bu anısını anlatmış. Bana burada açıkça bir terslik var gibi geliyor.


Olayı biraz da hukuk boyutundan ele alalım, herkese lazım olur diye,



1. Nebil yoldaş şehit, aramızda değil ondan bilgi alamayacağız. Davanın ilk ve en önemli halkası kayıp.

2. Erkan Nebil’e pusulayı kimin getirdiğini sormamış, Nebil de söylememiş. Ya da kim olduğunu bilmiyor, üstelik gözü de tutmamış. Kim olduğu bilinmeyen dolaysıyla ifadesi alınması mümkün olmayan birinden dön olduğu gibi bu günde bilgi alınamıyor. Bu yüzden ikinci önemli halka da kayıp oluyor.

3. Erkan gözüyle pusulayı görmemiş, sadece duymuş. Üçüncü halka da burada kayboluyor.

4. Böyle bir konuyu, Nebil’den duyan başka bir insanoğlu da yok. Yani üçüncü kişilerce duyum dahi doğrulanamıyor.

5. Son olarak da, Nebil Filsitin’e gidiş sürecinin maddi verileri, pusula iddiasına en iyi cevaptır. Nebil Filistin’e gidiş talimatını Konya cezaevinden alıp, Antakya’da 15 gün boyunca Hasan Baklacı’nın evinde kalarak gerçekleşiyor. Yani aramızda olmamasına rağmen fiili davranışlarıyla, “pusula” söylencesini ya da “güvensizliği”nin balon olduğunu ortaya koyuyor.



Şimdi eğri oturup düzgün konuşalım ve kendimizi en rezil cinsten bir ortaçağ Engizasyon mahkemesinde var sayalım. Bu verilerin değeri ne olabilir? Bir hiç. Bu kurgu olsa olsa aşağılık bir yalan, uydurma, birikmiş kinin akıtılmasıdır.


Bu kurguları ortaya atanlar zan altında kalır ve tüm “nezaketlerine” rağmen “delirtmeyin beni, söyletmeyin kötüyü” türünden etik olmayan söylemlerine rağmen bu yükün altından kalır. Bu durum bu tür kişileri daha da saldırganlaştırabilir. İlgili ilgisiz konuları pişirip piyasaya sürme gibi yeni hatalara da götürebilir. İlgisi olmadıkları ve kimlikleri itirafçı ve MİT ajanı olanlarla da ortak bir cepheye götürebilir. Ama bütün bunlar pusula konusunda düştükleri açmazı gidermez. Kara çaldıkları insanların vebalini boyunlarından sökmez. Demokrasi ve özgürlük için her şeylerini koyup acılar çeken ve bu günde mücadele kararlıca devam etmekte olanlara yapılan bu şaibeli yaklaşımı aklamaz. Bizden söylemesi.


Geriye kalan, duyum sahibini aklamaktır. Bu durumda iki yol var. Birincisi Nebili özgün koşullardan dolayı vesveseli olarak tanımlamaktır. İkincisi ise Erkanın Kuran’a el basılmasıdır. Ancak Hz Muhammed”in şahadeti dahi ayetleri Allah kelamı yapmaya yetmediği bir akıl diyalektiği ortamında bunun nasıl becerileceğini kestirmek çok güç olacaktır. Hukuk herkese gereklidir demekle yetineceğim.


Sonra,


1 saat 6 dakikalık telefon konuşmasında sadece “düzeltme”dediği yazıdaki iki yanlış cümle mi konuşuldu dersiniz? Hayır Erkanla konuşmada o kadar çok şey konuşuldu ki, sonuçta Erkan duyarlılığımız için çok nazikçe de teşekkürlerini iletti. Ama kamuoyuna duyurulan yazıda Erkan öyle bir kurgu yapmış ki sanki iki kelime konuşulmuş ikisi de yanlış aktarılmış izlenimi ediniliyor. Gerçek çok farklı.

Uzun konuşmada düzeltemeye çalıştığı cümle Erkan’ın anlattığı gibi geçmiyor. Mihrac Ural Erkan’dan “Mihrac Ural ile Nebilin arasına kimse giremez cümlesini yazılı olarak yapmanı istiyorum” talebi öyle dile gelmedi. Burada cümle bölme hatası ve dolaysıyla anlamı farklı yere gönderme çabası seziliyor. Mihrac Ural’ın cümlesi “bildiklerini açıkça yazıp taraf olacaksın ya da bildiğin gibi Mihrac Ural’la Nebil arasına kimse giremez cümlesini yazılı olarak ilan etmelisin” . Zaten bunun üzerine Erkan, “ben kimseden yana taraf değilim ben sadece Nebil merkezli anılarımı yazıyorum” dedi. Bunun üzerine de Mihrac Ural “anıları yazarken belgeleri ispatları olmayan şeylerin nereye ne anlamlar yapacağını bilmek gerek ki bir yerlere mesaj verme durumu ortaya çıkmasın” dedi.


Erkan telefon konuşmasında Tacettin konusunu da yanlış hatırlıyor. Mihrac Ural “bunlar (itirafçı ve MİT ajanı) Tacettini de işin içine sokuşturuyorlar onu da itham ediyorlar” diyor ve Erkan “Tacettin Sarı’nın ilgisi yok” diyor. Ama nedense Erkan kendisiyle ilgili olmayan Tacettin Sarı konusunu sanki kendisine yöneltilmiş bir sorun olarak algılayıp ele almış, Tacettin Sarı’yla ve o günkü örgüt birimiyle olan sorunlarını bize aktarmış. Sonuçta da “Notu gönderen kişi Tacettin Sarı olarak ima ediliyorsa şunu açık açık söylüyorum. O kişi Tacettin değildir.”diye de bağlamış. Ki benim üzerinde durduğum da buydu. Yazıyı eksiksiz Erkan’ın “yüzüne” de okudum. Onayını da aldım, Şerif yoldaş onayı alınan yazının tek kelimesini değiştirmeden yayınladı.


Gelelim 1977 erken seçimleri arifesinde Türkeş’e yönelik eylemlere.


Türkeş’e yönelik eylemlerin mimarı benim, pratik uygulayıcısı da benim; bu eylemde kim yer aldıysa sadece talimatlarıma uymuştur. Bu gün için böyle eylemlere ilişkin kanaatim farklı olsa da dün yaptığımın arkasındayım ve bundan dolayı da onurluyum. Benim Erkan’a bu eylemleri sormamın tek nedeni, üzerinden çok zaman geçmiş olan eylemleri anarken kimsenin adını atlamamak içindir. Zaman zaman ortak dostlara da soruyorum şu şu eylemde kimler vardı diye. Bunu Erkan’a da sordum. Erkan bundan huylanmış, nedendir anlamak güç. Erkan’ın bu tavırları, bir gerginlik ifadesi gibi duruyor.

1 saat 6 dakika (7 olması gerek) sohbet, türlü anıların anlatımıyla geçti. Erkanın aktardığı bir iki cümleyle değil. Bu sohbet arasında, Nebilin Filistin”e gidiş öncesi yoldaşlarca saklanmasından Filistin”e yolcu edilmesine, itirafçı Engin adamın, Nebil yoldaşı ahlaksızca suçlamasına karşı Erkan’ın aldığı “sert tutum”dan, “F.Ç ile Nebil arasındaki limoni hallerde ortamı uyumlaştırma çabalarım”a kadar çok şey konuşuldu. Antakya’da yapılan kitlesel mitinglere karşı yönelen saldırı ve Nebil’in tutumu anıldı. Bu konulara ilişkin sohbetler yapıldı. Bu sohbetler çok dostane yapılmıştı, gülünen anılar olduğu gibi, düşündüren analar da gündeme gelmişti ve ses tonlarımız bunlara uygun bir dengede cereyan etmişti.

Yıllar sonra gerçekleşen bu sohbetten kötü bir şey çıkarmak için sadece kötü olmak gerekli. Tersine karşılıklı teşekkürlerle biten bir konuşmaydı. Birimizin diğerine bir şeyleri “…anlatmaya çalıştı” gibi beyhude çaba iması verdiğini doğrulayacak hiçbir şey yoktu.

Bence her diyalog, eski arkadaşlarda çok farklı anlamlar taşımalıdır. Bir yanlış anlama varsa bunu açıklıkla anında söylemek gerek. Zira on yıllar sonra yapılacak bir sohbette, tarih belirlemeleri kişi rolleri, yer ve detay hatırlamaları zor olabilir. Bu durumda her cümleye yanlış anlam verme durumu gündeme gelebilir. Böylesi diyaloglar, ciddi araştırma için tetikleyici yanı olsa da, ne bir tarih olayın verisi belgesi ya da kanıtı olabilir. Artık siz, yeryüzünde kendinden başka kimsenin onaylama durumunda olmadığı “Duyum”dan ibaret şeyi gelinde ciddiye alın.


Sonuç olarak,


Tekrar ediyorum. Nebil Yoldaşa öyle bir pusula hiçbir zaman yazılmamıştır. İllegal koşullarda öylesi bir pusulayı, yeri yurdu bilinmeyen bir yoldaşa yazmanın mümkünü yoktur. Sağmalcılardan kaçışını benim sıramı ona vererek sağladım. Kaçışı ben organize ettim. Bunu bilmeyen yoktur. Nebil benim ekibin bir kadrosudur. Bunu bu örgütle ilişkisi olan herkes bilir. Aramızdaki ilişkinin örgütsel hukuku da öyledir. Mayıs ortalarında kaçtıktan bir ay sonra 12 Haziranda yakalanmasını İstanbul ortamında, polisin nefes aldırmayan kovalamalarında takibatlarında aramak yerine şaibeler yaratmak için Engizisyon savcılarını aratmayan bahanelere sarılmak ne ise, bu türlere istismar edecekleri söylemler sunmakta bir o kadar yanlıştır.


Böyle bir pusula gerçekse, bu işin sırrı pusulayı taşıyandadır. Bu yüzden bu pusulayı taşıyanı bilmek, bulmak gereklidir. Şaibe arayışı içinde şehitlerimizi bile kirletenlere prim vermek tarafsızlık olamaz.


Nebili katledenlerin bir biçimde örtülmesi anlamına gelen ve Nebil yoldaşı haksız bir yere sürükleyen bu tartışmalara yönelmek olumlu hiçbir sonuç üretmez.


İddialarımızın temeline resmi belge ve el yazılı kanıtları oturtmamıza rağmen bu konuda net tutum almayanların, kendilerinden başka yeryüzünde hiçbir ispatları olmadan söylediklerini vahi olarak kabul etmek akla izana, sağduyuya sığar mı?


Her şeye rağmen Nebil toprağına dönecek, onu sabırsızlıkla bekliyoruz. Bu konudaki kararlılığımızı hiçbir tutum zedeleyemeyecektir.
17 Mart 2009