7 Oca 2010

4.dosya: İtirafçı ENGİN ERKİNER Devrimci Harekete Kin Kusmaya Devam ediyor

Yeryüzünde hiçbir güç orta-doğuda yer alan Türkiye Devrimci Hareketlerinin Filistin halkıyla dayanışmasına “paralı askerlik” diye kara çalamaz. Bunu yapacak aptal ve buna seyirci kalacaklar bu halkın tarihinde hiçbir öneme sahip olamayacaktır


Suriye toprakları,12 Eylül 1980 faşist askeri dönemin zulmünden kaçışta sığınılacak bir liman, devrimci hareketin ikinci anayurdu, yaraların sargısı ve ahlarının dindiği bir güvence olmuştur. Türk-Kürt-Arap devrimci hareketinin, Suriye ilerici, laik yönetimine her zaman bir vefa borcu olmuştur.



Kapitalizmi çevreci olarak kutsayan, gelişmişliği güneş enerjisi paletleri sayısıyla ölçen, futbol Milli takımı üretim ilişkisiyle, küresel ulusçuluğunu sokak şaklabanlarının omuzlarında kuran bu aptaldan, halkların dayanışmasını beklemek zaten abesti.



Mihrac Ural

mircihan@gmail.com



9 temmuz 2008



Kinleriniz konuşmaya başlayınca köreliyorsunuz, cümlelerinizin nereye kadar uzanacağından sorumlu olmayacak kadar seviyesizleşiyorsunuz. Histeri halini alıyor, hangi güdülerle gündeme geldiğinin bile önemi kalmadan sadece çirkin bir çamur atma tarzına dönüşüyor. Koşullar ne olursa olsun kişinin bu konuma düşmemesi için çaba sarf etmesi siyasal bir yaşam süreci iddiasında olan herkes açısından bir sorumluluk olarak duruyor.



Polisteki itirafnamesine hala ön söz yazması beklenen Engin Erkiner bu kez karşımıza, kadim dostu, savaş kaçkını, zorlukların istismarcısı suç ortağının, günceleştirilmiş anı kitabına ilişkin, talep yorumu yazarak çıkıyor.



Hayırlı olsun. Bu çok normal. Örgüt kaçkını iki kişinin paslaşması anlaşılabilir bir şey. Konu kitapla ve karşılıklı övgüler sınırında kaldıkça. Ancak zorlamayla yazıldığı belli olan bu yorum, çeyrek ağızla kitaba dokunulurken yazının tümü tek bir hedefe yönelmiş durumda. Bu hedef devrimci değerlerdir.



Devrimci değerlere, tarihin en kapsamlı entelektüel birikimlerin oluşturduğu siyasal yönelim ve davranışların suçlanmasına, çamur atılarak kirletilmesine kusulmuş bir kin olarak belirmiştir. Bu saldırının muhatabı birinci derecede tüm Türkiyeli devrimci güçlerdir. Bununla kalınmamış aynı zamanda saldırısını 12 Eylül’ün en karanlık baskı ve zülüm döneminde tüm Türkiyeli devrimcilere ev sahipliği yapan, koruyan, evlerini açan yaşam ve siyasal çalışma ortamı yaratan Suriye’yle, Arap halkına ve Filistin davasına karşı ilkel bir milliyetçi kin kusmuştur.



Bu çirkin söylemleri hazmeden ve mezar sessizliğiyle geçiştiren duyarsız site sakinleri ve yöneticilerinin de ortak olduğu bu olumsuzluk Türkiye devrimci kamuoyu nezdinde olumlu bir puan almamaktadır. Solun nasıl bir kirli milliyetçilik batağında geçmiş devrimci değerlere saldırı platformu olduğunun tipik bir görüntüsünü olma riskini alan bu sitenin, Engin Erginer gibi bir aptalın kurbanı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.





KAMPLARA NEDEN GİDİLDİ



Orta-doğuya gelip gidiş süreci olağan üstü kısa olması nedeniyle yaşadığı ciddi hiçbir hadisenin olmadığı bilenen Engin Erkiner’in, on yıllardır bitip tükenmeyişin bir Arap ve Suriye düşmanlığı olduğu malumdu. Ancak bu kez terfi ederek, bu kez geçmiş devrimci değerlere de pervasızca saldırıp kin kusması gündeme gelmiştir. Suriye’ye gelişinden gidiş sürecine kadar akılda kalan bir tek hadisesi yarım saati geçmeyen Kilikya ordusundaki çavuşluğudur. O da Müslüman kardeşlere karşı bir direniş ya da milis gücü olarak örgütlenme eğilimi duyan sivil bir toplum kurumunun askeri eğitimine latife olarak yapılan yarım saatlik bir katılımdan ibarettir. Çavuşluk rütbesi ise yoldaşlar arasındaki şaka sohbetlerinden başka anlamı da yoktu. Anlaşılıyor ki bu birkaç dakikalık askeri eğitim sürecinde bu zevat, gönülsüz ve içsel tepkilerle dolmuştur.



Buraya kadar bir sorun yok. Kişi kendi kanaatlerini kendi adını seslendirir ve bunun arkasında da durur. Ancak o, öyle yapmıyor bir tarihi ve tüm Türkiyeli devrimci örgütleri karalamak isteyen şu cümleleri ortaya atıyor.



“Neden Filistin kamplarına gidildi?



Kamplar yiyecek ve yatacak yeri bulunmayan, parası olmayan çok sayıda devrimci için önemli bir olanak sunuyordu. Burada kalabilirsiniz, nöbet tutarsınız ve karşılığında belirli bir aylık alırsınız. Aldığınız paranın belirli bir bölümünü örgüte verirsiniz. Bu para Türkiyeli birçok devrimci örgüte “ilaç gibi” gelmiştir.” (Engin Erkiner, Cevap Var Ama Soru Yok makalesi)



Ülkemiz devrimci hareketlerinin tümünü töhmet altında tutan bu yaklaşım, 12 Eylül zorbalığını ve bunun yurtdışına sürgüne zorladığı devrimcilerin onurlu yaşam ve devrimci dayanışma çabalarını hiçe saymaktadır.



Kendisine ve kendi gibilere ait duygu ve yaklaşımları devrimci örgütler için geçerli olduğu yanılgısıyla ileri sürdüğü bu iddialarının cümleten yalan olduğunu söyleyeceğim. Bunu anlamak için o dönemde Filistin kampları ve örgütlerin karşılıklı anlam ve durumlarını bilmek yeterlidir.



Bu iddianın sahibi öncelikle bu sürecin hiçbir aşamasında yoktu. Bilmediği, tanık olmadığı, yaşamadığı sürece ilişkin söyleyeceği her şeyde, bir yanlış payı olduğunu bile düşünmeden bu sözleri yazmıştır..



Öncelikle bilinmesi gereken, Filistin kamplarına gidişe yol açan dinamikler, örgütlerin ne maddi ne de konumlanış açısından ortaya çıkmış sıkıntılarıyla uzak yakın bir ilgisi yoktur. Hiçbir Türkiyeli devrimci örgüt ve militanları sokaklarda kalan insanlardan oluşmuyordu. Sokakta kalanlar varidiyse, onlar da hiçbir örgütsel geçmişi olmayan, 12 Eylül baskıları karşısında siyasal bir nedenle ülkesinden çıkıp orta-doğuya sığınan insanlar değildi.



Siyasi olarak Suriye’ye ayak basanların mutlak çoğunluğu örgütlü insanlardı. Bunun başka türlü olması çok güçtü, sınırların geçileceği, kaçakçılarla bağların kurulacağı gelir gelmez sahiplenilecek insanların belli bir örgüt bağıntısı olmadan buralara gelmeleri mümkün değildi. Bu ortamda en kritik ve tehlikeli durumlarda bile, devrimci bireyler kendilerini Suriye’ye atarken örgütlerini ya da yakın örgüt ilişkilerine girecekleri bilinciyle gelmiştirler. Bu türleri de yakından biliyorduk. En kötü ihtimalle birey olarak gelenler dahi bir devrimci örgüt kanatları altında bir bağla girme durumunda kalıyorlardı.



Aksi takdirde şüpheli insanlar kategorisinde ne devrimci örgüt araştırmasından ne de Suriye’nin haklı kaygılarından kurtulabilirlerdi. Bu açıdan bakınca Filistinlilerin Türkiyeli devrimcilere olanak sunduğu söylemi kocaman bir yalandı. Her örgüt öncelikle kendi kendine yeterlilik sağlamış ve bu doğrultuda insanlarını ya da taşıyabileceği kadar misafiri taşıyordu.



Engin adam bu yalanına ikinci bir yalanı daha ekleyerek, Filistin örgütlerinden beklentinin para olduğu ve bunun devrimci örgütlere “ilaç gibi” geldiğini söylemektedir.



Bu ikinci yalan ise ilkinden de daha tutarsız ve çok ahlaksızdır. Bu süreci başından bu güne kadar yaşayan biri olarak tüm devrimci Türkiyeli örgütler adına iddiayla söyleyebilirim ki; Orta-doğuya hiçbir örgütün ve örgütsel eğilim taşıyan hiçbir devrimcinin aklının ucundan dahi, Filistin kamplarında sigara parasına bile yetmeyecek aylıklara tenezzül anlamında bir eğilimin geçtiğini hedefleyerek geldiği söylenemez.



Zira orta-doğuya gelen, örgütlü ya da devrimci olup örgüt eğilimi olanların önemli bir kısmı, ya örgütünün olanaklarına doğrudan gelmiştir ya da cebinde alabileceği kadar parayla, önlemlerle gelmiştir. Aç sefil ya da muhtaç değildir. Hiçbir şeyi olmayanlar ise daha iyi durumdaki örgütlerin yörüngelerinde kalma yolunu seçmiş örgüt disiplinine uyma eğilimi göstermiştir; Çok özgün durumlarda, devrimcilikle, siyasi olmakla uzak yakın bir ilgisi olmayıp orta-doğuda iş ya da lümpence süreçler içinde olanların örgüt yörüngelerinde kendilerini devrimci diye pazarladıkları da bilinmektedir; ancak bu türlerle devrimcileri karıştırmanın anlamı nedir? Tehlikeli olan bu tipler çok sıkıca örgütler tarafından denetlenmekte ve Filistin kamplarında bu türler hiçbir hesaba katılmayacak kadar azdı. Onlarda dürüstçe örgütler denetiminde devrimcilik yaptıkça kabul görüyorlardı. B:unun dışında kalan ve bizim de zaman zaman sorguladığımız tutukladığımız insanlar vardı. Ancak bunlara devrimci denmeyeceğini burada hatırlatmanın gereği bile yoktur.



Buna rağmen Türkiyeli devrimci örgüt üyesi ve denetimi altında Filistin kamplarında yer alan hiçbir devrimci, parasal, yemek ve barınma açısından zorunlu bir ihtiyaç nedeniyle bu kamplarda yer almamıştı. Tüm örgütlerin en iyisinden Suriye’nin her şehrinde ve her mahallesinde istediği evi kiralama ve ikamet etme imkanları vardı ve kendi militanlarını buralarda barındırdıkları görülmekteydi. Devrimci örgütlerin yaşam ve barınma ortamlarında görülen de sefillik değil mütevazı bir devrimci yaşamdı.



Ayrıca, bu zevatın yaşamadığı için bilmediği gerçekler vardı. Bir özelliği de budur. Bilmediği konularda konuşarak yalan ve abartmaları gerçek diye pazarlamıştır. Oysa bile istisna tüm Türkiyeli devrimci örgütler Filistin kamplarından bağımsız kamplar kurmak için ellerinden gelen tüm çabayı göstermişlerdi. Bunu başta PKK başararak yapmış, bizler derhal, diğer örgütlerde bir biçimde yarı bağımsız kamplar kurma durumlarına kadar gelmiştik. Bizlerin ise Lübnan dışında bu açıdan yeterliliklerimiz bulunuyordu. Ve hiç kamplara gitmeyen, Filistin kamplarında askeri eğitim sorunu da olmayan Türkiyeli devrimci örgütler az değildi. Bunlar arasında Kürt ve Türk kökenli örgütler eşit sayıdaydı.



Bağımsız kamp arayışı içinde olan Türkiye devrimci hareketi örgütlerinin parasal açıdan maliyeti çok yüksek bu işin altından kalkacak durumda olması ise Filistinlilerin sigara parasına bile yetmeyen ve haklı olarak bu ölçeklerde kalan ödemeleriyle olacak hiçbir şey yoktu.



Filistin örgütlerinin desteği ve kamplarının çok önemli işlevi bu ahmağın sözünü ettiği şeyler değildi. O ortamda en önemli şey meşruiyetti. Türkiye örgütlerinin Filistin kamplarında yer almalarının önemli dinamiklerinden biri meşruiyetti. Bunu aynı zamanda enternasyonal söylemlerinin bir ispatı, fiili yaşam alanı olarak görmek ve göstermekti. Hem kendi militanlarına bunu göstermek hem de dünyaya bunu ilan etme ihtiyacı vardı. Unutulmamalı bu gün çok komik gelebilir ama o gün dağıtılan bildirilerde bile hitap “Dünya Halklarına” diye başlayan bildirilerde dile gelirdi. O günün verileriyle, sosyalist sistem-emperyalist sistem çatışması her yerde akla karayı birbirinden ayıran bir kıstastı. Bu ruhu taşıyan militanlar, kamplardan kaçmak isteyen ve sigarasını şarapnelle yakan geçmişi lümpen, geleceği lümpen, tesadüflerin sürükleyip örgütlere getirdiği kişiliksizlerle ölçülmezdi. Şehit olmasını bilecek kadar inançlı, savaşın her döneminde yer almasını bilecek kadar kararlı insanların bu güne kadar onurla taşıdıkları ve siyasal dik duruşlarını temellendirenleri kıstas olarak görmek gerekirdi.



Engin adam bunları elbette tanıyamazdı. Onun tanıdıkları ona benziyorlardı, onlarda bunu buluyorlardı. Bunun için dünyayı içinde yaşadığı kuyusunun ağzı kadar sanması garip değildi. Adil Okay’ın Kitabına, Enginin çeyrek ağızla ısmarlama usulü yazdığı yorum, gerçekte o kesitte işlenen yanlışların kendi dilleriyle açığa vurulmasından ibarettir: birisi anılarıyla bunu yapıyor diğeri de yazmakta olduğu yorumla. Her ikisi devrimci değerlere saldırıyor, her ikisi devrimci örgütleri karalıyor bir tarihi süreci ve onun içinde mücadele edenleri hafife alma gibi kin kusmalarını yöneltiyor.



Bilmeyenler bilenlerden öğrensin Türkiye devrimci örgütleri bile istisna Filistin örgütlerine canlarıyla başlarıyla, bilince çıkmış doğrularının arkasında duruşlarıyla yardım etti. Tersi de doğrudur ancak bu doğru, maddiyatla ilgili bir yana sahip değildir.



Bu zevatı takip eden herkesin dikkatini çekmiştir, her şeyi küçümseme, hafife alma çabası içinde olayları ele alır. Bunun nedeni ise kimsesiz olmasıdır, değer birikiminin olmamasıdır, geçmişi ve bu günüyle sorumlu olduğu ya da ondan sorumluluk duyacak bir çevrenin olmamasıdır. Bir kollektif yapıda tutunamamasıdır. Bunlar olmayınca emeklere, düşüncelere ve bunlardan kaynaklanan duruşlara değer vermesinin mümkünü olmamaktadır. Ki satırda Filistin kamplarında Türkiyeli devrimcilerin öz verili dayanışmasını parayla alınıp satılan bir meta olarak yorumlamak için kişinin çok ama çok alçalmış olması gerekmektedir. Bunun kaynağı da budur, sorumsuzluktur.





SAVAŞA KATILIM VE ANLAMI





Engin adam devam ediyor;



“Bitmedi! Savaş var. İsrail sık sık Filistin kamplarını bombalıyor, Lübnan’da Falanjistler de saldırıyorlar. Kendinizi isteyerek katılmadığınız bir savaşın içinde buluyorsunuz. Filistinlilerin mücadelesini haklı buluyorsunuz, İsrail ve müttefiklerinin saldırılarını haksız... Ama savaşmak da istemiyorsunuz!”





“Savaşanlar ve hayatını kaybedenler de oldu. Bir bölümünün başka çaresi kalmamıştı. Çevrilmişsiniz ve çarpışacaksınız. Az sayıda devrimci ise Filistin halkıyla kaynaşmıştı, isteyerek savaştılar, ama büyük çoğunluk böyle davranmadı.” (Agm)





Engin adam kim adına konuşuyor, ona bu yetkiyi kim verdi. Türkiyeli devrimci örgütlerin savaşmak istemediğini kim kulağına fısıldadı. Bu belli değil. Ama bu adamı bilenler öyle genellemelerle gerçekleri arada kaybetme hokkabazlığı yaptığını da iyi bilirler.



“İsteyerek katılmadığınız savaş” tezi nerden geliyor? “Ama savaşmak istemiyorsunuz” iddiası nerden geliyor? “Büyük çoğunluk böyle davranmadı” iddiasının ölçümü nerden geldi? “…Başka çaresi kalmamıştı. Çevrilmişsiniz ve çarpışacaksınız” denmesi için mi süreci yaşadı? Elinde bir ölçüm cihazı mı var, fala mı baktı ne? Bu cümleler ağır bir töhmet ve çamur atmadır. Devrimci hareketlerin tarihine kin kusmaktır.



İçinde yer aldığım bütün bu sürecin tüm Türkiyeli devrimci örgüt yazını başta olmak üzere, yetkili karar organları ve tanıdığım üst ve alt kadroları birlikte mevzilerde yemek yediğim militanlarının hiç birinden bu izlenimi edinmedim. Gözlerimle gördüğüm birlikte yaşadığım bir süreç üzerinde yorum yapıyorum. Engin adam gibi yarım saatlik bir çavuş komedisinden geçerken değil.



O ortamda insanlar birbiriyle yarış içinde bu mücadelenin bir parçası bir tarafı olma arzusu taşıyorlardı. O gün için bu duygu önemli oranda ideolojik kaynaklara sahip ve kültürel olarak aynı kaynaktan beslenmekteydi. O gün buydu gerçekler ve doğru olandı buydu. Evet bu duyguyu taşımayanlar da vardı. Bunlar kendilerini hiç gizlemediler. Bizim örgütte olduğu kadar başka örgütlerde de varsa kendilerini gizlemediler. Zaten çekip gittiler, zaten geçici yol arkadaşları olduğu açığa çıktığı an kaçıp gittiler. Kimse kimseyi o mevzilerde zorla tutamaz. O kavrayış, o algılayış o inanış yoksa kimse kimseyi tutamaz: İşte bizim örgütte çıkan ayrılıkta olan da budur tutamadık kaçıp gittiler ne oldu kimsenin kılına bile zarar gelmedi çekip gittiler. Sorun bunlar değil sorun tüm devrimci örgütlerin böyle olup olmadığıdır ki, bu iddia ahlaksızca bir yalandır.



Kaçanlar, kaçmak isteyenleri Engin adam uzakta aramasın kadim dostlarıdır ve işte yarım ağızla ısmarlama yorum yazdığı günlüklerin insanlarıydı. Aktarmıştım bir daha hatırlatayım. 1982 dönemi 12 Eylülün en baskıcı ve en korkunç zulüm dönemi, örgütümüze yoldaşlarımıza ve siyasal çabamıza yaşam alanı açma çabasındayken, kampta sıkıntılarını bahane ederek kaçmak isteyenler oldu. Bunu Engin Avrupa rüyaları ve olanaklarıyla pembe vaatleriyle körükleyip kışkırtmıştı. Sonuçta kırılma oldu kaçan kaçtı. Bakın Adil Okay, Engine kendi el yazısıyla ne yazıyor gerisini siz anlayın:“Yoldaş, özgeçmişimi yollasam Arapçaya ve İngilizceye çevirip orada ilticam kabul edilir mi. Benim iltica için bir takım avantajlarım var. İşkence gördüğümün belgelenmesi, gazetelerde çıkması, polisin 6. kattan atması, ceza evi firarisi olmam vs. Yunanistan iyi bir imkan… (Adil Okay’ın, Engin’e gönderdiği el yazılı mektubundan. Arşiv 1043 Nolu dosya.)



Bu fareler “gemi batmak üzere” diye kaçtılar ama, örgüt sonuna kadar direndi, savaştı adım adım İsrail’in karşısına dikildi. Beyrut’tan Gemiyle tahliyelerine kadar da, savaşın sonuna kadar direnişini sürdürdü. Örgüt savaşan silahlı militan ve kadrolarıyla cephede, geri planda ise tüm etkinlikleriyle bu savaşın açık, aleni bir tarafı oldu.



Tüm Türkiye devrimci örgütleri bu durumdaydı. Kimsenin ne zoru vardı ne sıkışmasından dolayı zorunda kalarak aldığı bir tavır. Hepimiz gururla katıldık bu sürece ve doğrularımızın arkasında durduk. Şahısların doğruları yanlışları şahıs muhasebesi, şahıslara yönelik yapılır. Bunu bilmeyen örgüt geleneğinden yoksun insanların, şahısların hatasından dolayı örgütleri suçlamakla varacakları bir yer yoktur. Bu ahlaksız adam bunu yapmakla bir kez daha içine düştüğü onanmaz ruh halini göstermektedir.



Bizler örgüt olarak da Beyrut savaşı ardından, Trablus savaşlarına katıldık. Cephe kontrollerinden dönerken son anda ölümlerden de döndük. Bu savaşta ön cephedeki yoldaşlarımın kontrollerini yaptıktan hemen sonra (Deir Ammar tepeleri), patlayan havan mermilerinden iki yoldaşımızı orada şehit verdik (16 Kasım 1983). Bu konunun ayrıntıları için bkz. CEPHE Kasım 83, sayı 21.)



Filistin halkıyla dayanışmanın dün ve bugünkü biricik anlamı enternasyonalist dayanışmaydı. Engin gibi insanların asla anlayıp kavramayacakları bir duygu ve bilinçle bu görev yerine getirildi. O günün yazılarına göz atan herkes, bu görkemli ortamı bir kez daha yaşayacaktır. Yerkürede bu duyguyu, parayla yaratabilecek bir ilahi merkez bankası kasası bulunmamaktadır. Bu ahmak sürüsünün; İspanyada gönüllü enternasyonalist tugayları, Afrika’da Che ve Kübalı militanları, Vietnam’da Çinlileri, Hitlere karşı direnişte yer alan insanlığın ortak mücadelesini anlaması ve hissetmesinin mümkünatı yoktur. O, kin kusacak, kirletecek, işi de budur. Çünkü silik ve sinmiş haliyle, köşesinde zor koşullarda emek verenlerin açıklarını gözlemiştir. Yaptığı başka bir şey de olmamıştır.







ENTERNASYONAL DAYANIŞMA





Engin adamın şu sözlerine bir göz atın ve dönün 20. yüzyılın devrimci süreçlerini, enternasyonal dayanışmalarını göz önüne getirin.



“Savaşmak, silahı alıp ateş etmekten ibaret değildir, bundan çok daha fazlasını gerektirir. Kendisi için savaştığınız halkla, onun bulunduğu toprakla, onun tarihi ve kültürüyle bağınızın olması gerekir.



Böyle bir bağ, o halkın dilinin bilinmesinden daha fazlasını gerektirir.

Dil, sonuçta öğrenilir; ama kültürel arka plan yoksa, dil, teknik bir

araçtan öteye geçemez.



Filistinliler haklılar, ama onların davası için ölmek istemem.



Günlük’te açıkça ifade edilmese de bu anlayışı görmek mümkün.” (Agm)





Hayatında bir kez devrimci mücadeleye inanarak katılmış bir insan bunu söyleyebilir mi? diye düşünüyorum.





“Kendisi için savaştığınız halkla, onun bulunduğu toprakla, onun tarihi ve kültürüyle bağınızın olması gerekir.” diyor. Bu cümlelerde dile gelen ilk şey bilinçaltı milliyetçiliktir. Dayanışma için toprak tarih kültür birliği arıyor. Adam Marksizmi inkar etti ya, özgür birey olarak kendi ulusu dışında ulus tanımaz hale geldi. Futbol Milli takımı üretim ilişkisiyle, küresel ulusçuluğunu sokak şaklabanlarının omuzlarında kuran bu aptaldan, halkların dayanışmasını beklemek zaten abesti.



Bu yaklaşım hepinizin bildiği 20. yy başlarında dünya devrimci hareketinin bölünmesine yol açan tartışmaları hatırlatıyor. Ulusalcılarla komünistlerin ayrışmasını hatırlatıyor. Ben bu satırlarda bu ahmağın yazdıklarına öyle bir paye biçmeyeceğim. Ama Dünyanın 20. yy devrimci mücadele süreçlerindeki tüm enternasyonalist dayanışmaların hatırlanmasını isteyeceğim.



İspanya iç savaşında Amerikalıdan, Fransız’ına, Yunalısından Alman’ına, Araplarından İtalyan devrimcilerine kadar kara gömlekli Franko kuvvetlerine karşı direnenlerin kaçta kaçı İspanyol tarihi, dili, kültür ile bir bağı vardı diye soracağım. Hemen, Afrika nere? Küba nere? diyeceğim ve Che’yi soracağım. Kübalı militanların Afrika’da ve Latin Amerika’daki kararlı mücadelelerini sorularıma ekleyeceğim. Çinlilerin Vietnam’da, Fransızların Cezayir’deki kurtuluş savaşına katılımlarını ekleyeceğim.



Tüm dünyanın devrimcilerinin dünyanın her coğrafyasında emperyalizme, gericiliğe hatta sınıf mücadelelerine koşulsuz ve özverilerle katılışının saiklerini soracağım. Bütün bunların altında yatan dev siyasal, tarihsel, birikim ve bilince çıkan doğruların arkasında durma gerçeğinin yattığını dile getireceğim.



Üzerine yorum yaptığı günlüklerde o da Adil Okay’ın korkularını, kaçamaklarını sezinlemiş ki “Filistinliler haklılar, ama onların davası için ölmek istemem.Günlük’te açıkça ifade edilmese de bu anlayışı görmek mümkün.” diyor.



Ancak Adil Okay’a ve o gün onunla birlikte örgütü sinsice bölmek isteyenlere ait bu kaçkınlardan yola çıkarak, Örgütümüzü ve tüm Türkiyeli devrimci örgütleri şaibeli hale getirecek bu yorumları yapmanın anlamı nedir. Bunu anlamak için engin adamın iç dünyasını bir kez daha yansıtan, Arap düşmanlığını, bitip tükenmeyen Suriye düşmanlığını, kin kusan satırlarını okumak yetecektir.





SURİYE VE TÜRKİYE DEVRİMCİ HAREKETLERİ





Filistin halkıyla dayanışmaya böylesine hor bir gözle bakan bu şahsa; milliyetçilik yapıyor dersem, hemen işi şahsi dürtülerin mahkumu ediyorsun diyecek çok kişi var, biliyorum. Ancak buyursunlar. Yukarıdaki satırların verileriyle aşağıdaki şu satırları okuyun bakalım ne çıkacak.



“Bir dönem ben de orada kaldım ve Suriye’den hiç hoşlanmadım. Bu düşüncede yalnız olmadığımı da biliyordum.



Emperyalizme bağımlı bir ülkeden geliyorduk, ama Suriye, Türkiye’den yaklaşık 20 yıl daha gerideydi. Günlük yaşam insana 1960’lı yıllar Türkiyesini hatırlatıyordu. Dahası, bize yönelik değildi, ama yoğun bir baskı yaşanıyordu. “Suriye’nin ilericiliği” palavradan ibaretti. Amaçları Hatay ve Lübnan’ı alarak “büyük Suriye”yi oluşturmaktı.



Suriye; yayılma isteği, Hafız Esad kültü ve yoğun baskıyla faşist bir rejimin bazı özelliklerine sahipti.



12 Eylül döneminde Türkiye’de olmayan şeyler burada oluyordu.



küçücük İsrail ile baş edemeyen çok sayıda Arap ülkesini hor görerek okumuştuk.



Sözün kısası biz Araplardan uzaktık. Bu nedenle savaşta istemeden yer alanlar bu savaşı ciddiye almadılar, kendi savaşları olarak görmediler.” (Agm)



Uzun söze gerek var mı? Adam açıkça diyor “çok sayıda Arap ülkesini hor görerek

okumuştuk. Sözün kısası biz Araplardan uzaktık.”



İlkokuldan itibaren aldığı ittihatçı, ırkçı düşünceyle zehirlenmiş olan bir beyin var karşımızda. Bilinçaltında yıllardır taşıdığı ama yeri gelince kusmakta bir sakınca görmediği ırkçılığı, milliyetçiliği görülüyor.



Üstelik tanıdığım hiçbir siyasi insandan duymadığım çirkinlikte tespitlerde bulunuyor. Bilgisiz, bölgeyi, Arapları, bölgedeki savaşın ve nedenlerinin cahili adam, sadece yalan yazıyor ve yalan söylüyor. Nereden başlayacağız.



Engin adam Suriye’nin kendi doğal, tarihi, kültürel ulusal toprakları içinde Hatay’ın yer aldığını, bunu Lozan anlaşmasının bile 3. maddesinde onayladığını bilmiyor. Hatay Türk’tür Türk kalacaktır diye düşünüyor. 40 asırlık Türk yurdu esprisi olduğunu( 40 asrın 4000 yıl olduğunu hatırlatırım) ve bunun Fransızlarla II. Dünya savaşı arifesinde bir çıkar ilişkisi üzerine 23 Haziran 1939 Bağıt’ıyla verildiğini, 5 Temmuz da Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki bir askeri güçle işgal ve ardından ilhak edildiğini bilmiyor. Bunu rağmen, Suriye’nin bu konuyu ne uluslararası platformda, ne de bölgemizde en elverişli koşullarda dahi bu konuyu gündeme getirmediğini de bilmiyor.



Hafız döneminde bu konuların tarihi kültürel bir anı olarak işlenmesine karşı, siyasi bir etkinliğe, Suriye’den Türkiye’yi zorlayacak bir faaliyete hiç yer vermediğini de bilmiyor. Kendi yavru vatanı olmasına rağmen 50 yıllık dünyanın tüm emperyalistlerinin İsrail’le taraf oldukları bu savaşta, kuzey komşusu Türkiye’yle bir sorun yaşamak istememek için de olsa bu konuyu açmadığını bilmiyor.



Bu cahil adam son olarak gelişen Türk-Suriye ilişkilerinde Beşşar Esad’ın, “Aramızdaki sorunları değil, olumlulukları geliştirelim” belirlemesini, Hatay meselesi için M. Ali Birand’ın sorduğu; “ Hatay davası musalla taşında bir ceset, imamın gelip cenaze namazı kıldırmasını bekliyor. Bu imam siz misiniz“ sorusu üzerine verdiği bu cevapla Suriye’nin komşuluk ilişkisine nasıl baktığını yeterince anlatmış olmaktadır: bu cahil bunlardan habersizdir. Lübnan için söylenecek söze bile gerek yok; Suriye’nin kendi toprağı olan bu alanda emperyalistler böl yönet politikasıyla devlet kurmuştur. Bu devlet yaşamak için hala anavatanı Suriye’ye muhtaçtır. Ancak Suriye buna rağmen, iki devlet altında bir halk olan bu durumu kabul etmiş ve bu gün itibariyle, Lübnan’ı komşu ülke olarak algılamıştır. Bu cahiller süreçleri bilmiyor ve takip etmiyorlar.



Ancak dünya alem bilsin ki, Hatay davası diye bir dava vardır ve bu dava etnik dokusu Arap olan halkın kimlik haklarının davasıdır. Bu dava ne Suriye ne de başkasına ait bir hak değildir. Bu hak Hataylıların hakkıdır ve bunun dile gelmesi için tüm aydınları ve devrimcileri, ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesine bin dinamik olarak katacaklardır.



Suriye’ye olduk olmadık yerlerde saldırmayı bir alışkanlık haline getiren bu zat, Suriye’yi ne hükümetleriyle ne de muhalifleriyle tanımıyor. Birkaç günlük Suriye ikametinde rastladığı bir bilgisizin tarzanca konuşmalarına bakarak faşistlikle suçlamak, ön yargıların insan düşünceleri üzerindeki köreltici etkiyi göstermesinden başka kıymeti yoktur.



Suriye halkı kendine uygun olan yönetimi, uygun bulduğu biçimleriyle tercih edecektir, biz Türkiyeli devrimcilerin işi buna müdahale etmek yada karışmak değildir: bizi birinci derecede ilgilendiren Suriye’nin Türkiye halklarına bakışı ve Türkiye devrimcilerine ilişkin tutumudur. Bu konuda da Suriye bin kez sınavı geçmiştir.



BÖLGEMİZDE SAVAŞI ANLAMAK



Engin adam bölgede on yıllardır süren savaşların anlam ve mahiyetini bilmiyor, Halkları hor görüyor denklemleri bölgeyi işgal etmek isteyenlerin kıstaslarıyla yorumluyor.



Bu adam, öncelikle orta-doğu savaşlarının emperyalizme ve siyonizme karşı bölge halklarının hak savaşı olduğunu bilmiyor. Olaya “küçücük İsrail ile baş edemeyen çok sayıda Arap ülkesi” denkleminden bakıyor. Bu da olaylara ne kadar sığı yaklaştığını göstermeye yetiyor. Bölge halklarımızın yüz yıllık bir emperyalist tasalluta karşı savaşı olduğunu, İsrail-Arap savaşlarının da bunun uzantısı olduğunu düşünmüyor. Buna rağmen, bölge halklarının kuşak kuşak evlatlarının fedakarlığıyla direnerek, Emperyalist oyunların son girişimi olan Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) yerle bir ettiğini de içine sindiremiyor ya da göremiyor. O halkları “hor görmek”le meşgul. Milliyetçi dürtüleri bunu gerektiriyor. Bölge halklarının tarihsel direnişlerinde zaman kıstaslarıyla ölçümler yapıyor kısa sürede ortaya çıkmayan sonuçlara bakarak karar veriyor. Yenilgiyi kader sayıyor çünkü tarih bilmiyor; Haçlı istilalarının yüzyıllar sonra nasıl yerli halkın direnişiyle yıkıldığını ve sonra gelin istila ve işgallerin de halktın yaşam direnci karşısında çöktüğünü bilmiyor.



İsrail’in bölgemizde, arkasında duran tüm emperyalist güçlerle ancak varlığını koruduğunu ve buna rağmen son savaşta (12 Temmuz 2006) halkın direnme gücü olan Hizbullah karşısında ağır bir yenilgi aldıklarını da bilmiyor. Bin kez yense de ilk yenilgisinde yok olacak bu güçlerin kaderi, tüm işgalci güçlerin kaderiyle aynı olduğu hakkında bilgisi bulunmuyor. Bu basit ortaokul tarih bilgilerinin cahili olan adam, gerçekte iç dünyasındaki milliyetçi algıların mahkumu olarak, devrimcilerin haklı halk davalarına karşı yaklaşım ve ölçümlerini kirletmeye çalışıyor.







NEDEN TEK YOL SURİYE OLDU



Hiç kimse sormadı mı, 12 Eylül baskılarından kaçışın ilk yeri neden Suriye oldu diye? Neden Yunanistan, Sovyetler, Irak ya da İran değil de illa Suriye. Bu soruya her akıllı kolay cevap verir. Ancak her aptal Suriye’yi kullandım ve üstüne basıp da kaçtım diyebilir. Zevkleri tartışmıyoruz, ilkeleri konuşuyoruz.



Suriye tüm Türkiyeli devrimcilere ikircimsiz, talepsiz, dayatmasız ev sahipliği yapmıştır, kucağını bir dost olarak açmıştır. Yaralarımızı sarmış, ahlarımızı dindirmişti. Hepimiz yaralıydık, şaşkındın, çaresizdik. Ellerimizde ne pasaportumuz nede bir hukuki dayanağımız vardı. Şahıs bazında ve örgüt bazında Suriye Arap halkının sıcaklığını hissettik, dostluğunu gördük, şehirlerinde mahallelerinde binalarında evlerinde yaşam paylaştık: Hiç yabancılık çekmedik, ekmeklerini yedik, iş kurduk onurluca yaşama şansı yakaladık. Üniversitelerini, dil kurslarını, hastanelerde vatandaşları gibi bedava sağlık hizmetlerini gördük. Avrupa’nın sunduğu nimetlerden çok daha fazlası; bir kilise, bir iltica yardımı gibi insanın onurunu ayaklar altına alan kuyruklarda değil, her yerde tüm insani yaşam etkinliklerinde sunuldu. Bu saydıklarımı yaşamayan tek bir Türkiyeli devrimci örgüt yoktu. Kürt halkının küllerinden yükselişi bu Arap ülkesiyle mümkün olmuştur.



50 yıl savaş halinde olan bu ülkenin Türkiyeli devrimcilere sundukları, gerçekte iki halkın birbirine olan sunumuydu: Suriye, Türkiye’ye karşı kendi topraklarından her türlü zarar verici çabayı yasaklamıştı. Komşusuna bir ihanet tutumu içinde hiç olmadı. 1984’lü yıllarda trenlere bomba koyarak sivil insanları katleden Türkiyeli ülkü ocağı mensubu, MİT elemanlarının yaptıklarına, Çiller hükümetinin ve iç işleri bakanı Mehmet Ağar gibi derin devlet elemanlarının, her yere bombalar fırlatarak iç karışıklık yaratma çabalarının provokasyonlarına gelmedi. İki halkın sevgi ve barışı için sakince bekledi. Bu gün iki halk çok içten bir tarzda ilişkilerini sürdürmekte kaynaşmaktadırlar: yönetimlerin şu ya da bu özeliklerine bakmadan halkın kazançlı çıktığı bir süreç başladı. Bundan en büyük mutluluğu ise devrimciler duymaktadır: böylesi bir dönemde bir aptal kişinin Suriye’ye yönelik çamurlarının anlamı ne ola ki…?



Engin Erkiner’in Arap düşmanlığı takıntısı nerde başlıyor? Kimse, bu takıntının 12 Eylülün baskısından kaçanlara ev sahipliği yapan Suriye dahil Lübnan ve Filistin örgütlerinde yaşanan farklılıklar olduğunu sanmasın. Bu adamda O takıntı kendi iç sorunudur. Kökleri içinde büyüdüğü ortamdan örgütümüze bulaştığı döneme kadar, poliste itirafçı olmasına kadar, aynı çatı altında ezici ölçekte Arap devrimcilerin aktif olmasına kadar, devrimci süreçte gerilemesiyle, örgütsüzlüğüyle, sorumsuzluğuyla yakından da ilintilidir. Bunlar arasında öne çıkan iki unsur, polisteki itirafları ve örgütün en güçlü alanlarına Arap kökenli devrimcilerin gelmesiyle de yakın bağlantısı vardır. Ama bunlar kimine göre bir iddiadır varsın öyle olsun bilen biliyor zaten, yaşayanlar bunu iliklerine kadar her yerde yaşadı hissetti. Ortak ülkemizde yükselteceğimiz özgürlük ve demokrasi görevleri var, onlara yönelmemiz gerekecek, aptallara daha çok zaman ayırmadan.



SONUÇ



Kişi dünyanın neresinde olursa olsun, kişisel ve siyasal kıstasları her yerde aynı ölçümleri yapıyor. Devrimcilerin refleksleri kadar, milliyetçilerin refleksleri de kendine has her yerde aynıyla işliyor. Avrupa’da olmak ya da Afrika’nın ücra bir köşesinde olmak ön yargıları değiştirmiyor. Bu aptal da kendi sözleriyle bunu ele vermekte gecikmiyor.



Orta-doğu, Araplar tu kaka ya Avrupa? Orada neler oldu bunca yıl sorusuna bu kaşmerden, ahmaklığına yakışır bir cevap var.



“Araplara yabancıydık da Avrupalılara uyum mu sağladık? Ne gezer!” (Agm)



Evet ne gezer...



Müsaade edin de artık bunu açıkça söyleyin sizin davanız halkın davası değildir sizde devrimcilik ne gezer…







Bir ileti



kimden

swaqe qawer ayrıntıları gizle 21:32 (2 saat önce)

kime

bedreddin mahir

tarih 10.Tem.2008 21:32

konu selam

gönderen alan hotmail.com

Resimler gösterilmemektedir.

Resimleri aşağıda göster - semaelard@hotmail.com adresinden gelen resimler her zaman gösterilsin

Engin adam icin yazitinizi okudum sizin gibi onderlerin bu tip insanlara bizler adina cevap vermenize sevindim.Cunku, bende,lubnan`da kaldigimda alinan sigara parasini hic bir zaman bir kazanc gibi gormedim (kendim adima)Hatabir gecen olayla ornek verirsem bizim donemimizde oraya libya`dan bazi kisiler gelmis ve egitim alarak bazi insanlara aylik alabilecekleri ve cad`ta savasmak uzere gideceklerini soyluyorlardi.Bu konusmalari yaparken bizim disiplinimizden etkilenmis olacaklarki bize orgutumuzun kac lira maas verdigini soylediginde bizim buyuk bir gururla bizim orgute para vermemiz gerektigini bizim asla gorevler haricinde boyle bir seyin olamayacagini soyledik.bizde para iliskisinden cok devrimci onurumuz ve orgutumuzun verecegi gorevler onemliydi.Benim acimdan da boyle oldu.Her zaman heryerde onurla elimin geldigi ve bilgilerimin dahilinde kendi devrimci onurumla beraber orgutumu savundum ve savunuyorum.Yalniz kalsamda hala savunacagim .....

Saygilarimla,



Devrimcilik bir yasam bicimidir,ya bunu yasiyor yada yasamiyorsunuzdur,gerisi fasofisodur



dost dostum bana adlı alıcılara

ayrıntıları görüntüle 14 Tem (1 gün önce)

Resimler gösterilmemektedir.

Resimleri aşağıda göster - aydin_dost@hotmail.com adresinden gelen resimler her zaman gösterilsin

Degerli yoldas..



uzun yilarin hasreti ile sizleri ve ordaki yoldaslari selamliyorum.



Yazinizi defelarca okudum..... enginin yazilarindan ...aktarmsiniz, ancak her yazar her yazi insanlara bir deger ivme katmalidir.ileriye götür meyecek olan her davranis sahibine , zaman ve enerji tüketmesine yol acar.



Bu amcala bizler " ne acdik nede parasizdik nede ..ne yapdgimizi bilmeyecek kadar cahil degildik",inanclarimiz vardi ¨..ülkemizdeki ve dünyamizda ki haksizliklara karsi durmak savasmak,icin yüregimizi beynimizi ona göre donatmisdik....bu duygu ve düsüncelerden dirki..nebatiyede hastanda yarali idik.hastande ki arkdaslara tercumanlik yapan bir yoldasiniz vardi ..bize cok icden davrandi sarildi tercumanlik yapti.. yoldaslik dugularini sicak yasadik ..ismini hatirlamiyorum. ...yasiyorsa eger bin selam o yoldasa..

oda bizde ne icin burlarda oldugumuzu cok iyi biliyordu. ..ayrica biz yürt disina cikarken ..randevi davetiye üzerine gitmedik..beklen timizde dostca kucak acmasi idi suryenin bunuda yaptilar. sükranlarimizi borcluyuz. onlar ve filstinler olmasa idi bizler ve bizim gibiler simdi soluk almayacakdi...ve mücadeleye devam edemeyecekti....

Biz bu anlarimizi onlara borcluyuz.

engin,nin, bunu kücümseme ve basite almasi .. anlasilir degil.bu okura hangi mesaji vercek tir ..dostca bir dügumu, yoksa olmsuz bi r negatif animi.? dostlar bundan yarar saglayamaz.

Bu nedenle kürt ve arap türk devrmcileri adina ..konusacagina kendisini anlatiyor olmaliki..o duygularini yazmis. aci bir duygu...



bundan ne ileri görüs nede yarar saglanir bir devrimciye.



o sözü edilen kitabida okumadim ..arastircagim bulup okumak iasterim.



Hyati yaratanlar ve yorumlaynlar arasinda cok fark vardir..



size soguk savcdaki yazarlarla ilgili bir yazi yolyacagim bakarsin...nasil yazarlar varmis..cia babalrindan maas alnlar kavram kaerkasasi yaratanlar.



sevgilerimle aydin dost