ENGİN ERKİNER
HER POLİS AJANI GİBİ YUMURTACIDIR.
Süleyman Sait
10 Temmuz 2010
Akıl almaz ruhi bunalım içinde, çırpınan bir zavallı.
Rüyalarında bile yakalandığı sendromun esiri olarak yaşayan bir bunak kişi.
İtirafçı olduğunu kendi el yazısıyla itiraf etmiş, polise yardım maksadıyla örgütü tümden teslim etmiş ahlaksız bir soytarı: Engin Erkiner.
Ankara, İstanbul örgüt birimlerini ortağı MİT Ajanı İbrahim Yalçınla tasfiye ediyor ve bununla kalmayıp TKEP’i de tasfiye işine giriyorlar. Bunu da yerine getirince boşta kalıyorlar. Kuluçka dönemine giriyorlar.
Ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi yükseldikçe kimlik haklarının bu sürece katılımı gündeme gelmiştir. Bu alanda Acilciler üzerlerine düşen tüm etkinlikleriyle atağa geçmiştir. Ne olduysa bu andan itibaren oldu. Kuluçka dönemindeki ikili, sahiplerince köpek gibi ortalığa salındı. İhbar servisleri başladı, Doğu Perinçek’ten sonra devrimcileri bu ölçüde ihbar eden bir başka örnek oluşmadı. Şahıs yıpratmasına yönelik siteler kuruldu. Genelkurmayın desteklediği sitelerden biride bu ikilini sitesi olduğu açığa çıktı. Başlangıçta olayı şahsi kin sananların yanıldığı açığa çıktı, bir görev ifa edilmekteydi, üç yıldır günü birlik sürmesinin gösterdiği gerçek de bundan başkası değildi. Dünya tarihinde şahsı olarak bu ölçekte çirkin bir karalama kampanyası yalnızca görev amacıyla, MİT kuklalarınca sürdürülebilirdi. PKK’ye yönelik yapılanların aynı türden ve aynı kaynaktan olmasının nedeni de budur.
Engin Erkiner polisin adamıydı. Mahir çayan döneminin son kesitinde nasıl bir rol oynadığı meçhul ancak buda araştırmalarla ortaya çıkma durumundadır. O dönem, Kurtuluş dergisinde adı geçmesine rağmen tutuklanmayın biri olması çok ilginçtir.
12 Mart faşist darbesi herkesi tutuklamasına karşın bu adamın tutuklanmaması çok ilginçti. Bu dönemin ardından şekillenmeye başlayan ilk oluşumlardan biri olan ve henüz adı net belirmiş olmayan, bir illegal çevrede yer alması ve sonra bu çevrenin HDÖ olarak örgütlenmeye başlamasıyla birlikte 26 Ocak 1976 beyler deresinde İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneşin katledilmesinde parmağı olduğu şüphesi, bu noktada önem taşıyor. Beylerderesinde İlkerlerin postaneye gitmeleri ve kiminle konuştuklarının hala bilinmemesi, onların postanede oldukları ihbarını Engin Erkiner’in yaptığı bu günkü araştırmalarla kesinlik kazanmış durumdadır. İlkerlerin katledilmesinde birinci derecede bu muhbirin rol oldu. Bu sürecin mantık zincirini ilerlettiğimizde, 1977 ocağından itibaren, örgütün Ankara biriminin yakalanarak çökmesi ve Ömür karamollaoğlu’nun elinde bombanın patlaması olayında birinci derece sorumlu olan kişinin Polis ajanı olarak çalışan Engin Erkiner’in rolü olduğu artık bu gün açısından kesinlik kazanmış durumdadır.
Örgütün her şeyini bilen biri olduğu iddiasında olan bu kişinin İstanbul’a geçmesi ve örgütün aynı akıbete İstanbul’da da uğraması birbirine bağlandığında tablo her yönüyle açık hale gelmiş olur.
İstanbul’da ilk gün örgütlediğini iddia ettiği, gerçekti ise polis organizesi içinde olan İbrahim yalçın’ı eylemlere sokması ve örgüte ait tüm bilgileri bu ikilinin vermiş olması, polis itirafnamesinden de anlaşılacağı gibi bir son halkadır.
Polis, örgütü bu adımla tamamen çökertmiş oldu. Acilcilere mensup bile istisna herkesin adı polise afişe edilmiş oldu. Üst komiteler, evler, adresler, kadro ve militanlar sempatizan ve dostlar tek tek verildi. Bir tek tokat yemeden yapılan bu iş açıkça bir görevdi. Bu belgeleriyle ispat edildi.
Acilcilerin yükselişi ise bunların ulaşamayacakları bir alandan gelen isimleri bu muhbirler tarafından polise ilk kez afişe edilmiş olan Güney bölgesi sorumluları ve kadrolarının yükseltmesi gündeme böylece gelmiş oldu. Örgüt böylece polisin elinden kurtarılmış oldu. Aranmalarına rağmen, kendi bölgelerinde kaçıp Adana’ya yerleşen ekip, merkez yayın organı CEPHE dahil örgüt birimlerin tek tek yeniden yükseltmeye koyuldular. Adana baskını ardında başarıyla kaçan bu ekip İstanbul gibi bir metropolde, aranmalarına rağmen daha kolay illegal çalışma fırsatı yaratabildiler. Birçok eylem ve örgütleme çalışmasıyla, örgütü ayağa kaldırdılar. B- bu güne kadar açığa çıkmayan ve bilinen eylemler (banka kamulaştırma eylemi, Faşistlerin merkezi olan Küllük kıraathanesinin kurşunlanması, İnterkontinentalin otelinin 2. Kez kurşunlanması bu dönemde gerçekleşti. Bunun gibi birçok eylem. Bu sağlam iç tutarlılığı olan ve sızıntısız olan ekip tarafından başarıyla yapılmasına karşın hiç açık verilmemiştir. Bu eylemlerin kamulaştırmalarıyla örgüt güç buldu ve ülkede daha geniş bir alana yayılabildi. Bu ara Güney bölgesi en üst seviyede örgütsel çabalarını yükseltiyordu.
Bütün bu çabalara karşın İtirafçı Enginin polise ifşa ettiği isimler ağır kovuşturma altında kalmışlardı. Bu ekip yakalandığında bile birbirini asla ele vermedi. Eylemlerini gizledi. Böylesine başarılı olan bu ekip örgütün 12 Eylül döneminde yeniden yükselişinin de temel i oldu. Bu ekip yurt dışını sonuna kadar en iyi şekilde değerlendirmesini bildi, Filistin kampları ve güvenli limanda toplanarak kongreye kadar uzanan süreci inşa etti.
12 Eylül döneminde, Acilcilere bir kez daha musallat olamayacağını anlayın bu kuklalar TKEP’e sığındılar. Orada işlerini kolay yürüttüler, TKEP tasfiye oldu, tarihe karşıtı. Bu dönemde Engin ve İbrahim nerede bir araya geldiyse, bir tasfiye olayı gündeme geldi. Bu gün de bu ikili Acilcilere karalama yaparken aynı işlevi görüyor olması artık hiçbir şeyin tesadüf olmadığını gösteriyor.
Şimdi Avrupa’da yaptıkları karalamalar ve şaibelerle aynı işi sürdürdüklerini göstermektedirler. Israrla örgütsüz kalacaklarını ve kimseye bir örgütsel önerme yapmamaları ise amaçlarının ne olduğuna çok iyi bir göstergedir. Örgütsüz olmak sorumsuz olmaktır, buna sığınarak yerine getirdikleri görevi denetimsizce yapabileceklerine inanmaktadırlar.
Ancak bunu başarma şansları kalmadı. Yüzlerce kişiden gelen mektupların gösterdiği gerçek, bu polis ajanlarının deşifre olduğudur; özellikle TKEP çevrelerinden gelen bilgiler çok net durumdadır; “biz Engin Erkiner’i saflarımızda yeterince teşhir ettik ve bitirdik, bizim ortamda bu adama ekmek kalmadı. Şu an yaptığı ilgisi olduğu Acilcilere saldırarak yeni tasfiye girişimlerinde bulunmaktır. Bunu da yakından izliyor ve biliyoruz “ (İsviçre’den TKEP’li E.)
30 Yıldır TKEP’li olan birinin, hiç ilgisi olmadığı, tarih bir bağı olmadığı Acilciler örgütüne saldırmasının alt yapısı da bu verilerdir. Geçmişte başaramadıkları görevi tamamlama çabasıdır. MİT bunları bu amaçla organize etti.
MİT’in kaygısı iyi anlamak gerek. Bu anlaşılınca Polis Engin Erkiner’in amaçları da açık olarak ortaya serilir.
MİT’in kaygısı Kürtlerle birlikte diğer halkların da kimlik mücadelesine kalkışmasıdır. Böyle bir durumda bu gerici devletin ayakta durma şansı yok olur; Bu ihtimali başından yok etmek için çırpınan MİT ve derin devlet, özellikle Kürt–Arap çatışmasını ve iki halk arasında ülke içinde ve komşu ülkelerde düşmanlık yaratmak için, her türden yola başvurmaktadır. Anadolu Ajansının (AA) ortaya attığı, 11 Kürt öldürüldü, 400 PKK yakalandı yalan haberi bu amaçla servis edilmiştir: Polis Engin Erkiner’in bu habere dört elle sarılması bu ortak görevde yapılan işbölümü gereğidir. Amaç Kürt-Arap çatışmasını -olası her alana yaymak ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine katkı yapabilecek tüm dinamikleri uzak tutmaktır. Engin ve İbrahim adlı polis köpeklerinin işi de tam burada ortaya çıkmaktadır. Acilci düşmanlığı, Arap düşmanlığı, alevi düşmanlıkları burada mayalanmıştır.
MİT, ülkemizde farklı inanç ve etnik toplulukların kimlik hakları mücadelesini doğmadan engellemek istiyor. Özellikle üçüncü büyük etnik toplumsal güç olan, 4 milyon nüfusuyla Arap mücadelesinden ürküyor. Kürt özgürlük hareketini olduğu kadar ülkemiz demokrasi mücadelesine büyük bir manivela olabilecek bu gücün, demokrasi mücadelesine katılımını engellemek istiyorlar. Her türden milliyetçiliğe ve bölücülüğe karşı olan, kimlik haklarını tek bir başlık altında toplayıp “ANADİLLE RESMİ OKULLARDA EĞİTİM HAKKI” olarak formüle eden Türkiyeli Arapların örgütlü siyasal mücadelelerinin önü kesilmek isteniyor.
Ortak ülkemizin tüm farklılıklarının demokratik hakları ve özgürlükleri için, bir Türkiyeli siyasal mücadele örgütü olarak tavır koyan THKP-C (Acilciler)’e karşı MİT kuklalarının saldırıya geçmesi, dönemin özellikleriyle uyumlu görünmektedir. Engin ve İbrahim adlı MİT kuklalarının görevi de burada anlam buluyor.
Özel harp dairesi kuklaları itirafçı ve muhbirler, nasıl ki, Başkan Öcalan için akıl almaz suçlamaları üretip pazara sürüyorlarsa, Acil hareketine yönelik olarak da aynı şey yapılmaktadır. Bu ölçüde bir benzerliğin olması, kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık bir göreve işaret ediyor; kulalar Özel harp dairesinin yönlendirmesiyle devrimci örgütlere ve liderlerine saldırıyor.
Kürtleri dizginlemenin mümkünü kalmadı, onlar hepimiz adına yürüyorlar. Ancak yeterli değil. Kürdistan karayla çevrili bir Coğrafya. Bu da Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine zorluklar ekliyor. Denizlere açık değil, dört bir yanı işgalci ülkelerle kuşatılmış, bir yandan emperyalistler ve Siyonistler diğer yandan işgalci bölge devletleri ölüm üzerine ölüm kusuyorlar. Kürtler, özgürlük mücadelelerine nefes alımı pencerelerin açılması gerekli. Bu pencere, bir dış olanak olarak ele alınmayacaksa en uygunu Türkiyeli Arapların mücadelesiyle oluşturulur. Böylesi bir pencereden, Kürt halkı tarihinin en yoğun oksijenini alır. Bu gün ülkemizin demokrasi mücadelesi olduğu kadar Kürt halkının özgürlük mücadelesinin böylesi bir nefes penceresine ihtiyacı bulunuyor. MİT’in kuklalarıyla üzerimize saldırma çılgınlığının altında bu yatmaktadır. Engin ve İbrahim gibi köpekler bu amaçla salınmaktadır.
Bu nedenle Kürtler kadar, ülkemizin diğer farklılıklarının da mücadeleye omuz vermesi gerek. Bu topraklarda yaşayan, kimlik haklarından yoksun olan tüm etnik dokular, özgün örgütlenme ve özgür mücadeleyle bu sürece katılmalıdır. Bu çabalar hızla olgunlaştırılırken, MİT ve kuklaları boş durmuyor. Bu türden gelişmeler, Kürt özgürlük hareketi gerçeği kadar tehlikeli olarak görülüyor. Köpek sürüsü bunun için havlıyor.
Dikkat edilsin, Arap düşmanlığı, Alevi düşmanlığı bunların temel söylemi olarak bu yüzden gündeme geliyor; iddia ettikleri gibi “olmayan örgüt ve lideri” için, “sanal örgüt ve sanal lideri” için bu çılgın reflekslerin oturacağı tek bir yer vardır, o da görevli olmaktır.
Bizler Fırat’ın ötesi ve berisi, Torosların güneyi ve kuzeyi dedikçe, bu yüzden çıldırdılar. Irkçı, milliyetçi çehrelerini tüm çirkinliğiyle gündeme getirdiler. Bu amaçla da Kütlerle, Arapları düşman yapmak isteyen yalan haberlerin servisçiliğini yaptılar.
18 yıl aynı sofrada yemek yiyen, aynı evlerde aynı yastığa boş koyan PKK lideri ve üst düzey sorumluları ile Acilcilerin dayanışmasını şaibeli yapmaya çalıştılar. Kardeşi kardeşe kuşku yaratacak söylemlerle kırdırma taktiğini sürdürüyorlar. Sallama yalanların nedeni de tas tamam budur. Ama atmasyonları geç gelen hazsım iddiası olduğunun farkında bile değiller, bunak adamlar…
Bu yumurta makinelerine göre, ‘Mihrac Ural’ın, Irak savaşının da, Lübnan başbakanı Refik El Hariri suikastında rolü kesindir, Johan F. Kennedy Suikastında da parmağı olduğu ihtimali olabilir (22 Kasım 1963). Babası Zeki Ural’ın ise Atatürk’ün ölümünden sorumlu olduğu ise çok yüksek bir ihtimaldir. Çocuklarının ise olmamış bir suikast hazırlığında yer alacakları bilimsel bir kehanet olarak söylenebilir‘
Bu itirafçının traji-komik aklı, 19 Ağustos 1977’de örgütü polise teslim ederken de aynıyla geçerliydi, polise örgütün olası eylemlerini anlatırken hayali benzetmelerle böylesi bir eylemde kimlerin yer alabileceğini söylüyordu. Orada da Mihrac Ural’ı tarif etmesi bu günkü sallamalarına önemli bir göndermedir. Tahminlerini bile polise teslim etmiş bir ahlaksız, bakın ne demiş;
“ … HAKKI Selimiye AK Bank soygununun örgüt tarafından gerçekleştirilen bir eylem olduğunu söyledi. Bu soygundan şimdi hatırladığım kadarıyla…örgüt tarafından yapıldığı kesindir. Daha sonraları bu soygundan MUHARREM’de bana bahsetti. Bankaya üç kişi girdiklerini söyledi… MUHARREM tarafından anlatılan olayı şu şekilde değerlendirebilirim. MUHPARREM tarafından, orta boylu, esmer, düz saçlı ve hafif dolgun ve hafif bıyıklı şahsın örgüt Güney Bölge sorumlusu MİHRAÇ olacağını tahmin ediyorum…” (Engin Erkiner polis İfadesi, s:19)
Kuklaların mantığı öyledir. Okurla alay etmek bunlar için önemli bile değil. Çünkü, “yalanı büyük söyleyeceksin sık sık tekrar edeceksin, kimse inanmasa da akıllar karışsın yeter, amaç da budur.” İlkesiyle yürüyorlar. Komiklikleri de burada başlayıp burada bitiyor…
Bu yalan makinelerinin yumurtalarından istenen sonuç, Kürtlerin yalnızlaştırılması, ezilmesidir. Bunun için de PKK’yi “ devrimci katili” ilan ediyorlar. Özel harp dairesi yalanlarını Arap halkının mücadelesine karşı yol kesen bir veri olarak servis etmeye çalışıyorlar. Okurlarından bile utanmadan yalan haberler ileri sürüyorlar. Yalanları Kürt haber ajanslarınca da yalanlanınca, kıytırık haberlerle ayıplarını örtmek için çırpınıyorlar.
Dikkat edilsin, bu kuklalar, şahıslar adına ortaya sürdükleri hiçbir alıntının yerini belirtmezler. Kaynağı olmayan alıntılar bu yumurta uzmanlarının işidir. Nereden alınmış, kim söylemiş, hangi makalede, yazılı belgede ve linkte yer alıyor, asla belirtmezler. Çünkü kendileri konuşuyor kendileri yazıya döküyor, kendileri havlıyorlar.
Konu çok açık, kuklalar iş başı yapıyor. Demokrasi mücadelesine katkı yapabilecek yeni dinamikleri doğmadan katletmek, engellemek, kimlik hakkı arayışını boğmak için çırpınıyorlar; kuklalara “ ilk hedefiniz Akdenizdir ileri” dediler ve yürüttüler.
Acilciler, demokrasi mücadelesinde halkların kimlik hakları savunusu yaptıkları andan itibaren bu ikili de sahneye çıkarıldı.
Yumurta makinesi böylece işe koyuldu.
Yalanlar birbiriyle akıl almaz çeliklilerle dolu olsa da önemli değil. Nazi Gobels’in yöntemi işleyecekti “büyük yalan söyle ve sık sık tekrar et, kimse inanmasa bile akıllar karışır, amaç da budur”
Bu amaçla, şaşkınca, ilgili ilgisiz herkese, “araya adınızı sokar kirletiriz, sırtınıza neler yıkarız neler” diyerek ürkütüp karaladılar. Ama, bu çirkinliği kimse ciddiye almadı. Mehmet Yavuz gibi demokrasiye gönül vermiş, nakliye sahasında devrimci etkinlik yaratmış, hükümetlerin, bakanların yakasına yapışabilmiş, Acilciler örgütünün kadim ve temel taşlarından biri olan bu onurlu insana, akıl almaz cahil cüreti suçlamalar yaptılar.
Mehmet Yavuz’un yoldaşları, dostları ve meslektaşları buna sessiz kalmadı. En iyi cevabı vererek ahlaksız kuklaları susturdu.
Yumurtacıların görevleri belli. Bir de dertleri var.
Dertleri, sırtlarına binen itirafçı ve MİT ajanı kamburudur. Bunu hafifletmek için, sonradan akıllarına gelen uyduruk suçlamalarla komik duruma düşmeleri bulunuyor.
Herkes için geçerli olmak üzere, yalan kurguların sonsuz olabileceğini göz önüne alırsak, bunların ömürlerinin sonuna kadar yalanlarının esiri olmaları hiç de garip olmayacaktır. Mihrac Ural sendromunu toprağa birlikte götüreceklerdir. Hayırlı olsun demekten başka bir şeyimiz olmayacak.
Allah kimsenin sırtına böylesine kirli bir kamburu dayamasın; bu açıdan benzer aramaları boşunadır diyoruz. İtirafçı Engin, bunu 19 Ağustos 1977 ‘de polis bileğini tutuğu an düşünecekti. Ama gerçek bunun da ötesindeymiş; belgelerle ispat edildiği gibi Engin yakalanmadan önce polis organizasyonunun bir parçası olarak çalışmış, Ankara, İstanbul ve son olarak TKEP tasfiyesi içinde ortağı İbrahim’le birlikte yer almış.
İbrahim Yalçın için söylenecek şey yok, o bir MİT ajanı olarak Acilcilere girdi, resmi olarak görevine devam ediyor.
Yumurtalar, yumurtalar…
Engin aptalı, günü birlik yaşadığı sendromun kabusları altında akıl almaz zorlamalarla ürettiği yumurtalar, polis imalatı Özel Harp Dairesi ajanı olduğu gerçeğini örtemiyor. Esiri olduğu kaderi iliklerine kadar acıyla yaşamaktan kurtulamıyor. Bir ömür boyu yalan üreterek bu yolda toprak olacak zavallı.
Belgesiz kanıtsız, hasım iddiasıyla kim kimi suçlayıp kimi ikna edebilir ki.
Bizler iddia ettik ve el yazılı belgeleri koyduk. Önce bunları temizlesin temizleyebilirse. Sonrası kolay gelir.
Sonradan aklına gelmekle hasım karalamaları yapmanın ecele faydası yoktur. Hele hele siyasi düzeyi sıfır olan birilerinin yazabileceği tek şeyin karalama olduğu bir koşulda, kamburunu örtmesinin imkanı yoktur.
El yazılı belgeleri ve kanıtları, el yazılı gizli yazışma mektuplarını orijinal haliyle izlemek isteyen okur için iki link vermekle yetineceğiz. Laf kalabalığı yerine orijinal belgelere bakmak yeter de artar.