1 Ağu 2010

170. DOSYA YARASI AKLINDAN BÜYÜK İTİRAFÇI ; ENGİN ERKİNER

ENGİN ERKİNER
YARASI AKLINDAN BÜYÜK İTİRAFÇI

Şerif Yılmaz
20 Temmuz 2010

Trablus 1983 savaşları ve şehit yoldaşları anlatmak o dönemi iyi bilmeyi gerektirir. Bir aptalın, bir MİT kuklasının, bir itirafçının bilgi düzeyi böyle bir veriyi kavrama şansı yoktur. Bölgeyi bilmeden bu savaş ve sonuçları üzerinde söz söylemek sadece o sözün sahibini alay konusu yapar.

Trablus savaşı, Beyrut kuşatmasının ardından geldi. 1982 Haziranında İsrail’in Lübnan’a saldırısı ve Beyrut kuşatmasının gündeme gelişi ardından bölgede güçler dengesinin ilişkisi de değişti. İsrail savaştan galip ülke olarak çıkmasının şartlarını dayatıyordu. Arkasına da Mısır, Suudi Arabistan, ABD ve İngiltere’yi alarak bu şartlarını mutlak bir yaptırım olarak ortaya koyuyordu. En önemli iki şart, İtani nehri güneyinde (İsrail’in kuzey sınırları, güney Lübnan) hiçbir silahlı Filistin örgütü olmayacaktı. Beyrut’taki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) karargahları Trablus’a taşınacaktı. İsrail, Filistin davasının direnme güçlerini kendinden uzakta tutmak ve Trablus gibi yerlerde sorunu Arapların bir iç sorunu haline getirmek istiyordu.

Gerici Araplar bu palanı destekliyor ve Trablus’u İsrail’in programladığı biçimde bir savaş alanı haline getirmek istiyorlardı. Bu amaçla Şeyh Sait Şaban Kuvvetlerini de destekleyerek İlerici Filistin güçlerine, İlerici Lübnan güçlerine ve Suriye’ye karşı bir iç savaş alevlendirmek istendi. Büyük paralar da döküldü. Saat başı mevzi değiştiren ortadaki Filistinli guruplar birer İsrail kuklası olarak rol oynuyordu.

Trablus savaşı Filistin örgütleri arasında bir savaş değildi. Bu savaşta yer alan güçler bu gerçeği yetirince açıklar. Gerici Filistin örgütleri, Lübnanlı Müslüman Kardeşler Örgütü olan Şeyh Sait şaban hareketi, bunları destekleyen Gerici Mısır ve Suudi yönetimi ve bunların yanında her türden lojistik ve hava desteği sunan İsrail, ABD ve İngiltere bulunuyordu. Bu bölünme, o kesitin orta-doğusunda her köşedeki saflaşmayı tanımlıyordu. Devrimci saflarda ise,  İlerici Filistin örgütleri, İlerici Lübnan direnme hareketleri ve Suriye bulunuyordu.
Bu saflaşma dün gibi bu günde tüm etkinliğiyle bölgemizde süren bir saflaşmadır. O gün keskin savaş ortamıyla temsil edilen bu saflaşma, Beyrut kuşatmasında İsrail’e karşı diğer tüm Türkiyeli devrimci örgütlerin savaşa katılması gibi, 1983 Trablus savaşlarına da katılmamız kaçınılmazdı.
Savaşı başlatma ve ona katılmak bir örgütümüzün kararıyla olmadı. Savaş patlak verdiğinde, Örgütümüz Trablus’tan çok uzaklarda (35 km) olan Filistin Nidal Cephesinin Halbe kampında bulunuyorduk. Bu örgütün kamplarında askeri eğitim görüyorduk.  Savaşın uzağında olan kampta nöbet tutulmasına rağmen savaş karşılıklı cephe ya da mevzi savaşı da değildi. Havan atışları, Kınnas denilen suikastçı atışları yapılıyordu. Bu ayrıntıları atladığımız zaman olayın detaylarını da anlam ve sonuçlarını da birbirine karıştırmış oluruz.

Savaşta biz taraftık. Kamplarında bulunduğumuz güç devrimci bir Filistin direnme gücüdür: Bu güçlerden dostluk dayanışması askeri eğitim alıyorduk. Savaş çıkınca kampı terk etmek, kaçmak ahlaksızca bir tutum olurdu. Bunu aklı başında hiçbir devrimci değil, hiçbir insan bile yapamazdı. Kaldı ki biz bu savaşta açıkça taraftık. Filistin halkının bölge halklarının yanında İsrail’e karşı duruyorduk. Tartışılması gereken bölge saflaşmasında yerimizin doğru olup olmadığıdır. Biz dün de bu günde aynı safta yer aldığımızı ve bundan onur duyduğumuzu ifade ediyoruz. Yeniden savaş olursa aynı saflarda da savaşacağımızı belirtiyoruz. Bu savaştan kaçmak, Acilcilerin işi değildi. Her kim ki Hanna Maptunoğlu yoldaşın bu konuda bir tereddüdü olduğunu iddia ederse o, kendi korkaklığını, kendi bilgisizliğini, kendi saf tutmadaki aptallığını hana yoldaşın sırtına yıkıyor demektir.

Bu savaşta, ölmek ve yaşamak kadar normal bir şey yoktur. Şehitlerimiz, örgütümüzün verdiği bir emirle karşı cepheye taarruz esnasında şehit olmadı. Böylesi bir çatışmada taraf olup olmamayı tercih bir yana konumumuz itibariyle, içinde eğitim gördüğümüz kamp itibariyle zaten hedef konumunda bulunuyorduk. Zaten yoldaşların şehit olması da bulundukları kampın içinde süren yaşamın devamında, uzaktan gelen roket ve havan atışlarıyla oldu.
Bu kesitin siyasi anlamanı Mihrac Ural yoldaş Şehit Vedat Erdal (Rıza) yoldaşın Kardeşi Mithat Erdal’a gönderdiği mektupta da şu şekilde açıklamıştır:
 Bir bölgede iki saf var ve bu iki safta savaş halinde ve her köşede yürüyen bir savaş. Ve  örgütümüz, Beyrut kuşatmasında  İsrail’e karşı bire bir dövüşürken Filistin Halk Kurtuluş Cephesinde (FHKC) olmamızla, Trablus savaşlarında Nidal Cephesinde olmamız arasında hiç bir nitelik farkı yoktu. Trablus savaşları, Beyrut ve güney savaşlarının bire bir uzantısıydı. İsrail, ABD ve Arap gericiliği Beyrut’tan çıkardığı güçleri, Lübnan’ı küçük kantonlara, devletlere, birbiriyle sürtüşen yönetimlere bölmek üzere ( Büyük Ortadoğu Projesi  ( BOP ) siyasetinin o günkü versiyonu),  İsrail’in uzağında olması koşuluyla, Trablus Şam kentinde yerleşmelerini dayattı. İsrail’i rahatlatma, ilerici güçleri zayıf düşürmek için, söz konusu gerici ittifak top yekun bu plana destek verdi.  Bu plan tutsaydı bu gün İsrail’e karşı hiçbir direniş ayakta kalmayacaktı. Güney Lübnan’ın 12 Temmuz 2006 savaşındaki başarısı olmayacak İsrail Ülkemizin sınırına kadar dayanacaktı. O gün de bu günde dile getirdik, bu bölgenin tüm savaşları, tüm siyasal olayları bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır.  O gün uğruna şehit olunun değerlerin hasadını bu gün hepimiz ve ülkemiz yapıyor. Bu bir siyasal algıdır bir kişinin keyfi duruşu değildir. Bunu anla bunu bilince çıkartmaya çalış. Gerisi yalanla örülü şaibeden ibarettir.

Trablus savaşının nedeni buydu. Bu savaşta Suriye  diye bir  fiili olay yoktu. Ama desteği vardı. İsrail, askerleriyle yoktu ama bu savaş İsrail için İsrail, ABD ve Gerici Arap destekli, savaştı. Bu yanıyla, şehitlerimize şaibe yapanlar, Suriye’nin bu savaşta taraf olmasını kabul edip, neden İsrail’i masum gösteriyorlar, İsrail’i gizliyorlar. Keyfilik tas tamam budur. Bu da bir siyasi duruştur. Bu çirkin insanların Gazze savaşı sırasındaki yazdıkları bir iki satırlık paçavraya bakın orada “İsrail demokratik bir ülkedir kendini savunuyor” dediler. Birbirini izleyen tutumlar…

Bu savaş âmâ gözlerle bakılsa da bir bölge savaşı, İsrail için yürütülen bir gerici savaş olarak belirmiştir. Tüm belgeleriyle, bu günde sık sık Arap basınındaki verileriyle, tarihe tanıklık eden programlarıyla, bu gerçekler ayrıntılı olarak sergilenmiştir. Ama çirkin insanların bu derinlikte, bu bilgi dönüşümünde yerleri yoktur. Onlar, Mihrac Ural sendromları için ilaç olacaksa, şehitleri kirletmek gerekirse onu da yapmak vardır.

Savaş yürüyor. Bizim kamp uzakta. Öyle şehir savaşı değil. Trablus kentinden onlarca km uzakta bir eğitim kampını havanlarla bombalamak, neyin nesidir Allah aşkına, bunu bir izah etsenize.  Havan gelebilir diye bir kehanet mi yürütülecek kaçış öncesi, nedir söyler misin. Eğitimini gördüğün cepheden o an kaçış palanımı yapılacaktı, “özür dileriz beyler, yedik içtik, eğitildik, ama camınıza taş atanlar var, kavga çıktı, size eyvallah” mı denilecekti. Bu konuda ölü konuşturan onursuzlar, Hanna yoldaşı bu kadar onursuz, bu kadar korkak mı bu kadar siyasi duruşu olmayan biri mi sanıyorlar.” (115. Dosya Şehit Vedat Erdal’ın Kardeşi Mithat Erdal’a Cevap)

Şehitlerimizi kirletmek için, olayı evirip çevirip bilgisiz, sıradan insanların kinleriyle açıklamaya çalışmak malum olduğu gibi Özel harp dairesinin işidir. Devrimcileri ve yaptıkları doğruları kirletme işidir. MİT ajanı İbrahim Yalçın da bunu yapmak için çırpınıyor.

Şehitlerimizi defnederken Başkan Öcalan’ın taziye mektubu, Nidal cephesi lideri Semir Goşe’nin mektubu bunun önemli bir belgesidir. Soytarılar bu belgeleri nasıl yutacaklarsa yutsunlar ama bölgenin gerçekler içinde yerleri olmayanların, bilgisi bulunmayanların yaptıklarının bir sol içine sızmış Siyonist algılar olduğunu bilmeleri gerek.

Bu aptallar, “her şeyi kirli göstermek gerek” diyorlar, çünkü “Mihrac Ural her şeyi üreten ve en önde durandı. Her şeye kötülemek Mihrac Ural’ı kötülemektir” diye düşünüyorlar. Bu sendrom onları ölene kadar da terk etmeyecek; bu bir kader, sırtlarına yıkılmıştır; ölene kadar da taşıyacaklar.

Bunlara göre, “Suriye’de işimiz ne ? Neden oralara gittik? Arap ellerinde ne işimiz olur ki”, Bunlara göre “Lübnan savaşlarında işimiz ne? Savaş patlak verdi neden kaçmadık? Kimsenin yanında olma derdimiz yoktu, bırakıp gitmemiz gerekirken neden ölelim? Bu davalar bizi ilgilendirmiyor, Filistin için neden savaşalım
Bunların aklı buraya kadar. Bu sorguları PKK için ve diğer Türkiyeli devrimciler için tekrar ettiklerini de biliyoruz. Bunun tek nedeni milliyetçi reflekstir, MİT’in kaygı ve tepkileridir.
Bu alanlar güç kazanma, güvenli yerde olma, toparlanma alanları olduğunu bilmek istemiyorlar çünkü ülke diye bir dertleri yoktur. Bunlar mücadele etmeye karşıdır; kimse güç olmamalı, örgütlenmemeli… Bu gün de polisin verdiği görevi, bu şekliyle hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Karalamalar ve şaibeler buradan ürüyor.
Şehitler üzerinde şaibe yaratanların sorunu ise kendilerinin şaibeli olmalarıdır.  Yarası aklından büyük olmak tas tamam budur. İşin bu boyutunda polis organizesiyle üretilmiş bir ikili duruyor. Onları bir daha tanıyalım.
Çok ağır bir yara, itirafçı olmak ve gelişmelerin, belgelerin kanıtların ışıkları altında polis organizasyonunda yer almak.

Engin Erkiner, İlkerleri ihbar ederek Beylerderesi katliamına yol açtığını kimse bilmiyordu. Bu açığa çıktı. Acilciler örgütünün kurucuları, siyasal iradeleri olan İlker Akman, Yusuf Ziya Güneş, Hasan Basri Temizalp Malatya Beylerderesi postanesi önünde kuşatılıp katledilmelerinin ihbarını Engin Erkiner yaptı.
Bunun ardından, evli ve bir kızı olduğu İlker Akman’ın kız kardeşini sokağa atarak işlediği ahlaksızlıktan uzaklaşmaya çalıştı.
Bununla kalmadı. Acilciler örgütü Ankara birimini polise teslim etti, Ömür Karamollaoğlu’nun ölümüne yol açtı.  Ankara birimini tefsiye eden bu polis organizesi kişi, İstanbul’a geçti.
İstanbul tasfiyesi için eylem gerekli görüldü. Bu ara MİT’in tanıştırdığı İbrahim Yalçınla birlikte tasfiye işine girişti. İstanbul Acilciler örgütü ve bu kişinin Türkiye çapında bildiği her şey polise teslim edildi. Polisin hiçbir koşulda adlarını açığa çıkaramayacağı insanları açığa çıkardı; Mihrac Ural’ı, Nebil Rahuma’yı, Ali Çakmaklı’yı polise ilk kez kendisi deşifre etti. Bu isimleri onlarca kes itirafnamesinde tekrar etti (bkz. 1. Dosya Engin Erikener Polis itirafnamesi http://tarihselhainler.blogspot.com )

Bu ikili burada da kalmadı. Acil hareketi saflarında çehreleri açığa çıkınca TKEP’e mülteci oldular. TKEP tasfiyesi öyle başladı. TKEP tarihten silindi. Bu süreci TKEP’li devrimciler çok iyi biliyor ve yeri geldikçe açıkça belge ve kanıtlarıyla ortaya koyuyorlar. TKEP’e “50 kişi mi ne” katıldıkları iddiasındalar iyi, peki bu kişilerin kaçta kaçını şu an ikna edebildiler %1’ni bile değil. İlginç değil mi?….

 30 yıl sonra bu ikili tekrar Acilci olmak gibi bir hevese kapıldılar. Heves değil görev. Çünkü Acilciler yeniden mücadelenin orta yerinde belirmeye ve yükselişe geçiyordu. Var güçleriyle toparlanıp demokrasi mücadelesine omuz vermeye çalışmak için hızla adımlar atıyorlardı. Bu MİT’i rahatsız eden bir gelişmeydi. Çünkü Acilciler ülkemizdeki farklılıkların kimlik haklarıyla
ilgili argümanlarını etkin tarzda dile getiriyorlardı. Bu ikili, yeniden Acile saldırı, karalama ve şaibe için göreve koşuldu.

Yaraları akıllarından büyüktü. Sırtlarında taşınmaz bir kambur bulunuyordu. Her şeyleriyle polis organizesi oldukları açığa çıkmıştı. Bunu kendi itiraflarında ifade ediyorlardı.

Engin Erkiner kendini tanıtıyor:
Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)

İbrahim Yalçın kendini tanıtıyor:
Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Sonuç:
Trablus savaşı örgütümüzün onurlu tarihinin erdemli bir duruşudur. Şehitleri kirletmek için yapılan girişimler kimsenin kamburunu öretecek bir yama olamaz.
Bölge saflaşmasında yeri olmayanların Siyonist propagandaya hizmet eden yaklaşımlarını ülkemiz solu içinde bir biçimde görüyor olmamız çok normaldir. Bu daha da açık hale gelecektir. Çünkü Türkiye’de ister istemez bu sürecin bir parçası olarak saflaşacaktır.
Acil hareketi hiçbir özveriden kaçınmadan bulunduğu bölgenin devrimci hareketi oldu. 1982 Haziran savaşına da 1983 savaşında da taraftı. Her zaman taraf olmaya devam da edecektir. Örgüt tasfiyeleri için örgütten örgüte iltica eden itirafçılar ve MİT ajanlarının havlamalarını ise hiçbir zaman muhatap almayacağız.
Demokrasi mücadelesinde gücümüz oranın da hiçbir özveriden kaçınmadın yolumuza devam edeceğiz.