THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması
30 Eylül 2011 / No: 33
PARLAMENTOYA
DÖNÜŞ
HALKIN
VERDİĞİ OYLARIN İREDESİDİR
12 Haziran
2011 seçimleri, ülkemizde birçok gerçeğin ortaya çıkışı için bir ölçü oldu.
Bu
seçimler, Ülkemiz demokrasi güçleri için birleştirici bir rol oynadığı kadar,
AKP iktidarının güç sınırlarının son aşamasına kadar dayanmasını sağlayarak,
ülkemiz siyasal saflarının net biçimde açığa çıkmasına hizmet etmiştir.
Emek,
özgürlük ve demokrasi güçleri blogunun, 12 Haziran seçimlerinde, bağımsız
adaylarla gösterdiği başarı, kazandığı 35 milletvekiliyle sınırlı olmadığı açıktı.
Halkımızın oyunu gasp eden, tercihlerini haksızca başkasına akıtan, iradesini
hiçe sayan, %10 barajıyla belki dünyanın en faşizan seçim yasasına rağmen
gösterilen bu başarı, önemli bir kazanımdır. Halkımızın iradesinin parlamentoya
taşınmasıdır. Parlamento da on yıllardır eksik kalan halkın siyasal iradesinin
temsil gücüdür.
Bu
başarı, Kürt halkının özgürlük mücadelesi kapsamında da olsa, ülkemizin
birleşik demokrasi ve emek güçleri için önemli atılım olanağı sağlamıştır. Bu
başarı, %10’luk gibi faşizan, ırkçı bir seçim barajının olmadığı koşullarda
katlanarak kendini gösterebilir; alınan milletvekili sayısı üçe katlanabilir, birçok
Büyük Şehirde AKP gericiliğinin ağır bir hezimetle yüz yüze kalması kaçınılmaz
olurdu. Bu gerçek, gerici iktidarın en büyük kaygısıydı. Halkın parlamentoya
ulaşması gereken iradesine karşı yürütülen akıl almaz kampanyalar bunun içindi.
12
Haziran seçimlerinde AKP’nin aldığı %50 oy oranı, esasında yolun sonudur. Seçim
sonuçlarının doğru okunması bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gösterir. AKP
alabileceği oyların son sınırına gelip dayanmıştır.
Bu
noktadan itibaren toplum, açık ve net olarak, birbirinden kopmuş iki siyasal
tercihle yüz yüze kalmıştır; demokrasi güçleriyle gerici güçler derin bir fay
hattıyla birbirinden ayrılmış oldu. Bu gelişme, gerginliğin sınır noktasına,
kopma noktasına, kırılma noktasına geldiğini gösterir. Saflaşmada, kimse
AKP’nin aldığının ötesinde bir hedef kitlesi yoktur olamazda. Bunun için dışa
açılma çabaları hız kazanmıştır. Ülkede kırılma noktasında olan enerji
birikimlerinin sönmesi için dıştan sutaşıma telaşı içindedir. Ancak AKP
iktidarı bunu, ikiyüzlü dış politikasıyla kaybetmiştir. Libya’da, Bahreyn’de ve
son olarak Suriye’de eli kanlı şebekelerin ortağı olarak oynadığı rolle
bitmiştir. Mısır’la Kavalılar dönemiyle birlikte ( M. Ali paşa ve oğulları,
1805 1952 başlayıp), Nasır dönemine kadar uzanan; Nasır devrimine karşı ise İngilizler
lehine çalışma (4 Ocak 1954 Büyükelçi Hulusi Fuat Tugay’ın kovulması olayı),
bölge savaşlarının tümünde İsrail’le ortak olmakla süren gergin ilişkiler.
Buna, Orta-doğuda yer edinme çabasında, Libya’da ortaya sergilenin ikiyüzlü
politika, Suriye’de iç karışıklıklarda açık bir taraf olarak kirli rol oynama
ve Erdoğan’ın son Mısır gezisinde (14 Eylül 2011) “Yeni halife” rollerinde,
yayılmacı söylemlerle, Mısır gibi kendini dünyanın merkezi sanan bir ülkeye
“yönetim biçimiy”le ilgili yaptığı önerilerin ciddi tepki çekmesini eklemek gerek.
Mısır iç işlerine karışmak gibi algılanan ve büyük tepkiler gören laiklik
söylemi “devlet laik olmalı ama ben laik değilim” gibi ucube söylemler, Mısırlı
Müslüman Kardeşler Örgütünü bile çileden çıkarmış, Erdoğan’ın ikiyüzlü,
yayılmacı, Yeni-Osmanlıcı söylemleriyle bu sahada yer alamayacağı dile
getirmiştir. Bu gelişmeler ülkede, varacağı sınırlara gelip dayanmış bir
iktidarın dışa açılarak tıkanışını kurtarma çabasında nasıl battığına dair
birer işarettir
Ekonomik
büyümede dünyanın ön sıralarında olmanın, bütçede ortaya çıkan 3,5 milyar
dolarlık açıkla bir aldatmaca olması, ve bunun ekonomik olduğu kadar sosyal ve
siyasal yaşamdaki tahribatları arasında nasılda göz boyama, hesaplarla
oynayarak krizin eşiğinde gelmiş bir ekonomiyi diri gösterme çabası verildiğini
anlamak güç değildir. .
Bu
verilerin ışığında, AKP’nin %50 oy almakla güçlenmediğini, sonun başlangıcına geldiğini
söylemek yanlış değildir. Bu yanıyla, önceki seçimlerde aldığı %35 oy oranı,
geride kalan %65 içindeki bağları ve uzantılarıyla, her sarsıntıyı daha rahat
karşılayabilirken, %50 ile ağzına kadar dolmuş su bardağının, en küçük
sarsıntıda bile dökülmeye mahkum olması gibi bir durumla karşı karşıyla
kalmıştır.
AKP
gerginliğinin nedeni de budur; ne demokratik açılım nede sosyal sorunları aşmak
için bir çaba verme şansı kalmamıştır. Bu iddiaları ise mutlak olarak abartılı
bir yalandan ibaret olmaya mahkumdur. Barış ortamının tüm verileri ortadayken
savaşı dayatmanın ve tırmandırmanın altında yatan da bu gerginliktir. Sınırına
gelmiş bir iktidar gücünün, toplum saflaşmasında yarattığı fay hattı budur.
AKP’nin
geri sayım süreci burada başlamıştır. Bu nedenle topluma deklare ettiği hiçbir
demokratik adımı atamayacak ve her şeyi güvenlik önlemleriyle çözme yönündeki
temel algılarına bağlı girişimleri derinleştirecektir.
Bu
tabloda ne demokratik bir anayasa ne de yürürlükte olan ve 90 yıllık tek
boyutlu milliyetçilikle takdis edilmiş kurum, kuruluş, yasa, yönetmenlik ve
kararnamelerin kurguladığı statüler değişme şansına sahip değildir. Savaşı kışkırtan,
uzanan barış ellerini öteleyen, aydınlara, yazarlara, gazetecilere sanatçılara
ve bil cümle düşün dünyasına amansız baskılarla saldıran, davalarla taciz eden,
zindanlarla sindirmeye çalışan AKP yönetimi, parlamentoda gerçek muhalefetten
uzak kalmanın avantajlarını da kullanır hale gelmiştir. Bu süreç, BDP’nin halktan aldığı temsil
yetkisinin parlamento dışı kalmasından da yararlanma çabası içinde olmuştur. Bu
durumun devamı ise, sivil diktatörlük heves ve hezeyanları için bir olanak
olarak görülüyordu. Parlamentoyu boykot bu aşamadan sonra, halkın iradesini
temsil etmekten kopmaya doğru yöneliyordu.
Alınan
boykot kararı artık bu anlamıyla sınırına gelmiş, siyasal hedeflerinin zıddına
dönüşme sürecine doğru yol alan bir handikap haline geliyordu. Siyasetin
kuralları, manevraları, taktiklerinin de belli bir sınırı vardı. BDP demokrasi
güçleri adına bu süreci başarıyla yönettiğinden söz etmek yanlış değildir.
Boykot kararını kendisi alan ve kendisi gerektiği zaman hiçbir imlaya, hiçbir
baskıya maruz kalmadan kendi kararıyla sona erdiren tutum, demokrasi güçleri
adına alınması gereken en doğru tutumdu. Nitekim bu kararın alınması önemli bir
başarıdır.
12 Eylül
2011 seçimlerine doğru gidilirken, demokrasi güçlerinin bir blok olarak BDP’ye
sundukları destek, Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle de kesişen yönelim,
demokratik bir anayasa için parlamentoda mücadele etkinliğini yükseltmek
üzerine oturmuştu; bu karar, boykotla ertelenmiş olsa da, parlamentoya dönüş kararıyla,
yeniden hayata geçirilmesi olumlu bir adım olmuştur. Bu adım seçim dönemindeki
desteği arkasına alarak başarabileceği önemli görevler olacaktır.
Ülkemiz
demokrasi güçlerinin önemli şansı, ezilen bir halkın özgürlük mücadelesiyle
omuz omuza olmasıdır. Başka ulusları ezen bir ulusun özgür olmayacağı gerçeği
demokrasi güçlerinin haklı duruşunu ifade etmektedir. Bu aynı zamanda, Kürt
halkının büyük fedakarla yükselttiği özgürlük mücadelesinin ülkemiz demokrasi
güçlerine nefes alma, kendini toparlama ve dayanışmanın yaratacağı birlik
ruhunu yeniden üretme perspektifi sağlamaktadır. Karşılıklı etkileşim içinde
kazanılan bu güç, sorumluluklarını yerine getirdikçe önemli atılımlara imza
atması kaçınılmaz olacaktır.
Bu
anlamda, parlamento alanında yürütülecek özgürlük ve demokrasi mücadelesi için
verilen oyları ve halkın iradesini temsil etmeyi yerli yerine oturtarak ifa
edeceği açıktır. Parlamento alanında, yapılacak çok büyük çabalar ve elde
edilecek önemli açılımlar olduğunu teslim ederek, bu alandaki mücadele için
verilen oyların, yeniden bu alana dönmesi, ülkemizi sivil diktatörlük
bataklığına sürüklemek isteyenler için önemli bir barikat olacaktır.
Demokrasinin kabul edilebilir kazanımları için güç olacaktır.
Örgütümüz,
demokratik anayasa mücadelesi yolunda bir güç kazanımı olarak gördüğü, özgürlük
ve demokrasi blogu milletvekillerinin parlamentoya dönüş kararını
desteklediğini belirtir, başarılar diler.
Mücadelenin
bu safhasında, Anadolu mozaiğinin eksiksiz temsili, haklarının teslimi ve bu
hakların demokratik anayasa güvencesiyle, ikircimliğe yol açmayacak kurum,
kuruluş ve yasalarla ikamesi dönemi başlamaktadır. Ayrıca bilinmelidir ki, ülkemiz
sadece Kürt halkının özgürlük aradığı bir ülke değildir. Ortak ülkemizin üçüncü
büyük etnik topluluğu olan Araplar dahil diğer tüm halkların ve ezilen
mezheplerin de hak ve özgürlük mücadelesi olduğu bilinmelidir. Bu gerçek,
siyasal mücadele programının içeriğini belirleyen bir veri olmalıdır.
Parlamento
mücadelesi ayrıca bölgemizde gelişen önemli olaylara karşı doru tavır almak ve
bunu her alanda ifade etmek içinde önemlidir. Erdoğan iktidarının, bölgede
oynamaya çalıştığı kirli rol, komşuların iç işlerine müdahale çabaları, Büyük
Ortadoğu Projesi (BOP) Eş başkanı olarak icra edilmektedir. Bunun pratik anlamı
ülkemizi, halklarımızın iradesine rağmen komşularda akan kana bulaşmak
demektir; Libya’da eli silahı çetelere ödenin 300 milyon doların kapalı
ödenekten çıkması gibi karanlık, hesapsız ve sorumsuz işler. Bu da tarihi
kinlerin yeniden körüklenmesi ve ülkemizin Osmanlıdan bu yana süren, NATO
güdümünde olmakla, bölgede alnı kara geçmişine yeni lekelerin sürülmesi
demektir. Parlamentoda mücadele bu açıdan da çok önem taşımaktadır. Komşularla
ilişkiler, adil, eşit ve ortak paylaşım üzerine kurulmadan, ülke içinde adil,
eşit ve ortak paylaşımla yaşamanın mümkün olmaz. Erdoğan iktidarının, “Komşularla
sıfır sorun” söylemi artık kof bir medya abartması olduğu açığa çıkmıştır.
Bu da parlamento içi mücadelenin önemini artıran etmenlerdir.
Demokrasi
ve özgürlük bu ülkenin her düzlemdeki sosyal-siyasal ilişkileri için gerekli
bir taleptir. Halkımızın parlamento mücadelesinden beklediği de bu haklı talep
için mücadele etmektir. Oylarımızın siyasi iradesi bu yöndedir. Parlamento içi
mücadelenin amacı da budur.
Halkımızın beklentisi de tas tamam budur.
THKP-C(Acilciler)
30
Eylül 2011