THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması
27 Ağustos 2011 / No: 32
DÖNEM
DUYARLI OLMA DÖNEMİDİR…
TUTUM
ALMA REFLEKS GÖSTERME DÖNEMİDİR…
Tüm
halkımızın ramazan bayramını kutlar geleceği özgürlük ve demokrasi içinde
mutluluk dileklerimizi iletiriz.
Bu duyurumuz,
bölgemizde ve ülkemizdeki gelişmelere duyarlılık çağrısı amacını taşımaktadır.
Bölgemizde ciddi gerginlikler yaşanmaktadır. Kaos ve savaş ortamına sürüklenmek
istenen bölgemize karşı duyarlı olmak bu tür karanlık amaçlara karşı tavır
almaktan geçiyor. Bu tavır bulunduğumuz yerde göstereceğimiz reflekslerle ifade
edilmelidir. Yaklaşan tehlikeye karşı sessiz kalmak, tehlikeyi artırmaktan
başka bir işe yaramayacaktır. Duyarlı
olmak tutum almayı gerektiriyor bunu yapmalıyız.
Ülkemizin
ve bölgemizin geçmekte olduğu süreç risklerle dolu kaotik bir süreç. Her şeyin
birbirini etkilediği ve tetiklediği bir ortam içindeyiz. Gergin dengeler içinde
geçilmekte olan bu süreç, ciddi yıkımların, çözümsüzlüklerin, açıldığında
kapanması mümkün olmayan dosyaların dönemi olma özelliği taşıyor. 21. Yy, 20 yy
başlarındaki gergin dengelerin bir üst evrede tekrarı görünümündedir.
Günümüzde
de I. Dünya savaşı kapanmamış dosyalarıyla boğuşan bölge halkları, yeni ve
kapsamlı bir sarsıntının figüranları olmaya doğru sürüklendiğini görmek için
kahin olmaya gerek yok.
İletişim
teknolojisinin dünya şer güçleri elinde, kamuoyu bilincini kesilmeden devam
eden yalan, kurgu, abartma, kışkırtmalarla bulandırma amacıyla sürdürdüğü
girişimler, hızla yuvarlanmakta olduğumuz çatışmaların da habercisidir. Bu
yanıyla, Libya’daki yıkım yeni başladı denebilir. Bundan sonrası çok daha
acımasız bir süreç olarak gündeme geleceği açıktır.
Bunca
yıkıma rağmen bir başlangıçtan söz etmek, Libya’yı nelerin beklediğini anlatmaya
yeter. Bu ise, yıllardır bölgemiz için
kurgulanın Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesinden başka bir şey değildir;
Toplumların siyasal kaderlerini, hatta toprak bütünlüklerini parçalayıp
dağıtmak, kaos içine gömerek geleceklerini rehin almak, iç çatışmalarla tüm
takatlerini tüketip sürekli dış güçlere, Emperyalist mal ve hizmetlere muhtaç
bırakmak bu projenin, “Yaratıcı Anarşi”, “temiz eller operasyonu” başlığı
altında, “sivillerin korunması”, “insan hakları”, “sivil toplum”,
“özgürlük-liberalizm” gibi söylemlerle tecellisinden başka bir şey değildir.
Bu
proje, Kuzey Afrika’da halkın diktatörlüklere karşılıklı yükselen haklı talepleri
üzerine binerek onu istediği yöne sevk etmiş bulunuyor. Tunus ve Mısır
devrimlerinin yolu kesildi, kısır döngüler dönemi, Pandoranın kutusundan çıkan
şer etkinlikleri tahrir meydanının sakinleri oldu. Bu iki ülkenin devrimi
ikinci aşamada demir bir pençe tarafından kıskıvrak yakalanarak tıkandı, nefesi
tükenmeye başladı, yapılan kimi hamlelerden de anlaşıldığı kadarıyla devrimler
ikinci aşamalarını tamamlama şansları hızla bitmektedir; İsrail’in Gazze’de
yürütmeye devam ettiği katliamlara karşı, Mısır’da gelişen son tepkiler, Mısır
devriminin nasıl da tükenmekte olduğuna, güçsüz düştüğüne amaç ve iradesinin
hızla kırılmakta olduğuna önemli bir işarettir.
Bu
iki ülkede diktatörler kaçıp gitmiştir, ama sistem hala, tüm kurum ve
kuruluşlarıyla, yeni diktatörlere miras olarak durmaktadır. Libya’da ise,
Kaddafi despotluğu yıkılmış ancak hiçbir alternatif sunulmadan, sunulmak istenmeden,
kabul edilebilir uzun bir iç savaş sürecinin kapıları açılmıştır; İç kargaşa, petrol
ve gaz akışı, ülkenin imarı için gerekli yatırım etkinlikleri, Amerikan,
İngiliz ve Fransız şirketlerine akışını aksatmayacak ölçekte sürdürmesi,
kışkırtılarak körüklenmesi sağlanacaktır.
Aynı
plan bölgemizde, yakın komşularımızda da aylardır yürürlüktedir. Komşumuz
Suriye’nin içine sürülmeye çalışıldığı kaosun hikayesi bu örneklerde yer
alıyor; Suriye’de de haklı halk talepleriyle başlayan sorunlar, adım adım
tırmandırılarak, yönetimin halkın tüm isteklerini ve fazlasını yerine
getirmesine rağmen silahlı çatışmalara kadar götürülerek yaratılmıştır. Suriye’nin
halkçı yönetimi, sistemi köklüce değiştirecek büyük bir reform paketini karara
bağlamıştır. Ülkenin Resmi Gazetesinde yayınlayarak da halkın kazanımı haline
getirmiştir. Ancak dış güçlerin isteği bu değildi. Reform yokken “reform”
diyen, reformlar ilan edilince “geç kalındı” diye ret ederek, hiçbir
siyasi talep, hiçbir alternatif olmadan ve diyalog önerisini ret ederek sadece
çatışmayı tırmandıran yönelimlerle kaosu akıl zoru yöntemlerle derinleştirme
çabası sürdürdüler. Eli silahlı şebekelerin, ülkeyi iç savaşa, “yaratıcı
Anarşi” tezlerinde anlam bulan, ölüm ve kan siyasetindeki yürüyüşü böylece
yükseltilmeye çalışılmıştır.
Bu
gün komşumuz Suriye, bu dış güçlerin ve içteki eli silahlı şebekelerin
tahripten başka bir izahı olmayan girişimleri altında, on yıllardır sürdürdüğü
direnme çizgisinin kefaretini ödemektedir. Bölge halklarının çıkarını savunun
bu siyasal duruş, Filistin direnme güçlerinin, Lübnan ve Irak direnme
güçlerinin, Kürt halkının Saddam’a ve ülkemizdeki 12 Eylül askeri faşist
rejimine karşı direnişinin ana yurdu olmuştu. Bölgede İsrail’e teslim olmayan,
adil ve kapsayıcı barışta ısrar eden, direnme güçleriyle omuz omuza olacağını
açıklayan Suriye, emperyalist güçler, İsrail, Siyonist Araplar ve ülkemizin
gerici yönetimi Erdoğan iktidarının saldırılarına göğüs germektedir.
Ülkemiz,
komşumuz Suriye’deki son olaylarda birinci derecede rol oynamıştır. BOP Eş
Başkanlığında anlam bulan karanlık ve kirli işlerin orta yerinde durmuştur;
yakalanan silahlar, itiraflar, haberleşmeler, belge ve kanıtlarıyla açık
olmuştur. Bu karanlık süreç, bir kez daha maceracı senaryoların peşinde
kaybedeni sadece halkımızın olacağı bir süreç olarak derinleşmektedir; Mavi
Marmara gemisi baskınında 9 vatandaşımızı katleden barbar İsrail’den bir özür
bile koparamayanlar, komşumuz Suriye üzerine, emperyalist-siyonist güçlerin
kuklası olarak baskı, savaş tehdidi, eli kanlı şebekelere lojistik destek
sağlamakta bir beis görmemişlerdir.
Ülkemiz
yüksek çıkarlarıyla hiçbir şekilde bağdaşmayan, Osmanlıdan farklı planla
kurulduğu iddiasında olan Cumhuriyetin “Yurtta sulh Cihanda sulh”
ilkesini ayaklar altına alan, “Komşularımızla sıfır sorun” adı altında
bir aldatmacadan başka anlamı olmadığı açığa çıkan siyasal yönelimlerin “Stratejik
Derinlik” olmaktan çok, iç politikada süren ikiyüzlülük olduğu açığa
çıkmıştır. Bu sadece gergin ilişkiler içinde olunan ülkelerle değil, kendini
dost gibi gösteren ülkeler açısından da açık hale gelmiş ve ülkemizin
güvenilmez bir ülke olduğu, maceralar peşinde sürüklenin üçüncü sınıf bir ülke
olduğunu göstermiştir; bir kez daha, “en ucuz malı askeri” olma
onursuzluğu, ülkemiz halklarının iradesine rağmen, iktidarlar tarafından sırtımıza
yüklendirilmiştir.
İşte
bu siyasal akıl, dışta tüm yönleriyle deşifre olmuş bu algılar, ülkemizin iç
siyasa yönelimleri üzerinde bir kabus gibi çökmüş bulunmaktadır. Ülkemizin bekleyen
demokratikleşme sürecinin rafa kaldırılması, 12 Haziran 2011 seçimlerinin
ardından, başlaması öngörülen demokratik anayasa açılımının ötelenmesi, askeri
darbelerin kurumlaştırdığı Ergenekon türü derin devletler yerine, sivil
diktatörlüğün kurumlaştırmaya çalıştığı İmamlar ordusu önderliğinde Cemaatin,
okyanus ötelerinden feyiz alan yeni derin devleti ve baskıları, İnancı bile
milliyetçi tek boyutlulukta dayatan, farklı mezheplere ise tarihin en kapsamlı
kuşatmasını ve baskı organizesini örgütleyen bu iktidar, bir kez daha kirli
savaşın, güvenlik önlemleri peşinde ülkemizde özgürlük ve demokrasi arayışında
olan farklılıklar üzerine yürümeye devam ediyor.
Sınır
ötesi operasyonlar uçaklarla, helikopterlerle, füze ve bombalarla, katliam
üzerine katliamlarla, kuşatma, basık, göçe zorlama, kazanılmış hakları sindirme
halkın seçimlerde beliren iradesini ezme gibi akıl almaz bir anti demokratik
pervasızlık içinde devam etmektedir.
Seçimlerden
yüksek oy aranı almanın hiçbir ülkede iktidar olmak ve ülkeyi demir bir pençede
yönetme şansı vermeyeceğinin en önemli örneği bu gün ülkemizde yaşanmaktadır.
Buna yol açan neden, ülke sorunlarını halkın iradesi doğrultusunda çözmek
yerine, halkın iradesine rağmen çözme girişimidir. Çözüm yolunu özgürlük ve
demokrasi de görmek yerine, baskı ve zorbalıkta görmektir. Buradan bakılınca,
sivil diktatörlüğün baskıcı eğilimleri, bölgede gittikçe tırmanan kaoslar
nedeniylede daha da derinleştirip sürdürüleceğini görmek güç değildir. BOP Eş başkanlık
kürsüsünden yola çıkarak, bölgede kendi elleriyle yarattıkları kirli ortamları
gerekçe gösterip, ülke içinde kirli savaşı derinleştireceklerini anlamak zor
değildir.
Bütün
bu gelişmeler, bölgemizde ciddi gerginliklerin yaşanacağına bunun ülke içi
gerginliklerden bağımsız olmadığına bir işarettir. Bu, ülkemizde Kürt özgürlük
hareketine yönelen zorbalığın aynıyla bölge halklarına karşı da sürdürüldüğü,
aynı kaynaktan ve aynı güçlerin eliyle ikame edilmek istendiğini gösteriyor.
Amaç ve araçlarda, zaman ve mekan verilerinde bu ölçüde bir kesişme, bölgeyi
bekleyen tehlikenin kapsam ve derinliğini göstermeye yeterlidir.
Bütün
bu gelişmelere dünyada hızla derinleşen ekonomik krizin etkilerini de
eklediğimizde bölgemizin nasıl bir cehennem alanına döneceğini kestirmek zor
olmayacaktır. Ülkemiz bu arbedenin tam orta yerindedir. Bölgeyi yakıp yıkacak bir
gerginlik olduğu gibi, tüm şiddetiyle ülkemizin orta yerinde deprem yaratacaktır.
Bu depremin yıkıntıları altından kimse canlı çıkamaz. Emperyalist-Siyonist
güçlerin istediği de tas tamam budur.
Bu
karanlık tünelin sonunda hiçbir ülke bütünlüğünü koruyamayacaktır, hiç bir
harita olduğu gibi kalmayacaktır, bu cehennemde ölenlerin acısından kurtulan
bir ev kalmayacaktır. Gençler ölürken anaların gözyaşı, toplumların birbirine kin
ve intikamla dolu olacaktır. Telef olmayan, güçten düşmeyen, kırılıp dökülmeyen
hiçbir şey kalmayacaktır. Ateş bir yere değil, her yere düşecektir. Bunu
hissetmeyenler, farkına vardıklarında iş işten çok geçmiş olacaktır.
Bu
korkunç tablonun önüne geçmek mümkün değil mi? Evet mümkündür.
Erken
teşhis, erken müdahale ölümden kurtarır dedikleri gibi, öncelikle ülkemizde
yürütülen bu maceracı politikaları yerinde durdurmakla işe başlanmalıdır. Bunun
ilk adımı her siyasal etkinliğin bir bütün olarak kendi alanında muhalif sesini
yükseltmesi gereklidir. İç politikada süren ikiyüzlülüğe dur dememiz
gerekmektedir. Bölgede sürdürülen ve komşuluk haklarına tecavüze karşı daha da
aktif bir refleks göstermek gereklidir. İktidarın ülkede ve bölgede yarattığı
kaosları gerekçe göstererek askeri ve güvenlik girişimleriyle bir kez daha
kanlı ve kirli savaşı tırmandırmasına dur dememiz gerekmektedir.
Sonuç
olarak, iç politikada tırmandırılan sivil diktatörlük, kirli savaş, demokratik
açılımları öteleyen girişimler durdurulmaksınız, dış politikada komşularımıza
işlediğimiz ihanetler, kanlı iç çatışmalarda aldığımız yer ve kışkırtıcı
girişimler, bölgeye yönelik yeni Osmanlıcılık adı altında yayılmacı, nüfus
alanları oluşturucu sömürgeci yönelimlerin, sonuçta ülkemizi yakıp yıkması
kaçınılmaz olan etkilerini önlemenin imkanı olmayacaktır.
Örgütümüzün
çağrısı, duyarlı olma, farkında olma çağrısıdır. Ülkemiz gelişmelerine olduğu
kadar, bölgemiz gelişmelerine duyarlı olmaya, refleks göstermeye çağırıyor.
THKP-C
(Acilciler)
28
Ağustos 2011