5 Eki 2010

GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ

199.DOSYA
GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ



Mihrac Ural, 1979 Konya cezaevi.
“ULUSAL SORUN” kitabının yazımı sürecinde, yazımın yapıldığı daktilo ve yararlandığım kitaplardan bazıları. Örgütün Ulusal sorun konusundaki ilk ve tek kapsamlı yazısı bu kitaptır. Bu kitap (ULUSAL SORUN), ilk baskısı teksirle yapılan II. Baskısı 1979 sonlarına doğru, örgütün ilk matbaa baskısı  kitabı olarak basılıp piyasaya inen “KAPİTALİZİM Mİ ? SOSYALİZİM Mİ?” kitabımdan sonra ikinci kitaptır. Konya cezaevi siyasal evrimin önemli bir halkasıydı. Ciddi siyasi ayrılıkların tezleri burada temellendi, savaşın askeri değil politik sanatı olduğu gerçeği ilk kez burada formüle edildi. Bu süreç siyasal ayrılıkların gerçekçi teorik araştırma ve tartışmalarla ayakları üzerine dikildi kesittir; “ayrılığa teorik kılıf üretme süreci” değildir. Bir örgütün siyasal nedenlerle bölünmesi karşılıklı saygıyı oluşturur, olanda buydu; herkes kendi yoluna. HDÖ ve Acil ilişkisi böyle bir ayrışmayı ifade eder. Bunu kanlı bir çatışma olarak lanse etmek için şeytanın aklına gelmeyecek yalan ve dolanla, ilişki ve olayları yamayarak iki örgütün tarihini kanlı ilişki tarihi olarak lanse etmeye çalışmak, sürecin siyasal evriminde rolü olmayanların iflasla sonuçlanmış 3 yıllık karanlık çabalarını anlatmaya yeter.





“Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu” yazısıyla ilgili

Kısa bir not:

 Mihrac Ural

5 Ekim 2010

Türkeş eylemi, kapsamlı bir eylem. Bu eylem örgütsel bir eylemdir. Bu eylem tüm detaylarıyla az sayıda yönetici yoldaş tarafından bilinir, ayrıca eyleme Katalan yoldaşlarca  görev yerleri itibariyle bilgi verilmiştir. Bu arkadaşlar, Nebil, Hanna ve Müntecep hariç tümü yaşamaktadır, Müntecep,  A.D’nin ekibinde bir militan olarak görevliydi. K kod adlı yoldaş bu konuda bilgi sahibidir; İskenderun’da, nenesinin evinde yaptığımız hazırlık ve sonrası onun emekleriyle gerçekleşti. İskenderun’da olay Asi yoldaşın anlattığı gibidir. Özel olarak adını anmadığım yoldaşlar, bilmeleri gerektiği kadar bilgileri olmuştur.

Ölü konuşturucusu, bu eylemin bir köşesinde kaldığı evin önemi dolaysıyla görevlendirilmiştir. Eylemin bu köşesi hakkındaki bilgileri bile sınırlı tutulmuştur; kablo uzunluğu gibi fasa fiso sorularla bilgi sahibi olduğuyla avunsun. Ona yeter. Bu eylemle ilgili konuşacağı başka bir köşe de yoktur. Sümerlerde Nebil’le birlikte yaşadığımız olayı bile ters yüz edecek kadar anlamsız kin tepkileri ona bu eylemi hakkında konuşma olanağı yaratamaz.  

Kinlerini boşaltama çabasında olanların, uygun lağım çukurlarıyla buluşmakta zorlanmadıklarını biliyoruz.

“Maç Başlamadan Bitmiş”te neler olmuşta… Kim kiminle maç yapıyor Allahım… Elimin tersiyle itiyorum; sinek sıklet ringde görünmek istiyor, ağız çalkalama hunisini tutsun ona yeter.

Bu komediler Donkişotlar için iyidir ama gerçekler için değil. Büyük başlıklar kişiyi büyütmüyor. Hiçbir zırvalık muhatap alınmayacaktır. Örgütsüz olan, arkasında örgüt sorumluluğu olmayan, tartışmaya katacağı bir değer olmayan ilkel içgüdülerinin kin refleksleriyle söz söyleyen arsızları ciddiye almayacağız; bu meyanda muhatabımız olmayan MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın, MİT’le tam olarak ne zaman ilişkiye geçtiğini açıklaması beklenmektedir diyeceğim. Verdiği tüm tarihler yalandır, doğru tarih boynunda yafta olarak asılacaktır.

İtirafçı Engin Erkiner’le ve MİT ajanı İbrahim yalçın’la yaptığı gizli paslaşmaların sahibini olduğunu bu yazışmalarla açığa çıkartmış olduk. Bu önemliydi. On yıllar sonra ortaya kustuğu bu kinin normal insanlarla ilgili olmayacağı, 33 yıl önceki bir eylem üzerinde yürüyecek tartışma adabına da uygun olmadığı görülmüştür; eylem kararını alan, İskenderun, Antakya ve Antakya içindeki tüm alanları belirleyen, militanları görevlendiren kişi olarak gerekli açıklamaları yapmışken, bu detaylardan haberi olmayan birinin zırvalıklarını elimin tersiyle itmekle yetineceğim. Zavallı birine verilecek cevabım olmayacaktır.

Çakallar aslanların arkasından kemik toplar olay bu kadar.

Yazılan her şey belgesiyle tanıklarıyla ve her yönüyle ortaya konulmuştur. Ayrıntıda yer alanların genel adına konuşamayacakları açıktır.

Nebil yoldaşa yapılan ahlaksız teklif ve Nebil yoldaşın cevabı meselesi, İstanbul eylemleri (Banka kamulaştırması, Küllük Kıraathanesinin taranması, araba kamulaştırmaları ve diğer eylemler)  ve diğer birçok eylem önümüzdeki süreçte yeri geldikçe ve gerektikçe yazılacaktır.

Türkeş eylemi basının da ilgisini çekmiş bulunmaktadır. Ancak, bu konuyla ilgi kimseye daha fazla detay verilmeyecektir. A.Ç’nin açıklamasında geçen “30 m civarında olmalıydı” cümlesi 130 metre civarında olacaktır; düzeltmeyi A.Ç yazıyı okuduktan sonra yapmıştır. Düzeltme ana yazıda yerine getirilmiştir.

Belgesiz, kanıtsız, canlı tanığı olmayan hiçbir konu bu blogda yer alamaz. Her şeyi çirkin ve kötü göstermeye kurgulanmış olanların görüşleri ciddiye alınmaz. Siyasal yazı yazmayıp bu sürece, sırf tarihin çöplüğündeki kinlerini kusanlar muhatap alınmaz.

Örgüt tarihi yazılırken bu hususlar bizim için temel ölçüdür.


Mihrac Ural
3 Ekim 2010


Bu bir cevap değildir. Okurla bilgi paylaşımıdır. İlkelerim hainleri, satılmışları, ahlaksızca belgesiz kanıtsız konuşanları, ölü konuşturucularını  muhatap almaya engeldir.
Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu” yazımın tarihe düşeceği not anlamında, itiraz ve eleştirileri açığa çıkarmamı gerektiriyor. Bu konuya dair son yazım olacak.
Birincisi;  Sümerler mahallesinde ölü konuşturucusunun bahsettiği gibi bir kahve kavgası olayımız yoktur. Sümerlerde olan ve Nebil’in yeğeni Ahmet Zubari’nin anlattığı olay Türkeş’in mitingine gelen faşistlerle ilgili olaydır. Özel olarak kahvehane kavgası diye bir olay yoktur. Ölü konuşturucusu yalan söylüyor. Bu mahalle ki (Sümerler) ilericilerin mahallesiydi, bu mahallede hiçbir zaman hiçbir nedenle bir kavgaya mahal yoktu.
Türkeş’in konvoyuna yaptığımız saldırıda çıkan arbede nedeniyle çok insan caddeye dökülmüştür. Mahalle halkından da yardım görülmüştür. Ahmet Zubari de olayı  bu ayrıntılarıyla anlatmıştır.
Ölü konuşturucusu, Cumhuriyet mahallesindeki faşistlerin toplandığı kahvedeki kavgamızı nereden duymuş da aklında kalmışsa, bunu Sümerler’de oldu diye uydurmaya çalışıyor.
Cumhuriyet mahallesindeki faşistlerin kahvesinde yaşanan olayda, her zamanki gibi Nebil’de yanımdaydı. Bu olayı bilahire detaylarıyla anlatacağım; Acilcilerle-Ülkücü faşistlerin vuruşmaları ardından yaşananlar, Antakya Lisesi yakınlarında yeni binasına taşınmış Sendikadaki kuşatmaya ve bu kuşatmanın, Dırdyak mahallesinde oturan ünlü faşist Dağıstanlı ailesiyle (Emin, Abdulsamat, Serbülent, Ercüment Dağıstanlı) sert tehditler eşliğinde geçen gerginliklerle son buluşunu konu edecektir. Bu olay da okuyucuya Antakya devrimci mücadelesinin çok özgün bir tablosunu anlatacaktır. 
Nebil'in yeğeni Ahmet Zubari'nin anlattığı ve benim yaşadığım olay budur. Olayın gelişimi detaylarıyla şöyle yaşandı: Harbiye istikametinden şehre doğru gelen Faşist MHP konvoyunu, Jawa motoru üzerinde benle Nebil karşıladık. Ahmet’in anlattığı olaylar oldu. Tek doğru olan da budur. “ Sümerler mahallesi ekibi içinde bölgede nöbet tutuyorduk. Nebil'le birlikte bizi kontrole gelmiştiniz ki, faşistlerin konvoyu tezahüratlarla gelmişti. Nebil o an motoru üzerlerine sürdü, siz de, faşistlerin ellerindeki pankartları çektiniz, dolmuşun da kapısını açarak faşistlere saldırdınız, dolmuştan inen, dayağını yiyip kaçıyordu. Bir arbede ortamı oldu. Yol çatıda Camlı Binanın oralarında duran polisler motorlarıyla gelmeye başladı. Nebil bana “motoru al kaç, sakla” dedi ve ben motoru alıp arka sokaklara villalardan birinin bahçesine sakladım. Olay yerinden uzaklaşmıştım. Siz Nebil’le birlikte daha sonra polislerin gelmesi üzerine dağ yoluna doğru yönelip olay yerinden ayrılmıştınız.”
İkincisi; “Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu” yazısı tam bir yıl önce yazıldı ve bekletildi. O tarihte yazıyı incelemesi için MY yoldaşa gönderdim. Ölü konuşturucu, hayatı boyunca yalan söylemekte bir beis görmediğinden, başkalarına da aynı anlayışla yaklaşması normal. Bulunduğum ülkede blog giriş yasağı olduğu için hiçbir blogu izleme şansım yok, kendi blogumda dahil. Yazıları bana, konusuna göre tercihli olarak talep üzerine yoldaşlar gönderirler. Onun yazdığı yazılarla hiç ilgili de değilim. Blogları açma programları olduğu söylenir, ben böyle bir programı yükleme gereği bile duymadım.
Bu nedenle her zaman yaptığı gibi, sormadan konuşarak ahlaksızca yazmaya devam ediyor. 
Acilcilerin “Türkeş Eylemi” dört başı mamur bir eylem planının ürünüdür. Ölü konuşturucusunun bu planlamada hiçbir yeri yoktur. Eylemin bir köşesinde kaldığı evin özelliği dolayısıyla görevlendirilmiştir. Söz konusu köşedeki görevlerle ilgili bir kez daha A.Ç’yi aradım ve konuştum. Olay anlatıldığı gibidir. Başka konular da aktardı, o evde dönenlerin örgütsel faaliyet dışı konumuyla ilgili ki, Nebil’e yapılan ahlaksız teklif ve verilen cevapla uyumlu olduğu görülmüştür.
Türkeş eyleminin Stadyum çevresi ayağını bir kez daha A.Ç’den dinleyelim; “ Z.Ş adlı ve S kod adlı kişiler ve kız arkadaşı vardı, bir gece önceden olacaklar için hazırlandık. Her şey döşenmiş piller bağlanmış fotoğraf flaşıyla patlatılacak fünyenin elektrik devresi tamamlanmıştı. Teller çok uzundu.130 mt. civarında olmalıydı. Her şeyden emindik, elektrik devresini kapatmaktan başka bir sorunumuz kalmamıştı" devamla da “Arkadaşlar sonuç alamayınca, yanlarına indim, bir de ben deneyim diye bir kez daha devreyi kapattım, telleri birbirine değirdim. Ama sonuç aynıydı” Türkeş eyleminin bu ayağında durum budur, kimse başka bir şey uydurmasın.
Ölü konuşturucusunun sinir sistemi tutmamış, bir kez daha bilmeden konuşmuş, “Acil tarihinde A.Ç.ya yer açın!” diyor. Kendisi tarihsiz ya başkasını da öyle görecek.
A.Ç. bu örgütün en genç militanlarından biri olarak, sürecin başından itibaren devrimci mücadelenin içinde yer almıştır. Müntecep Kesici’yle aynı dönemin insanıdır (Müntecep kucağında ölmüştür, ölüm olayını tüm detaylarıyla bilen, görgü tanığı bir yoldaştır.)
A.Ç. için örgütsel tarihiyle ilgili ne kimsenin yer açmasına ne de birilerinin referansına ihtiyaç vardır.
O, ülkede diğer militanlar kadar kahramanca bir mücadele sürecinden geçmiştir. On parmağında on marifet bir militan. Ailesinin tüm gençleri örgüt saflarında yer almış biri olarak, yurt dışında Filistin halkıyla dayanışma mücadelesinde, İsrail yanlısı Falanjist kuvvetlerin (Ketaib) eline esir düşmüştür (Şubat 1982), 7,5 ay esarette kalmıştır. İşkencenin her türünü görmüş direnmiştir. İsrail’in Beyrut kuşatması sona erince 1 Eylül 1982’da özgür olmuş, örgüt merkez kampına dönmüştür. Uzun yıllar Halep sorumlusu olmuş, örgüt kongre ve konferans delegesi olarak görev üstlenmiştir. Aldığı her görevi başarıyla yerine getiren yoldaş, hala görevi başında ülkesinin demokrasi mücadelesine özveriyle katılmaktadır.
Ölü konuşturucusu ise hiçbir zaman Acilci olmamıştır. 78-79 ayrılığıyla birlikte, Örgütümüzle uzak yakın hiçbir ilişkisi yoktur. Bundan öncesi, kıyımızda köşemizde olmadan başka bir özelliği de yoktur. Bu gün itibariyle iç işlerimize burnunu sokması ise, ölüleri konuşturarak yalan yanlış malzemeleri itirafçılara, MİT ajanlarına sunmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Bu adamın çırpınışlarını başka bir yere oturtmanın mümkünü de yoktur. Bu muhbir şebekesinin içinde asli bir üyedir.
Buradan şunu diyebiliriz, sen kimsin A.Ç. kim…
Sen, A.Ç’nin okyanusunda bir damla bile değilsin. 25 yıl geriye dönüp baktığımızda, devrimci örgütlü tek bir anın bile yok. Bu yazımlarda, özgün sıfatlarla anılman bile sana verilmiş bir şereftir.
Üçüncüsü; Türkeş Eylemi’nin esas yazımda yazmak isteyip de bu süreci bilen yoldaşların yer almasını istemediği bir bölümü daha var. A.D yoldaşla, yazıyı bir yıl önce kaleme alırken uzunca sohbet ettim. MSN yazışması 20 sayfaya yakın çok önemli bir sohbetimiz bulunuyor. Bunu daha sonra yayınlayacağım.
A.D yoldaşın söylediği; “Biz bu eylemi, şehrimize dayatılmak istenen Çorum, Maraş gibi olayları önlemek için bir savunma olarak yaptık. Amacımızın kitle katliamı olmadığını bu güne kadar, senin de başında olduğu bu hareket yeterince ispat etmiştir. Bu eylemi anlatırken buna dikkat edilmelidir.” diyerek ısrarlı vurgu yapmıştır. Haklıydı da.
Bu eylemin eksik kalan ayağı için de birçok alanda önlemler aldık. Türkeş konvoyuna, Mitingde toplanan ülkücü faşistlere yönelik ciddi bir silahlı  tarama eylemi düşünülmüştü. 
Bunun vuku bulmamasını bu günkü  algılarımla yerinde ve olumlu buluyorum. Bu konuda yazılacak bir başka şey yoktur. Muhbirlere verilecek bir prim de olmayacaktır.
Dördüncüsü; ölü konuşturucusu illa kendince bir şeyler yaptığını gösterecek. Hadi oradan be sahtekar…
Yazımı bir daha oku. Biz örgütlü mücadeleden, örgüt kararı ve girişimlerinden söz ediyoruz. İşkembe-i Kübradan yumurtladığın eylemlerden değil. O günlerde bile kaygı, şüphe uyandıran saçma sapan, ekstrem çıkış ve dengesizlikleri bilinen biri olarak kafandaki eylem kurgularıyla örgütümüzün hiçbir ilişkisi yoktur. Küçük beyninin içindekilerle bir ilgimiz olmadı olmayacaktır da.
Tekrar edeyim; “Antakya gerçeğinde, örgütün imzasını taşıyan” dedim, kendi kendine bir pislik yaparak provokasyon yaratacak eylemlerinden söz etmedim. Bir örgütsel yapı ve onun kararından söz ediyorum. Bu dönemle birlikte, yapılan bile istisnasız hiçbir şey Mihrac Ural’ın olur ve kararı olmadan yapılmamıştır. Yapılamazdı da. Kim kendi başına örgüte haber vermeden bir saçmalık yapmaya çalışmışsa o, Antakya’daki devrimci mücadeleye köstek olan ve sorumluluğunu üstlenmeyeceği iş yapmış demektir.
Örgüt imzası taşımak” ise örgütlü insanların bileceği bir şey, ölü konuşturucularının değil, şehirde önceden kurulmuş (sadece iki kuruluş vardı TÖB-DER ve Antakya Devrimci Kültür Derneği) ya da sonradan kurulan tüm dernek ve faaliyetleri (Dırdyak Derneği, Armutlu Derneği, Harbiye Derneği, ilçelerde kurulan köylerde kurulan tüm dernekler) legal ve illegal çalışmalar Mihrac Ural’ın başında bulunduğu merkezi bir komite tarafından, Mihrac Ural’ın onayı ve oluru alınmadan yapılmamıştır. Bu komitede kimlerin olduğu bilinmektedir.
Ölü konuşturucularının ise hiçbir yeri olmadığı da malum. Kim ve ne kadar militan olarsa olsun, örgüt komitesinin başında olan Mihrac Ural’ın oluru olmadan hiçbir örgütsel iş yapılamazdı. Bu disiplin Antakya çalışmasını başarıya götüren disiplindi. Gerisi fasa fiso kurgulardan ibarettir.
Bu kadar sözden sonra mutlaka uykun gelmiştir, hadi git uyu.
Artık boşuna çırpınma, senin işin karalama, hainlerin değirmenlerine su taşımaktır, boşluk doldurma şansın da yok. Kinini açığa çıkartmayı başardık. Artık hiçbir duygunu gizleyemeyeceksin, dökül bunu bekliyoruz. Bu çırpınışın ne sana ne itirafçıya  ne de MİT ajanına hiçbir faydası olmayacaktır.
Beşincisi;  bu şebekenin lağım çukuru İtirafçı Engin Erkiner’e küçük hatırlatma.
Boşuna  yalan söyleme TDAS’ı sen yazmadın bunu tüm yönleriyle ispatladım ( bkz. TDAS’ı  kim yazdı? http://mirural.blogspot.com/ ). Bunun altında ezildin. Bu nedenle yazdığın her yazıda bu konuyu işleme zaafını da ortaya çıkardım. Yazım psikolojisi seni hep ele veriyor.
Şunu düşünmek yeter, ne öncesi ne sonrası kapsamlı bir siyasi yazısı olmayan biri TDAS’ı yazmış olamaz. Sonra, son otuz yılda yazdıklarına bak, ne ülke ne dünya sorunlarıyla ilgili net bir görüşün yok ve bu konuda ciddi bir makalen dahi bulunmuyor.  Var olan yazıların kıytırık iki paragraftan ibarettir; hiçbir net tutumu olmayan, soyutlaması bulunmayan, başkasının görüşlerinden aktarılan ezberlerin genellemelerinden ibarettir.
Buna rağmen, etik değerleri çiğnemeyen her siyasi yazım emeğine saygıyı öneririm.
Bana gelince; polis itirafnamende sen bile dile getirmişsin: “MİHRAÇ orada kaldığım 4-5 gün içinde 400 adet civarında dinamit lokumu, tahminen 150 adet civarında elektrikli ve normal funye, 10 kutu 7,65 mm. Çapında mermi, 8-9 kutu 60 lık 9 mm. lik uzun mermi, 2 adet Kalaşinkov marka tüfek, tahminen 200 adet civarında Kalaşinkov mermisi temin ederek bana teslim etmişti. Ayrıca tahminen 10 adet “Sosyal-Emperyalizm” (iki kelime çizildi) “SOVYET SOSYAL EMPERYALİZM TEZLERİNİN SAÇMALIĞI” başlıklı, 212 sahifelik ve HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ imzasını taşıyan broşürü vermişti.”         ( Engin Erkiner’in polis ifadesi s:10-11)
Bu broşür, 1979 sonlarına doğru Ankara’daki örgüt matbaasında KAPİTALİZM Mİ? SOSYALİZM Mİ?” başlığı altında kitap olarak basılmıştır.
Örgütümüzün piyasa inen matbaa baskısı ilk kitabı da budur ( tarih yazarken bunların birer köşe taşı olduğunu hatırlatırım). Onlarca kitaptan yüzlerce alıntıyla oluşturulmuş bu kitap, o dönemin en önemli tartışmalarında etkin rol oynamıştır. Her Acilcinin başucu kitabıydı. İtirafçı bu kitabi ilk basımından sonra okumuştur, yalancı adamın kitabı “radekte” ettiği sallaması ise, yukarıdaki polis ifadesiyle de yalanlanmış olmaktadır.
Konya cezaevine gelince. Örgütümüzün  “ULUSAL SORUN” konusundaki ilk ve tek kitabı, onlarca makale yazımıyla birlikte Konya cezaevinde kaleme alınmıştır. CEPHE’nin yazılarını da orada kaleme aldım. Onlarca kitap orada okundu, yüzlerce alıntı ve yorumum orada işlendi. Aşağılık adam itirafçı Engin Erkiner’in göz göre göre bu konuda yalan söylemesi, onun geçmişten gelen özelliğinden başka bir anlama sahip değildir. “ULUSAL SORUN” kitabının yazılış süresindeki Konya cezaevindeki fotoğrafım ile kitabın yazıldığı daktiloyu gösteren fotoğrafımı, suratına bir şamar gibi vuruyorum.
Niğde cezaevindeki dillere destan kütüphanemizi tüm örgütler bilir, Bu kütüphanenin en önemli kitaplarını bu güne kadar yanımda korudum. Meşhur Mavi cilt kaplamaları bu kesitte yer alan tüm yoldaşlar bilir. Buna karşı itirafçı Engin’in koruma kaygısı taşıdığı tek bir kitabı olduğunu göstersin alnını karışlarım (yarın bunu meziyet gösteren bir sallama yazı döşer, bekleyin ve görün). O insana karşı olduğu kadar kitaba karşı da sorumsuzdur. Kişiliğinin, itirafçılığıyla kesişen en önemli göstergelerinden biri de budur.
Altıncısı; geriye MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın bu yazımdaki payına gelince.
Söyleyecek bir sözümüz yok.
Bu satılmış adam, hala konudan konuya atlayarak MİT’le ne zaman ilişkiye geçtiği sorusuna cevap vermemek için savsaklamalarına devam ediyor.
Ama soru, şimşek gibi beyninin ortasında patlayarak yer almaya devam ediyor.
İbrahim Yalçın MİT’le ne zaman ilişkiye geçtin?
Üç tarih veriyorsun üçü de yalan. Verdiğin tarihleri bile tersten başlatıp bulanıklık yaratmaya çalışmışsın,  MİT’le ilk kez ilişkiye girdiğin tarihi 20 Ekim 1986 olarak veriyorsun, dönüp 13-16 Ekim 1986’da Sarı Vedat’a randevu verdim MİT’in de haberi vardı diyorsun, yani ilişkin daha öncelere dayanıyor. Bir başka sayfada ise 28 Ağustos1986’de MİT’ten 150. 000 TL alarak örgüt merkezine geçtim diyorsun; yani çok daha eskiye dayanan bir ilişki içindesin. Bunu kendi el yazınla itirafnamende dile getiriyorsun. Kendimizden değil, sana ait el yazılı belgeyle konuşuyoruz. Seni can evinden vuran da budur.
Kendimizden bir şey getirmiyoruz kendini nasıl tanımlıyorsan öyle dile getiriyoruz. El yazılı itirafnamene dayanarak, en iyimser durumda MİT’le ilişkin 20 Ağustos 1986 öncesi başlamış olmalıdır.
Üstelik bu ilişkiyi örgüte ilk gelişinde (20 Ağustos 1986) gizlemişsin, 15 gün kalmış, bilgi toplamış gerisin geriye MİT’e dönmüşsün. Topladığın bilgileri teslim etmişsin.
İkinci gelişin 20 Ekim 86 sonrası. Örgütün tutukladığı iki MİT ajanıyla yüz yüze kaldın. Onların itirafından çekindin. Tek tokat yemeden itirafta bulunmaya başladın. 12 sayfalık el yazısı itirafnamen böyle ortaya çıktı ( İ.D. senin gönüllüce itiraf yaptığını sanmaya devam etsin).
Şimdi konuş bakalım satılmış adam, MİT’le ne zaman ilişkiye girdin? Net tarih nedir?
Bu sorunun cevabını 2 aydır bekliyoruz. Konuşacaksın çaresi yok..
İtirafçı Engin Erkiner polis ifadesi itirafnamesine nasıl ki önsöz yazmak zorunda kaldıysa, sen de bu tarihi ilan edeceksin?
Esas yargılanmanı  o zaman, örgüt yetkili kurumları önünde, gerçek bir hukuk davası olarak yapacağız.
Sonuç, 
Bu üçlü şebeke artık  çok net ortaya çıkmıştır adamlar iç içe,  yalan ve kurgu senaryolarıyla paslaşarak görevlerini yerine getiriyorlar.
33 yıl sonra bile bu çirkin tartışmalarda yer alanları tek tek ölçüp biçtiğimizde, kimin örgütsel bir çabayla her şeyini ortaya koyarak mücadele etme çabasında olduğunu, kimin ise kendini bile temsil etmeden sırf karalama için ortalıkta Mihrac Ural’a saldırdığını görmek zor değildir.
Biz Acilciler, her gecenin bir sabahı  var diyerek, zamanı da hakem koyarak sabırla buradayız diyoruz.