23 Nis 2010

24 NİSAN GELECEK İÇİN GERÇEKLERLE YÜZLEŞME GÜNÜ

24 Nisan
Gelecek İçin Gerçekle Yüzleşme Günü

Mihrac Ural
24 Nisan 2010

Bu coğrafyanın insanı da toprağı da yakılmıştır; doğası tahrip edilmiş, kimyası bozulmuştur.
Binlerce yıllık dengeleri, insanlığa ışık saçan uygarlıkları, at nalları altında yıkılmış, kılıç darbeleriyle yere serilmiştir; “kılıç hakkı” adı altında, zenginliğinin mozaik dokusu tek boyutlu sefilliğe sürülmüştür.
 Geleceğimize barikat kuran geçmiş budur.
Bunun adı tarih, belleklere kazılı, gelecek kuşakların yollarına döşeli, geleceğin içindeki geçmiş olarak bizimle yaşayan, yakamıza yapışan, gerçeğin ta kendisi olan tarih, işte bu tarih.
Yüzleşmemiz gereken tarih, aşmamız gereken geçmiş, içimizi kemiren kıyım ve yıkım tastamam budur.
Geleceğimizi kurup, kurgularken her basamağında yüz yüze kaldığımız, kaoslarımızın derinleşmesinde keskin rolleriyle karşımıza çıkan, utancımızı suratımıza bir şamar gibi vuran bu tarih, cesur bir yüzleşmeyle aşılmayı bekliyor.
***
24 Nisan 1915, Ermeni katliamının Anadolu uygarlıklarına bir hançer gibi saplandığı gündür.
Uygarlığın ilk ışıkları, Anadolu’dan tüm insanlığa yayıldı. Uygarlık öncüleri, bunun bedelini ise “kılıç hakkı” adı altında, akıllara ziyan zorbalık, kıyım ve yıkımla ödedi.
İnsan topluluklarının kimyalarını bozan, binlerce yıllık dengeleri alt üst eden kanlı süreç, barbarlığın uygarlığa saldırısı olarak belirdi; Toprakları ve zenginlikleri gasp etmek isteyen talancı, istilacı güçler uygar yerli toplumları acımasızca ezip durdu. Yerli halkın bitip tükenmeyen tarihsel çileleri böylece başlamış oldu.
Bu acımasız çarklar, Anadolu’da hükümranlık altında yaşayan her farklılığı hedef alarak sürdü; Ermeniler, Kürtler, Araplar, Süryaniler ve diğeri, ortaçağın acımasız ölüm denklemlerinde kıvranıp durdu.
Tarihin, perdelerini çağdaş uygarlığa açtığı bir kesitte, aklın yaşama cesurca müdahalesinde yarattığı aydınlanmadan nasibini alamamış Osmanlı, tarihin derinliklerinden çıkıp gelen ortaçağ aklıyla hüküm sürdüğü toprakları ezip durdu. İnanç asimilasyonlarıyla tek boyutlu yapılan bu coğrafya mozaik dokusunun zenginliğini yitirdi, karanlıklara gömüldü. Adı kıyımlarla, darbelerle katliamla özdeşleyen İttihatçılık bu aklın rahminden doğdu.
İttihatçılık, ortaçağ talan ve gasp olanaklarının tükenip tıkandığı bir koşulda, aynı akılla içe dönük kıyımın adıdır; darbecilik, silahşorluk, teşkilat-ı mahsus-iye gibi kirliliğin, ölüm sentezleri budur. Bu ise, hükümranlık alanlarını yeniden, bir kez daha fethetmek için toplu kıyım demektir. Ermeni kıyımı bu aklın ürünüydü.
II. Viyana kuşatmasının (14 Temmuz 1683) tıkadığı, batıya gidiş umutlarının yıkıldığı, Anadolu’dan başka sığınacak mekan kalmadığı bir koşulda içe dönük kıyım tük acımasızlığıyla kendini göstermiştir. İslam’ı insan merkezli bir önerme olarak ele almak yerine cihat çağrısı olarak hükümranlık altındaki halkları doğrayan bir araç haline getirmek bu süreçle birlikte öne çıkmıştır. Bu süreç 20.yy başlarında ittihatçıların eliyle Anadolu’nun en kadim toplumunun toplu tasfiyesine kadar uzanmıştır.
Ortaçağ akılları, Anadolu tarihini, demografisini yeniden yapılandırma anlamına gelen akıl almaz girişimleri, isim isim, aile aile, köy, ilçe şehir, şehir siciller tutularak ve her adımda takip edilerek Ermeni milletini toplu bir kıyıma maruz bırakılmıştır. Ortaya konan tüm belgeler bu girişimin vahşi bir ırk temizliği, jenosid olduğunu göstermiştir. 20. Yy ilk etnik temizliği de budur. Hepimizin sırtında kambur gibi duran bu insanlık dışı katliam, geleceğimiz karartmaya devam eden kara bir delik gibi, insani tüm değerlerimizi yutmaya devam ediyor.
Osmanlı aklı, tarihinin her döneminde sorunlarını kıyımla çözdü. Cumhuriyette bu iz üzerinde yürüdü. Kürtlerin çekmeye devam ettiği acılar, Cumhuriyetteki Osmanlının Ermenileri, Kilikya sürgünlerinde,1938’lere kadar konak konak, Hatay’dan Halep’e Beyrut’a, sürgün yollarında katledişinin devamı olarak gündemdedir.
Bu coğrafyanın insanı da toprağı da yakılmıştır; doğası tahrip edilmiş, kimyası bozulmuştur.
Binlerce yıllık dengeleri, insanlığa ışık saçan uygarlıkları, at nalları altında yıkılmış, kılıç darbeleriyle yere serilmiştir; “kılıç hakkı” adı altında, zenginliğinin mozaik dokusu tek boyutlu sefilliğe sürülmüştür.
 Geleceğimize barikat kuran geçmiş budur.
Bunun adı tarih, belleklere kazılı, gelecek kuşakların yollarına döşeli, geleceğin içindeki geçmiş olarak bizimle yaşayan, yakamıza yapışan, gerçeğin ta kendisi olan tarih, işte bu tarih.
Yüzleşmemiz gereken tarih, aşmamız gereken geçmiş, içimizi kemiren kıyım ve yıkım tastamam budur.
Geleceğimizi kurup, kurgularken her basamağında yüz yüze kaldığımız, kaoslarımızın derinleşmesinde keskin rolleriyle karşımıza çıkan, utancımızı suratımıza bir şamar gibi vuran bu tarih, cesur bir yüzleşmeyle aşılmayı bekliyor.
Yüz yıl öncesi geçmişimizin, yüz yıl sonrası geleceğimizin önüne koyduğu barikatla yüzleşmemiz, insani, hukuki, vicdani benliğimizin mihenk taşıdır.
Tarihle yüzleşmek, tarihi hareket halindeki geçmiş haline getirmek değildir. Tarihle yüzleşmek tarihçi olmayı da gerektirmiyor.
Gelecek kaygısı taşımak, gelecek nesilleri adil ve eşit toplumsal bir yaşamda buluşturmak, bu yüzleşmenin ana temasıdır. İnsani olandır ve gelecek kuşaklar için bırakacağımız en uygar mirastır.