THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması
29 Aralık 2011 / No: 36
SİVİL KATLİAMI ve İNKARCILIK
SİVİL KATLİAMI
Bu gün ülkemiz acı bir haberle
uyandı. Devlet, sivil 36 vatandaşı uçaklarla bombalayarak katletti. 28 Aralık
gecesini 29 Aralık sabahına bağlayan saatlerde, binlerce kez tekrar eden
vahşetle devlet kendi vatandaşını katletti. Dünyanın gözü önünde işlenen bu
cürüm, her yerde hava sahasının uçuşa yasaklanmasını gerektiren insan hakları
suçu kapsamında ele alınması gerekirken, Türkiye devleti vatandaşını
acımasızca, pervasızca katletmekte bir beis görmedi.
Barı, birlikte yaşamın tüm
erdemlerini çiğneyen bu devlet altında, birlikte, güven içinde nasıl
yaşanabilir sorusunu bir kez daha gündeme getirmektedir. Şehirlerde günü birlik
baskınlarla sivil siyasal şahsiyetleri, sivil toplum etkinliklerini, hukuk
adamlarını, edebiyatçı, yazar aydınları durmadan kovuşturmaya maruz bırakan bu
devlet, insanı tüm değerleri, vatandaşlığın yaşam haklarını da uçaklarıyla
bombalarıyla ölüm denklemleriyle yok etmekten çekinmemektedir.
Basın açıklamamızın ilanı
öncesi, medyaya yansıyan bu haber aylık örgütsel ilanımıza bu girişi zorunlu
kılmıştır. Kısa bir süre önce onlarca
askerin öldürülmesi üzerine yaptığımız açıklamalarda bu kanlı ve bir o kadar
kirli savaşın bitmesi talebini dile getirirken gösterdiğimiz refleksi, bu gün devletin
geleneksel katliamlarına karşı da şiddetle göstermeyi görev biliriz. Buradan
kamuoyuna bir kez daha ilan ederiz ki, bu ülke birimizin değil, hepimizindir.
Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini yeryüzünde hiçbir zor ve
zorbalık hiç bir kovuşturma ve katliam engelleyemeyecektir. Bu kanlı girişimler e rağmen halklarımız
zafere ulaşacaktır. Demokrasi halklarımızın hakkıdır. Bu alınacaktır.
Bu basın açıklamamızda Kürt
halkını başı sağ olsun diyoruz. Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar
diliyoruz. Her zaman olduğu gibi de bu gün, haklı özgürlük davasının yanında
olduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz.
İNKARCILIK
Ülkemizin özgürlük ve demokrasi
yönünde gelişme dinamiklerini her zaman inkar politikaları kısırlaştırılmıştır.
Osmanlıdan günümüze süregelen inkarcılık, dolgusu imkansız boşlukları ürettiği
kadar tarihle yüzleşmemizin önündeki en büyük engel olmuştur. Kimlik
bunalımlarımızın kaynağı da burada anlam bulmuştur. Bu, büyük oranda tek boyutluluğa götüren
yetmezliklerinde bir ifadesidir. İnkarcılık, doğrudan kimliksizlikle de ilgili
bir boyuta sahiptir. Kimliksiz ülkeler, açıklarını inkarla örtmeyi yaşamsal bir
çizgi haline getirirler. Bu nedenle de hiçbir gelişme ve olayda bağımsız tutum
alamazlar. Kukla olma durumuna düşerler.
Tarihsiz ulus ve ülkelerin,
büyük güçlerin kuklası olması esprisi de bununla ilgilidir. Kimliksiz bir ülke,
istese de istemese de bağımsız bir karar üzerinde yürüyemez. Bu tür ülkelerin
kararları, büyük güçlerin gölgesi altında kalır. Bağımsız olmak bu anlamda
siyasi bir olay olmanın çok ötesinde tarihsel kültürel kimlikle ilgilidir. Bu
nedenle, egemen olunan coğrafyada yaşamın tüm boyutlarına yön verecek bir
uygarlık üretemeden askeri güçle hükümran olmak mümkün olsa da bütünü temsil
etmek mümkün olamaz, bağımız olmak mümkün olamaz. İşte tam bu noktada, inkarı
başlar. İnkar bir ötekileştirme olarak kendini ifade eder, kimliksizliğin
belirtisi olur.
Egemenlik alanında, etnik
farklılıkların ötekileştirilmesi, hak talebi olanları “katli vacip”le
susturmaya çalışmak, inkarın en tipik belirtisi olur. Katledileni inkar, hak
isteyeni inkar, azınlığı inkar, komşuyu inkar diye devam eden bir seremoni
olarak bu akıl, bu gün ülkemizde egemen olan aklı tanımlar.
Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle
Cumhuriyet inkarlar üzerine kurulmuştur. Farklılıkların zenginliğini tanımlayan
Anadolu uygarlıklar tarihini tek boyutlu ulus devlet içine sığdırma çabası, bu
akılın inkarcılığı için yeterli bir neden olmuştur.
Sözde farklı bir planla kurulan
Cumhuriyet, “kendi üreten kendi tüketen, başkasının toprağında gözü
olmayan, yurtta sulh cihanda sulh ilkesiyle” ilkesi üzerinde yükselecekti. Büyük korkuların
ürünü olarak, milyonlarca Km² bir feodal imparatorluktan gerileye gerileye,
Sevr çöküşünü de atlatarak Lozan anlaşmasıyla var olan Cumhuriyet, inkarcı bir
siyasal hat üzerinde yaşama inadı gösterdi. Osmanlının hasta adama, kılık
kıyafetini değiştirmişti ama aklını aşamamıştı. Bu akıl Osmanlıda vardığı
ittihatçı boyut tüm vahşetiyle adını değiştirmiş olarak Cumhuriyette de sürdü.
Cumhuriyetteki Osmanlı bu akıl yordamıyla, hastalığı iyileştikçe eski
alışkanlıkları nüksediyordu; egemenlik altındaki alanların yeniden fethi gibi,
her hak talebini kıyımlarla tasfiye etmekle kalmıyor, fırsat bulunursa toprak
ilhakı yapmayı affedilmiyordu; Kürt halk hareketlerinin kanlı biçimde
bastırılması, Hatay’ın ilhakı bunun bir ifadesidir.
Bu, Osmanlıdan bugüne gelen
inkarcığın sonucuydu. İnkar ise, kimliksizliğin refleksiydi. Kimliksiz olmak
ise, bir biçimde fethedilen toprakların gerçek yerlisi olamamaktı. Bunun
tarihsel nedeni de üzerinde hüküm sürülen toprakların gerçek bir anavatan
olmamasıydı. Anavatanı anavatan yapan, bakir bir toprağı tarihte ilk kez yaşama
açıp, üzerinde kendi emeğiyle üretimi sürekli kılmaktır.
Osmanlı bu ilkeye hiçbir zaman uymamıştır;
hazıra konmuş talan ve gaspla yaşamış, toprağa emek vermemiştir. Bu, onun
egemenlik sürdüğü topraklar üzerinde yabancı bir işgalci güç olarak kalmasına
yol açmıştır, yerli olmayı başaramamıştır.
Osmanlı Anadolu’nun eski
uygarlıklarını aşabilecek bir uygarlık üretemedi. Eski uygarlıkları
“demokratlığından” dolayı değil dinamikleri olmadığı için özümseyemedi.
Farklılıklar tamamlanmamış uluslaşma süreçleriyle de olsa kendilerini
koruyabildi. Bu veriler üzerinden Cumhuriyet tek ulusçu bir yapılanma olarak
gündeme geldi. Dolaysıyla yerleşmesinin imkanı yoktu. İnkar bu yönelimin
kaçınılmaz bir unsuru olarak siyasetin ana ekseni oldu.
Bu akıl, Cumhuriyetin devam
eden hataları kadar, Osmanlının kirli işlerini inatla sahiplenmeye kadar inatçılığını
korudu. İnkar, böylece denden bu güne bir yaşam tarzı oldu. Farklılıklarımızla
oluşan zenginliği daha çok özgürlük ve demokrasi için bir atılım platformu
olarak değerlendirmek yerine kaosa böylece düşüldü, kimlik bunalımı böylece
derinleşti.
Tarihte Ermenilere karşı
işlenen soykırımının (24 Nisan 1915) inkarı kadar, Dersim (1937-38) kıyımının
inkarı da bunun sonucudur. Üzerinde oturulan toprakların verileriyle hiçbir
uyumu ve gerçekliği olmayan tekçi algıların dayatması, tek ulusçu ve tek inançlı
egemenlik bu günde inkarcılığı beslemeye devam etti.
İnkarcılık, bölücü ve
ötekileştirici olarak geleceğimiz karartan çok tehlikeli bir unsur olarak bu
günde sorunlarımızın kaynağını oluşturuyor. Aydınları, Türk Ceza kanunu 301.
Maddesine dayanarak açılan davalarla sindirilmek, bu aklın tekçi milliyetçi
körlüğünün bir ününü olarak dayatılmaktadır.
Bu aklın, bahanesi özründen
beter olan dış politikalarla halkımızın sırtına onarılması güç sorunlar yıkmaktadır.
22 Aralık 2011 tarihi itibariyle Farsız Meclisi Genel kurulunun, 1915 Ermeni
soy kırımının inkarını suç saymasına karşı iktidarın gösterdiği tepki, kendi
içinde hiçbir biçimde tutarlı olmayan bir tepkidir; farklı düşünceye karşı iktidarın
gösterdiği baskıcı tutum ikircimli tutumlarını yansıtan önemli bir veridir. Siyasette
ikiyüzlülüğe sığınan bu devlet, iktidarları aracılığıyla vatandaşına karşı
sürdürdüğü baskı politikaları inkarcılığına
önemli bir göstergedir.
Bu kaos içinde, farklılıklarımızla
barış içinde bir arada yaşama projesi, güvenli bir tarzda yeniden dizayn
edilmesi gerçekleşmedikçe sorunlardan çıkışın tek yolu bölünme olacağını bilmek
gerek. Onurluca atılacak tarihle cesurca yüzleşme adımı yerine inkarı seçmek,
bu akılla iç ve dış siyaseti şekillendirmeye çalışmak, hepimizin ortak yaşam
alanı olan bu ülkeye verilebilecek en büyük zarardır.
Örgütümüz, inkarcılığa esir
olmuş akıllarla ülkenin yönetilemeyeceğini bir kez daha belirtir.
Halkımızı, inkarcılıkta temsil
olunan çağdışı akıllara karşı, özgürlük ve demokrasi için tarihle cesurca
yüzleşme kararlılığına çağırır.
Örgütümüz yeni yılda
halkımıza, barışı, özgürlük ve demokrasi dileklerini iletir.
THKP-C (Acilciler)
29 Aralık 2011