233. DOSYA
DEVRİMCİLİK
Mihrac Ural ‘ın notu: Mehmet Yavuz, yine ince eleyip sık dokumuş. Ders vermiş, devrimcilik için söylenebilecek en anlamlı ifadeleri seçip bir araya getirmiş. 3 yıldır bir ahlaksız zina dölü olan MİT ajanı İbrahim Yalçın ve gayri meşru kardeşi itirafçı Engin Erkiner için önemli mesajlar vermiş. Onlar bu mesajları iç dünyalarının fırtınaları içinde, malum lağım alanı midelerine indirecekleri açıktır.
Benim açımdan, aylaklarım altında ezerek geride bıraktığım bu ahlaksızlarla yeminimin emrine uymaktan öteye bir işim olmayacaktır. Siyasi olarak arkamdan nal toplayanların, Özel Harp Dairesindeki işleri dolaysıyla, yalan ve kurgularla örülü akıllarına layık gördüğüm tek yer mezar olacaktır.
Bilgi düzeyleri medya manipülasyonlarından öteye geçmeyen, bilgileri olmadığı konuları uydurarak yazan, okurun araştırmayacağına olan sığ algılarıyla sallayıp duran, Emperyalist saldırganlığa alkış tutan, Komşularımıza BM, NATO, ABD, Türkiye ordusunu askeri operasyona davet edecek kadar zıvanadan çıkan milliyetçilik, hatta ırkçılık yapan, eli kanlı Müslüman Kardeşler şebeksini halk hareketi ilan eden, gelişmeler hakkında somut bir gözlemi olmadan MİT görevlisi olarak kurgular üretip duran köpeklere verilecek bir cevabımın olması düşünülemez. Bu duruşlarla, bir kez daha intihar eden bu alçakları 3 yıldır başarısızlıklarını bir ifadesi olana saldırı ve karalamaları, hezimetlerinin de açık göstergesidir. Deve kuşuna, başını kuma sokmak yeter de artar….
Bunlar El Kade lideri Eymen el Zavahiri’nin, ABD’nin bölgeden sorumlu diplomatı Feldman’ın Komşularımıza yönelik kanlı saldırı emirlerine alkış tutan Siyonistlerdir.
Bölge hakkında zerre kadar bilgisi olmayan, adını bile doğru yazmaktan aciz oldukları Beşşar Esad’ı “Beşir Esat” diye yazan, Rıfat Esad’ı “zamanın Genel Kurmay Başkanı” ilan edecek kadar uydurmacı olan, “Suriye yönetiminin kendisiyle ters düştüğü andan itibaren FKÖ’nü, ülkesindeki mal varlığına da el koyarak kapı dışarı attığını” söyleyecek kadar belgesiz kanıtsız konuşan ve FKÖ’yü dünyada ilk kez Filistin devletinin Büyükelçiliği ilan eden Suriye’yi tanımayan, işkembe-i kubradan sallayan, “Bugün ismi cismi bilinmeyen Ebu Nidal örgütünü kurduran ve bu mücadeleyi kendi çıkarları adına kullanmak isteyen Suriye değil miydi?” diyecek hayali kurgularını, Irak yerine Suriye’yi geçirecek kadar bilgisiz olan, “Suriye yönetiminin kendi içlerindeki Kürt vatandaşlarına kimlik bile vermez, taşınmaz mülk edinmelerini dahi yasalarla engeller” diyecek kadar gözünü kin bürümüş bir şırfıntı olan MİT ajanına, 1962 kanunu ile Kürtlerin vergi vermemek ve askerliğe gitmemek için kimlik almadıklarını, bu durumun Beşşar Esad tarafından “devrim gibi reformlarla” 15 Mayıs 2011 tarihi itibariyle aşıldığını, 200 bin Kürdün ilk elden kimlik ve pasaport aldığını anlatmanın yararı vara mıdır, buna okur karar versin. Eşekler bilgiden ne anlar, bilen varsa beri gelsin…
“Suriye Anayasası’nın 8. maddesi, seçimde hangi parti fazla oy alırsa alsın, Baas Partisi’nin çoğunlukta olmasını garantilemiyor mu?” cümlesini, yazılırımdan arakladığı ama anlamadığı Suriye Anayasasının 8. Maddesinin, Baas partisine çoğunlu sağlamakla ilgili olmadığını, toplumu ve devleti siyasal önderlik etmekle ilgili bir madde olduğunu mu anlatacağım. Seçimlerde çoğunluğun mutlaka işçi ve köylü birliği adaylarına ait olduğunu mu belirteceğim? Bilmeden sallamanın sonu işte böyledir. Böyleleri sadece aşağılanır.
“Adam MİT ajanı, daha ötesi olur mu?bundan da öte bir aşağılamaya gerek var mı?” diyenlere de “haklısınız” demekle yetineceğim…
Mit ajanı İbrahim Yalçın, Erdoğan’ın, Mahir Esad’a yönelttiği çirkin saldırının izcisi olduğunu farkına varmadan ele veriyor. “Kendisi devlet başkanı, kardeşi devlet başkanı yardımcısı bir başka ülke daha var mı?” diyor. Buna gülmeye gerek var mı, bölgeyi, Suriye’yi gazetelerden takip eden biri bile bu yalanı sallar mı?. Beşşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad’ın böylesi bir görevi olduğunu hangi MİT raporundan aldığını mı soralım? Yoksa, Mahir Esad’ın Suriye ordusunda binlerce subaydan biri olduğunu, başka bir görevinin olmadığını mı anlatalım…
Adam hızını almamış bir yazıda kırk yalan olsa bile okuru kendisi gibi olduğu için, normal görerek sallamaya devam etmiş,“Suriye’de baba’dan oğula geçen bir yönetim mevcut değil mi?” diye de utanmadan soruyor. Bu ajana ne soralım dersiniz, “gazete kupürlerinden kanıt yapma” alışkanlığına dayanarak bunun belgesini hangi gazete kupüründen getirdin mi diyelim? Ne dersiniz…
Yoksa Beşşar Esad’ın atamayla Cumhurbaşkanlığına gelmediğini, Suriye parlamentosunun çoğunluk kararıyla, halk oylamasında Cumhurbaşkanı adaylığı için aday gösterildiğini ve seçimi kazanarak Cumhurbaşkanı olduğunu mu söyleyelim. İkinci kez de seçime girerek kazandığını mı anlatalım? Ne bir ne ötekisi gözleri kin bürüyünce, iflasın Başarsızlığı içinde kıvranınca, işkembeler 3 kesilmeden gaz üretince ortaya çıkacak tablo olsa olsa bu olacaktı.
Suriye’de en keskin muhalefetin bile başlangıçta, protestoların ilk ayında Beşşar Esad’ın liderliğini tartışmasız onayladığını, ancak Suriye yönetim reform kararları alınca, ortaya çıkacak başarıdan korkan ABD, kuklaları üzerinde yaptığı baskılarla çark ederek,Beşşar Esad7ı karalamaya başladıklarını mı anlatalım???
Eli kanlı şebekelerin ortalıkta “yaratıcı anarşi” kuklası olarak sürüldükleri tepkilere karşı, sosyalist, komünist, demokrat muhalefetin kirli eylemlerden çekildiğini mi söyleyelim? Bölgenin tüm devrimci hareketlerinin verdiği desteği bir kez daha mı hatırlatalım?
Ülkenin milyonlar üzerine milyonlar ekleyerek Beşşar Esad’ı desteklediğini mi söyleyeyim? Yoksa Yunanistan’da dededen, babaya ve toruna seçim yoluyla başbakan olunduğunu mu hatırlatalım?, Amerika’da baba Bush ve oğul Bush’un Başkanlığa gelişlerini mi, yoksa bütün Avrupa ülkelerinin demokrasisinde yer alan krallık sisteminin, babadan oğla geçişlerini mi anlatalım?
Bir aptala belki bir şeyler anlatılır, ama bir MİT ajanına hiçbir şey anlatılamaz. O, çirkin amaçlarının esiri olarak, o bir ajan memur olarak devletinin emrinde, Erdoğan’ın kirli siyasetinin beşinci sınıf bir ağzı olmaya mahkumdur, başka şansı da yok.
Hayatında siyasi bir cümle bile yazmamış birinin, yazacağı her şeyde uydurma, yalan, kurgu olacağını bir kez daha görmüş olduk bu da yetir.
Halkın milyonlarca insan yoğunluğuyla meydanları doldurarak, liderini ve halkçı yönetimini desteklediği gerçeğini bir kenara koyarak, sırf Mihrac Ural düşmanlığı için BOP uşaklığı yapanlara, şimdilik elimin tersiyle iki tokat atmaktan başka bir ilgim olmayacaktır.
Bölge gelişmeleri üzerine son 7 ayda yaklaşık 100’den fazla makale yazdım. Tümü AYRI VARLIK blogumda duruyor. Tevazuya gerek görmeden, Türkiye devrimci hareketinin en kapsamlı, en bilimsel, en geniş araştırma ve gözlem yazıları olarak bu çabalarım, birçok dostumun ifade ettiği gibi “ tarihsel birer belge niteliğindedir” İsteyen bu kaynaktan yararlanabilir. Bu yoğunluk altında ezilen çömezlerin, çapsız cahillerin suratlarına tükürmekten başka bir şey yapılmayacağını belirtmekle yetineceğim.
Okuruna saygısı olan bilgiyle örülü fikirlerini ortaya koyar. Ancak işi ihbar, itirafçılık ve ajanlık olan Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın adlı zina döllerinin bunu yapmaları beklenemez. Bunlar yeminimi beklesinler, gerisinin teferruat olduğunu o an öğrenecekler….
Mehmet Yavuz, kadim dostum onurlu devrimci dostum, dün olduğu gibi bu günde 40 yıldır süren dostluğumuzun, yoldaşlığımızın sorumluluğuyla bu şebeklere verdiği cevaplar, tarihimizin dosyalarında okurlara ulaşmaya devam edecektir: son yazısını birlikte okuyalım…
Mehmet Yavuz
30 Temmuz 2011
Alçakların ağzına bu sözcük hiç yakışmıyor… Ülkemiz insanını devrimcilerden nefret derecesinde uzaklaştıran da bu tip alçaklar zaten..
Her şeyden önce devrimcilik, ilkeli olmayı gerektirir… İlkeli olmak; kişilere göre değişmeyen genel değerlerle tavır koyabilmektir..
Devrimci; cemaatın biat kültürü ile yetiştirilmiş mürit değildir. Sahip olduğu temel değerlerle özgün yorumlar yapabilecek kapasitede fikir sahibi bir aydındır… Mürit gibi her söylenene baş sallayıp AMİN demez…
Devrimci; sabit fikirli değildir… Kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşman olarak algılamaz… Aksine, iletişim kurup farklılıkların sebeplerini sorgular… Dogmaları yıkmaya çalışır…
Devrimci; hangi şartlar altında olursa olsun emperyalizme karşıdır. Emperyalizme kıyıdan köşeden taşeronluk yapmaz… Onun askeri hiç olmaz…
Yeri gelmişken çok önemsediğim bir bildiriden bahsedeyim. Geçenlerde ‘’ Yeni Başlayanlar İçin Devrimci Yöntemler ‘’ başlığıyla yayınlandı… Tavsiye edilen bazı yöntemler şöyle:
· Terbiyesiz bir solcudansa, saygılı bir dindar veya milliyetçi (Türk veya Kürt) genç bin kere yeğdir. Arkadaşlarını seçerken ağızlarından çıkan laflara değil gözlerinden gelen ışığa bak.
· Saygılı olmak uzlaşmak değildir. İyi olduğuna inandığın bir insan sana faşizmi övebilir. Faşizme elbette kulak asma ama ona yine de saygılı ol ve yarattığın bu saygı ortamında tartışmanı yap. Söylemleri kır ama kalpleri kırma. Çünkü kalpleri bir kez kırarsan başka kıracak hiçbir şey bulamayabilirsin.
· Polis teşkilatı ile polisi bir tutma. Polis düşmanı olma. Polis toplumun en sömürülen, en horlanan, en ezilen gruplarından biridir. Polisler berbat suçlar işleyen tehlikeli insanlarla, hayatlarını riske atarak mücadele ederler. Kritik anlarda her zaman doğru kararı veremezler Ayrıca solculara karşı katıksız bir nefret eğitiminden geçmişlerdir. Tıpkı senin onlardan katıksız nefret etmek üzere eğitilmen gibi. Belki de bu bir oyundur. Belki de dayak atan da, yiyen de bu oyundaki piyonlardır. Belki de siz kardeşsiniz. Bir düşün bunu. İyi düşün.
· Kavgada galip gelmek için ‘kitaplar ezberleyen’ insanlar olacaktır. Ne yumruğunu, ne sözcükleri birini dövmek için kullanma. Hayatın kendisi politikadır ama politika hayat değildir· Diyalektiği sadece Marx’ta değil, Yunus Emre’de de aramasını bil.
Biraz da dostluğa değineyim…
Dostlukla fikirdaşlık farklı şeylerdir… Yaşanmış anlar geçmişte kalsa da dostluğun sağlam bir bağıdır… Dost olmak; hele de kadim dost olarak kalmak için fabrikasyon bir kafaya sahip olmayı şart koşanlar, hiç dostu olmayanlardır.
Nebil olayını ele alırken birilerine biat etmediğim için hemen hedef tahtası olmuştum… Çamur atmayı yöntem olarak kabul edenler Susurluk'tan yola çıkıp Ergenekon’a kadar vardırdılar işi…Muhaberat da çamurun balçıklısıydı…
Dikkatinizi çekmiştir; bu şarlatanın ne zaman bir yalanını ortaya çıkarsam, hemen kaleme sarılıp blogumu hedef gösterir… Müflis tüccar gibi o blogdaki yazılarımı, sanki çok gizli belgeleri ifşa ediyormuş edasıyla yalan-yanlış ele alır…
Hedef gösterdiği yazılarımı okuyan vicdan sahibi herkes, iddia edilenin aksine orada bir ilkeyi görür… İlkelerimi bir kez daha ifade edeyim. Eğer anlamazsa bir de Fransızca olarak yazarım, belki o vakit anlar…
Bir devrimci olarak kişilere etnik temelde yaklaşmam… Onları başarılı-başarısız,güvenilir-güvenilmez insanlar olarak görürüm… Soframı rahatlıkla açacağım insanlar vardır ya da yoktur… Bu anlamda aday arayışları yazımda da, partilerin aday belirleme sürecinde kişileri sadece etnik kökene göre ele almasını eleştirdim… Halen de aynı düşüncedeyim…
Keza bir devrimci olarak kişilere dinsel açıdan da yaklaşmam… Partilerin aday yapacakları kişide ehliyete değil de mezhepsel yapıya bakmasına o gün karşı çıktım, bugün de çıkarım…
Bu bir ilkedir…
Gelelim askerlerin durumuna…
Bir devrimci olarak ben, anti emperyalistim… Emperyalizmin işgal planı olan BOP projesinin ne doğrudan askeri, ne de maşası olurum… Emperyalist güçlerin şakşakçısı olanlara karşı dururum…
Ülkesine karşı sorumlulukları olduğuna inanan bir devrimci olarak ordumuzun NATO’nun saldırgan bir işgal gücü yapılmasına gönlüm razı gelmez… Aynı tavır içinde olan kimi subayların, BOP masalarında hazırlanmış düzmece belgelerle içeri atılarak boşaltılan mevzilere biatçı kadronun yerleştirilmesine bu düşüncelerle karşı çıkarım.
Askeri darbede işkence gördüm diye yapılagelen hukuksuzluğa gözümü ve vicdanımı kapatmam..
BOP’un işgal planlarını sırf birilerine gıcık olduğum için fanatik bir taraftar edasıyla alkışlamam…Devrimciliğin ilkesi budur…
Gelelim Mahir Çayan’ın resmi altındaki yazıya…
Daha önce de söyledim; o sözler Mahir Çayan’a aittir. Bu nedenle şarlatanın eleştirisi bana değil Mahir Çayan’adır.. Yaşıyor olsaydı yanıtını verirdi… O sözleri kabullenmeme rağmen bana laf düşmez…
Diğer konu; yargılandığımız dava…
Ne diyordu ÇUKUR adam: ‘’ .. " Nebil'i onuruna kavuşturma gibi asil çaba içinde olursan, ölüsü dirisi olmayan biri için anıt mezar yaparsan, aliyi veliyi akıllıyı deliyi mezarlıkta toplarsan, boş mezarın başında çiftetelli yalellim ellik oynarsan… ‘’
Nebil’e MIRO masalları düzenlerin gerçek yüzleri işte bu…
Bu sözlerle yargılanmamızı zil takıp oynayarak kutluyorlar…
Nebil, onlar için sadece bir saldırı silahıydı…
Lakin takke düştü kel göründü artık…
Yukarıdaki sözler, körlerle sağırlar birbirini ağırların sonudur…
Nebil silahı, geri tepmiştir…
Kıssadan hisse:
Kem gözlere şiş diye bir sözümüz var...Ben; KÖR GÖZLERE ŞİŞ diyeyim…