9 Oca 2011

ENGİN ERKİNER İTİRAFÇISI ve MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN KARALAMALARI ÜZERİNE

217. DOSYA
Devrimci Kamuoyuna Açıklamamdır
Salih hoca
THKP-C (Acilciler) MK üyesi
7 Ocak 2011

Mihrac Ural, 35 yıldır örgütlü devrimci siyasi mücadelemin yoldaşı, iyi-kötü günün, özverinin, dayanışmanın, bilgi ve kültür bölüşümlerimin dostu, kökleri şehrimizin her köşesinde filiz veren, ortak demokrasi ve özgürlük mücadelemizin öncü militanıdır.
Ona yönelen karalamaları şiddetle kınıyorum.
Herkes bilsin ki,
Karalamalara, şaibelere iltica edenler,
Kendi zaaf ve ayıplarını örtmek için çırpınan zavallılardır.
Bu türlerin devrimci harekete verdiği zarar, sırtlarında taşıdıkları kamburlarla yakından ilgilidir.
Kirlilik ve şaibelerde ısrar ne kişisel bir kinle ne de siyasi tartışmayla izah edilir.
Bu olsa olsa bir “görevli” işidir. THKP-C (Acilciler)’in örgütsel değerlerine, yöneticilerine yapılan saldırı bu boyutuyla, bir ihbar, bir Özel Harp Dairesi işidir; bu tür karalama örneklerini, Kürt özgürlük hareketi ve liderine sıklıkla yapılanlarla aynıdır, bu yöntemler artık açık hale gelmiştir.
TKEP’li Engin Erkiner’in ve İbrahim Yalçın’ın ortaklaşa yaptıkları görev bundan ibarettir. Bunların belgelerle, kendi el yazıları ve itiraflarıyla kanıtlanmış itirafçılıkları ve para karşılığı örgütü MİT’e ihbar etmeleri devam eden işlevlerinin de ne olabileceğine bir işarettir.
Ülkemizde demokrasi mücadelesi geniş alanıyla, halklarımızın beklentileri ve özlemleriyle ilgili yükümlülüklerimiz orta yerde dururken, geçmişimizi onurla taşıyarak bu mücadeleye omuz vermemiz gerekirken, en azından her birimiz kendi bulunduğu alan ve kanaatleriyle çaba sarf etmesi gerekirken, kin ve ihbar üzerine kurulu bu kirli çabalar kabul edilemez.
Devrimci kamuoyuna bu gerçeği ilan etmeyi görev bilirim.

(( Salih Hoca’nın yukarıda spotlarını verdiğimiz uzun açıklamasını ilgili okurlar http://acilciler-thkpc.blogsopt.com/  linkinden  ve altta büyük sütundan takip edebilirler ))


Salih hoca (K.B)
7 Ocak 2011
1976’dan bu yana omuz omuza olduğum, devrimci örgütsel yaşamımı birlikte paylaştığım, en zorlu kesitlerde, birbirimizle, yoldaşlarımızla ve devrimci hareketlerle omuz omuza olduğumuz, tarihi direnmelerle mücadelede tavizsiz duruşlarla belirlenen örgütümüz Acilcilere ve Mihrac Ural yoldaşa yönelen saldırıları şiddetle kınadığımı belirtiyorum.
Uzun süredir, bu tartışma biter ve kirlilik sahiplerine kalır diye bekledim. Bu dönem boyunca örgütümüzün Genel sekreteri Mihrac Ural’la yoğun iletişim içinde, örgütümüze ve değerlerimize yapılan saldırıların mahiyeti üzerinde fikir alışverişi içinde olduk. Vardığımız sonuç, geçmişte örgüte en büyük zararı verenlerin hala aynı yolda devam ettikleri yönündeydi.
Örgütü tasfiye etmek için girişilen bu çabalar devrimci ahlaktan yoksun oyunlarla iç içe geçmiş bulunuyor. Bu tasfiyeci girişimlerin, yıllar önce saflarımızdan koparak TKEP’e sığınmaları ve TKEP’i tasfiye ettikten sonra yeniden Acilcilere yönelik saldırılara geçmeleri manidardır.
19 Ağustos 1977’de polise düştüğü an bildiği bilmediği her şeyi polise veren Engin Erkiner, örgütümüz tarihindeki yeri bir itirafçı olarak belirmiştir. Bu onun örgüt içinde dışlanmış konumunu da belirleyen temel nedendir.
19 Ağustos 1977’ye gelirken, itirafçı Engin Erkenir’in, İlker Akman ve arkadaşlarının Malatya Beylerderesi’nde uğradıkları katliam birçok soru işaretlerini taşımaya devam eden bir acı hadisedir.
Hemen ardından Acilciler Ankara örgüt biriminin tamamen ölü ya da diri olarak tasfiye edilmesi dikkat çekicidir; Rıza Salman’ın yakalanması, Ömür ve Yüksel hocanın ellerinde bomba patlaması ve şehit olmaları. Ankara biriminin olduğu gibi dağıtılmış olması ardından, Engin Erkiner’in İstanbul’a taşınası ve örgütün burada da ağır darbe alması soru işaretleriyle doludur.
Bu güne kadar kimse bu adamın, İstanbul’a gelişiyle ilgili kararın nasıl verildiğini bilmemektedir. Kısa bir süre sonra da İbrahim Yalçın’ı örgüte sızdırması ise çok daha dikkat çekicidir.
Hemen ardından bu ikilinin girdiği ilk eylemlerle birlikte baskınlar ve operasyonlar başlamıştır.
Bütün bunlar tesadüf olamaz.
Bu süreci sürdürdüğümüzde, 1982 de örgütümüze yönelik saldırıların başlaması, ardından İbrahim Yalçın’ın MİT’le ilişkili örgüt merkezine gelerek tasfiyeci çabaları yükseltmesi ve bu ikilinin birlikte TKEP’e girmeleri ve ardından TKEP’in tasfiye edilmesi, asla tesadüf olamaz.
Bu süreç, organize bir süreçtir, bir zincirin halkaları olarak bir birine bağlantılıdır.
Bu akıl almaz sürecin tesadüf olduğunu söylemek  için tanrıdan vahi beklemek gereklidir .
İtirafçı Engin,1982’de TKEP’e sığındı. Bu yanıyla kesintisiz 28 yıllık TKEP’lidir. Hayatının yarınsını geçirdiği bir örgütün üyesi olarak, üstelik tasfiyesinde yer aldığı kendi öz örgütüyle ilgili bir şeyler söylemesi gerekirken, Acilciler örgütüne saldırmak istemesi mandardır.
Normalde, İtirafçı Engin’in yapması gereken şey, öz örgütü TKEP üzerinde fikir yürütmek olmalıydı. Bu sorumsuz kişinin zerre kadar bir sorumluluğu olsaydı, aramızda kaldığı 1,5 yıl üzerine bu ölçekte kin ve nefretle yazacağı yerde, 28 yıl içinde barındığı TKEP’le ilgili bilgi vermesi gerekti. Acilcilerle on yıllardır bağı kesilmiş birinin örgütümüze dil uzatması, karalama ve şaibe yaratması ve bu yoldaki mantıksız ısrarı, kinle açıklanamayacak bir tutumdur.
19 Ağustos 1977’de polise düştüğü an, tek bir tokat yemeden hayallerini bile itiraf eden, örgüte ait her şeyi, malzeme, adres, yönetici, sempatizan, dost her şeyi polise sunan birin, 33 yıl sonra muhbir olarak karşımıza çıkması dikkat çekicidir.
Engin Erkiner özetle kendini şöyle anlatıyor;
Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)
 Doğu Perinçek izinden gitmek diye bir şey varsa, tüm itirafçılar bu cümlelerle işe koyuluyorlar.
20 sayfalık polis itirafnamesi, sıradan birinin bile ayıplanacağı bir ifadedir. O bunun ötesini yapmıştır. Örgütümüzü polise teslim etmek için, unuttuğunu bile söylemiştir, hayalini anlatmış olası eylemleri ve olası kadroları bile sıralamıştır. Bunu unutmadık. Bunlar bir yana, İtrafçı Engin Erkiner, bir de MİT ajanı İbrahim Yalçın’ı örgüte taşımıştır. O gün bu gün bu ikili polis organizesi olarak aynı çizgi üzerinde devrimciliğe zarar vermeye devam etmektedirler.
Örgütsel değerlerimize ve yoldaşlarımıza yapılan saldırılarda İtirafçı Engin Erkiner’le birlikte kendini MİT’e 150 000 TL karşılığı satmış olan İbrahim Yalçın’ın yer alması bu kin deryasının derin mahiyetini anlatmaya yeterlidir.
İbrahim Yalçın’ını bulunduğu her yerde tanımlayan alamet-i farika, para için yapmayacağı hiçbir şeyin olmadığıdır.
Bu kişi, bu ahlaksızlığıyla, örgütümüzün 1. Kongresini ihbar etmek için MİT’ten para almakla kalmayıp bu günde aynı görevle işine devam ettiğini anlamak için bu günde yaptıklarını izlemek yeterlidir; hayatında siyasi tek bir satırlık yazısı olmamasına karşın ihbar, yalan kurgu ve şaibe yaratmada her türden çirkinliği sergilemesi okura önemli bir mesajdır.
Bu kişi de 22 yıldır TKEP saflarındadır. Buharlaşan bu örgütün tasfiyesinde itirafçı Engin’le ne tür roller aldığı bilinmemektedir. Bu ayrıntıların üzerinde, TKEP’lilerin durması gerek. Bu ikili polis organizesi kişinin on yıllardır içinde yer aldıkları TKEP’le ilgili bir tek anılarını dile getirmezken, örgütümüze yönelik karalamaları herkes için anlamlı bir belirti sayılmalıdır.
TKEP yok edildi, Acilciler ise olduğu kadar tüm gücüyle,  siyasal duruşu, yazınsal etkinliği, legal yayın ve sivil toplum kuruluşlarıyla demokrasi mücadelesinde kararlıca yürüyor; polisin ölülerle bir işi olmadığını söylemeye gerek yok sanırım…
Bu noktadan ısrarla ve önemle belirtirim ki, İbrahim Yalçın’ın bilinen düşkünlüğüyle, MİT hesabına çalışmasını sürdürdüğünden kuşku duymamamıza yol açacak hiçbir davranışı yoktur. 3 yıldır inatla sürdürülen bu karalama kampanyasını kin, siyasi husumet gibi olgularla izah etmenin mümkünü yoktur.
Mit’e satılmış bu şahsın kullandığı yönteme dikkat edilirse, özel harp dairesinin yöntemleri olduğunu fark etmek güç değildir; yoldaşı yoldaşa, dostu dosta düşürmek, belgesiz, kanıtsız dedikoduları gerçek diye ileri sürmek, kendi iddialarını sonraki yazılarında tırnak içine alarak gerekçe olarak sunma gibi aptalca oyunlarıyla tipik bir polisiye faaliyet içindedir.
Bu satılmış kişi de kendini şöyle tanımlıyor;
Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
Bu kişi ayrıca, arkadaşların uzun zamandan beri sorup durdukları, İbrahim Yalçın, MİT’le ne zaman çalışmaya başladın? Sorusuna cevap vermemekte ısrar etmektedir. Bu sorudan kaçmak, bu kişinin üzerinde bu gün için de geçerli olacak şüpheleri artırmaktadır.
Buna rağmen, bir kez kendini MİT’e satan birinin, söyleyeceği her şeyde bir soru işareti olması itibariyle muhatap alınmaması gerektiği kanısındayım.
Bu kaynaklardan üreyen yalan kurgularla örülü karalamaların tek kaynağı derin devlet ve polisiye tezgahlardır.

AİLELERE DİL UZATMAK
Bu çevrenin,  Mihrac Ural ailesine yaptığı hayasız saldırıyı şiddetle lanetliyorum.
Bu saldırılar gerçekte tüm devrimci ailelere yapılan saldırı olarak ortaya çıkmaktadır. Zeki Ural amcaya yönelen, saçmalık ötesi suçlamalar, bu devrimci insanın Antakya tarihinin her devrimci eyleminde en önde olduğunu bilmeyen cahillerin işidir, bunun da ötesi devrimci değerleri yıpratmak isteyen karanlık kişilerin işidir. Komik olan ise, Zeki amcanın Farsız işgaline karşı bir ulusal kurtuluş hareketi olarak beliren URUBA hareketindeki devrimci mücadelesini (1935-1938), o gün var olmayan, 1947’de kurulan Suriye devletine bağlama gafıdır. Aptalların bile alaya alacağı bu sallamaları, sadece bilgisizlik olarak görmek çok safça olacaktır. Bu çirkin çabalar polisiye işidir…
İtirafçı Engin’in, hepimizin anası olan merhume Cemile Ural teyzeyi bile dil uzatması, bu türlerin insanlıktan ne kadar uzak olduklarını gösteren bir davranıştır Bunun bile çok ağır sorumluluğu olduğunu kimse unutmamalıdır. Bu yöntemleri lanetlemekle yetineceğim. Mihrac Ural’ın ailesine çocuklarına dil uzatanları, sapık olmaktan başka bir şeyle tanımlamak mümkün değildir. Bu ahlaksızlığın bir bedeli olacaktır, lanetliyorum.
Bu muhbir şebekesinin, her siyasal sürgünün dolaşım için evrak sahibi olma çabasını bile çirkince ele alması zıvanadan çıkma hallerini yansıtıyor.
EVRAKLARIMIZ
Orta-doğuda benim de aralarında olduğum, Müntecep, Ali Sönmez ve Mihrac Ural’ın evrak sahibi olmalarını akıl zoru yorumlara tabi tutmalarını tiksintiyle karşılıyorum.
Bu evrakların, sahte onlarca işlem sonucu ve keşfedilince resmi bir değeri olmayan özeliklerini burada dile getirmeyeceğim. Kin ve ihbar üzerine kurulu yaygaraları, yukarıda saydığım yoldaşlarla aynı anda çıkardık. Sahte işlemleri aynı anda yaptık. Bu işlemleri yaparken yakalansaydık beli şu ana kadar da zindanlarda olurduk. Ama her devrimcinin yapması gereken cesareti göze alarak evrak sorunumuzu çözmeye çalıştık. Bu biliniyorken neden, sanki bu evrakı sadece Mihrac Ural yoldaşı çıkarmış gibi hedef alınmıştır. Bunu anlamak zor değil. Yoldaşa yönelik bu çabalar lanetliyorum. Yaptıkları ise doğrudan Muhabarata bir ihbardır, bu da muhabartala kimin ilgili olduğuna iyi bir veridir.
Evraklarımız sahte olmasa da ne olurdu?,
Her siyasi firarinin evraklarını %100 gerçek yapması en istenen şeydir. Bu olması %100 sahte olmasının hiçbir sakıncası yoktur. Sürgünleri bilenler bunun önemini de iyi bilirler.
Avrupa’da resim bir evrak elde etmek için siyasi mültecilerin nasıl çırpındıklarını, ne tür yollara başvurdukların bilen biri olarak, orta-doğuda elde ettiğimiz evrakların da çok daha çetrefilli yollarla ede edildiğini söylemekten başka bir ek yapmayacağım.
Ahlaksız adamlar ayrıca bölgede her örgütün kendi kimliğini, kendi kararıyla çıkarıp yoldaşlarına verdiğini ise söylememe gerek yoktur.
Bu kimlikler sonuna kadar, tüm yoldaşların emin şekilde hareket etmelerini sağlamışsa başarılı bir girişim olarak görmek gerek. PKK, DS gibi önemli örgütler aynı yöntemi değerlendirmekle akıllık ettiklerini burada ayrıca söylememe gerek yoktur; örgütümüze karşı yapılan Paris operasyonunda (30 Kasım1988), bir çanta dolusu sahte mühür ve pasaport, evrak ele geçti. Every Savcısı bile “bunlar her siyasi kaçağın taşımakta doğal hakkı olan şeylerdir” diye polise çıkışarak, delil bile saymadı;  polise, daha ciddi deliler getirmesi için 21 günlük anket süresi tanıdı, sonra tutuklu yoldaşların serbest bırakılacağını söyledi. Nitekim süre dolup yeni kanıtlar ortaya konmayınca da tutuklu yoldaşlar serbest bırakıldı.
Bu ahlaksızlar Fransız savcısı kadar insan olamadılar Suriye’de evrak yapmamızı ihbarlarıyla muhabarata mesaj olarak vermeye çalışıyorlar.
Kişi herkesi kendi gibi bilir diye bir söz vardır. Bunlar hayatları boyunca yaptıkları her şey de bir kirlilik olduğu için, başkasının çabalarını da öyle görmeleri normaldir.
Örgüte emek vermiş herkesi kirletmek ve ihbar etmek işlerinin temelini oluşturuyor. Bu çirkin insanlar, TKEP’e sığınırken, bir arada oldukları kişileri bile ikna etmekten aciz insanlar. Sözde onlarca kişi kopmuştu, şu an bir araya getirdikleri bir elin parmak sayısı bile değil; bu bir şeyleri anlatmaya yetmez mi?...

MEHMET KOÇ

Çirkinliklerine alet etmeye çalıştıkları, insanlar arasında, burada önemle anacağım Mehmet Koç yoldaştır. Mehmet Koç, Ortadoğu sürecini bizimle birlikte yaşamış bir devrimci yoldaşımızdır. Birlikte iyi kötü günler paylaştık. Avrupa’da da birlikte olduk. Son dönemlerinde, hastalığını istismar ederek Mehmet Koç’u Mihrac Ural aleyhine kullanmak isteyen bu  insanlardan rahatsızlığını direk bana ifade eden Mehmet Koç yoldaş’ın  verdiği şu bilgiyi okurla paylaşmak vicdani bir sorumluluktur.
Mehmet Koç’u Mihrac Ural aleyhine konuşturtmak ve kullanmak isteyen bu insanlara karşı prim vermemiştir. Hastalığı ilerleyip yatağa düşünce çevresine toplanan bu ahlaksızlara karşı, yapacakları kirliliğe ortak olmamak için, onların ısrarıyla yazacaklarını söyledikleri “Anı kitabı”nda kirli amaçlarını engellemek için, “Yazacağınız bir anı kitabı olursa, Mihrac Ural’ın adı yer almasın” demiştir.
Aklı başında olan herkes bunun ne anlama geldiğini bilir; Mehmet Koç açıkça, “sizin yazacağınız bir ‘Anı kitap’ta, beni Mihrac Ural’a karşı bir şey söyleyen adam olarak lanse etmenizi istemiyorum” demiştir. Olay budur.
Bu bir duruştur anlayana ancak gözlerini kin bürümüş insanlar her şeyi tersinden yorumlamak için kullanacakları açıktır. Mehmet Koç yoldaşın bu duruşunun çok daha açık olarak bana aktardığı şu bilgiyle kesişmesi kanaatlerimin ne kadar doğru olduğuna bir gösterge sayılır; Mehmet Koç, benim aracılığımla özel olarak Mihrac Ural’a gönderdiği bir mesaj oldu o da şudur; “bu çirkin insanlar Mihrac Ural’ın babasının fotoğrafını bulmaya ve karalama yapmaya çalışıyorlar; muhatap almasın, bu çabalar kirli çabalardır, devrimcilikle alakalı değildir
İşte Mehmet Koç böyle bir insandı. Bu ahlaksızlara karşı da böylesine duyarlıydı. Bir insana ölüm döşeğinde yaptıkları baskıların hiçbir işe yaramadığının da gerçekleri değiştirmediğinin de önemli bir ifadesidir.

NEBİL RAHUMA

Bu ikili, çirkinliklerini Antakya devrimci hareketinin yarattığı değerleri birbirine kırdırtma çabaları da dikkat çekicidir.
Antakya Acilcilerin kalesidir. Bunu yaratan da Antakyalı devrimcilerdir. Dünü birlikte kurduğumuz insanlar arasında Nebil Rahuma da önemli bir militan ismidir. Kalleşçe şehit edilmiştir. Onu her defasında saygıyla andık o bize ait bir değerdi ve hep oyla kalmıştır. Bu yoldaşı adını kullanarak Mihrac Ural ya da herhangi bir yoldaşı karalamak beyhude bir çabadır.
Bu gerçeklerin ışığında, Nebil Rahuma yoldaşın adını kirli işlerine karıştırmak isteyenleri ölü konuşturarak, uydurmalarla, kurgu yalanlar ve karalamalarla bu kuşağı birbirine düşman gösterme çırpınışlarının sergilenmesini şiddetle kınıyorum.
Nebil yoldaş, örgütlü devrimci mücadeleye atıldığı andan itibaren Mihrac Ural yoldaşın ekibinde yer alan bir militandı. Şehit olana kadar da öyle sürdü. Bunun aksi her söz, sadece ve sadece polisiye bir çabanın ısrarıdır.
Nebil yoldaşın cesedi hala bulunamamıştır. Onunu için  Antakya da  yoldaşların yaptığı anıt mezar bu kuşağın birbirine olan bağlılığının ve verdiği değerin en anlamlı ifadesidir. Bu kuşağı birbirine kardırmak isteyenlere de verilen en iyi cevaptır.
Siyaset kapasitesi yetersiz olanların karanlık amaçlarla yaptığı bu saldırılar, direnme örgütü olan Acilcilerle uzak yakın bir ilişkiye sahip olamaz. Zaten bu insanların birkaç seneyi geçmeyen Acil hareketindeki varlıklarına karşı TKEP’te on yıllarını tüketmelerinin nedeni de budur; sonuçta TKEP’i tasfiye etmeleri de örgüt algılarına önemli bir gönderme olarak durmaktadır.

MÜNTECEP KESİCİ OLAYI
Ortadoğu sürecine gelince, bu sürecin her kesitinde hepimiz birlikte, zoru da kolayı da yaşadık. Bu dönemin öz verileri bu dönemin şehitleri, bu dönemin zorluklarını hepimiz bir arada paylaştık. Bu döneme dil uzatanlar, örgütümüzün en önemli ve en sağlıklı gelişme dönemini kirletmek isteyenlerdir.
Bu dönemde ortaya çıkan sorunların birçoğunda ben de vardım.
Gerçekleri yerli yerine oturtalım.
Müntecep Kesici’nin ölümü, Filistin davası uğruna dövüşen yoldaşların şehit olmasını, Hanna yoldaşın görev başında geçirdiği trafik kazasında ölümünü çarpıtarak Mihrac Ural’a saldırmak beyhude bir çabadır.
Bu dönemin canlı bir şahidi olarak, bu çirkin çevrenin tüm anlatımlarının yalan olduğunu söylüyorum. Hiçbir şeyi gerçekliğiyle anlatmıyorlar. Kulaktan dolma bilgileri bile çarpıtarak, senaryolaştırarak istedikleri kirli amaçlarına uygun servis etme çabası veriyorlar.
Müntecep (Şeyh) yoldaşın kazayla ölümü üzerine söylenenler akıl zoru söylemlerdir. Olmayanı var etme çabasıdır: Olayı onlarca kez bire bir yaşayanların aktarmasına karşın, illa Mihrac Ural yoldaşı karalamak için onun sırtına yıkma çabası, bu çirkin insanların amaçlarını da yeterince izah ediyor.
 Parti Okulumuzun bulunduğu Bassit kampında Müntecep Kesici (Şeyh) yoldaşın kaza sonucu ölümü sırasında, ben, Mihrac Ural, Mustafa Burgaz ve bir dizi yoldaş Lazkiye’de bulunuyorduk. Örgüt merkezi kampı, herkesin dikkatli davranması gereken bir yer. Müntecep yoldaş fevri davranışlarıyla bilinen bir yoldaştır. Merkezi kampta yoldaşların tüm iyi niyet ısrarlarına provokatif davranışlarla cevap vermiştir. Sorumlular gelene kadar beklemesi gerektiği söylenmesine rağmen o aşırı tepkilerle tutum almıştır. Bu esnada ortaya çıkan bir itişmede kaza ile patlayan silah Yoldaşın ölümüne yol açmıştır.  Bu olayın kışkırtıcısı, örgüt arşivinde belgeleriyle bulunan el yazmalı mektuplarıyla itirafçı Engin Erkiner ve TKEP’in o dönemdeki yöneticileri olduğunu, tarihe bir not olarak düşmeyi gerekli görüyorum. Bu olayı, alçakça kullanmak için, kirli niyetlere alet etmek isteyenleri lanetlemekle yetineceğim.
HANNA YOLDAŞ VE FİLİSTİN DAVASI ŞEHİTLERİ
Hanna yoldaş olayı daha da bir garip senaryo ürünü olarak sunuluyor; bu akılsızlar 300 km yol yapan, virajlarıyla yokuşlarıyla inişleriyle yol tepen bir arabanın nokta atışı yapar gibi, “fren balatalarıyla oynandığı için kaza yaptı” demek, okuru aptal yerine koymaktır.
Üstelik Hanna yoldaş, bir arama noktasında birlikte getirdikleri örgüt silahları nedeniyle yanlarına bindirilen görevliyle yerini değiştirmiş. Arabanın içinde üç yoldaş ve bir yabancı kişi olduğu halde, yaşanan trafik kazasını “Hanna yoldaşı böylece katlettiler” diye yorumlamak insafsız ve bir o kadar ahlaksızca bir cinnettir.
Bunlar okuru aptal mı sanıyorlar. Üç yoldaştan biri olan kadın yoldaş hala yaşıyor ve olayın tanığı üstelik Paris’tedir, görüşüne bile başvurmadan böylesine pervasız bir ahlaksızlıkla  kurgu yapmaları manidar olmalıdır.  
Kaza yapan arabayı süren yoldaş, etmedikleri söz bırakmadıkları Şerif yoldaştı. Böylesine ölümcül bir kazadan bu yoldaşın nasıl kurtulduğunun, elleri kolları ayakları başının nasıl parçalandığını bilmeden, bu kirli iddia nasıl yapılabilir ki? Bunlar hep öyledir, olayın içinde, olan ve yaşayan insanların tanıklığına bile gerek görmeden istedikleri gibi olayı yorumlayıp insanları suçlamayı bir görev edinmişlerdir.
Hitler’in propaganda bakanı Gobels ne demiş, “yalanı söyleyeceksen büyük söyle, kimse inanmasa bile kafalar karışır, bu da amaç için bir araçtır”…
Bir de Hanna yoldaşı şehit görmemek, ona bile çamur atmak neyin nesi? Vicdansız insan bile bunu kabul edemez.
Hanna yoldaş askeri elbisesiyle, görevi başında, Filistin halkının haklı davasının dayanışmasında şehit olmuştur. Bunun aksini iddia etmek, her şeyi kirletmekle bir sonuç alacağını sanmaktır. Bu karalamalar kin değil, bu karalamalar insanlıktan çıkmış derin devletin devrimcilere ve devrimcilerin enternasyonalist dayanışmasını kirletme çabasıdır.
Filistin davası uğruna şehit olan yoldaşların kanıyla oynamak, ihanetlerin en büyüğüdür.
Şehitler, enternasyonalist dayanışma amacıyla, Filistin kamplarındaki Acilci militanlarıydı. Bir siyasal eğilim olarak orada bulunuyorlardı. Filistin örgüt kamplarında eğitim görürken kopan çatışmalarda, İsrail, Arap gericiliği ve Filistin gericiliğiyle bölgenin her köşesinde süren savaşın orta yerinde, arkalarını dönüp kaçacak insanlar değildi. Kanaatlerinin arkasında durup yiğitçe, kahramanca savaşmayı tercih edenlerdi.  Bu savaştan kaçarak TKEP’e sığınanların on yıllar sonra bu gün şehitlerin böylesine onurlu duruşlarını kirletmeye çalışmalarının tek bir anlamı var, oda devrimci mücadeleyi kirletmektir.
Trablus’ta  süren  çatışmaları Filistin örgütlerinin iç kavgası olarak algılayanların ne bölge ne de o kesit hakkında zerre kadar bir bilgileri olmadığını açıktır.
Bölgemizde hiçbir sorun, büyük saflaşmanın dışında ortaya çıkmamıştır. Trablus savaşı ise İsrail Arap Gericiliği ve ABD’nin, ısrarla istediği Filistinlileri İsrail sınırından uzak bir yerde konumlandırma çabasının bir sonucudur. İsrail, kendine yönelik Filistinli tehlikesini sınırından uzan bir alana taşıma çabasıdır. Ayrıca, bu çatışmalarda Şeyh Sait Şaban adlı gerici Müslüman Kardeşler Örgütünün de yer aldığını hatırlatacağım; bu örgüt İsrail ve Arap gericiliği tarafından beslenen bir örgüttü.
Trablus savaşlarında Filistinli ve orta-doğulu ilerici devrimci güçler zafer kazandı. Bu zafer İsrail’in bu alana yerleşmesinin belini kırmıştır. Bu başarıda örgütümüzün ve şehit yoldaşlarımızın katkı yapması onurludur. Bölge devrimcileri olmanın sorumluluğunu yerine getirmektir. Bu bir görevdi. Bu görev 12 Eylül karanlık rejimine karşı savaşın bir parçasıydı; MİT’in bu kesit boyunca, Lübnan’ın sahasında cirit attığı gerçeği, anılarını yazan her MİT görevlisi açıkça dile getirmektedir.

 ÇALIŞMALAR
Bu dönemin başında olan Mihrac Ural yoldaşla, sürecin her kesitinde örgütümüzü yükseltmeye çalıştık. Bunu da birbirimize güvenle yaptık. Antakya TÖB-DER başkanlığı sürecinde ( Bu süreci ayrı bir tarih yazımı ile tüm detaylarıyla aktaracağım), Antakya Devrimci Kültür Derneği sürecinde, Antakya’nın iki büyük kitlesel mitinginin örgütlenmesi sırasında, TEK YOL DEVRİM dergisinin çıkarıldığı süreçte, tüm yoldaşlarla omuz omuza vererek devrimci mücadeleyi şehrimizde kökleştirdik; dernek dernek seminer çalışmaları, eğitim çalışmaları, legal ve illegalin koordineli çalışmasını ikame ettik. Seçimlerde bir etkin güç olarak rol oynadık; Milletvekili adayları bile desteğimiz için kapımızı aşındırıp durdu.
Bu süreci yaşayanlar bilirler ki, örgütsel çalışmamızda Mihrac Ural sürecin her kesitinde en önde duran yoldaşımızdı. Bu süreç olduğu gibi tüm etkinliğiyle yurt dışı kesitinde de sürdü. Örgütün 12 Eylül karanlık rejiminden korunması ve yeniden ülkedeki mücadeleye omuz vermesi açısından oluşturulan imkanlar yaşamsaldı. Buna yayın faaliyetlerimizi, Türkiyeli devrimci hareketlerin Cephe girişimlerindeki yerimizi (FKBDC), Devrimci Birlik Platformu çalışmalarımızı ve bütün bu çalışmaların taçlanması olan,  Kongremiz ifade edeceğim.
Kongremizin ortaya koyduğu demokratik tabloda, gizli oy açık seçimle bağlanan başarısı ise ayrıcalıklı bir yere sahiptir; illegal bir silahlı mücadele örgütünde böylesi bir kongrenin, onlarca delegeyle toplanıp, hiçbir aksama olmadan başarılması, bu çirkin insanların karalama kampanyalarına verilecek en iyi yanıttır;
Kongreyi başarıyla bağlayanlarla, kongreyi ihbar için MİT’le işbirliği içinde, 150.000 TL karşılığı satılmışların karşı karşıya gelmesi kadar doğal hiçbir şey olamaz. İtirafçı ya da MİT ajanı olmak siyasal mücadelede bir insanın altından kalkamayacağı suçtur; bu ikilinin polis organizesi işlere bu ruh haliyle atılmaları eşyanın tabiatına uygundur.
AVRUPA
Avrupa sürecine gelince, bu alanda da örgütümüze yakışır emekler verdik. Hatalarımızla sevaplarımızla hiçbir özveriden kaçınmadık.  Devletlerin yıkılıp buharlaştığı, dev siyasetlerin ortadan yok olduğu bir koşuldan geçtik. Biz ne ise öyle kaldık. Örgütümüzü savunduk değerlerine sahip çıktık. Hatasız insan yok, önemli olan çalışmaların devrimci kaygılarla ortaya konmasıydı. Onu yaptık. Ama bu gün hiçbir ilgileri kalmamış olduğu örgütümüze saldıranların yapmaya çalıştığı şey farklı bir şeydir; üç yıl durmadan kusulan kirlilik bir takip işidir, polisiye görevden başka bir şey değildir; hiçbir kin böylesi bir ısrarı ortaya koyamaz. Üstelik iflas eden türden böylesi bir ısrarı insan olan kimse sürdüremez bu bir görevdir isteklerden bağımsız gelişen.
Avrupa’da Tüm çabamızla her eylemde her yürüyüşte her etkinlikte var olmanın katkı yapmanın onurunu yaşadık.
Dünyanın değişimleri ve gelişmeleriyle, solun uğradığı sonuçlara bizde maruz kaldık. Ancak dönemin tümünde atılması gereken tüm adımları atmaktan, örgüt sorumluları olarak geri durmadık. Bu ortamda cımbızla tutulup çekilecek hiçbir teferruat genelin doğrultusunda yapılan olumlu çabaları örtemez. Senaristler, bıktırıcı tekrarların zavallı sığınmacıları, bu gerçekleri örtmeyi başaramayacaklardır. İtirafçı Engin ve MİT ajanı İbrahim yalçın’ın Avrupa çalışmalarını küçümseme ve yok sayma çabaları ise ciddiye alınmayacak bir çırpınıştır. Örgüt arşivi belgelerinde bu çabalar, dernek, yayın, etkinlik, protesto, miting, yürüyüş ve konferanslardan oluşan yoğunluğuyla, çirkin suçlamalara bir şamar olarak durmaktadır.
 Ülkemiz için hiçbir özveriden çekinmeden, omuz omuza olduğumuz tüm yoldaşlarımızla verebileceğimiz her şeyi ortaya koyarak mücadele ettik. Acilciler diye bir gerçek Türkiye solunda var olduysa, bunu kolektif emeklerimize inşa ettik. Bu süreçte bu ikili sadece tahripkar tutumlarıyla var oldular.
Acil hareketinden kaçarak, başka alanlara sığınanların bu gün Acil’i dillerine dolamalarını ise kirli bir amaç olarak görüyorum.  Şiddetle lanetliyorum.
Avazları çıktığı kadar havlasınlar, bu açıklamamın ardından da hakkımda etmeyecekleri söz kalmasın, önemsemiyorum bu devrimci mücadele sürecinde herkesin bir rolü var onu oynayacak kuklalarda görevlerini yapacak.
Ama bilsinler ki biz buradayız, Mihrac Ural’la yoldaşla biriz ve birlikteyiz, ona yönelen her kirliliğe karşı da duruşumuz açık ve nettir.
Bundan sonra da ülkemizin demokrasi mücadelesinin her aşamasında omuz omuza olmaya devam edeceğiz.
Bu polis organizesi çabaları bu güne kadar muhatap almadım, bundan sonra da almayacağım.

SONUÇ

Bu kısır çekişmeler zaman aşımına uğramıştır. Ülkemizin demokrasi mücadelesine omuz vermek varken bu kirlilik içinde yüzmeyi, şaibelerle başkasına saldırmayı iş edinenlerin aramızda ve çevremizde hiç bir yeri yoktur.
İtirafçılara, kendini parayla satanlara en iyi cevabı demokrasi mücadelesinde ortaya koyduğumuz ve koymaya devam edeceğimiz emekler verecektir. Nerede olursak olalım, hangi kanaatlerde bulunursak bulunalım bu ortak payda üzerinden haklarımız için ve ülkemiz için olumluyu yükseltmekle yükümlüyüz.
Örgütümüze emek vermiş her onurlu insanı bu karalamalara karşı tavır almaya, bulunduğu yer ve imkanlarla gerekli cevabı vermeye davet ediyorum.
Devrimci kamuoyuna ve Halkımıza duyurum budur.