21 Nis 2010

ERMENİLERİ CUMHURİYET DE KATLETTİ (2)

Değerli arkadaşım, 
Ermeni  soykırımı ile ilgili  yazı dizimizin ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyorum, Bu ülke birimizin değil hepimizin diyen, demokrasiyi farklılıkların eşitliği üzerinde bir kurumsal ve yasal güvenceler bütünü olarak algılayan,  tarihle cesurca yüzleşme iradesi gösterenler adına,  bu diziyi her gün bir bölüm olarak ileteceğiz.
 Not: Orijinal belgede iki önemli fotoğraf bulunmaktadır. Dosyayı açtıktan sonra, "orijinal belge" butonuna tıklayın.Anı belge ve ilgili yazımları http://mirural.blogspot.com/  dan da izleyebilirsiniz
Mihrac Ural.
20 Nisan 2010
Leopold F. Gaszczyk kimdir? 

N.Nadi Çelik
 29.07.2009


Leopold’un kim olduğunu ve neler yaptığını üç beş cümlede anlatmak mümkün olduğu gibi, yüzlerce sayfada da anlatmak  mümkündür. Ancak ne üç beş cümle ne de yüzlerce sayfa onun tarihte ki konumlanışını ve olaylara karşı duruşunu ve bu duruşun dayandığı felsefenin temel özelliklerini bir bütün olarak aktarmaya yeterli olmayacaktır.  Onu anlatmakta ki zorluk onun bir kahraman olmayışından kaynaklanır. Heykelsiz kahramanları anlatmak sizlerinde tahmin edebileceği gibi  her köşede heykelleri dikili duran herhangi bir kahramanı anlatmak kadar kolay değildir.  Heykelsiz ya da kahraman olmayan kahramanlara dair kullanacağınız her ifade aynı zamanda onu yeterince anlatmadığınız hissini yaşatır size. Açıkça belirtmem gerekir ki, şu anda okuduğunuz ve tarafımdan kaleme alınan bu satırlar Leopold’u anlatmak iddiasından ziyade onun biyografisiyle ilişkin elde edilen sınırlı bilgilerin kısa notlar biçiminde aktarılmasından başka bir şey değildir.
İttihatçıların coğrafyamızda yol açtığı trajik sürece tanık olan, Leopold bir asker olarak katıldığı savaşta insan öldürme sanatının incelikleri yerine tam aksine insan yaşatmanın inceliklerini kavramıştı. O,  İttihatçıların topraklarımızın kadim halklarına yönelik imha hareketine karşılık insan yaşatmanın bin bir yöntemini yaratıp geliştirdi ve geliştirdiği bu yöntemler sayesinde  binlere onbinlere varan mağdurları kurtarmayı başarabildi.
Leopold, 15.11.1896  tarihinde Avusturya'nın Schlesien şehrine bağlı  Weisskirchen kasabasında doğdu. (Avusturya'nın-Schlesien şehri 1.nci dünya savaşından sonra Polanya sınırlarına dahil edilmiştir. Ve bu vesileyle Leopold F.Gaszczyk, Avusturya ve Polonya pasaportlarına sahipti. )

1915 yılında Avusturyalı olarak, Avusturya-Macaristan imparatorluk ordusunda   Rusya’ya karşı  asker üniformasını taşıdı. 1916'da Bukowina ve Karpaten 'de mevzi (Siperler) kazıcısı olarak görev aldı.

1917-18 'de İtalya’da İsonso savaşında muharebe mücadelesi verdi. Leopold, savaş süresince üç kez yaralandı. Bunun üzerine kendisine samariter dersi, telefon- telegraf okulu ve hemşirelik alanlarında görevler verildi.

1919 'da görevli olarak Belgrada gönderildi.  Yine 1919 yılının ağustos’unda Halep (Haleppo- Aleppo) ve Damaskus'ta (Şam)  bulundu.

Savaşın sona ermesiyle birlikte Leopold F. Gaszczyk, , ermeni soykırımının mağdurları ile yakından ilgilenen ve bir Amerikan sivil kuruluşu olan Near East Relief’te elektrik mekanisti olarak çalıştı. 1919 'da Kayseri, Sivas, Samsun ve Harput'ta Elektronik cihazları montaj'ına başkanlık etti.

Söz konusu görevleri sırasında Karadeniz' de ikinci kez Rum ve Ermenilerin sürgün edilişlerine tanık oldu.
 
1923 senesinde ise Danimarka'lı Karen Jeppe’nin başkanlığında ki Danimarkalı Ermeni Dostları adındaki kurumda, Karen Jeppe’nin yardımcısı olarak çalıştı. Halep’te  Ermeni Mülteci ve Dul yerleşim kamplarında Hasta bakıcılığı görevini üstlendi. Karen Jeppe’nin 1935 yılında vefatı üzerine kurumun başkanlığına getirildi.  1946 yılında kurumun kendisini ilga edişine kadar başkanlık görevini sürdürdü.
Görevde bulunduğu dönemde soykırım kurbanlarının dere kenarlarında atılmış ve giderek çürüyen cesetlerine, çöl yollarında katledilmiş Ermeni kadın ve çocuklarının iskeletlerine, Maraş ve Adana yöresinden kaçıp, Sancak’ a sığınan bir avuç insanın trajedisine tanık oldu.  
Halep yanı sıra Sancak’taki (İskenderun, Antakya ve havalisi) soykırım ve savaş mağdurları ile de ilgilenirken bu kez de Sancak’ın Türkiye’ye devredilme sürecindeki uluslararası politik ayak oyunlarına ve bu ayak oyunlarının kurbanı olan Arap halkının acılarına tanık oldu. Bu sürece dair 8 sayfalık anı belge niteliğinde yazı kaleme kaldı. Leopold’un tüm yardım çalışmaları boyunca yüz sayfayı aşan rapor, anı, mektup niteliğinde yazmaları mevcuttur. Bu yazmalar genellikle Almanca ve İngilizce kaleme alınmıştır.
Kocasını soykırımda yitirerek dul kalan Ermeni Horome ile evli  olan Leopold’un 1946 yılında başkanlığını yaptığı kurumun ilgasından (faaliyetinin sona erdirilmesi) sonraki hayatı ve faaliyetleriyle ilişkin ve yine hangi tarihte ve nerede öldüğüne dair şu ana kadar yürüttüğümüz çabalara rağmen bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadı. Bu konuda ilerde edilecek bilgiler siz okurlarla şüphesiz ki anında paylaşılacaktır.
Yukarıda belirttiğim gibi Leopold’u anlatmak gibi bir büyük iddiadan tamamen uzak olan bu yazıyı burada noktalıyor ve sizleri Sayın Mihrac Ural’ın yorumları ve Lepold’un anı belgesiyle baş başa bırakıyorum. 


Mihrac Ural’ın notu:
Leopold Gazsczyk daha iyi anlamak için onu şiirinden de tanımak yerinde olacaktır; duygu yüklü, anlam yüklü, yürekleri dinamit kutusu yapan kısa şiirini birlikte okuyalım.

“Bu küçük yer benim ufak olsa bile
Burada ben yaşıyorum
Burada ben seviyor, seviliyorum
Burada ben ikamet ediyorum
Burası benim vatanım
Burada ben evdeyim.

600 senelik sıcak avcılığınız sizin dilekleriniz ise, bunu Allah bilir..
Umut ve yardım etmek mümkün olduğunca.

Suriye/Halep (Aleppo)
Tarih; 28.Mayıs 1946.


Leopold Gaszcyk” (
Leopold Gaszczyk,Die Sancak Episode” S.8)





ERMENİLERİ CUMHURİYET DE KATLETTİ (1)

Bu acı gerçeğin, Leopold Gazsczyk’in kaleminden belgesi
“DİE SANCAK EPİSODE”  
İlk kez AYRI VARLIK blogunda
yayınlanıyor.
Mihrac Ural
19 Nisan 2010
Belge Danimarka Krallık Arşivinden Toplum Bilimci Sayın Nadir Nadi Çelik’in araştırmalarıyla gün yüzüne çıkarıldı.
Belge çevrisi üzerinde Pedegog, tercüman, Sayın Özcan Burno emek verdi. İlk çeviri nüshası üzerinde AGOS gazetesi Tarih bölümü çalışmalarını sürdürdü ve yeni bir çeviri nüshası oluşturdu. Bu nüsha üzerinde Bir kez daha Sayın Özcan Burno çalıştı. En son olarak Sayın Nadir Nadi Çelik, ince eleyen sık dokuyan çalışmasıyla yayına hazır hale getirildi.
Tarihe  bu belgeyi bir not olarak düşen Leopold Gaszczyk’tir. Polonya asıllıdır, Danimarkalı Ermeni Dostları Derneği başkanı “Urfalı kız” lakaplı Karen Jeppe’in yakın çalışma arkadaşı ve aynı derneğin sonraki başkanıdır. Tarihe düştüğü notlar anılarıdır, kendi gözlemleri, fotoğraflarıyla Cumhuriyetteki Osmanlının tanıklığını yapmaktadır.  
L. Gaszczyk, anı belgesine “DİE SANCAK EPİSODE”  başlığı koymuştur.  Sancak, Osmanlı idari birimlerinden biridir. O gün, tarihi adıyla Liva İskenderun – Antakya sancağı ve havalisi olarak bilinen idari alana SANCAK denirdi. Bu günkü Hatay ilini kapsayan alan.
Episode kelimesi ise, olay, hadise, vaka, serüven olarak anlamlandırılabilir. Yunanca’da tiyatroda bir perde, bölümdür, Latinceden de tüm Avrupa dillerine yerleşmiştir. Leopold Gaszczyk’ın anı belgesinde bu başlık en yakın anlamıyla Sancak trajedisinde bir bölüm anlamına gelir.
Belge bu gerçeği tarihe not düşüyor. Yarın 20 Nisandan itibaren yayına girecek olan anı belge dosyasının birinci bölümü Leopold Gazsczyk biyografisi ve belgeye ön söz yer alacaktır. Ardından belgeye ait fotoğraflar ve el çizimi harita yer alacaktır. 23 Nisanda da anı belge ilk kez okurla buluşacaktır. 


167. Dosya: GÖZALTI...

Mehmet YAVUZ
14 Nisan 2010


Mihrac Ural'ın notu:


26 Mart 2010 Cuma sabahı, 2 yıldır süren ihbarların son hamlesini yaptılar. Devletten bekledikleri baskın gerçekleşti. 

Beklentileri vardı, ancak hiç bir şey bulamadılar.

Yılların dersleri,  önlemleri ve birikimleri itirafçıların önünü kesti;  biri itirafçı, biri MİT ajanı, bir diğeri ölü konuşturucusu ihbar çetesi kurmuş ha bire ihbar servisiyle meşgul…
Çabaları boşa çıktı. Sözün bittiği yer de burası…

Kendi kamburlarını örtmek için, benzer bulmak için, çırpınıp durdular Ahlaksızca karalama ve şaibe ürettiler. Ama nafile...

Acilcilere kimse kara çalamaz, bir onurlu direniş örgütünün militanları, kadro ve yöneticilerini yeryüzünde hiç bir güç lekeleyemez. Bunu bilmiyorlar.

 Bilmemeleri normal, 28 yıldır TKEP'li olan, hayatında kararlı bir duruş içinde olmayan, en yakınının sorumluluğunu bile üstlenmeyen, örgütten örgüte, tasfiye ve kirli işlerle uğraşanların düşecekleri yer burasıdır, burası bir bataklıktır…
 
Bu şebekeyi iki cümleyle tanımladık. Her bir cümle de kendilerine ait.

 Biri 150.000 TL karşılığı kendini MİT’e satmış, bunu 12 sayfalık itirafnamesinde, el yazısıyla dile getirmiş; "örgüt bitince de devlet arkasında olacak rahat edecek" diye de övünmüş.
 Diğeri, polis bileğini tutar tutmaz itirafçı olacağını belirtmiş, vermişler eline kağıdı, kalemi dökülmüşte dökülmüş...

33 yıl sonra, aynı görevle sahnedeler. "Sizi deşifre etmeye devam edeceğiz " diyorlar. Doğu Perinçek'in sadık izcileri görev başındalar.

 Ülkemiz, halklarımız için, demokrasi ve özgürlük için çabamız var.  Davamız, sistemle ve devletle, kuklalara ayıracak vaktimiz yok…

 2 yıldır bitmeyen yalan kurgu üzerine kurulmuş nakarat,  başlı başına iflaslarının ifadesidir. Onların anlına bir kader yazdım ebede kadar beni yazacaksınız diye, nakarat öyles sürür gider..

Aptallar anlayamıyor, bir iki yamakla sonuç alabileceklerini sanıyor. Kendilerine benzer bulmak için çırpınıyorlar. Muhatap değiliz, okura karşı sorumluluğumuz var onu yerine getirmekle yetiniyoruz
Bileğimizi bükemedikler, 2 yıl değil 200 yıl sürse de başaramazlar; güneş balçıkla sıvanmaz bilmiyorlar. Kaderlerinde boynu bükmek var, hesap vermeye mahkum olduklarını görmüyorlar.

2 yıldır çırpınıyorlar, kamburları örtülmüyor, benzer bulamıyorlar. Yazılarına bakın siyasi yazı diye bir tek satırları yok. Hayatlarında siyasi yazı yazmamış satılmışlara zaten sözüm yok. İnsanın kanı donuyor bu yüzsüzlük karşısında; Nebil’in ölümüne yol açan 2 kg altını nerede nasıl harcamış olması bir yana, örgütten habersiz böylesi bir ahlaksızlığı yapmış olması da bir yana, Nebil’in ölümüne neden olması ve MİT’ten para almış olması yeter de artar.

 Ama adam bir şey yapmamış gibi yüzsüzce hala yazıyor. Tek bir Acilci bu adamı aklamıyor ama farkında değil. İtirafçının, hayatında Acil’ci olmamış yamakların geçici yol arkadaşlıklarına güveniyor. Tek kişi olduğunun farkında bile değil. İtirafçı Engin’in “bu adam MİT’ten para almış ne diyorsun” sorusuna verdiği “onun sorunudur” cevabını bile duymuyor.  Düşmek buna derler, alçaklık budur. Beklesin o…
Bir de komiğime olan bir yamağın serzenişi ” zamanı hakem koydum” sözüme takılmış; adam aptal ya, bilmiyor.  35 yıldır dik duran Acilcilerin 40 yıl geçse de hesabın peşinde sonuç alacaklarını anlamıyor. Hayatında Acilci olmamış bir aptalın muhatap alınmayacağını kavramıyor, elimizin tersiyle iki tokat dışında bir değeri olmadığını anlamıyor,  çırpınıp duruyor; "gizli tarih, kutsal kitap" diyor, ama lağım çukurunda olduğunun farkına bile varmıyor.

Evet muhbir şebekesi isim isim belli. Komploları, provokasyonları, ihbarları da başlarına çalındı. Gerisi teferruat...
 
Onurlu insan Mehmet Yavuz, bu gerçeği şöyle özetliyor; 

"Bir yola çıkarken alçaklara yağacak karı, tepelerden esecek rüzgârı hesaba katıp sonucuna katlanırım. Doğal olanı budur.
Ne yazık ki hesaba katmadığım; tartıştığım kişilerin ne kadar alçak olduklarıymış. Alçaklara yağan kar gün gelir erir, yerinde çiçekler açar. Fakat alçaklık hep baki kalır."
Yazının tümünü birlikte okuyalım...

Gözaltı...
Mehmet Yavuz
14 Nisan 2010
Sabahın kuşluğunda köpeklerin yoğun havlamasıyla karışık kapı zilini duydum. Bu vakitte sütçü dahi gelmezdi. Merakla camdan dışarı baktım. Gözlüğümü takmadığım için dışarıda bir kalabalık görüyor ama kim olduklarını seçemiyordum. Etejerin üstündeki gözlüğümü alıp aşağı indim.

Kapıyı açıp dışarı bakınca kalabalıktan birisi;

-''POLİS'' diye seslendi.

Köpeklerim kapıya gelen kalabalığa kıyasıya havlıyor, kapıya elini uzatana saldırıyordu... Köpekleri sakinleştirip ön balkona kapadım. Bahçe kapısını açınca ekibin başında olan komiser, arama emrini göstererek evimde arama yapılacağını, benim de gözaltına alınacağımı söyledi.

Arama emrine baktım; '' yasa dışı terör örgütüne üye olmak '' gerekçesiyle ev ve arabamda arama yapılarak yakalanmam isteniyordu. Bir ekip de olası bir çatışma ya da firara karşı çevrede tertibat almıştı.

Elleri otomatik silahlı siviller içeri doldular. Evde yatanları uyandırdım. Herkes şaşkındı. Koridorlarda, odalarda elleri silahlı bir sürü sivil dolaşıyordu. Evim, didik didik arandı. Bütün laptoplar, hard diskler, flaş bellekler, cep telefonları, arşivdeki yazılı ve görsel belgeler tutanakla alındı.

Bir bayan polisin düzenlediği tutanağa göz attığımda garibime giden bir ifade oldu. Şöyle bir cümle vardı: '' Şüpheliden bilgisayar kayıtlarından kopya isteyip istemediği soruldu, ........ dedi ''

Bana böyle bir şey sorulmadığını komisere hatırlattım. Komiser, kopyalama cihazları olmadığı için arama anında kopyalama yapamadıklarını; bilgisayarları, flaş bellekleri, telefonları ADANA'daki laboratuvara göndereceklerini söyledi.

Evden alınan eşyalarla birlikte içi görünmeyen bir minibüse konuldum. Evvele Mersin Devlet Hastanesi'ne götürülüp oradan Emniyet Müdürlüğü nezaretine bırakıldım. Buraya alınırken çeşitli açılardan resimlerim çekildi.

Yaklaşık bir saat sonra üç kişilik bir ekip eşliğinde Antakya Emniyet'ine sevk edildim. Burada Terörle Mücadele Şubesinin nezaretine alınırken kayıt yapılan defterde Mehmet Güzel'in adını gördüm. Polislerin konuşmasından İstanbul ve Ankara'dan da getirilecekler olduğunu öğrendim.

Üstümdeki eşyalar emanete alınıp nezarete götürülürken Mehmet Güzel ile Hüsamettin Çalış'ın da yan hücrede olduklarını gördüm. Selamlaştık.

Evimin basıldığı andan başlayarak tahmin etmeye çalıştığım manzara belli olmuştu. Nebil'i arama, onurunu iade etme çabamızın tadına varamamıştık ama anlaşılan cefasını bu şekilde görecektik.

Ertesi gün İstanbul'dan Hasan Balcı ile Emrullah Gemci'nin, Ankara'dan Ömer Gazel ile Öner Ödemiş'in getirildiklerini öğrendim. Ondört kişi aynı şekilde gözaltına alınmıştık.

Emniyet sürecinde yaşadıklarımız, 12 Eylül dönemine göre oldukça farklıydı. Darbe öncesi ve sonrasında emniyet tezgahından geçenler, gördükleri işkencelerin travmasını uzun yıllar taşımıştı. Ağır işkencelerde sakat kalma, hayatını kaybetme gibi durumlar da herkesin karşılaşabileceği bir gerçekti. Sorgulama denen şey; dayak, baskı, tehdit ve işkence ile suç yüklenmesiydi.

Oysa şimdi; hakaret içeren bir kelime dahi sarfedilmeden teknik takip ve dinleme sonucu elde edilen delillerden yola çıkılarak sorgulama yapılıyor, bir fiske dahi vurulmuyordu. Bu, önemli bir değişimdi.

Sorgumda; Nebil Rahuma'nın önemi soruldu.. Neden otuz yıl sonra bu ismin öne çıkarıldığı öğrenilmek istendi... Özenle Nebil'i anlattım. Yasadışı terör örgütü oluşumu soruldu; teröre nasıl baktığımı anlattım. Teknik takibe takılan hususları, atılan iftiraları, iftira atanların nedenlerini anlattım.

Savcılık sorgusu da aynı şekilde geçti. Kişisel anlamda bir sorun söz konusu değil. Atılan iftiraların doğru olmadığı ortada. Lakin, salıverilme sonrası yaşadığım durum cezaların en büyüğü oldu.

Bütün bilgisayarlarıma, belgelerime, Nebil'e ilişkin yazılarıma, telefonlarıma incelenmek üzere el konuldu. Herhangi bir kopyalama işlemi yapılıp tarafıma bir suret de verilmedi. Söylendiğine göre üç aya kadar verilmesi de mümkün değilmiş.

İşte bana verilen asıl ceza bu. Bütün işlerim durdu. Bütün bağlantılarım kesildi. Yürürlükteki hukuk kurallarına göre bunların olmaması gerekiyor. Ama yaşadıklarımız, bu mealde hukuk kurallarına uygun düşmüyor.
Bir yola çıkarken alçaklara yağacak karı, tepelerden esecek rüzgârı hesaba katıp sonucuna katlanırım. Doğal olanı budur.

Ne yazık ki hesaba katmadığım; tartıştığım kişilerin ne kadar alçak olduklarıymış. Alçaklara yağan kar gün gelir erir, yerinde çiçekler açar. Fakat alçaklık hep baki kalır.