31 May 2010

İSRAİL İNSANLIĞA SALDIRIYOR

İSRAİL İNSANLIĞA SALDIRIYOR

Mihrac Ural
31 Mayıs 2010

İstanbul’dan kalkan Gazze’ye yardım konvoyu, uluslararası sularda 30 Mayıs 2010 gecesi İsrail deniz komandoları tarafından saldırıya uğradı.
İnsani yardım taşıyan gemiye baskın düzenleyen İsrail ordusu, rastgele yaptığı yaylım ateşiyle, onlarca yardımseverin ölümüne ve yaralanmasına yol açtı.  Ölü sayısının 19, yaralıların ise 100 kişiyi aştığı ilk haberlerde, sayının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor.
İnsanlara yardım amaçlı olan bir konvoya yapılan bu saldırı akıl zorlaması bir deliliktir.
Bu saldırı, bir çılgınlık ve insanlığa meydan okumadır.
İsrail’in saldırısı askeri bir cürüm değil, bir insanlık suçudur.
İsrail bu girişimiyle bilenen çirkin Nazi suratını bir kez daha insanlığa meydan okuyarak göstermiştir. Uluslararası suları bile, korsanlık sahası olarak işgal ederek, kanlı bir hüküm altına alma girişimiyle bilinen İsrail, tüm uluslararası hukuk kurallarını çiğnemiştir.
İsrail, bu kez insanlığın tümünü karşısına alma çılgınlığına yönelmiştir.
Terör devleti İsrail’in bu pervasızlığı, kirli tarihi ve kültürüyle yakından ilgilidir.
Tarihsel kültürlerinde tanrıyla savaşan anlamında İsrail adını taşıyan, tarihinin tüm kesitlerinde başına gelen sürgünlerin nedeni ve diasporalarda yerleştiği topraklara gerginlik eken tutumlarıyla ağır bedeller ödeyerek bu güne gelen Siyonist akıl, kendini ve halkını çılgın tehlikelere atmaya devam etmektedir. Tarihte, Yahudilerin başına gelen olumsuzlukların da nedeni bu akıldır. Bu akıl, bölgemizdeki olumlu komşuluk ilişkilerinin gelişmesi karşısında gerginlik içinde, saldırgan reflekslerle dehşet saçmaya yöneliyor.
Bölgemizde büyük değişimler yaşanırken Siyonist akıl yalnızlaştıkça, artan saldırganlığı, bölge halklarının kardeşlik ilişkilerini tehlikeli dönemeçlere yöneltiyor. Oysa bölgemizde değişen güçler dengesi, barış ortamını, halkların kardeşliğini daha da pekiştirme potansiyeli taşıyor.
İsrail bu gelişmeleri kendine yönelik bir tehlike saymakta ve gergin bir duruş sergilemektedir. Bölgeye sonradan yerleştirilmiş bir yama olan, Avrupa’nın Yahudilere II. Dünya savaşında çektirdiklerinin bir kefareti olarak Filistin toprakları üzerinde işgalci bir güç olarak oturtulan İsrail devleti, kendini hiçbir zaman bölge barışının bir parçası olarak saymamıştır. O, bölgedeki varlığını her zaman bir savaş durumu ve savaş süreci olarak algılamıştır. Bu nedenle, hiçbir İsrail hükümeti dış politikasını barışı esas alan, bölge halklarıyla sürekli barışı kazanma üzerine kuramamıştır. Her ilişkiyi askeri güç ve güvenlik çerçevesinde ele almış, bunun için, daha çok toprak işgali, daha çok askeri üstünlük üzerinden sağlanan geçici ikili anlaşmalara yönelmiştir. Bu nedenle de yaptığı hiç bir anlaşma kalıcı olmamış, anlaşmalarının her bendi için yeni anlaşma gereği ortaya çıkmıştır. İsrail BM kararlarını ihlal eden pervasızlığıyla, kimi kararsız Arap ülkeleriyle giriştiği ikili anlaşmalarda hiçbir yükümlülüğü yerine getirmemiştir.
İsrail, bu tarih ve konjonktürel algılarla, bölgemizin tüm savaşlarının nedeni ve başlatıcısı olmuştur. Bununla kalmamış, bölgede işlenen suikastların, provokasyonların da organizatörü olarak yer almıştır. Öyle ki, provokasyonlarında kendi halkına karşı roket saldırısı yaparak ya da 1982 Lübnan’ı işgal eden savaşta olduğu gibi Londra büyükelçisini katlederek çılgınlık göstermekten çekinmemiştir.
Nükleer silahlarıyla birlikte İsrail’in yarattığı tehlike, sadece bölgemizin değil, dünyanın da barışını tehdit eden insanlığa karşı bir duruş olarak belirmektedir.
İsrail devleti bir terör devletidir, İsrail devleti bir Nazi devletidir, tarihi boyunca insanlık suçu işleyen bir devlettir diyerek yıllardır yazıyoruz. Siyonist Nazilerin kanlı girişimlerini açığa vuruyoruz. İsrail’in bir başka açıdan sadece insanlığa değil, aynı zamanda kendi halkına, Yahudilere karşı anti-semitik bir duruş sergilediğinden söz etmek yanlış değildir.
Bu devlet, kendi halkına karşı tehlikeli bir devlettir. Bu devlet, Yahudilerin bu topraklarda bin yıllardır süren barışını, ebedi tehlikelere ve düşmanlıklara dönüştürmekte olan bir devlettir. İşgalci bir güç olarak yerleştirilen bu devletin, bölgemizin nesnel yapısıyla çatışma içinde sürdürdüğü yaşamını devam ettirmesi mümkün değildir.
Terörist İsrail devletinin bu mantıkla, kendi halkı Yahudilere karşı da gösterdiği duruşla, bölgemizde uzun süre yaşama şansı olduğunu söylemek çok güçtür. Bu tespit verilerin terörist İsrail devletine ilişkin kanaatlerin tespitidir; Yahudi halkının da kurtuluşu algısını içermektedir.
Bilinmeli ki, anti-semitik duruşlar ne kadar ırkçı ise Siyonist İsrail’in duruşu o kadar Nazi’dir, o kadar insanlık dışıdır.
Yahudi halkı, başlarına çöreklenen bu ırkçı devletin kefaretini ödeme tehlikesiyle karşı karşıya düşmüş bulunmaktadır. Terörist İsrail devleti, insanlık düşmanı konumuyla bölgenin, dünyanın ve tüm insanlığın tepkisi altında tarihe karışmakla yüz yüze kalmaktadır.
Siyonist İsrail devleti, masum insanlara, yardımdan başka bir amacı ve hedefi olmayan insanlara saldırmakla aşılması mümkün olmayan insani sınırları da aşmıştır. Bundan sonrası insanlığın bu vahşet karşısındaki kararlı duruşuna aittir.
Bu vahşetiyle insanlığı yeneceğini sanan İsrail terörü, insanlığın haklı tepkisiyle yüz yüze kalacaktır.
Bundan sonrası, insanlığın söyleyeceği söze kalmıştır. Bu söz, her ne kadar İsrail’in koruyucusu emperyalist güçlerin sulandırmalarına maruz kalsa da yardım konvoyuna yapılan baskın İsrail’i sonuna kadar takip edecektir.
Yardım konvoyları bundan sonra artan bir yoğunlukla ve ne pahasına olursa olsun Filistin’e ulaşma mücadelesi verecektir. İsrail insanlığı katlettikçe, yardım konvoyları da insanlığı kurtarmak için yoluna devam edecektir.
Irkçılıkta, Nazileri aşan, nükleer silahlarla bölge ve dünya barışını tehdit eden, en masum ve en barışçıl talebe ağır silahlarla ölüm kusan, uzak-yakın komşularının tümüyle savaş halinde olan Siyonist İsrail devleti, insanlıkla savaş halindedir. Siyonist İsrail devleti, insanlıkla savaşında ağır bir yenilgi almaya mahkumdur.