22 Eyl 2010

ENGİN ERKİNER


191. DOSYA
ENGİN ERKİNER; “KATİL MUHBİR”
ANNELER ve BABALAR

Mihrac Ural
22 Eylül 2010

Üç yıldır tek isim etrafında yazmaya mahkum olmanın tek anlamı var, iflas.
İflas tekrar ettikçe, ilgili ilgisiz karalamalar çelişkileriyle devam etmeye mahkum. Engincik yaş bunaklığı ve Başarsızlığın krizleriyle, ailelere saldırmayı onlar üzerinden prim edinmeyi deniyor. Ama işe yaramıyor. Siyasi performansım arkasından bu yöntemle nal toplamak işe yaramıyor…
Bu itirafçı ve ortağı benim için çerez haline geldi.
Düzenli ve disiplinli çalışmalarımla ortaya koyduğum siyasal duruş onların hayallerini çok aşıyor. Okur son üç yılda yazılan yazıları toplasın ve karşılaştırsın gerisi kolay.
Karalama yazılarını kader edinmiş olanlar, yaptıkları tekrarla, sadece kendilerini tanımlıyorlar.
Analara babalara takılmaları da bu algının bir uzantısı.
Jokere Haydar’a ne oldu gördünüz. Dedemin ölüm tarihini verdim, masayı başına yıktım.
Düzeltme gevezelikleri yapıyor ama geçmez, ortağının destek yazıları da zevahiri kurtaramaz.
24 Ocak 1977’de ölen bir halk insanı, eski milletvekili merhum dedemi belgesiz, kanıtsız, alçakça ve ahlaksızca karalamak ve ölümünden sonra yaşıyor göstererek, benim 1978’de ki yakalanma ve mahkemelerime müdahil sayma komedisi suratlarında bir Osmanlı tokadı olarak patladı.
Dedemi karalamak, oradan bana karalama yapmak müflis bir çabaydı ve bitti.
Bir önceki yazıda ortaya attıkları iddiaları bir sonraki yazıda kanıt olarak gösterme aptallığı, alıntısız kaynaksız yazılarla okurun kafasına bulandırma çabaları, bu müflis itirafçının müptezel özelliklerinden biri olduğunu herkes bilir. Özel Harp Dairesi görevidir bu, zaman her şeyi daha iyi yerli yerine oturtacak.
Gelelim Ailelere.
Kaç kez yazdık, adamda ahlak yok ki anlasın.
İtirafçı Engin adam mafyanın bile ailelere ilişmeme kuralına uymaz. Çünkü onun aile algısı, çevre algılı ar namus algısı diye bir algı yok. Bunun için her devrin ve her çevrenin içinde bukelemun gibi renk değiştirir; kaç örgüt değiştirdiğine bakın bu yeter.
İtirafçının kabusu benim. Benimle ve yazılarımla baş edemeyince, anama babama takmış. Ahlaksızca küfürler ediyor.
Ayıplamıyorum, hastalar ayıplanmaz.
Babama karalama

Babama takmış,“Mihrac Ural’ın babasının Muhabarat ile kaçınılmaz olarak ilişkisi bulunan Uruba kadrolarından “ diyor.

Bu yumurta ağzında sakız olmuş, yazılarıma değil kendi ahlaksızlığına bakıyor.

Bilmeyenlerde öğrensin,

Uruba hareketi fiili olarak 1935-1939 yılları arasında, Fransız işgaline karşı mücadele eden bir direnme hareketidir. Halk arasında Uruba denilen bu hareketin resmi adı, bir ulusal direniş hareketi olarak Usbat el Amel el Kavmi ( Ulusal Çalışma Cemiyeti)dir.

Bu tarihler arasında Suriye diye bağımsız bir devlet yok. Dolaysıyla Uruba hareketinin Suriye ile uzak yakın hiçbir ilişiği de yoktur. Bu hareket Hataylıdır ve Hataylı Araplara dayanır; yakın müttefikleri ise, Ermeniler, Kürt ve kimi Türk çevrelerdir

Suriye devleti 17 Nisan 1946’da Fransa’dan bağımsızlığını kazandı. Yani Uraba hareketi, Suriye devleti doğmadan başlayıp bitmiş bir harekettir. Urubacı olmakla Suriye bağlantısını kurmak ancak aptalların işi olur. Özellikle bu harekette Alevi Arapların yoğun olmaları, Sünni Suriye siyasi ve sivil toplum ortamıyla da bağının çok zayıf olmasına yol açmıştır.

Muhabarat ise, 8 Mart 1963 Baas darbesinden da sonra Sovyetlerin yardımıyla kurulan bir teşkilattır.
Şimdi, bu adamın aptallığını siz düşünün. Uruba hareketi ile Suriye’yi hele hele Muhabarat’ı nasıl ilişkilendiriyorsa…
 Allah kimseyi bunak, hele hele aptal yapmasın…


Bu konuda İnternete girip her bilgiyi bulmak mümkün. Kolaylık için şu linke bakınız http://www.turkcebilgi.com/suriye_tarihi/ansiklopedi

Biraz bilgi vereyim,

Babam Uruba hareketi liderlerindedir. Bu benim onurum ve gururumdur.

Dünyada ulusal kurtuluş hareketi ve direnişlerinin ilklerinden biri olan bu hareket Fransız işgaline karşı direnmiş, şehit vermiş bir kitlesel harekettir.

Bu hareketin önemli liderleri de İskenderun Komünist Partisi liderlerindendir (Üstadım M.Ali Zerka gibi) Uruba hareketi 1935 yıllarına doğru oluştu. 1939 tarihleri arasında sert bir direnişle Fransızlara karşı durdu.

Bu hareketin çağrısına Türkler, Ermeniler, Kürtler de katkı sağladı; ortak mitingiler yaptı protestolar yükseltti. Bu hareketin önemli bir kısım lideri Hatay’ın ilhakından sonra Suriye’ye geçti.
Ancak orada tutunamadılar.

Fransız mandası altında Suriye’de baskı altında kaldılar.

Bağdat’a geçtiler orada okudular ve okuyanların tümü yüksek eğitimlerini bitirdi.

Irak Komünist Partisi (İKP) içinde Merkez komitesine kadar yükselenler oldu. Okuyamayan militan ve aileler ise o zamanın ağaları eli altında murabı oldu, serf oldu.

Bu süreç Urubacılar için acılarla dolu bir süreçti. Bu satırların yazarı bu anıları birebir yaşayanlardan dinledikleri burada yazılacak gibi değil.

Babam şehrini terk etmedi. 

Kadim bir Antakyalı aile olarak şehrini bırakmamayı tercih etti; Cumhuriyetin getirdiği laik değerler ulusal olmasa da inanç değerleri için bir nefes alımı ortam yaratıyordu.  

1940 yıllarda II. dünya savaşı ortamında askerliğini yaptı ve döndüğünde belediyede elektrik tahsildarı bir memur olarak çalışıp emekli oldu. 

Bu dönem Suriye Fansız mandası altında sömürge bir ülkedir. Suriye diye bağımsız bir devlet yoktu. Ama cahil İtirafçı böylesi tarihler hakkında bilgi yoksunu olduğu için, okuru aldatmanın kolay olduğunu sanır. Sallayıp durur.

Tarih bilmemek ayıp değil, bilmeden kirli amaçlar için konuşmak ayıptır.

Kısa bir bilgi,

Suriye 17 Nisan 1946’da bağımsız olunca, kendini bir türlü toparlayamadı. Ciddi bir iç çatışma sürecine girdi. Suriye bu döneminde “Erken uyananın darbe yaptığı ülke” olarak tanımlanır; devlet demek için bin şahit gereken bir dönem. Öyle ki 1958’de Mısır’la birlik oluşturduğunda bir dizi subay bu işi kimseye haber vermeden, Cumhurbaşkanı, Başbakan,  Meclis Başkanı ve Savunma Bankının bile haberi olmadan, Mısır lideri Nasır’la anlaşarak Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurarlar (1 Şubat 1958); habersiz devlet yetkililerine de “ size haber verseydik hayatta bu işe evet demezdiniz kırk sorun çıkarırdınız, kestirmeden gittik ve oldu” .

Mısır’la birleşerek ortak cumhuriyet kurulunca, ortalıkta Suriye devleti diye bir devlet de kalmadı. İki devlet bir oldu ve Mısır, Suriye üzerinde tam bir egemenlik kurdu.

Birlik uzun sürmeden dağıldı (28 Eylül 1961). Suriye yine iç karışıklık içinde oturmamış bir devletti. Darbeler darbeleri izliyordu.

8 Mart 1963 Baasçılar özellikle Sovyetlerde eğitim gören subaylar önderliğinde askeri darbe yaparak,  kendine “sosyalist” diyen bir iktidar oluşturdular Bu iktidar da bin bir sorunla iç içe, Baas içi darbelerle yürürdü. Dünyaya kapalı ilişkileriyle, Sovyet yanlısı bir süreç başladı.

Muhabarat ise 1963’lerden çok sonra kurulan bir teşkilattır.

Birazcık tarih bilgisi olan, bu tarihleri bir araya getirirse, babama yönelik bu ahlaksız karalamanın ne kadar aptalca olacağını bilir.

İtirafçı Engin’in ezberleri içinde böylesi tarihler yok. Apışıp kalıyor. Bölgeyi bilmez etmez bir bunak. Dikkatli okuyucu, bu itirafçının hiçbir yazısında alıntılara rastlamaz. Alıntısızca kendi üretip başkasının adına aktarmalarla yazarak, omurgasız olmayı tercih eder. Öyle değil de şöyle demek istedim kıvırmaları için en geçerli yöntem de budur.

Doğu Perinçek medresesi tas tamam budur. Devrimcileri karalamak için en mahrem en ahlaksız karalamaları yuvarlak cümlelerle servis yapmaktır. Özel Harp Dairesi taktikleridir bunlar. Bu yüzden, sürekli gaflara düşer.

O Mihrac Ural düşmanlığı olmadan var olamaz. Ömrünün sonuna kadar Mihrac Ural yazacak diye ona bir kader çizdim. Bundan kurtulamaz. Onun varlık koşulu, kendisi için düzdüğü komik övgüler bile, Mihrac Ural’a saldırı yapmadan metelik etmezler. Nokta.


 Anneme küfür

İçine ukde olmuş anlaşılan, kendi  anasını tanıtacak.
Kestirmeden söyleyeyim, tüm analar iyidir; çocukları itirafçı, katil muhbir olsa da. Kimse kimseyi annesinden dolayı suçlamaz. Bizim ahlak anlayışımızın kırmızı çizgileri arasında bunlar var başkası kendi ahlakıyla yazar.
Ben annemi hiç övmedim. Tersine övmem gereken yerde bile “ tüm devrimci analar gibi benim de annem” diyerek herkesin anasıyla eşitledim.

Evet, annem tüm devrimci anneler gibi oğlu uğruna zindan kapılarında çile çeken bir kadın. Benim annem, Engin gibi bir ahlaksıza bile aş yediren, evinde misafir olarak ağırlayan bir anne.

Ahlaksız bunu polis itirafnamesinde de söylemiş “Yukarıda da söylediğim gibi, 4-5 gün MİHRAÇ’ın evinde kaldıktan sonra malzemelerle birlikte BEN, ALİ, NEBİL beraberce İstanbul’a döndük “(Bkz. Engin Erkiner polis itirafnamesi s: 11)

Annemin elinden yemek yemiş biri, gerisini siz düşünün…

Benim annem tüm devrimci anneler gibi, zindandaki komünlerimize yemekleriyle zenginlik katan bir anne.

İtirafçı Engin’in annesi, devrimcilere ne türden bir katkısı oldu bilemem, ama benim annem her devrimcinin annesi gibi mitinglerde, yürüyüşlerde zaman zaman malzemeleri de üzerinde saklayarak en önde yürüyen bir anneydi.

Benim annem tüm devrimci analar gibi, ölene kadar yoldaşlarıma ve dostlarıma ev sahipliği yapmış, sofra açarak onlara analık yapmıştır. Bu anneye ya da herhangi bir anneye dil uzatmak mümkün mü.

 Annemin eğitimine gelince, bunun en önemi var.

Bununla ne kanıtlanır.

Bu salakça sidik yarışları iflaslarının resmi kanıtı değil mi?  Diploma nedir ki, diploma alındığı dalda iş yapıp o alanda insanlığa hizmet sunmadıkça.  

Kaç üniversite bitirir, okuduğumuz kitaplar yazdığımız yazılar, bunlar varken bu sidik yarışı ne işe yarar.

Bu konuda kendini, anasını övmek için karşılaştırma yapmanın anlamı nedir. O, siyasi yazılarımın arkasından nal toplayan hezimet halindeki haliyle durdukça, bu karşılaştırma ne işe yarar, değeri kaç paradır.

Bin diploma alsa da insan olmadıkça, analara hakaret ettikçe metelik eder mi?

 Annem Fransız kız meslek eğitim enstitüsü mezunu, oradan kalma maharetleriyle terzilik yaptı, ailesini geçindirdi. Çok iyi Arapça, Türkçe, az da Fransızca bilir. O günden kalma onlarca fotoğrafı var. Bunu sorgulamak neye yarar.

İtirafçı illa anasını anlatacak belli, birde bu alanda Mihrac Ural’la yarışacak. Bunu yapacağına gelsin doğrudan anasını anlatsın, başkasının anasına küfür ederek, kimin annesi daha iyi olabilir ki.

Bir de kaç Acilci bu itirafçının annesini tanır, elinden su içmiş ya da aş yemiştir kendine bunu sorsun. Bunu rağmen annelere dil uzatılamaz.

Bunun için, önce insan ve toplumsal bir çevre içinde olmak gerek. Bundan yoksun olanı vereceği bir şey olamaz.

Katil Muhbir Engin Erkiner, sen buları geç,

Joker gibi sınıfta kalmaya mahkumsun;

19 Ağustos 1977’de bir tokat yemeden polise teslim olarak itirafçı oldun, sınıfta kaldın,

1-7 Mayıs 1982’de Günay Karaca yoldaşın da katıldığı genişletilmiş Merkez Komitesi toplantısında kuşatılmış bir yedek olarak sınıfta kaldın,

1.Kongrede ortakların da sınıfta kalmıştı.
Çil yavrusu gibi TKEP’e kapağı attınız. Şimdi bu kaçkınları bile toplamaktan acizsiniz; sayın bakalım kaç kişisiniz, üç kişiyi bir araya getirebildiniz mi? Bir arada olanlarınız ihbar birliği dışında siyasi bir birliğiniz var mı?
Gerisi boş.
Yazım ahlakında da sınıfta kalan kirli bir insansın. Alıntısız yazılarla, kendin üretip geviş getirir gibi beni takip ederek kimi nereye kadar kandırabilirsin. Bunu başarsaydın zaten 3 yılı tüketmezdin; ama görev bu, elinde değil yazmaya mahkumsun.

Yazılarımı ezbere okuyor öğreniyorsun, bilgi dağarcığını genişletmen için buna ihtiyacın var, ücret istemiyorum. Ama anlaşılan aptallığın bunaklıkla birleşince algılarında pusulayı şaşırmış. On yıllardır ciddi bir siyasi yazın bile yok. TDAS’ı asla yazmadın, bu yalanı tüm çıplaklığıyla ortaya serdim (Bkz. TDAS’ı kim Yazdı?
http://mirural.bloğspot.com/ ) Bunun için, iki de bir konuyu TDAS’ı nasıl yazdığınla ilgili hikayelere getirip duruyorsun. Git bunları külahıma anlat.

Alay edilecek haldeyken herkesle alay etme çabanı herkes biliyor, alay konusu olmuşsun haberin yok. Çok istiyorsan ve bu çaptaysan, gel ülkemizle ilgili en önemli konuları seçelim. Okur hem yararlansın hem de hakem olsun. Herkes boyunun ölçüsünü alsın. İlk denemeyi yapmıştık, Türkiye’nin Ortadoğu politikası “Yeni Osmanlıcılık mı ?” Yoksa “Pan İslamizm mi.?” Orada da sınıfta kalmıştın, aklın nisyan ile malulse arşivi aç bak.

Bunları geçelim. Konu anneler.

Annemi tanıyan tüm Acilcilere sor, onlar senin ağzını yırtmak için gereken cevabı verecektir.

Siyasette her şey söylenebilir. Kimlere ne türden suçlamalar yapıldığını herkes biliyor. Bana yöneltilen saldırılar, dostum A. Öcalan’a yöneltilenlerin yanında solda sıfır kalır. Kürt özgürlük hareketi biraz gerilerse, bu saldırıların ne boyut alacağını Allah bilir…

Ama hiçbir karalama gerçeklerden üstün olamaz. Gerçek hep doğruyu işaret edecektir. Örgütünü ve yoldaşlarını satanlar, başka örgüte kapağı atanlar belli, işkencelerde Hanefi Avcılara bile ahlak dersi vermekle kalmayıp, ser verip sır vermeyenler bellidir.

Her şeye rağmen ben de insanım.

Beni dinle katil muhbir Engin Erkiner, annem için söylediğin “yeri cehennem olasıca…  (Engin Erkiner,”Gerçek ve üfürük anneler”) sözünü ebede kadar unutmayacağım.

Bu nedenle ettiğim yemini öğren, gerisinin teferruat olduğunu anlayacaksın…



AMA ÖTESİ VAR…

Engin Erkiner’in itirafçılığı ebede kadar bir kambur olarak sırtındadır. Bundan kurtulamaz.
Polis ifadesi ortada. Bir örgütü tek tokat yemeden tüm üyeleriyle üst-alt yönetimleri ve adresleriyle malzemeleriyle teslim ettiğinin belgesi polisteki itirafnamesidir. Ne kadar çırpınsa boşuna o bir itirafçı.
 Ama ötesi var.
İlker Akman’ın ablasıyla evliydi (kız kardeşi olduğunu biliyordum). Bu kadını, kızıyla sokak ortasına attı. Çünkü bu onurlu kadın, İlker akman ve arkadaşlarını katlettiren muhbir Engin Erkiner’in suratına tükürmüştü.. Boşanmaları ise mahkemelerin bilinen süreçlerinde yıllarca askıda kaldı (boşanma davasının geç bitişini, gerekçe gösterme aptallığı da itirafçıya ait).
Kadın, Malatya Beylerderesi katliamının ilk bilgilerini alanca, itirafçıyla ilişkisini kesmiştir. Aile ortamına yakın TMMOB’li mühendis bir dostum açıkladı. “Malatya Beyler deresindeki katliamın muhbiri Engin Erkiner’dir. Kadın ‘İlker ve arkadaşlarının katledilmesine neden olan muhbir sensin’  diyerek ve yüzüne tükürerek boşanmak istediğini haykırdı”. Olay bu.
Engin Erkiner sadece bir itirafçı değil, ama aynı zamanda bir “katil muhbirdir”.
İhbarını detaylarıyla açıklamasını bekliyoruz.
Zorlaya zorlaya polis ifadesine “önsöz” yazdırdık, sıra bunda; ne yazarsa yazsın, ama yazacak.
Gerisi teferruattır. Nokta.
Bu ahlaksız katil muhbirin ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın için söyleyeceğimiz bir şey yok.
O kendi el yazısıyla MİT ajanı olduğunu söyledi ve bitti. Örgütümüzün 1. Kongresini ihbar etmek için, MİT’ten 150.000 TL almış, işi bitince de devlet ona bakacakmış (İbrahim Yalçın El yazılı itirafnamesi s:9-10). Bu da geride kaldı.  
Ama ötesi var.
İbrahim Yalçın, MİT’le  ne zaman ilişkiye girdi? Bunu gizleme telaşında, Bu yakıcı soruya cevap vermemek için konudan konuya ihbardan ihbara çirkeften çirkefe dolanıp duruyor. Ama kimsenin gözünden kaçmıyor…
El yazlı itirafnamesinde Üç tarih veriyor.
Üçü de yalan.
20 Ekim 1986’da yakalandım ve MİT’le ilişkim başladı diyor.
Dönüyor 13-16 Ekim1986’da MİT’le anlaşarak Sarı Vedat’a randevu verdim diyor.
Dönüyor “Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10) diyor.
Üç çelişkili tarih ortaya atıyor, ama MİT’le ilişkisin tam tarihini vermiyor, hokkabazlık yaparak gizlemeye çalışıyor.
28 Ağustos 1986’da ilk kez yurtdışına örgüt merkezine gidip 15 gün kaldığında MİT’le ilişkisini itiraf etmiyor. Örgütten bilgiler alıp, doğrudan MİT’e koşuyor ve aktarımlarını yapıyor. Karşılığını fazlasıyla alıyor: örgütünün içine kadar sızmış, gerisin geriye gelmiş bir MİT ajanı olarak binlerce dolarla taltif ediliyor.
İkinci gelişi 1. Kongre arifesinde (20 Ekim 1986’dan sonra).
Ancak tahmin etmediği bir gerçekle yüz yüze kalıyor.  Örgütün 1. Kongremize gönderilmiş olan iki MİT ajanını tutukladığını öğreniyor.
Korkup, diz bağları çözülüyor.
Yakalananlardan biri Cengiz kod adlı Süleyman Uğur; bu kişi İbrahim Yalçın’la örgüte girdiği süreçten itibaren ilişkili olduğu kişidir. Süleyman Uğur “MİT tarafından, 1. Kongreyi ihbar için kendisinden başka ajanları gönderildiğini ama onlarla sonra tanıştırılacağının söylendiğini” itiraf ediyor.  İbrahim Yalçın’ın diz bağlarını çözen de bu olmuştur.
Bursa cezaevinden, tutuklu yoldaşlardan gelen örgüt raporlarında okuduğumuz yeni bulgular, Bu ikili arasında polisiye ilişkilere ait şüpheler dile getirilmiştir: O zamandan beri yoldaşlar bu kişiler hakkında şüpheyle baktıkları anlaşılmıştır.
MİT ajanı bu durum karşısında çaresiz itirafnamesini yazmak zorunda kalmıştır. Tek tokat yemeden…
Buna rağmen MİT’le ne zaman ilişkiye girdiğini açıklamıyor.
Bu satılmış adamı örgüte ilk kez, itirafçı Engin getiriyor, örgütteki ilk eylemiyle birlikte polise baskınları başlıyor. 1979 darbesinin arkasındaki kişinin de aynı kışı bulunuyor.
Sorumuzun cevabını bekliyoruz. Bu satılmış adam MİT’e ne zaman neleri verdi bunu bileceğiz. İtirafnamesinde olmayan, gizlediği şeyleri bileceğiz.
O, boynuna geçireceğimiz yaftanın son cümlesi için bu soruya cevap verecek.
Bize ulaşan bilgilere göre, bu muhbir şebekesi, bu sorundan dolayı kendi aralarında hırlaşıp duruyor oldukları yönündedir.
MİT ajanına “çık, bu açık soruları yanıtla” diyorlar. “Hiç birimiz böylesi bir sorumluluğu alamaz” diyorlar.
Bu çirkin şebekenin hiçbir iç sorunu bizi ilgilendirmiyor, zira hiç biri hedef kitlemize ait bir özellik taşımıyor.