29 Eyl 2010

ŞEHİT NEBİL RAHUMA YOLDAŞ SENİ UNUTMAYACAĞIZ


Nebil Rahuma Antakya 1955 - 30 Eylül 1980 İstanbul 

BURADA YATAN ÖLÜMSÜZ KAHRAMAN NEBİL RAHUMA
ORTAK ÜLKEMİZİN
ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE
FİLİSTİN HALKININ HAKLI DAVASINDA
VE İNSAN HAKLARI UĞRUNA HİÇ BİR ÖZVERİDEN KAÇINMADAN
DOĞRULARI ARKASINDA DURDU. 
                                                                                               ( Mihrac Ural )”

Nebil yoldaşın bu yılki anısına üç yazı yayınlayacağım.
1.    “Türkeş Ölümden Nasıl Kurtuldu” Nebil’le ortak eylem anısıdır.
2.    “Nebil ve Üç konu”  Nebil’in polise ilk kez afişe edilmesi, Ölümüne neden olan altın alımı ve Katilleri
3.    “Nebil Neden Öldürüldü” Mehmet Yavuzun yayınlanmış bir yazısı.
Bu yazılar aynı anda şu linklerde yayın halindedir

(( YAZILARIN TÜMÜ ALTTADIR ))


TÜRKEŞ
ÖLÜMDEN NASIL KURTULDU

Mihrac Ural
30 Eylül 2010
Nebil yoldaş anısına


Türkiye siyasal tarihinin, bilinmeyen önemli konularından biri Acilcilerin “Türkeş Eylemi”dir.
Çok geniş anlatmayacağım. Yeri geldiğinde tüm detaylarıyla açıklanacaktır. On yıllar önce devrimci kamuoyuna belge ve kanıtlarıyla açık ettiğimiz İtirafçı Engin Erkiner, MİT ajanı İbrahim Yalçın ve yamaklarından oluşan muhbir şebekesine prim vermemek adına, konuyu “Tarihte Bugün” kapsamında sunmaya çalışacağım.
5 Haziran 1977 erken seçimlerine doğru, Ecevit’e suikast yapılacağı haberinin Demirel tarafından basına sızdırılmasıyla başlayan gerginlik, tırmanarak sürüyordu. Ecevit, "Taksime gidip mitingimi yapacağım tehditlerden korkmuyorum" diyerek tırmanışı hızlandırdı.
77 erken seçimlerine Antakya’da yoğun olarak hazırlanıyorduk. Güçlü kitlemizle CHP den seçimlere katılacak milletvekili, hata senatörlerin bile onayımıza başvurdukları bir dönem. Öner miski, Dr.Sabri Öztürk'le ikili ittifaklar bile imzalamıştık.
Öner Miski yıllar sonra beni özel olarak Paris’te ziyaret ettiğinde, o günün ekibinde yer alan arkadaşların huzurunda birçok şeyi tazelemiştik; CHP’nin duvarla kendi sloganlarını yazmak için alınan boyaların "Tek Yol Devrim, Kurtuluşa Kadar Savaş" olarak belirmesi, geçmişi geleceğe taşıyan anlamlı bir anıydı.
Daha sonra milletvekili olan Dr. Sabri Öztürk’le yaptığımız anlaşmalar, fakirlere bedava muayene yapılacağını ilan eden bildiriler ve ileriki çalışmalarımızda yapılacak katkılar için, kurduğumuz ittifaklar çalışmalarımızın başarılı sonuçları arasında yer almıştı.
Antakya Acilcilerin merkeziydi demek, bu anlamda hiçbir zaman yanlış değildir. Bunun en önemli nedeni devrimci sürece bağlılık, örgütsel disiplin ve özveriydi.
1977 yılı, örgütümüzün bölgemizde en güçlü olduğu dönemdi. Örgütsel, siyasal ağırlığımızı her olayda hissettirebilme gücündeydik.
Böylesi bir kesitte,  Türkeş Hatay’da seçim mitinglerini organize ediyordu. İskenderun’da ilk konuşmayı yapacak, ertesi gün ise Antakya’da olacaktı.
Türkeş o gün için faşizmin sembolüydü, ırkçılığın amansız katliamların ifadesiydi.  Ortak ülkemizin her köşesinde halkla, ülkücü gençler teşkilatı denilen faşist çeteler vuruşma halindeydi. Devleti arkasına alıp, halka saldıran bu güruh faili meçhullerin de mimarıydı.
O gün kavganın orta yerinde, yöneticiler, kadrolar, militanlar top yekun yükselen bir savaşın eşiğinde, son vuruşmaya hazırlanır hallerdeydiler; bu gün için çok uçuk bir hayal gibi gelen gerçekler vardı. Acilciler, Antakya’yı bir biçimde teslim alabilecek ama ne kadar dayanabilecekleri kestirilmeyen bir güçteydi. Her köyde, her mahallede örgütlüydük ve aktif bir yükseliş içinde süren mücadelemize durmadan militan ve kadro katılımı sağlıyorduk.
Bu sürecin başında olan biri olarak, Diyarbakır’da yaşadığım deney, bilinçaltımın önemli birikimleri arasında duruyordu. 24 Haziran 1975, üniversite imtihanları için Kürt dostum Arslan’ın evine misafir olmuştum. Antalya’dan tanışıyordum.
Türkeş Diyarbakır’a gitmekte ısrarlıydı. meydan okuyordu. “Diyarbakır’a ayak basacağım” diyordu. Sözü çok onur kırıcıydı. Kürt gençliği bunun için hazırlanıyordu. Üniversite sınav arifesinin özellikle seçilmiş olması, Kürt gençlerinin bu haktan yoksun bırakılmasını hedef almıştı.
O hazırlıkların gergin gecesinde evinde misafir olduğum dostuma,
Güneş yarın daha da parlak doğacak gibi diyerek duygularımı aktarmak istedim. Arkadaşım “ Doğru diyorsun, ama senin bu direnişte olmanı istemiyorum, misafirimizsin, bu dava bizim davamız, zarar görmeni istemiyorumdiye cevapladı. Kızdım, rahatsız oldum ve ona sertçe, “Bu güneş hepimizin, bu ülke de. Türkeş taifesinin temsil ettiği ölüm mekanizması, yalnız Kürtleri değil, tüm Türkiye halklarını doğrayıp geçiyor, bu direnişe Diyarbakır’da katılmak ile Antakya’da katılmak arasında hiçbir fark yokturdiye cevap verdim.” (Mihrac Ural, “Diyarbekir’de vaftiz olmak” başlıklı makale)

İşte o gün sokaklarda, meydanlarda kale surları çevresinde ve oraya çıkan yollarda benimde içinde olduğum on binlerce Kürt devrimcisi, yerden ve gökten yağan yağmur gibi fırlattıkları taşlarla Türkeş’e meydan okuduk. Türkeş kuyruğunu büküp kaçmak zorunda kaldı. Diyarbakır, Türkeş’e hakkettiği tekmeyi atmıştı.
Antakya’ya Türkeş girmemeliydi. Bu kez elimizden de kaçmamalıydı diye düşündüm. Bu konuyu en yakın yoldaşlarımla, bizim ilk illegal ekiple konuştum. Nebil yoldaş, her zamanki gibi sessizce dinliyordu. Hiç konuşmadı, ona, "sen bu süreç boyunca yanımda kalacaksın" dedim. O her zamanki bağlılığıyla yanımdaydı.
Java marka motorumuz vardı, şehrin tüm giriş yollarını birer silahlı ekiple tutma karı aldık. İskenderun’da da elimizden gelini yaparak Türkeş’i orda durdurmanın hazırlıklarına karar verdik.
Türkeş’i İskenderun’da yakalamak mümkündü. 6 adet yoğunluklu patlayıcı hazırlamıştık. Karanlık bastırınca İskenderun’a yöneldik. Altımızda malum beyaz Murat vardı. Bir yaşlı nenenin yanına gittik. Yoldaşımızın nenesi.  Gözleri zayıftı, bu işimizi daha da kolaylaştırdı. Demir-çelik fabrikası yönünden İskenderun’a gelen otoyoldaki beton dökme yüksek elektirik direklerden üçünü seçtik. Bir dolu iki boş direk bırakarak üç bombayı yerleştirdik. Saat ayarlarını tahmini bir şekilde konvoyun geçebileceği saate ayarladık. Bir ihtiyat olarak birini ileri bir vakte kurduk.
Aynı gece, inanılmaz bir rahatlıkla o gençliğin verdiği korkusuz atiklikle, konuşma meydanına geldik. Platform kurulmuştu ve çevrede epey ülkücü militan dolaşıyordu. Platformun duruşu, konuşmacının denizi sol tarafına alacağı şekilde düzenlenmişti. Üç yoldaştık, Asi Türkmen yoldaş o kesiti benden daha iyi hatırlıyor. Bu yazıyı önce öne gönderdim cevabında şunları yazıdı “Türkeş olayına gelince; ben İskenderun'daydım. Köprü altı, miting alanı hepsinde vardım. Bu miting alanında yere oturduk, ben yumuşak bir çiçekliği eşerek malzemeyi yerleştirmiştim. Köprü altlarını da Sarıseki tarafında halletmiştik.
Ertesi sabah miting yerini ani bir kararla değiştirip kalabalığı başka bir alana toplamışlardı. O nedenle alanda patlama oldu ama ölen olmadı.

Pac meydanında Türkeş'in konvoyuna HK ve Dev-Yol destekli ateş açıldı. Yarım saat kadar ekip oradan geçemedi.”
İskenderun ertesi gün farklı bir İskenderun olacaktı.
Arabaya doğru giderken inanılmaz bir olay oldu.  Antalya Makine Teknisyen okulunda birlikte okuduğum ve sürekli çatışma halinde olduğum Eda Top adlı bir faşistle yüz yüze geldim. O ışıklara doğru gidiyordu ben ışık yönünden geliyordum. Tanımadı. Bunu da atlatmıştık.
Hemen Antakya’ya döndük. Döndük mü? Hayır yolda Belen Ülkü Ocakları tabelasını görmüştük, elimizde de malzemelerde de vardı…
Bu bölümü benimle birlikte olanlar zamanı gelince anlatırlar.
Bir günümüz vardı. Antakya’yı düzenlemek gerekiyordu. Türkeş, İskenderun’da düşmezse Antakya’dan çıkmamalıydı. Görevleri paylaştırdık.
Altınözü ilçesinden, Antakya şehir merkezine, miting ya da Türkeş’in ölümü halindeki infialde saldıracak faşistlerin durdurulması, Güzelburç köyü güney-doğu tarafındaki tepeden olacaktı. A. D. bu ekibin başındaydı.
Yayladağı tarafından gelecek faşistler için, harbiye merkezinde bir kesme hareketi yapılacaktı. F.Ç bu ekibin başındaydı, İskenderun tarafından gelen konvoylar için Asi nehrine açılan büyük lağım tünellerinin mazgalları, stadyuma yakın yerdeydi. Antakya-İskenderun yolunun kaldırım dibinde olan mazgalın altına yüklü miktarda patlayıcı yerleştirilmişti.
Orada görevli olanlardan A.Ç. Bu satırları yazarken olayı bir kez o noktadan anlatmasını istedim. 31 yıl sonra görevli dışında hangi insanların aynı yerde olduğu konusunda hatalı bir isimlendirme yapmak istemedim.
A.Ç. olayı “ Z.Ş adlı ve S kod adlı kişiler ve kız arkadaşı vardı, bir gece önceden olacaklar için hazırlandık. Her şey döşenmiş piller bağlanmış fotoğraf flaşıyla patlatılacak fünyenin elektrik devresi tamamlanmıştı. Teller çok uzundu. 130 m civarında olmalıydı. Her şeyden emindik, elektrik devresini kapatmaktan başka bir sorunumuz kalmamıştı" diye anlattı.
Hazırlıklarımız tamamdı. Ataker ilkokulunun üstünü oluşturan Dirdyak mahallesi benim doğduğum mahalleydi.  Bu mahallenin tüm gençleri örgüt saflarındaydı. İlkokuldan mahallede top oynamaya, oradan siyasal mücadeleye akan onlarca genç. Nebil bu gençlerden biriydi, komşu mahallemizin (Affan) mahallemizdeki devamcılarındandı. Bu dönem Hatay (Antakya) Eğitim Enstitüsünde yükselen devrimci mücadelenin militan ve kadroları, TÖB-DER öğretmenleri, orta ve lise gençleri örgüt saflarında, mücadelenin merkezindeydi.
Dırdyak mahallesi, Ataker ilkokulu köşesinde bidon, büyük taş barikatları örülerek silahlı ekiplerce tutulmuştu. İskenderun, Antakya her şeye hazırdı. Bu hazırlığın isimsiz kahramanları yüzlerce yiğit gençlerdi, halkımız onlara evlerini erkenden açmıştı bile. Evler her yoldaş için bir güvenli mekan olacak şekilde, ev halkının katkısıyla hazırdı.
Türkeş İskenderun’a geç girdi. Platformun altına yerleştirilen bomba patladı. Ancak erken saatlerden mitingin meydanının yakın bir yere kaydırılması sonucu kimse ölmedi, yaralı olanlar vardı. Yol boyunca döşenen patlayıcılardan ise bir haber gelmedi. Sonra birinin patladığı ve tesirsiz kaldığı, diğer ikisinin bulunduğu yönündeydi.

Türkeş İskenderun engelini aşmıştı.
Haber, almanaklarda şöyle geçiyor “ 28 Mayıs 1977, İskenderun'da MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in konuşacağı alanda saatli bomba patladı, can kaybı olmadı. (http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1977/mayis1977.htm)
Artık yapılacak her şey Antakya’ya kalmıştı. Hazırlığımız tamdı.
Türkeş henüz gelmemişti ancak faşistlerin şehre girişi hızlanmıştı. Patlayıcı yol kenarındaki mazgalların altında, Türkeş o nokta üzerinden geçerken ateşlenmesi gerekecekti.
Ben ve Nebil Java motoru üzerinde keşif yapıyorduk. Kurtuluş Ortaokulu (sonradan lise) karşısında Yayladağı’ndan gelen ve abartılı tezahüratlarıyla çevre meydan okuyan dolmuşlarla yüz yüze kaldık. Nebil yoldaşla motorun üzerindeydik. Sümerlerde mahalle ekibimiz arasında Nebil yoldaşın yeğeni Ahmet Zubari’de ordaydı. Ahmet, 30 Eylül 2009 Nebil anıt mezar ziyaretinin ertesi güne özel orak ziyaretime geldi. Bu yazının yayımını bekletmişti. Oysa Nebil’le anılarımı bir parçası olarak ölüm yıl dönümünde yayınlanacaktı. Bir ayrıntıyı hatırlamakta güçlük çekiyordum. Bilen de çok az insan. Tesadüf bu ya Ahmet’ kendisi hatırlatmaya başladı. Taşlar yerli yerine oturmuştu. Bu kısmı Ahmet aktarıyor “ Sümerler mahallesi ekibi içinde bölgede nöbet tutuyorduk. Nebille birlikte bizi kontrole gelmiştiniz ki, faşistlerin konvoyu tezahüratlarla gelmişti. Nebil o an motoru üzerlerine sürdü, siz de, faşistlerin ellerindeki pankartları çektiniz, dolmuşun da kapısını açarak faşistlere saldırdınız, dolmuştan inen, dayağını yiyip kaçıyordu. Bir arbede ortamı oldu. Yol çatıda Camlı Binanın oralarında duran polisler motorlarıyla gelmeye başladı. Nebil bana “motoru al kaç, sakla” dedi ve ben motoru alıp arka sokaklara villalardan birinin bahçesine sakladım. Olay yerinden uzaklaşmıştım. Siz Nebil’le birlikte daha sonra polislerin gelmezsi üzerine dağ yoluna doğru yönelip olay yerinden ayrılmıştınız.”
Evet Ahmet olayın orta yerinde konuyu tüm canlılığıyla böylece aktarmış oldu. Polisler gelmişti, iki çevreden birbirini tanıyan insanlar araya girmiş ve daha önemlisi başka bir işimiz ve beklentimiz vardı. Yeniden görev başına döndük.
Aynı anda Altınözü tarafından şehre girenlerle silahlı çatışmalar olduğu haberi geldi. A.D yaman bir yoldaştı. Onun yardımına koştuk. Faşistler, Ford dolmuşlarıyla son hızla şehrin merkezine doğru kaçtılar.
Türkeş’i bekliyorduk. Türkeş geldi, tespit edilen noktayı da geçti. Bir şey olmamıştı. Tellerin uzunluğu ile pillerin enerjisi orantısızdı. Fünye ateş almıyordu. A.Ç bu bölümü şöyle aktardı “Arkadaşlar sonuç almayınca, yanlarına indim, bir de ben deneyim diye bir kez daha devreyi kapattım, telleri birbirine değirdim. Ama sonuç aynıydı
Türkeş ölümden kurtulmuştu, biz de son şansımızı kaybetmiştik.
Nebil’le çok üzgündük. Yine sesiz yine sitemsiz, hiçbir şey olmamış gibi yeni eylemlere atılmak için hazırdık.